Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə29/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   181

ÇEÇEK f. Gül. Çiçek. * Gönül. * Çiçek hastalığı. * Vücutda çıkan ben.

ÇEH f. Kılıç, bıçak ve hançer gibi âletlerin kını, kılıfı.

ÇEH f. Kuyu, çukur.

ÇEHAN f. Damlıyan, damlayıcı.

ÇEHÂR f. Dört, erbaa.

ÇEHÂR-DEH f. Ondört.

ÇEHÂR-GÂNE f. Dört unsur.

ÇEHÂR-PÂ f. Dört ayaklı hayvan.

ÇEHARÜM f. Dördüncü.

ÇEHRE f. Vech, yüz, surat. * Mc: Surat asmak, dargınlık. * Görünüş, şekil, zahir.

ÇEHRE-NÜMUD f.Yüzünü gösteren, yüz gösterici.

ÇEHRE-PERDAZ f. Ressam.

ÇEK Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde "çeh" diye geçer.

ÇEKAN f. Damlamış, damlıyan.

ÇEKİ Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü.

ÇEKİDE f. Gürz ve topuz gibi eski zamanlarda kullanılan savaş âletleri. * Damlamış.

ÇEKİMSER t. Taraf tutmayan.

ÇEKRE f. Küçük su damlası. Su serpintisi.

ÇELEBİ Efendi, kibar kimse. * Mevlâna postnişinine verilen ünvan. * Çelebi, Sultan Mehmed devrine kadar padişah oğullarına verilen ünvan idi. * Mevlânâ soyundan gelenlerle, mevlevilerin büyüklerine verilen ünvan.

ÇELE-ÇEPE f. Sağa sola.

ÇELENK f. Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)

ÇELİPA f. Haç, put, sanem. * Eğik ve kıvrık çizgi.

ÇEM f. Naz ve eda ile salınarak yürüme. * Ziynetli, süslü, düzgün. * Cürüm, kabahat, suç. * Taam, yemek. * Mâna. * Kazanılmış, toplanılmış.

ÇEMBER (Bak: Çenber)

ÇEMEN Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. * Pastırmaya konulan bir çeşit ot.

ÇEMENİSTAN f. Bahçe, çimenlik.

ÇEMENZAR f. Yeşillik, çayır.

ÇENBER f. Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. * Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka. * Başa ve boyna bağlanan yemeni. * Esirlik, bağlılık, kölelik. * Geo: Bir düzlemde bulunan sabit noktadan aynı uzaklıktaki noktaların meydana getirdiği geometrik şekil.

ÇEND f. Kaç tâne? Ne kadar? * Birkaç. Üç-beş gibi adet. * Herhangi bir şeyin yüzde biri.

ÇENDAN f. Gerçi, her ne kadar. O kadar. Pek o kadar.

ÇENDÎ f. Bir müddet, biraz.

ÇENDİN f. Kaç, kadar, ne kadar, bu kadar.

ÇENEB f. Sünnet.

ÇENG f. Pençe. * El. * Çalgı âletlerinden bir saz çeşidi. * Eğri büğrü.

ÇENGAR f. Yengeç. * Bakır pasından yapılan yeşil boya.

ÇENGEL f. Pençe. * Bir şey asmağa yarayan alet. * Orman, ağaçlık yer.

ÇENGİ Zil ve kaşık vurarak oynayan dansöz ve rakkase ki, ekseriyetle çingene kızlarındandır.

ÇEP f. Sol, yanlış, falso.

ÇEPEL Kirli, bulaşık, karışık, çamurlu.

ÇEP-ENDAZ f. Hileci,hilekâr, hile yapan kişi.

ÇEPER Cidar, duvar.

ÇEP ŞÜDEN f. Solak olmak. * Mc: Doğruluktan yüz çevirmek.

ÇEP Ü RAST Sağ ve sol.

ÇERA f. Niçin, niye böyle? * Mer'a. Otlak.

ÇERAG f. Işık. kandil. Lâmba. Mum. * Kutlu, mutlu. * Otlak. Mer'a. * Otlama. * Tekaüd. * Talebe.

ÇERAGAN f. Etrafı aydınlatma, şenlik. Kandil donanması, çırağan.

ÇERAG-ÇEŞM f. Evlat, çocuk, veled, insan yavrusu.

ÇERAKİSE (Çerkes. C.) Çerkesler. Kafkasyada yerli bir kabilenin adı.

ÇERAM f. Otlak.

ÇERA-ZAR f. Otlak, çayır.

ÇERB f. Besili, semiz, yağlı. * Muvafık, münasib, uygun. * Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden fazla ve üstün olma.

ÇERB-AHUR f. İçinde yemi bol olan ahır. * Bolluk içinde yaşıyan kimse.

ÇERB-DEST f. Eli işe yatkın. Sür'atli, eli çabuk.

ÇERBÎ f. Tatlılık, yumuşaklık.

ÇERB-PEHLU f. Besili, semiz, gövdeli, yağlı.

ÇERES f. Zindan, hapishane. * Zulüm, işkence. * Mer'a, otlak. * Üzüm teknesi.

ÇERH f. Çark. Dolap. * Felek. Talih. * Dingil üzerine dönen. * Gök. * Def. * Zenberek. * Mancınık. * Elbise yakası. * Ok yayı. * Çakır gözlü doğan kuşu.

ÇERHİDEN f. Kendi etrafında dönmek.

ÇERKES Kafkas kavimlerinden biri. * Bu kavme mensub olan kimse.

ÇERM f. Hayvan ve insan derisi. Post.

ÇESPAN Lâyık, uygun, münasib, muvafık, yakışır.

ÇESPİDE f. Lâyık, uygun münasib, muvafık, yakışır.

ÇEŞ f. "Deneyen, sınayan, tadına bakan" mânâsına gelerek kelimelere eklenir.

ÇEŞAN f. Topuz, gürz.

ÇEŞENDE f. Tadıcı, tadan, tadına bakan.

ÇEŞİDE f. Tadmış. Tadılmış olan.

ÇEŞİDEN f. Lezzetine bakmak. Tadmak.

ÇEŞM f. Göz. Ayn. Dide.

ÇEŞM-İ ÂHU Ceylân gözü.

ÇEŞM-İ BED Kem göz.

ÇEŞM-İ DİL Basiret. Kalb gözü.

ÇEŞM-İ GAZUB Kızgın bakış.

ÇEŞM-İ GİRYÂN Ağlayan göz.

ÇEŞM-İ HOŞ-NİGÂH Güzel bakışlı göz.

ÇEŞM-İ İSTİKBÂL-BİNÎ Gelecek zamanı, istikbâli gören göz. Kuvve-i kudsiye ve ferâset ve basiretle ileriyi bilen nazar.

ÇEŞM-İ MEST Sarhoş göz, mest olmuş göz.

ÇEŞM-ZAHM Nazar değme.

ÇEŞMAN (Çeşm. C.) Çeşmler, gözler.

ÇEŞM-AŞİNA f. Göz aşinalığı olan, tanıdık.

ÇEŞM-AVİZ f. Yüz örtüsü, peçe.

ÇEŞM-DAR f. Bekliyen, gözliyen.

ÇEŞM-DERİDE f. Sıkılmaz, utanmaz, arsız.

ÇEŞN (Çeşen) f. Bayram, îd. * Düğün. * Ziyafet, şölen.

ÇETE Bölük, birlik, takım. Bir reisin idaresi altında bulunan birlik. * Asker bölüğü, müfreze. * Çapulcu ve akıncı takımı.

ÇETİN Sert. * İnatçı, dik başlı. * Zor, güç.

ÇETR f. Gece. * Gölgelik, çadır, şemsiye.

ÇETR-İ ANBERİN Karanlık gece.

ÇETR-İ NUR Güneş, şems.

ÇETU f. Perde, örtü.

ÇETUK f. Serçe kuşu.

ÇEVGAN f. Cirit oyunlarında atlıların birbirlerine attıkları değnek. * Baston, ucu eğri değnek.

ÇEVİK t. Tez hareketli. Oynak. Çabuk hareket edebilen.

ÇEVİK ÇALAK Tez, hareketli, çalışan. Yerinde durmayıp hareket eden.

ÇEYREK f. Dörtte bir (Bak: Çâr-yek)

ÇIFITLIK Yahudilik, Yahudi cinsiyet ve mezhebi. * Münâfıklık.

ÇIĞIR t. Yeni açılan patika yolu. * Ayak izi ile karlı yerde açılan yol. * Başkalarının da uyabileceği yeni bir tarz ve yol. * Çığın açtığı iz, yol.(... Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer...L.)

ÇIMACI Vapurda ve iskelede çımayı atıp tutmak vazifesiyle görevli tayfa.

Çİ (Çe) f. Ne? Nasıl? (Soru edatı) * Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır.

ÇİDE f. Devşirilmiş, toplanmış.

Çİ-GUNE f. Nasıl, ne çeşit, ne türlü.

ÇİHAR f. Dört. (Bak: Çâr)

ÇİHİL f. Kırk (sayı). * Mc: Çok, ziyade, fazla.

ÇİL (Çihil-Çehl) f. Kırk. * Mc: Çok.

ÇİLE f. Eziyet. Sıkıntı. * İplik. * Yay kirişi. * Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün.

ÇİLEHÂNE-İ UZLET Çile çekilen yer. Yalnız başına ve çile içinde ibadet yapılan yer.

ÇİLEKEŞ Çile çekmiş. Çile dolduran, dert çeken.

ÇİLLE Farsça (40) rakamını gösteren (Çihille) kelimesinin telaffuzunda aldığı şekildir. Daha çok (Çile) şeklinde söylenir. (Bak: Çile)

ÇİM f. Rutubetten hasıl olan yosun.* Kesilmiş çimenli yerler.

ÇİN f. Büklüm. * Çatıklık. Buruşukluk. Kıvrım.

ÇİN-İ CEBİN Alın buruşuğu. Alın kırışığı.

ÇİN-İ EBRU Kaş çatıklığı.

ÇİN f. "Derleyen, toplayan" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

HUŞE-ÇİN Başak toplayan.

ÇİNE f. Kuş yemi.

ÇİNENDE f. Devşiren, toplayan, toplayıcı.

ÇİN-İ MAÇİN Çin ve Çin'in güney kısmı.

ÇİPİL Gözleri ağrılı ve kirpikleri dökülmüş kimse. * Çepel.

ÇİRAG f. Fitil, kandil, mum, lâmba. * Çırak. * Talebe, öğrenci, şakird. * Tekaüd, emekli, emekliye ayrılmış olan kişi.

ÇİRE f. Mâhir, maharetli, becerikli. * Bahadır, kahraman, yiğit, cesur.

ÇİRE f. Niçin? Çerâ?

ÇİRE-DEST f. Becerikli, eli işe yatkın olan.

ÇİREGÎ f. Bahadırlık, kahramanlık, yiğitlik. * Ustalık. Mâhirlik.

ÇİRK Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset. * Yarada olan irin ve kan.

ÇİRK-ÂB f. Pis su.

ÇİRKÂF f. Çirkef. Pis su. Pis. * Terbiyesiz. Edebsiz.

ÇİRKİN f. Güzel olmıyan. * Çok kirli. * Kanlı, irinli çıban veya yara.

ÇİSAN f. Ne gibi? Nasıl?

ÇİSTAN f. Bilmece.

ÇİZ f. Şey. Nesne.

ÇOLPA f. Bir ayağı sakat olan. * Yürürken ilk defa sol ayağını atan. * Mc: Beceriksiz. Eli yakışıksız.

ÇOPRA Balık kılçığı. * Sık çalılık veya sazlık. * Uzunca boylu olan tatlı su balığı.

ÇÖMEZ Medresede talebeye ve müderrise hizmet ederek ilim öğrenen kimse. Talebe yamağı.

ÇUB f. Ağaç değnek, sopa. * Çöp.

ÇUBAN f. Çoban, sığırtmaç.

ÇUBE f. Oklava.

ÇUBEK f. Değnek, sopa. Davul tokmağı.

ÇUG f. Su arkı. * Boyunduruk.

ÇUHADAR Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.

ÇUN f. (Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir.

ÇUNAN f. Öyle böyle.

ÇUNİN f. Böyle.

ÇUN Ü ÇİRA f. Nasıl ve niçin.

ÇUVALDIZ Çuval ve ona benzer çul vs. dikmeye mahsus büyük iğne.

ÇÜ f. (Teşbih ve tâlil edatı) Gibi. * Dikkat. * Ahenk.

ÇÜN f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice.

ÇÜNAN f. Böyle. Bu şekilde. Bunun gibi.

ÇÜNBEK f. Atlama, sıçrama.

ÇÜNKİ f. Zira, şundan dolayı ki, şuna binaen ki, şu sebebden ki.

ÇÜST f. Çevik, çabuk hareketli. Seri-ül-hareke. * Dar, sıkı. * Muntazam, mükemmel, düzgün. Yakışıklı.

ÇÜSTÎ f. Atiklik, çeviklik, çabukluk.



DA' Arabçada "bırak" mânasına emirdir. Meselâ:

DA' MÂ KEDER Keder veren şeyi bırak.

DÂ' (C: Edvâ) Maraz, hastalık. * Meşakkat, zahmet.

DÂ-ÜL-EFRENC Frengi hastalığı.

DÂ-ÜL-KALB Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması.

DÂ-ÜS-SILÂ Sıla hasreti. Vatan hasreti. Kavuşma hasreti.

DA' Def'etmek, kovmak. Terketmek.

DAA Telef etmek, ziyan etmek.

DAAC Gözün çok siyah ve büyük olması.

DAAK Davarın ayağıyla kazılmış yer.

DAAR (DAÂRE) Fısk. * Kapmak. * Yaramazlık.

DA'AT Horluk, zelillik.

DAB f. şan ve şeref, haysiyet.

DABAR (DIBÂR) (C: Debabir) Cemaat, topluluk.

DABB (C.: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele. * Yaraya merhem sürmek. * Akmak. * Süt sağmak. * Yere yapışmak. * Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar). * Hurma çiçeği.

DABBE (C.: Dıbâb) Dişi kertenkele. * Kapıya koyulan yassı enli demir.

DÂBBE Yürüyen mahluk. Debelenen.

DÂBBE-SÜVÂR f. Hayvana binen, binici.

DÂBBET-ÜL ARZ Hadis-i şerifle âhir zamanda olacağı haber verilen ve âhir zaman alâmetlerinden olan bir nevi mahluk. (Cenâb-ı Hakk'a itâat etmeyenleri içlerinden kemireceği ve yiyeceği bildirilen dehşetli bir mahluk tâifesi.)(Kur'ânda, gayet mücmel bir işaret ve lisân-ı hâlinden kısacık bir ifâde, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes'eleler gibi kat'i bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: $ Nasıl ki Kavm-i Fir'avne "Çekirge âfâtı ve bit belâsı" ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe'ye "Ebâbil kuşları" musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve "Ye'cüc ve Me'cüc"ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dâbbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir tâife-i hayvaniye olacak. Belki $ âyetinin işaretiyle, o hayvan, dâbbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü'minler iman bereketiyle ve sefâhet ve su-i istimâlâttan tecennübleriyle kurtulmasına işâreten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş. Ş.)

DA'BEL Kurbağa yumurtası. * Güçlü, kuvvetli deve.

DABENTÎ Güçlü, kuvvetli kimse.

DABGAM Arslan, esed.

DABH Atların koşu esnasındaki nefeslerinin sesleridir ki, sahil denilen kişnemek değil, yemi ve sahibini gördüğü zaman yaptığı gibi hamhame denilen sesi de değil; hızlı nefes sesi olan bir harıltı ve hohlamadır. Denilmiştir ki: Dabh, bir at ve bir de köpek koşarken olur. (E.T.)

DABIK Bir yerin adı.

DABİ' Yere yapışan, yere yapışıcı.

DABİ Kül, ramâd.

DABİB Akmak. Seyelân etmek.

DABİE Kişinin çoluk çocuğu.

DABİR Arka, kök, nihâyet. Son, âhir. * Bir nişandan geçen ok.

DABİRE Askerin bozulması.

DÂBİRET-ÜL İNSAN İnsanın ökçe siniri.

DÂBİRET-ÜT TUYUR Kuşların, ayakları arasındaki parmak.

DABK Kendisiyle kuş avlanan bir nesne.

DABN Dar nesne.

DABR Cemaat. * Yaban cevizi. * Sıçramak.

DABRAK şişman ve etli olmak.

DABS Ahlâkı kötü ve korkak olmak. * Anlaması, idrâki az olmak.

DABS Mesrur ve mütekebbir olmak. Sevinçli ve kibirli olma hâli.

DABS (C.: Ezbâs) El ile tutmak.

DABSEM Arslan, esed.

DABT Hıfzetmek. * Cem'etmek, toplamak.

DABUKA Pis. Necis.

DABURE Yer yüzünde gezen hayvanât.

DABV Pişirmek. * Tağyir etmek, değiştirmek.

DAC' $ (DUCU') Yan tarafını yere koyup yatmak.

DAC Çağırmak.

DA'CA' Gözü çok siyah ve büyük olan kadın. (müz: Edac)

DACC Hacıların hizmetkârı ve devecileri. * Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân.

DACCE Bir kere çağırmak ve inlemek.

DA'CELE Gitmekte ve gelmekte tereddütlü olmak.

DACEM Eğrilik.

DACİ' İşlerinde kısaltan. * Yatak arkadaşı.

DACİA Çok fazla bulut.

DACİC Çağırış. * Sesi yükseltmek.

DACİN (C.: Devâcin) Evi öğrenmiş olan davar.

DACİR Gamkin ve gönlü dar kimse. * Bağırgan dişi deve. * Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak.

DACNAN Tehame vilâyetinde bir dağ.

DACR(E) Darlık, kalbin sıkıntılı olması.

DACUC Çağıran. * İnleyen. * Sağarken incinen ve inleyen dişi deve.

DAD Osmanlı alfabesinin onyedinci harfidir. * Ebced hesabında sekizyüz sayısına karşı gelir.

DÂD f. Adâlet. Hak, doğruluk. * İnsaf. * Vergi, ihsan, atiyye. * Ömür. * Sızlanma. (Adâletle dâd arasında fark vardır; adâlet, binefsihi adâlet edip zulmetmemektir. Dâd ise, başkasının zulmünü def ve izâle eylemektir. L.R.)

DÂD-I HAK Hak vergisi, Cenab-ı Hakk'ın lütf u ihsanı.

DÂD-I HAK RÂ KABİLİYYET ŞART NİST Cenab-ı Hakk'ın lütf u ihsanında kabiliyyet şart değildir.

DÂD U SİTED Alış veriş.

DAD Doldurmak.

DA'D Husumet, düşmanlık.

DAD Oyun, lehv.

DA'DA Aklı ve fikri olmayan kişi. * Her nesnenin zayıfı.

DADA f. Halayık. Çocuk bakıcı. Dadı.

DA'DA' "Güzel dur" mânasına gelir ve düşecek ve dayanacak yerde söylenir.

DA'DAA Koyunu ve keçiyi çıkarıp sürmek. * Sallamak. * Bir kimseye "güzel dur" demek. * Miktarı çok olsun diye depretip çevirmek ve doldurmak.

DA'DAA Yakmak. Yıkmak. * Hor ve zelil etmek. * Perâkende etmek.

DADAN Kesmez kılıç. * Fakir, muhtaç kişi.

DADAR f. Allah (C.C.) * Adaletli, âdil, doğru olan hükümdar.

DADAŞ Delikanlı, babayiğit kimse. * Erkek kardeş.

DÂD-ÂVER f. Doğru, adaletli.

DÂD-BAHŞ f. Hakkı yerine getiren, adaletli.

DÂDE f. Verilmiş, vergi.

DÂDEN f. Vermek.

DÂDENDER f. Erkek üvey kardeş.

DÂDER f. Karındaş, kardeş, birâder.

DÂDER-ENDER f. Üvey kardeş.

DÂDGÂH Adliye. Hak yeri, adâlet yeri.

DÂD-GER f. Doğru, insaflı.

DADH Yemen baklası.

DÂDHAH f. Adalet isteyen.

DÂDİSTAN f. Bir işte ortak olma. * Bir işe razı olma.

DÂDRAD f. Allah (C.C.), Cenab-ı Hak.

DÂD-RES f. Yardımcı, yardıma yetişen.

DAELE (DUULE) Zayıf ve ince olmak. * Hor ve zayıf olmak.

DAF' Necis, pis.

DAFADİ Kurbağa.

DA'FAK Bol ve geniş olan şey. Vâsi.

DAFATE Ayağa giydikleri bir cins pabuç. * Kişinin aklı ve reyi zayıf olmak. * Bir oyun çeşidi.

DAFEF Çoluk çocuğun fazla oluşu. * Şiddet. * Darlık. * Hâcet. * Acele etmek.

DAFEN Kısa boylu, ahmak adam. * İri gövdeli ahmak kimse.

DAFENDED şişman, ahmak adam.

DAFF Dar, zıyk.

DAFFAT Devesini kiraya veren deveci.

DAFFATA Metâ ve kumaş götüren deve. * Çokluk, cemaat.

DAFFE Yan, taraf.

DAFİ' Def'eden, menedici. Ortadan engeli kaldıran. * Cenâb-ı Hak. (C.C.)

DAFİA Def eden, muhafaza eden.

DAFİK Atılarak dökülen. Su ve emsali gibi akarak dökülen.

DAFİT Ahmak.

DAFN Ayakla tekme vurmak ve atmak.

DAFR Saçı ve ona benzer şeyleri enlice örmek ve dokumak. * Vakarla yürümek. * Def'etmek, kovmak.

DAFUF Sütü çok olan davar.

DAFV Tamam olmak. * Malın çok olması.

DÂG f. Yanık yarası. * İnsan veya hayvan vücuduna kızgın demirle vurulan damga.

DÂG-I DİL Gönül yarası.

DAGAL f. Hile. * Geçmez akçe, kalp para. * Hileci, hile yapan, dolandırıcı. * Çerçöp.

DAGAL-BÂZ f. Hileci.

DAGAS Çok yemekten dolayı midenin dolması.

DAGB Harislik, hırslı oluş. * Ovmak.

DAGBUS (C.: Dagabis) Küçük hıyar. * Sirkeyle ve zeytin yağıyla yenen bir ot.

DAĞDAĞA Gürültü. Iztırab. Boş yere telâş ve zorluklar. * Tereddüt etmek, karar verememek. * Gıcıklamak.

DAGDAGA Dişi olmayan kadın. * Kurdun et yemesi. * Yemeği iki çene arasında geve geve yemek.

DAĞDAR f. Pek acıklı, üzüntülü. * Gönlü yaralı. * Kızgın demirle nişan vurulu. Damgalı. (Milletimde ihtilâf u tefrika endişesi Kûşe-i kabrimde hattâ bi-karar eyler beni, İttihadken savlet-i a'dâyı def'a çâremiz, ittihad etmezse millet, dağdar eyler beni.) Yavuz Sultan Selim Hân.

DAĞDAR-I TEESSÜF Çok acı olup, teessüf edilen.

DAGF Almak.

DAGFASA Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik. * Bol geniş nesne.

DAGISA (C: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik. * Sâfi su.

DAĞISTAN f. Dağlık yer. * Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi.

DAĞIT Emin. * Nâzır, bakan. * Şiddet veren. * Üzüm toplamada kullanılan âlet.

DAGI(YYE) Azgın, başkaldıran, isyan eden, âsi, anarşist.

DAGİ (Bak: Tâgi)

DAGİB Tavşan sesi.

DAGÎGA Sıvı hamur.

DAGİT Yanında bir kuyu daha olduğundan suyu çekilip kokan kuyu.

DAGM Isırmak.

DAGMA' Yüzünün rengi siyaha yakın olan dişi koyun.

DAGMİRE Karıştırmak, halt.

DAGN Meyletmek, yönelmek. * Kin tutmak.

DAGR şiddetle def'etmek. * Bir yere girmek.

DAGRE Bir şeyi kapıp almak.

DAGS (C.: Adgas) Rüyâ karışıklığı. * Karışık olmak.

DAGŞ Hücum etmek.

DAGT Zahmet. Meşakkat. * Bir şeyi bir yere zorla sıkıştırmak. Sıkışmak.

DAGUL f. Dolandırıcı, hileci, hile yapan.

DAGV Kedi veya tilki çağırmak.

DAĞVARİ f. Dağ gibi, dağ cesametinde. Dağ büyüklüğünde. Dağa benzer surette.

DAGVE (C.: Degavât-Degayât) Huyu yaramaz olmak, hulku çirkin olmak.

DAGZ Yutmak. * Defetmek. * İğrenmek. * Cimâ etmek.

DAG-ZEN f. Damga vuran, nişan koyan. * Kalb kıran, gönül kıran.

DAH f. Hizmetçi, uşak, cariye. * On (10). Aşer. * Korkak. Alçak, aşağılık, âdi kimse.

DAHA' Kaba kuşluk vakti.

DAHAL Aldatmak, mekretmek.

DAHÂMET İrilik, kocamanlık, kabalık, vücutça büyük olmaklık. * Tıb: Hipertrophie.

DAHÂMET-İ KEBED Tıb: Karaciğer büyümesi.

DAHAMİS Bahadır, kahraman. * Karayağız, iri yapılı adam.

DAHAS Kaypancak nesne.

DAHAS Davarın tırnağında olan bir verem.

DAHAYA (Dahiyye. C.) Kurbanlık hayvanlar.

DAHB Bir şeyi ateşte kızdırıp pişirmek.

DAHC Gizlemek, örtmek.

DAHD Kahretmek.

DAHDAH Kısa boylu adam.

DAHDAH Küçük adımlı kimse.

DAHDAH (C.: Dahazıh) Arzu, istek.

DAHDAHA Yorulmak, yorultmak. * Yavaşlamak. * Muti etmek, emre itaat ettirmek. * Hor etmek.

DAHDAHA Suyun dökülüp saçılması. * Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması.

DAHDAR Beyaz bez.

DAHH Yer altında bir şey gizlemek.

DAHH Bevlin uzaması.

DAHHAK Çok gülen. Çok gülücü. * İran'da eski tarihte yaşamış çok zâlim bir hükümdarın adı.

DAHHAS (C.: Dehâhis) Toprak içinde kaybolup bulunmayan küçük bir böcek.

DAHIK Gülen, gülücü.

DAHIKE (C.: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi.

DAHIS Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı.

DAHIYE Nâhiye.

DAHİ Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi.

DAHİKE (C.: Davâhik) Azı dişlerinden her biri.

DÂHİL İçeri. İç. İçinde. İçeri girmiş.

DAHÎL Yabancı, sığınan, sığınmış. Muhacir. * Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi. Dâhil ve içerde. Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi. * Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan. * Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçen kelime. * Tıb: Vücud âzalarında birbirine girmiş ve sokulmuş olan mafsallar.

DAHİL (Bak: Dahl-Dehal) Girmek, karışmak. Dokunmak. Taarruz etmek, müdâhale eylemek.

DAHİL Hayrette kalan kimse.

DAHİLE (C.: Devâhil) Bir şeyin içi, içyüzü.

DAHİLEK Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim (meâlinde.)

DAHİLEN İçten, içerden, dâhilden.

DAHİLİYE NAZIRI İçişleri Bakanı.

DAHİM f. Nasib ve rızık.

DAHİM (Dâhim) f. Taç.

DAHİM (Dahâmet. den) Yoğun ve fazla koyu olan. Kalın olan.

DAHİNE (C.Devâhin) Duman çıkan baca.

DAHİR (C.: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal.

DAHİR Dere, vâdi. * Dağ başı.

DAHİS Müfsid, arayı bozan. * Koyun yüzerken deri ile etin arasına elini sokan. * Bir meşhur atın adı.

DAHİS Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası. Dolama hastalığı.

DAHİS Kokmuş, kemiksiz et. * Semiz nesne. * Çok adet, fazla miktar.

DÂHİYE Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi. * Âfet, belâ, musibet. Kazâ. Emr-i azîm. Büyük iş ve hâdise.

DÂHİYE-İ DEHYÂ Çok büyük belâ, musibet.

DÂHİYE-İ EDEB Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib.

DÂHİYE-İ HARB Çok becerikli büyük kumandan.

DÂHİYE-İ HİLKAT Yaradılıştan dâhi olan. Hârika.

DAHİYYE Kurbanlık hayvan.

DAHK Tere yağı. * Bal. * Kar. * Ağzı yarılmış olan çiçek tomurcuğu.

DAHK Irak, uzak, baid. * Atmak.

DAHL Karışma, girme. * Nüfuz, te'sir. * Vâridat. * İrâd. İtiraz, ta'riz. * Ayıp, töhmet.

DAHL (DUHL) (C.: Dihâl-Edhâl-Dahlân) Pencere. * Çukur yer.

DAHL Az miktar su.

DAHL Bir nesne az olmak.

DAHM İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın.

DAHM Şiddetle def'etmek. * Cemaatın kuvvetli olması.

DAHME f. Mezar, kabir. türbe. * Donanma geceleri atılan hava fişeği.

DAHMES Sirke tulumu. * Her nesnenin karası.

DAHN Fesâd. * Bulanıklık.

DAHNA Boz renkli.

DAHR Alçalma. Küçülme. Hor ve hakir olma.

DAHR (DUHUR) Sürmek. * Irak etmek, uzaklaştırmak. * Horluk.

DAHR Kaplumbağa. * Dağbaşı.

DAHRECE (Dıhrâc) Yuvarlamak.

DAHS Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek.

DAHS Koyunun derisiyle eti arasına yüzmek için elini sokmak. * Fesad, ifsâd.

DAHS Ön dişler ile ısırmak.

DAHS Ayağıyla tepinmek.

DAHTEN f. Bilmek.

DAHUK Geniş yol.

DAHUL Geyik tuzağı. * Canavar tuzağı.

DAHÜL f. Bostan korkuluğu.

DAHV Atmak, ramy.

DAHV Zâhir olmak, görünmek.

DAHVE İlk kuşluk vakti. Güneşin ufukta ilk yükselip yayılmaya başladığı an.

DAHY (Dahv) Yayıp döşemek. * Deve kuşu yumurtası. (Bak: Udhiy) (968 hicri tarihinde vefat eden Ahter-i Kebir lugatının Müellifi, Kur'an-ı Kerimdeki bu kelimeden dünyanın bir elips şeklinde, deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış. Bu gün bilinen bu hakikatı bundan üç asır evvel ifşa etmiştir.) (H. Basri Çantay)

DAHYA' Rûşen, parlak ve nurlu nesne.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin