Dördüncü Bölüm Rıza Makamının Temel Esasları
Bil ki rızayet makamı, özel kimselerin diğer makamları gibi ilahi marifetlerle ilgili bir husus olduğundan, bazı temel ilkelerine işaret etmek, uygun olur düşüncesindeyiz. O halde diyoruz ki Hak Teala’dan hoşnut olmanın temeli kulun Hak Teala’nın fiillerinin cemil olduğu hususundaki marifetidir. Bu açıdan biz Hak Teala’nın zat, sıfat ve fiil olarak cemal makamını beyan etmeye ve bu makamda kulun marifet mertebelerini açıklamaya çalışacağız.
Bil ki kul için ortaya çıkan ilk mertebe, Hak Teala’nın zat, sıfat ve fiil açısından cemil olduğunu, felsefi ve ilmi bürhanlar hasebiyle bilmesidir ve bu makam, marifetler kapısının anahtarı konumundadır. Tür ve yaygın olduğu kadarıyla irfanın yüce makamına bu yollar dışında ulaşan kimseler çok azdır ve de türsel olarak ölçü konumunda değildir. Ama bu makamda durmak, büyük bir hicaptır. Öyle ki bu konuda şöyle denmiştir: “İlim en büyük hicaptır.”1
Aklın nasibi olan bu burhani ilimden marifetlere tabi olan nefsani ahlak ortaya çıkmaz. Bu yüzden cedelsel ilimlerde büyük bir mertebesi olan, ama rızayet, teslimiyet ve diğer ruhi makamlar, nefsani ahlak ve ilahi marifetlere sahip olmayan büyük filozof kimseler, ebedi olarak bu ilim hicabında çakılıp kalırlar.
İkinci mertebe ise hakkın cemali ve de fiil ve sıfatlarının cemil olması mertebesini kalbine eriştirmesidir. Öyle ki kalp, Hak Teala’nın cemil olduğuna iman etmelidir. Bu da ilahi nimetleri çok anmak ve cemal etkilerini zikretmektir. Bunlar kalbi teslimiyet içine sürükler ve böylece kalp yavaş yavaş Hakk’ın cemal sıfatlarını kabul eder ve bu makam iman makamıdır. Kul bu makama erişince ve kalbi bu hakikate iman edince, kalbinde rızayetin, hoş görünün ve hoşnutluğun nursal hakikati tecelli eder ve bu da rıza ve hoşnutluğun ilk mertebesidir. Bundan önce bu makamdan herhangi bir eser yoktur. Dolayısıyla da rivayetlerde, rızayet makamı imanın temel esaslarından biri sayılmıştır. Nitekim Kafi-i Şerifte Mü’minlerin Emiri’nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “İmanın dört temel esası vardır: Allah’ın kazasından hoşnut olmak, Allah’a tevekkül etmek, işi Allah’a tefviz (havale) etmek ve Allah’ın emrine teslim olmak.”2
Üçüncü mertebe ise, salik kulun itminan derecesine ulaşmasıdır. Hakk’ın cemiliyet makamına yönelik nefsin itminanı hasıl olursa, rızanın mertebesi daha kamilleşir. Bu da kemalin itminanıdır. Belki de fecr suresindeki mubarek ayet bu manaya işaret etmektedir: “Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut olarak dön.”3
İhlas ehlinin kamil makamlarından biri olan rabbe dönüş, hoşnut olan ve de hoşnut olunan güvene ermiş nefis sahipleri için karar kılınmış ve böylece öfkeli kimsenin ihtirası kesilip atılmıştır.
Dördüncü mertebe ise müşahade makamıdır. Bu makam da marifet ehli ve kalp ashabı için söz konusudur. Bu kimseler, kalbini kesret ve zulmet aleminden çevirmiş, kalp evini yabancıların tozundan temizlemiş ve kesret tozlarını gidermişlerdir. O halde Hak Teala, onların kalpleriyle uyumlu olarak kendilerine tecelli etmiş, kalplerini kendisiyle hoş kılmış ve diğerlerinden çevirmiştir.
Bu makam için de genel olarak üç derece vardır. Birinci derece, fiili tecelli müşahadesidir ve bu makamda Allah’ın kazasından hoşnut olmak, kemal mertebesiyle hasıl olmaktadır. İkinci mertebesi de sıfati ve esmai tecelli müşahadesidir. Üçüncü derece ise zati tecelli müşahadesidir. Bu iki makam, rızayet ve benzeri şeylerden daha yüce bir makamdır. Elbette muhabbet ve cezbenin hakikati olan rızayet ruhu bu makamda da kemal şekliyle mevcuttur. Hadis-i Şeriflerde de rızayetin kemal makamına işaret edilmiştir. Nitekim Ebi Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz insanlardan Allah’ı en çok bilen, aziz ve celil olan Allah’ın kazasından razı olan kimsedir.”1
Beşinci Bölüm Mü’minlerin İmtihana Tabi Tutulmasının Beyanında
Rızayet, akıl ve rahmanın askerlerinden biri ve yoğrulmuş fıtratın gereklerinden biri olduğu gibi, öfke de cehalet ve iblis’in askerlerinden biridir ve de cahili örtülmüş fıtratın gereklerindendir. Bu da rububiyet makamı hakkındaki marifet eksikliğinden ve Hak Teala’nın yüce izzeti hakkındaki cehaletten kaynaklanmaktadır. Bu da insanın gözünü ve kulağını dünyevi istekler ve arzular dışında her şeye karşı kör kılan nefsi ve dünya sevgisinin pis sonuçlarından biridir. Ruhani makamlardan, marifet ehlinin derecelerinden ve kalp ashabının yücelişlerinden örtülü olduğu sebebiyle de nefisleri ıslah eden ve kalpleri terbiye eden belalardan kalpleri gafil olur ve de bela ve fitnelerin en kötüsü olan dünyaya yönelişten hoşnut ve mutlu olur.
Biz şu anda bu bölümde bazı rivayeti şerifeleri zikredeceğiz. Böylece belki vahiy ashabının kelimelerinin bereketiyle katı kalpler yumuşar, gafil nefisler uyanır. Biz kırk hadis şerhinde de müminin imtihanı babında detaylı açıklamalarda bulunduk. Ama burada da daha fazla faydalandırmak ve oraya havale etmekten sakınmak için özet bir şekilde zikretmeye çalışacağız.
Kafi, kendi senediyle Ebi Abdillah’dan (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Şüphesiz insanların bela açısından en şiddetlisi peygamberler, sonra peygambere yakın olanlar ve onlardan sonra da yüksek mertebede olanlardır.”1
Ebi Abdillah (a.s) hakeza şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz büyük sevap, büyük bela ile birliktedir ve Allah sadece belalarla imtihan ettiği topluluğu sever.”2
Hakeza Ebi Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz aziz ve celil olan Allah’ın, yeryüzünde öylesine halis kulları vardır ki, gökten yere indirdiği her hediyeyi onlardan geri çevirir ve indirdiği her belayı ise onlara yönlendirir.”3
Bu konuda bir çok hadisler vardır. Allah Tebareke ve Teala evliya ve mümin kullarına muhabbet ve inayet gösterdiği için onları dünyada belaya maruz kılmaktadır. 4
Bunun temel sebebi de eğer, kendilerini nimet ve refah içinde karar kılacak olursa, insan tür olarak dünyaya bağlanmakta ve dünyanın istek ve lezzetleri, kalp melekutlarını etkilemektedir. Dünyaya olan sevgilerini artırmaktadır. Tabiatıyla insan, ister istemez Hak Teala’dan, onun yücelik dergahından, nefsin melekutundan ve hastalıklarını tedavi etmekten gafil kalır ve nefsani faziletleri elde etmekten mahrum düşer.
Özetle eğer, insan zenginlerin haline bakacak olursa, anlar ki zenginlik, servet, sıhhat, esenlik, güvenlik ve refah bir insanda toplanacak olursa, kendisini bu fesatlardan ve nefsani hastalıklardan koruyabilecek ve nefsin isyanından sakınabilecek kalpler çok azdır. Belki de bu yüzden Cabir b. Abdullah, İmam Bakır’a (a.s) şöyle arzetmiştir: “Ben fakirliği zenginlikten ve hastalığı sağlıktan daha çok seviyorum.” Zira o, kendisini refah ve esenlik içinde bulduğu taktirde koruyabileceğinden emin değildi ve bu yüzden de nefsin isyanlarına güvenemiyordu. Ama İmam Bakır (a.s) insan akıllarından daha yüce bir makama sahip olduğundan Cabir’in ufku, eğitimi ve de Allah’a doğru seyr-u sulukta yardımıyla uyumlu olarak, kendisine rızayet makamını izhar etmiş ve ilahi muhabbetten bir ateş kıvılcım icad ederek şöyle buyurmuştur: “Biz, bize gelip çatan her şeyden hoşnutuz. Aşıklar sünneti ve sevenler mezhebinde, bela, hastalıklar ve bunların karşılıkları eşittir.
Evet, Hak Teala’nın velileri belaları semavi bir hediye görmekte, şiddet ve darlığı rabbani inayetlerden saymaktadırlar. Onlar Hak’tan hoşnuttur, Hak’tan başkasını istemez ve de O mukaddes zata yönelmişlerdir, O’ndan başkasını görmezler. Eğer Hak Teala’nın yücelik diyarlarını isterlerse, Hak’tan olduğu için isterler; nefsani isteklerden olduğu için değil. Onlar Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnutturlar. Bunun da sebebi Hak ile ilişkide olmasıdır. İlahi muhabbet, Allah’ın fiil, eser, sıfat ve isimlerine muhabbetin kaynağıdır.
Dostları ilə paylaş: |