Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə65/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   193

19 Bu sırada Bulgarlar kendi mezâlimlerine bütün Hristiyanları ortakmış gibi göstermeye çalışmışları, işgal bölgelerindeki Hıristiyanlara karşı Türklerin bir misillemede bulunmaları ihtimalini gündeme getirmişse de, Bâb-ı Âli, Hıristiyanları korumak için muhtemel bütün tedbirleri almıştır. Nedim İpek, a.g.e., s. 16; L. Bernhard, Les Atrocites Russes en Bulgarie et en Armenie Pendant la Guerre de 1877, Berlin 1878, s. 29.

20 Bu haberler özellikle Avusturya ve Macaristan gazetelerinde yer almaktadır. Bkz. Nedim İpek, a.g.e., s. 17.

21 Bu sayede Türk muhâcirlerin geri dönmeleri önleneceği gibi, dönenlerin ise tekrar göç etmelerine sebep olacağı düşünülmüştür. Bkz. Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, II, s. CLXXV.

22 Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, II, s. CLXXVII. Ayrıca bk. Nedim İpek, a.g.e., s. 20.

23 Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, I, s. 216-222.

24 Nedim İpek, a.g.e., s. 21. Bu konuda ayrıca bkz. İlker Alp, Bulgar Mezâlimi, s. 22 v. d.

25 Nitekim bu çeşit belge ve bilgiler oldukça çoktur. Bunun için bkz. Zeynep Kerman, Haziran-Temmuz ve Ağustos 1877, Rusların Asya’da ve Rumeli’de Yaptıkları Mezâlim, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1987, s. 228-56 (Bu eser, Osmanlı Devleti tarafından 1877 yılında neşredilen “Atrocites Russes en Asie et en Roumelie Pendant Les Mois Juin-Juillet et Août 1877” adlı kitabın tercümesi olup, 217 adet vesikayı ihtiva etmektedir).

26 Bu da göstermektedir ki, Bulgarlar sadece Müslümanlara değil, kendi ırkından olmayan bütün toplumlara hunharca davranmışlardır. Bkz. ATASE Arşivi, K. 587, D. 43, F. 1-42/45.

27 Nedim İpek, a.g.e., s. 27.

28 Zeynep Kerman, a.g.e., s. 14.

29 Nedim İpek, a.g.e., s. 17.

30 Nitekim bu konuda arşivlerimizde pek çok belge ve fotoğrafın yanı sıra, pek çok da kitap kaleme alınmıştır. Bunlardan bazıları için bkz. Bilâl Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, c. I-II-III.; İlker Alp, Bulgar Mezâlimi; Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri; Zeynep Kerman, Haziran-Temmuz ve Ağustos 1877, Rusların Asya’da ve Rumeli’de Yaptıkları Mezâlim; Ahmet Maranki, Balkan Mezâlimi, İstanbul 1993.; Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Millî Mücadele, c. I, Ankara 1987; Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri; Türk Kültürü Dergisi, Bulgaristan Türkleri Sayısı, Ankara Mart 1985.

31 Nedim İpek, a.g.e., s. 40.

32 Bulgarlar bu sıralarda birçok köyde Türk gençlerini gece evlerinden toplamışlar, kadınların feracelerini çıkartmışlar, alkol içirip, namuslarını kirletmişlerdir. Nitekim bu durumu kabullenemeyen pek çok kadın, tecavüze uğramamak için su kuyularına atlamayı tercih etmişlerdir. Bkz. Nedim İpek, a.g.e., s. 133 v. d.

33 Balkan Savaşı sırasındaki Rumeli’den Türk göçleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), Ankara 1995.

34 Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 32 (9 Kasım 1912 tarihli Hikmet Gazetesinden naklen)

35 Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 32.

36 BA, BEO, nu. 306726, 314867, 16 Temmuz 1329 (29 Temmuz 1913)
37 BA, BEO, nu. 309586, 27 Teşrîn-i sânî 1328 (10 Aralık 1912).

38 Tüccar-zâde İbrahim Hilmi, Türkiye Uyan, İstanbul 1329, s. 19.

39 Bu bilgi Selânik’te bulunan tarafsız devletlerin konsoloslarınca verilmiştir. Bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 33. Siroz’daki katliam için ayrıca bkz. Tüccar-zâde İbrahim Hilmi, Türkiye Uyan, s. 22, 62.

40 Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 33.

41 Bu bilgiler “Bulgar Vahşet ve Mezâlimi Resmî Vesikalar” başlığı altında verilmektedir. Bkz. İkdâm, nu. 5922, 13 Ramazan 1331/3 Ağustos 1329 (16 Ağustos 1913), s. 3.

42 Söz konusu 15 köyde 2420 hane olup, toplam 12.600 nüfus bulunmaktaydı. Bkz. İkdâm, aynı yer.

43 Türk-İslâmların Üzüntüleri Bulgar Vahşetleri, Sad. ve Ek Bilgileri Yazan H. Adnan Önelçin, İstanbul 1986, s. 27 v. d. Kitapta ayrıca Niğbolu, Filibe, Varna, Dobruca ve daha pekçok Müslüman-Türk köy ve kasabasında yapılan mezâlim anlatılmakta ve mezâlimler “Hz. Adem çağından beri dünyada örneği görülmemiş pek acıklı, elem verici vahşet içinde vahşet” olarak gösterilmektedir.

44 BA, BEO, nu. 315493 (306726, 315267), 7 Ağustos 1329 (20 Ağustos 1913).

45 Tüccar-zâde İbrahim Hilmi, Türkiye Uyan, İstanbul 1329, s. 19. Bulgarlarca Çatalca’da camilere yapılan saldırılar ve muameleler hakkında bkz. BA, BEO, 310764, 31 Kânûn-ı sânî 1328 (13 Şubat 1914).

46 Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 41.

47 Türk-İslâmların Üzüntüleri Bulgar Vahşetleri, Sad. ve Ek Bilgileri Yazan H. Adnan Önelçin, s. 23.

48 Kadın ve erkeklerin giyeceklerine de müdahale eden Bulgarlar, fesle gezmeyi yasaklamışlardır. Bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 42.

49 Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 43. Müslüman-Türk halkın mal ve ürünlerine Bulgarlarca el koyulması hakkında bkz. Tüccar-zâde İbrahim Hilmi, Türkiye Uyan, s. 67 v. d.

50 Bunun için bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 44 ve bkz. Tüccar-zâde İbrahim Hilmi, Türkiye Uyan, s. 25.

51 Balkan Harbi sırasındaki mezâlimler hakkında da arşivlerimizde ve dönemin yayın organlarında pek çok belge ve bilgi mevcuttur. Ancak konu hakkında yazılmış kapsamlı eserler için bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.e.; Türk-İslâmların Üzüntüleri Bulgar Vahşetleri, Sad. ve Ek Bilgileri Yazan H. Adnan Önelçin, İstanbul 1986; Tüccar-zâde İbrahim Hilmi, Türkiye Uyan, İstanbul 1329; İlker Alp, Bulgar Mezâlimi.

52 Balkan müttefiklerinden Sırplar ve Karadağlılar Arnavutlara, Yunanlılar Musevî ve Bulgarlara, Bulgarlar da Musevî, Rum ve Ermenilere büyük ölçüde zulüm yapmışlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Halaçoğlu, a.g.e., s. 63 v. d.

53 İlker Alp, a.g.e, s. 181.; Hasan Şenyurt, “Bulgaristan Türklerinin Dramı I”, Türk Kültürü, Bulgaristan Türkleri Sayısı, Sayı 263, Ankara Mart1985, s. 224.

54 Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Devletler Hukuku’na göre, azınlık statüsündedirler ve antlaşmaların kendilerine tanıdığı azınlık haklarından istifade ederler. Türk azınlığın ahdî durumu Bulgaristan’ın kurulduğu tarihten beri vardır ve günümüzde de devam etmektedir. Yani bir başka deyimle Bulgaristan’daki Türkler sorunu sadece Bulgaristan’ın iç sorunu değil, ikili ve çok taraflı anlaşmalara göre, Türkiye’nin de Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlık üzerinde söz hakkı bulunmaktadır. Bulgaristan Türk azınlığın ahdî durumuyla ilgili Devletler Hukuku hakkında bkz. Bilâl Şimşir, “Bulgaristan Türk Azınlığın Ahdî Durumu”, Türk Kültürü, Sayı 264, Ankara Nisan 1985, s. 241-278. Ayrıca bkz. Hamza Eroğlu, “Milletlerarası Hukuk Açısından Bulgaristan’daki Türk Azınlığı Sorunu”, Bulgaristan’da Türk Varlığı, I, Ankara 1987, s. 15-46.

55 Kasım Yargıcı-Selahaddin Galip, “Bitmeyen Göç Dinmeyen Sızı”, Güneş, 12 Haziran 1989, s. 4. Ayrıca bkz. Kâmuran Özbir, Bulgar Yönetimi Gerçeği Gizleyemez, s. 41.

56 Bu dönemdeki Bulgarlaştırma faaliyeti, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 17 Temmuz 1970 tarihinde aldıkları “Gizli tedhiş ile milliyet ve din değiştirme” kararı doğrultusunda uygulanmıştır.

57 M. Abdülhalûk Çay, “Bulgaristan Olayları ve Türk Meselesi”, Türk Kültürü, Sayı 263, Ankara Mart 1985, s. 154.

58 Ölen Türklerin cesetlerinin bir kısmı ortalıkta kalırken, çoğunun cesetleri de nehirlere, barajlara atılmıştır. Mesela Dospat’taki barajda 1850 kadar Türk cesedinin atılmış olduğu belirtilmektedir. Bkz. İlker Alp, a.g.e., s. 192.

59 Abdulhalûk Çay, a.g.m., s. 155.

60 1970 yılında Bulgarca yapılan baskı ve zulümlere örnek için bkz. İlker Alp, a.g.e., s. 187 v. d.

61 İlker Alp, a.g.e., s. 226.

62 Türk Kültürü, Bulgaristan Türkleri Sayısı, Sayı 263, Ankara Mart 1985, s. 130-131.

63 Bu sayı Yugoslavya’nın Üsküp şehrinde Türkçe olarak yayınlanan Birlik gazetesine göre 2 milyon Türk, 500 bin Çingene ve 200 bin Makedon olarak geçmektedir. Bkz. İlker Alp, a.g.e., s. 227.

64 Konu hakkında dönemin yayın organlarından birinde çıkan bir dizi yazıdaki başlık XX. yüzyıl dünya kamuoyunun olaya bakış açısını göstermesi açısından önemlidir. Yazıda; “Bulgar yöneticileri, 93 Harbi ve Balkan Harbi’nden sonra yaptıkları göçe zorlama senaryolarını bugün yine tekrarlıyorlar. 19. yüzyılda onları seyredenler, şimdi de aynı roldeler. Devlet olduğunu iddia eden bir ülkenin yurttaşlarının bir bölümüne yaptığı utanç verici muameleyi donuk gözleriyle, seslerini çıkarmadan, Türklerin yokluğuna kendilerini inandırmaya çalışarak seyrediyorlar…” Bkz. Kasım Yargıcı-Selahaddin Galip, “Bitmeyen Göç Dinmeyen Sızı”, Güneş, 12 Haziran 1989, s. 4.

65 Bu kasaba ve köyler, Bulgaristan’ın kuzeydoğusunda Şumnu’ya bağlı Mahmuzlar kasabası (yürüyüşe katılan 10 bin kişi), Bohçalar köyü (yürüyüşe katılan 15 bin kişi), Hezergrad (yürüyüşe katılan 5 bin kişi) ve Dulova’dır. (yürüyüşe katılan 5 bin kişi) Ayrıca diğer yerlerde de binlerce Türk artan baskılara karşı kınama yürüyüşü yapmıştır. Bkz. Türkiye Gazetesi, 23 Mayıs 1989.

Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Kuruluşu,

Başkanları ve Mustafa Kemal

Dr. Vahdet KELEŞYILMAZ

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluşu istisnai veriler dışında genellikle anılara dayalı olarak aydınlatılmaya çalışılmış bir konudur. Örgütün kuruluşundan I. Dünya Savaşı sonuna kadar geçen süreçteki başkanları da şimdiye kadarki çalışmalarda kesin ve doğru olarak belirlenmiş değildir. Bu makalede kendi belgelerine istinaden Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluşu, başkanları ve Atatürk’ün örgütle ilgisi konusuna açıklık getirilmeye çalışılacaktır.

Bir arşiv dosyasındaki verilere göre Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluş tarihi ve sonrasındaki süreçte başkanları şöyledir:1

Teşkilât-ı Mahsûsa Dairesi’nin ibtida teşkili: 17 Teşrin-i Sani 329 (30 Kasım 1913)

Süleyman Askerî Bey’in Irak’a azimeti: Teşrin-i Evvel 330 nihayesi

Halil Bey’in I. Kuvve-i Seferiye ile hareketi: 6 Kanun-ı Evvel 330

Cevad Bey’in infiraketi: Mayıs 331 içinde

Ali Bey’in teslim alması Mayıs 331 içinde

Ali Bey’in hastalanması: 24 Teşrin-i Evvel 334

Ali Bey’in vefatı: 31 Teşrin-i Evvel 334

Hüseyin Tosun Bey’in memuriyeti: 31 Teşrin-i Evvel 334

Dairenin ılgası 15 Teşrin-i Sani 334

Yukarıdaki verilere göre 30 Kasım 1913 tarihinde kurulan Teşkilât-ı Mahsûsa’nın başkanlık görevinde sırasıyla Süleyman Askerî Bey (Enver Paşa’nın amcası), Halil Bey (Kızanlıklı), Cevad Bey (Tunuslu), Ali Bey (Başhamba) bulunmuşlardır. Mütareke dönemindeki tasfiye sürecinde ise Hüseyin Tosun Bey görev almıştır. Ancak yukarıdaki verilere dayanarak bu belirtiklerimiz akademik kaygıların önde olduğu bir çalışmada mutlaka belgelerle desteklenmesi gereken bilgilerdir. Çünkü arşiv dosyalarında yer alan tüm veriler değerlendirilebilir olmakla birlikte aynı nitelikte değildir. Gerçi yukarıdaki bilgilere dayanak olarak bir arşiv belgesi numarası ilgili notta gözükmektedir. Fakat bir arşiv dosyasının içinde yer aldığı için tasnif esnasında dosyadaki her şey gibi numaralandırılmış olması anılan verilerin niteliğinin sorgulanmasına engel değildir. Hatta bu şüpheci yaklaşım bilimsel nesnellik arayışının bir gereğidir:

Yukarıdaki bilgiler yaşananlardan istemsiz olarak geriye kalan bir nesneden elde edilmiş değildir. Bundan dolayı, bu bilgiler sıralanmadan önce, ‘arşiv belgelerine göre’ değil ‘bir arşiv dosyasındaki verilere göre’ açıklamasına özellikle yer verilmiştir. Çünkü anılan verileri içeren nesneler tarihe tanıklık etmekle birlikte, arşiv numaralarına rağmen belge olarak nitelenmez. Yalnızca arşiv numaraları olduğu için değinilen bilgileri -pek masumane olsa da- okuyucuyu yanıltabilecek bir şekilde (belgelere dayalı olduğu doğrultusunda) sunmak doğru olmaz. Böylesine masumane bir yanılma/yanıltma söz konusu ise, her bilimsel çalışmada olabileceği gibi tadil, ikmâl ve tashih suretiyle belki yazarın kendisi belki de bir başkası tarafından gereken düzeltmeler yapılmalıdır. Bunun aksine bir tutum akademik kaygıların göz ardı edilmesi demektir. Bu da ortaya çıkacak ürünün bilimselliğinden şüphe duyulmasını gerektirir.

Anılan bilgiler her hangi bir makama her hangi bir nedenle iletilmesi gereken bir bilgi notu olarak hazırlanmış da değildir. O halde üzerinde çalışılmış olan malzemeyi nasıl ta-

nımlamak gerekir? Bu soruya verilebilecek olan doğru karşılık, anılan malzeme bilinçli olarak bırakıldığından ötürü, ‘tarihe düşülen bir not’ olsa gerektir. Gerçi bahsedilen isimler ve tarihler her hangi bir öznel değerlendirmeyi içermeyen veriler olduğundan bunların doğruluk derecesini yazı konusuyla ilgili belgeler üzerinde sabır ve titizlik gerektiren bir çalışmayla aydınlatmak mümkündür. Nitekim yaptığımız çalışmalar isimlerin kesin olarak doğru ve sıralamasının da uygun olduğunu ortaya koymaktadır.2 Görev devir teslimlerinin yine belirtilen zamanlamaya paralel olarak gerçekleştiği de bu çalışmalarla doğrulanmaktadır. Fakat Teşkilât-ı Mahsûsa neden kurulmuştur sorusunun yanıtını şüphesiz anılan isim ve tarihlerden çıkarmak mümkün değildir. Bu da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Gerçi isim ve tarihleri içeren dosyada savaşın sonunda yazıldığı kesin olan öznel ve genel nitelikli bir değerlendirme mevcuttur.3 Fakat bu Teşkilât-ı Mahsûsa’nın kuruluş nedenini içermeyen ve savaşın sonucunun da yarattığı duygusallıkla tarihe düşülmüş bir nottur. Ancak yaşanandan geriye istemsiz olarak kalan Teşkilât-ı Mahsûsa belgeleriyle örgütün ortaya çıkışını ve bunun nedenini somut olarak saptamış bulunuyoruz:4

Balkan Savaşlarının ardından “zuhur ettirilen Garbî Trakya hükûmet-i muvakkatası” Cemal Paşa’nın oralara gelerek bu havalinin tesliminin Osmanlı Devleti’nin çıkarı gereği olduğunu anlatması üzerine sona erdirilmiştir. Ali Fuat Bey ve arkadaşları Bulgarlar aleyhinde çalışmak üzere önlerine düştükleri halkın -vicdanları haricinde- Bulgarlara kolaylıkla teslim olmalarını sağlamışlardır.

Batı Trakya Bulgaristan toprağı olduktan sonra Müslüman halkı ezdirmemek maksadıyla İskeçe’de Cemil, Halim ve Fuat Beyler, Gümülcine’de Sadık ve Arif Beyler, Dedeağaç’ta Rıza Bey sivil bir surette bulunarak çalışmışlardır. Bu sırada 329 senesi Kanun-ı Evvel’inde Bulgaristan’da yapılan seçimlerde Radoslavof partisi çoğunluğu sağlayamamıştır. Fakat -Osmanlı hükûmetine olan dostluğuna istinaden- işgal ettiği Batı Trakya’dan Türk komitesinin yapacağı etkiyle çıkacak millet vekillerinin kendi tarafına katılmasıyla konumunu korumak hususunda Türk komitesinin reisi olan Süleyman Askerî Bey’le yaptıkları müzakerede sağlanan muvafakat üzerine -on altısı Türk olmak üzere- otuz iki milletvekilinin Radoslavof Partisine iltihakıyla bu parti Sobranya’da iktidarını muhafaza edebilmiştir. Bu şekilde Türk komitesi, Osmanlı hükümetine dost bir kabinenin Bulgaristan’da işbaşında kalmasını sağlamak gibi ilk ve en mühim hizmeti yapmıştır. Fakat Bulgarlar bu yapılan hizmeti unutmaktan gecikmemişlerdir. Sobranya’da varlıklarının temini işi sona erer ermez İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç’taki Türk komitesi mensuplarını birer birer sınır dışı etmeye başlamışlar ve o zamanlar izinli olarak Türkiye’de bulunanlarının da Bulgaristan’a dönmesine müsaade etmemişlerdir.

330 senesi Haziranı’na (1914 senesi Haziranı’na kadar) bu keşmekeş devam etmekle beraber henüz Bulgarların sınır dışı etmeye muvaffak olamadıkları, İskeçe’de Halim, Gümülcine’de Arif Beyler Süleyman Askerî Bey’in emriyle silahlı olarak balkana çıkmışlardır. Bu kişilerin, nedensiz hiç kimseye ilişmemek suretiyle balkanda gezdikleri sırada I. Dünya Savaşı çıkmış ve yine Bulgarlarla anlaşmak imkânı hâsıl olmuştur. Bulgar komitecileri Sırbistan’da çalışırken oradaki Türkleri elde etmek üzere Bulgarlar Süleyman Askerî Bey’e müracaat ederek Türk komitesinden yardım istemeye mecbur kalmışlardır. Böylece Bulgaristan’da Rodoslavof’un himaye ettiği Protokerof partisi komitesi ile Türk komitesini idare eden Askerî Bey arasında uzlaşma sağlanarak müştereken Sırbistan ve Yunanistan aleyhine çalışmak kararı alınmıştır.

Türk Komitesi’nin maksadı zahiren Sırbistan ve Bulgaristan’da Bulgar komitecileriyle işbirliği yaparak oradaki Müslümanları Bulgaristan emelleri doğrultusunda çalıştırmak ve sonuçta Makedonya muhtariyetini sağlamaktı. Gerçekte ise anılan maksat uğruna çalışmakla birlikte Bulgaristan’dan Osmanlı hükûmetine bir zarar gelmeyecek surette Bulgaristan dahilindeki Müslümanları da örgütleyip her iki amaç için çalışılarak bütün Türkleri Osmanlı hükûmetinin çıkarlarına hizmet ettirmek idi.

Makedonya muhtariyetini sağlamak için Türk İhtilal Komitesi adıyla yapılan talimat gereğince Bulgarlarla birlikte çalışılırken işin Yunanistan kısmı Süleyman Askerî Bey tarafından Ali Fuat Bey’in uhdesine verilmiştir. Doğrudan doğruya İstanbul’dan Süleyman Askerî Bey’in emriyle, subaylar ve çeteler sevkiyle, Sırbistan mıntıkası içinde hareket başlatılmıştır.

İşte yukarıda geçen Türk Komitesi Teşkilât-ı Mahsûsa olarak tarihe geçen kurumun öncülü, çekirdeği ve hatta ta kendisidir. Reisi de Süleyman Askerî Beydir. Dikkat edilecek olursa 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan Türk-Bulgar antlaşmasının sonrasındaki zaman diliminde Batı Trakya’nın Bulgarlara teslimi yukarıda değinilen çabalarla ancak mümkün olmuştur. Gönülsüzce gerçekleşen bu bırakma sonrasında -bir zamanlar Osmanlı topraklarını Bulgaristan’a ya da Yunanistan’a katmak için çalışan komiteler gibi- örgütlenen Türk Komitesi faaliyete geçmiştir. Bunun kuruluş tarihi ise- tarihe düşülen not olarak zikrettiğimiz veriler içinde geçtiği üzere- 30 Kasım 1913 olmalıdır. Çünkü bu güne kadarki çalışmalarımızla başkanların sıralanması ve bunun za-

manlanması ile ilgili verileri doğrulayabildiğimize göre 30 Kasım 1913 tarihine olayların akışına ve belgelere bakarak itibar etmek gerekir. Üstelik Süleyman Askerî Bey’in ve sonrasındaki başkanların göreve tam başlama günleri değil de yaklaşık tarihler verilirken 30 Kasım 1913 tarihinin günüyle belirtilmiş olmasını önemsemeliyiz. Fakat anlaşılan odur ki, özelde Batı Trakya genelde ise Balkanlarla ilgili olarak kurulan örgüt 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman ittifakının ardından daha geniş ölçekli faaliyetler için Teşkilat-ı Mahsûsa adıyla Harbiye Nezareti bünyesine alınmıştır. Yeni baştan kurulmuş her hangi bir örgüt söz konusu değildir. Yalnızca Harbiye Nezaretinde resmî olarak bir devlet dairesi haline geçiş olmuştur. Belgeler ışığında bunu kesin olarak söylemek mümkündür:

“Deraliyye’de Meserret Oteli’nde Süleyman Askerî Bey’e

Kardeşlerim vasıl oldular. Süratle bir şifre beklerim.”5

Yafa çıkışlı ve 16 Eylül 330 (29 Eylül 1914 tarihli bu şifreye, Süleyman Askerî tarafından verilen 20 eylül 330 tarihli yanıtta şöyle denilmiştir:

“Sizinle muhabere için ayrıca bir şifre derdest edildi. Vuruduna kadar elde mevcud jandarma şifresiyle muhabere etmeniz zaruridir. Vurudunda o şifre ile muhabereye başlayınız. Telgraflarınızı Harbiye Nezareti’ne yazınız.

Süleyman Askerî (imza)”6

Yukarıdaki belgelerden artık Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Harbiye Nezareti bünyesine alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bu telgraflarda geçen şifrenin çözülmesi hususunda da bir karışıklık yaşanmıştır. Aşağıdaki yazışma -her nedense- gönderilen şifrenin çözülemediğini ortaya koymaktadır:

“İrsal buyrulan şifre-i nezaretpenahileri gerek Yafa sevkıyat memurluğuna celb olunan gerek burada mevcud bulunan şifre miftahlarıyla hiçbir vechile halledilemediler. Dört harfli olarak yazılmışlardır. Mamafih ikişer ve dörder harfleriyle bittecrübe halledilemedi. Hurufat pek karışıktır. Esbabı telgraf memurlarının ahz ve itada dikkat etmemelerinden ileri geldiği agleb ihtimaldir…”7

Yukarıdaki yazışmada “iki rakamlı Harbiye Nezareti’nin Levazımat-ı Umumiye Dairesi’nin şifresiyle irsallerinin irade buyrulması” da istenilen şifre konusunda yine Süleyman Askerî Bey imzasıyla “Keşide edilen şifreleri Kudüs’ten size gönderilecek olan jandarma şifresiyle halledeceksiniz.”8 yanıtı gönderilmiştir. Bu metnin altında kurşun kalemle şu not düşülmüştür:

“Hatıra


Kudüs’ten Bafa’ya jandarma şifresinin gönderilmesi için Umum Jandarma Kumandanlığı’na telefon edildi. Verdikleri cevabda Kudüs’ten Binbaşı Hüseyin Efendi namına 21 Eylül 1330 gönderildiği hususunda mahallinden telgraf vurud etmiş ve bu kere de tekrar tekid edilecektir.”

Şifre konusunun da geçtiği yukarıdaki yazışmalar ne kadar apar topar harekete geçilmiş olduğunun somut kanıtlarıdır. Çünkü önemli faaliyetler gerçekleştirmek için gönderilmiş olan kişilere talimat ulaştırmak için hazırlanmış ve hiç olmazsa bunlardan biri ya da bu yazışmalara aracılık edenler tarafından kullanılabilir bir şifrenin bile mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik değinilen yazışmaların ilkinden sonuncusuna azımsanamayacak bir zaman geçtiği halde bu konu hâlâ halledilememiştir. Bunu doğal karşılamak gerekir. Çünkü Teşkilât-ı Mahsûsa ilgi ve faaliyet alanı Meriç’in ötesiyle sınırlı olarak ortaya çıkmışken bir anda I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla Harbiye Nezareti bünyesine alınarak önceden hazırlıklı olunmadığı açıkça anlaşılabilecek olan etkinlikleri gerçekleştirebilme uğraşına girişmiştir.

Teşkilât-ı Mahsûsa I. Dünya Savaşı’nın resmen başlamasından sonraki süreçte asıl kuruluş nedeni olan Meriç’in ötesine yönelik faaliyetlerine ortaya çıkan yeni koşulların gerektirdiği şekilde devam etmiştir:

“Harbiye Nezaretine

Askerî Bey’e

Protokerof ve Doktor Nikolof, Yahya çetesinin üç güne kadar gönderileceğini ve fakat buradan malumat almadan başka adam gönderilmemesini bildirmemi rica ettiler.

M. Kemâl (imza)”9

Üstteki telgrafta adı geçen Protokerof yukarıda değinildiği üzere Bulgar Başbakanı Radoslavof tarafından himaye edilen ve Yunanlılar ve Sırplar aleyhinde müştereken çalışmak üzere Süleyman Askerî Bey’le anlaşmayı sağlayan meşhur komitecidir. Telgrafı çeken ise Osmanlı Devleti’nin Sofya Ateşemiliteri Mustafa Kemal’dir.10 Yahya’ya gelince Milli Mücadele döneminde Kuva-yı Milliyeciler arasında yer alan ve Atatürk’ün kendisine verdiği önem ‘Nutuk’ta sayfalarca yer almasından da belli olan Yahya Kaptan’dan başkası değildir.11

Zamanla Makedonya İhtilal Komitesi ile işbirliği halinde yapılan faaliyetler daha da ileri noktalara varmıştır. Bunun somut kanıtlarından biri aşağıda verilen şu çok önemli belgedir:

“Sofya


27 Teşrin-i Evvel 1330

Başkumandanlık Vekaleti Erkan-ı Harbiye Riyasetine

Makedonya İhtilal Komitesi’nce gönderilip Sırbların son tazyikâtı üzerine Ustrumca’ya çekilmeye ve bazı hususu bizzat anlatmak üzere Sofya’ya gelmeğe mecbur olan Hakkı Efendi’yi son günlerde Sofya’da ictima eden Bulgar komite rüesasınca ittihaz olunacak mukarreratı anlamağa memur etmiştim. Mumaileyhin Bulgar rüesasına vukubulan sual ve istizahına verilen cevapları manzur-ı âliniz olmak üzere aynen lef ve takdim ediyorum.
Todor Aleksandrof veya Protokerof hareketimizi tahkik için bir memur tayin etti mi

Bulgarlar melhuz harekâtı icra ederlerse vaziyetlerinde Sırb ve Yunan aleyhine bir dereceye kadar melfuf raporun 11 numaralı maddesinde rica olunan hususata dair akdemce gerek zat-ı âlilerinize ve gerek başkumandan vekili paşa hazretlerine maruzatta bulunmuştum.

M. Kemâl (imza)”12

Atatürk’ün yukarıda değindiği melfuf (ekli/ilişik) rapor son derece önemlidir:

“Bulgarların cevabı bervech-i atidir:

1- Gradeç karyesiyle Demirkapı arasında ve Vardar nehri üzerinde bulunan tahminen 80 metre tuluundaki demir şömendifer köprülerinin hedm ve teshîri suretiyle Sırbların Selanik’le olan muvasalat-ı askeriyesinin kat’ına suret-i katiyede karar verilmiştir.

2- Bunun için bir kısım Bulgar ordusu istihkâm efradından bir kısmı da Bulgar ve Türk çetelerinden mürekkeb ve iki el mitralyözüyle mücehhez bir müfreze tefrik olunmuştur.

3- Müfrezenin kuvveti 120: 150 nefer olacak ve doğrudan doğruya Bulgar Komitesi’nin müfettiş-i umumisi Todor Aleksandrof veya miralay mütekaidi Protokerof tarafından idare edilecektir.

4- Malzeme-i tahribiye ve mitralyözler bu sabah Ustrumca’ya gönderilmiştir.

5- Türklerden hareket-i taarruziyeye ben ve Hüseyin arkadaşlarımızla iştirak edeceğiz. Köprünün bulunduğu mahalle karib İslam kurrası olmadığı cihetle suikasdin ahali-i müslimeye pek de o kadar agraz-ı mazarrat eylemesi memûl değildir.

6- Üsküb’e maşin infermli (Machine infermale) göndermek suretiyle ikinci bir suikasde de teşebbüs olunacaktır.

7- İstanbul’dan hattı hareketimize dair cevab-ı sarih ve kat’i gelinceye kadar muhafaza-yı hukuk için ben Bulgarların aynı hareketini takip edeceğim.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin