HABİL Sihirbaz, efsuncu, büyücü. * Kement ile yakalanan canavar.
HABÎL Yiğit, bahadır, genç, delikanlı. * Tuzak, ağ.
HABİL İlk insan Hz. Adem'in (A.S.) oğullarından birinin ismi.
HABİLE Gebe, hâmile, yüklü.
HABÎN Zakkum ağacı.
HABİR Taze ve yeni şey.
HABİR Haberli. Haberdar. Agâh. Âlim. Arif-i billâh. * Herşeyi bilen Allah (C.C.)
HABİRÂNE f. Bilgili ve haberdar olana yakışır şekilde.
HABİS Bağışlanan şey. Mukabilinde bir ücret istenmeyen şey. Parasız olarak verilen nesne.
HABÎS (Hubs. dan) Fesadcı. Hilekâr. Alçak tabiatlı. Kötü. Pis.
HABİS Hapseden. Tutan. Hapishâneye atan.
HABİS(A) Un helvası.
HABİSTAN f. Yatakhane, yatak odası.
HABÎT Fâsid, yaramaz, bozuk.
HABİYE (C: Havâbi) Küp. * Küçük havuz. * Kuyu.
HABK Bükmek. * Sağlam yapmak. * İyi dokumak.
HABL Bir şeyin bozulması. Noksan olmak. * Delirmek.
HABL İp. Urgan. Halat. * Tıb: Vücudda ip gibi olan âzalar.
HABL-ÜL MESAKÎN Sarmaşık bitkisi.
HABL-ÜL METİN Sağlam ip. * Mc: İslamiyet. Kur'an-ı Kerim.
HABL-İ MEVHUM Mc: Daima olacak gibi görünüp de gittikçe uzaklaşan istek, gaye. Mevhum ip.
HABLULLAH Allah'ın ipi. Kur'an-ı Kerim. Allah'a kavuşma vasıtası. İhlâs. İtaat. Cemaat.
HABL-ÜL VERİD Şah damarı. Atar damar.
HABN Karnın şişmesi.
HABN Eteğini kaldırmak. * Bir şeyi kabzetmek, almak.
HABNA' Çıbanları olan kadın.
HABNADİDE (Hâb-nâdide) f. Büluğa ermemiş çocuk. Erginlik çağına gelmemiş erkek veya kız.
HAB-NAK f. Uykusu gelmiş kimse, uykulu kişi.
HABNAME f. Rüya kitabı.
HABR (C.: Ehbâr) Alim ve sâlih kimse. Bilgili. Ehl-i ilim. * Ferahlık. * Nimet, vüs'at. * Refah, sürur. (Bak: Hibr) * Tıb: Dişlerin beyazına ârız olan sarılık.
HABR-ÜL ÜMMET Ümmetin âlimi, meşhur âlim.
HABR (C: Hubur) Büyük tuluk.
HABRA' (C: Habâri-Haberât) Sedir ağacı biten düz yer. Yumuşak yer.
HABREKÎ Kene böceği.
HABRENCE Güzel yemek. * Yumuşak.
HABRÎR Şey mânâsına gelir bir isim.
HABS Murdar, pis. Çirkin. * Ayıp, günah.
HABS Hapis, alıkoyma, bir yere kapatıp dışarı çıkarmama. Salıvermeme. * Zaptetme, tutma.
HABS-İ BEVL İdrarını tutma.
HABS-İ DÜMÛ' Metanet gösterip gözyaşlarını zaptetme.
HABS-İ MÜNFERİD Tek başına olan hapis. Hapishanede bir kişilik hücre. * Ehl-i dalâlet için olan ölüm ve kabir.
HABS Bir kaç şeyi birden karıştırmak.
HABŞ Cemetmek, toplamak.
HABT Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek. * Yanılmak, unutmak, hatâ etmek. * Fesada vermek. * Hiç umulmayan birisinden yardım istemek. * Cin çarpmak.
HABT (C.: Ahbât) Sükun. Huşu. * Sönmek. * Çukur yer. * Düz yer.
HABT Yanlış hareket. * Maktulün kanının heder olması. * Bozma, ibtâl etme, muteberliğini kaybettirme. * Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma.
HABT-İ A'MÂL İrtidad eden, yâni dinden çıkan bir kimsenin, dindar iken yapmış olduğu ibadetlerinin ibtâl olup sevapsız kalması.HABTER : Kısa boylu.
HABT U HATA Düzensizlik, yanlış, hata.
HABUL Hurma ağacına çıkarken kullanılan urgan.
HABUS Galip kimse.
HABY (C.: Hıbâyâ) Örtmek. * Gizli olan.
HABZ Ekmek pişirmek. * Ekmek vermek. * Sözü birbiri ardınca söyleyip yürümek. * Devenin ayağını yere vurması.
HAC (Hâcet. C.) İhtiyaçlar. * Devedikenleri.
HAC f. Put, haç.
HACA Haris olmak. * Akıllı.
HACA' (C.: Ahcâ) Akıl. * Nahiye.
HACAC (HİCÂC) Kaş kemiği.
HACACE (C.: Hıcc) Su üstünde olan yağmur kabarcığı.
HACALET Utanma. Utanç.
HACALET-ÂVER f. Utandırıcı. Utanç veren.
HACAMET (Hacamat) Tıb: Vücudun bir tarafından kan aldırmak.
HACAT (Hacet. C.) Hâcetler. İhtiyaçlar.
HACB Men'etme. Mahrum etme.
HACB-İ HİRMÂN Huk: Bir vârisi mirastan tamamen mahrum etme.
HACB-İ NOKSAN Bir vârisi mirastan kısmen mahrum etme.
HÂCC (C.: Hüccac) Hacca gitmiş kimse. Hacı.
HACC Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak. * Bir yere çok tereddütle varıp gelme. * Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh. * Bir şeyden feragat etmek. * Fık: İslâmın şartlarından ve hâli vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Şerif'i usulüne uygun olarak Arabi Zilhicce ayı, Kurban Bayramı günlerinde bir defa ziyaret etmek.Farz olan hacca, Hacc-ı Ekber denildiği gibi, umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Maamafih arefe günü cumaya tesadüf eden bir hacca da Hacc-ı Ekber denilir.
HACC-I İFRAD Umreye niyet etmeksizin yalnız başına yapılan farz, vâcib veya nâfile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilmiş olur. Bunu yapana "müfrid" denir.
HACC-I KIRAN Hac aylarından önce veya hac aylarında hac ile umrenin ikisi için birden ihrama girilip umre yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen hacca denir. Bunu yapan kimseye "karin" denir.
HACC-I TEMETTU' Hac mevsiminde evvelâ umre için ihrama girilip umre yapıldıktan sonra; aynı mevsimde daha yurda, aile ocağına dönülmeden tekrar ihrama girilerek usulü dairesinde yapılan hacdır. Bunu yapan kimseye "mütemetti" denir.
HACC SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 22. suresidir.
HACCAC Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.
HACCAL Şatafatlı, debdebeli, gösterişli.
HACCAM Hacamat eden, kan alan.
HACCAR Taş işçisi, taş işinde çalışan, taşçı.
HÂCCE (C.: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız. * (C.: Hâcc) Bir cins diken.
HACCE Cadde.
HÂCC-ÜL HAREMEYN Usulüne uygun surette, Mekke-i Mükerreme'yi ve Medine-i Münevvere'yi ziyaret eden.
HÂCE f. Hoca, efendi, sâhib, muallim, âile reisi.
HÂCE-İ ÂLEM (Hâce-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ünvanı.
HÂCE-İ EVVEL Milletin ilmen ve fikren terakki etmesi için, çeşitli bilgileri, halkın rahatlıkla anlayabileceği bir lisan ile yayan kimse.
HACEB Gırtlak.
HACEBE (Hâcib. C.) Perdeciler, kapıcılar. * İnsanın oturak yeri olan uzvu, kalça. (İkisine "hacebetan" derler)
HÂCEGÂN (Hâce. C.) f. Hocalar. * Eskiden yüzbaşı rütbesi karşılığında sivil rütbe. * Bâb-ı Âli kalemleri efendilerinden hususi bir rütbe taşıyan adam.
HÂCEGÂN-I DİVAN-I HÜMAYUN Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elbise de tâyin olunmuştu. Bu suretle hâcegân-ı divân-ı hümâyun tâbiri de tarihe karışmıştı. (O.T.D.S.)
HACEGÎ f. Tüccar, ticaretle meşgul olan kimse. * Efendilik, hocalık.
HACEL (Hacl) Utanma, sıkılma, hayâlılık.
HACEL Keklik kuşu.
HACELAN Ayağında köstek olan kişinin yürümesi. * Bir ayak üstüne yürümek.
HACELE (C.: Hacel-Hacelân-Haclâ) Dişi keklik. * Çeşitli elbiselerle süslü gelin evi.
HACEN Eğrilik.
HACER Taş, kaya. * İsmail Peygamber'in anasının ismi.
HACER-İ SEMAVÎ Gökten düşen taş. * Gök taşı.
HACERAT (Hacer. C.) Taşlar, kayalar.
HACEREYN İki taş. * Mc: Altun ile gümüş.
HACER-ÜL ESVED (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir. (İslâm Ansiklopedisi'ne göre: Kâbe'nin şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiş, üç büyük ve bir kaç tane de küçük parçadan müteşekkil ve gümüş bir halka ile çevrili ve bir adı da El-Ruh-ul Esved denilen taştır.)Rivayetlere göre; bu semavi bir taş olup Hz.İbrahim Aleyhisselâm'a Cebrail Aleyhisselâm tarafından getirildi. Daha evvel Ebu Kubeys Dağı'nda muhafaza ediliyordu.Hz. Ömer Radiyallahu anhu, Hacer-i Esved'e yaklaşıp öpmüş ve demiştir ki; "Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve menfaatı olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm seni takbil ettiğini görmese idim, aslâ seni takbil etmezdim." (Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih Tercemesi) Kâbe'nin şark köşesinde ve yine yerden bir buçuk metre yüksekte diğer bir taş, El-Hacer-ül Es'ad (Mes'ud) da vardır ki; tavaf esnasında buna yalnız el ile temas edilir.
HÂCE-SERA f. Haremağası, hadımağası.
HÂCET (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.
HÂCETAŞ f. Eskiden bir efendinin müteaddit kölelerinden her biri.
HÂCETMEND f. İhtiyaç sahibi, muhtaç.
HÂCET-MENDÂNE f. Muhtaçcasına, ihtiyaçlı olarak.
HÂCET-MENDÎ f. Muhtaçlık, ihtiyaçlı olma.
HÂCETREVA İhtiyacı gideren, ihtiyaç olan bir şeyi te'min eden.
HACEVCA' Uzun ayaklı adam. * Uzun adam.
HACEZE Zâlimler.
HACFE (C.: Hucuf) Sade demirden olan kalkan.
HACHACE Korkudan melul olmak. * Sırrını demek isteyip yine dememek.
HACHACE Gizlenmek.
HACI (C.: Hüccâc) Hacc farizasını yerine getirmiş olan müslüman.
HACIYATMAZ Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak. * Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi.
HACÎ (Hicv. den) Hiciv yazan, hicveden, yeren.
HÂCİB Perde. * Perdeci. Kapıcı. * Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında Devlet Reisinin en yakın me'muru. Vezirler veya âmirler. * Kaş.
HÂCİB-İ BÂRİ Cebrail (A.S.)
HÂCİB-İ YEMİN Sağ kaş.
HÂCİB-İ YESAR Sol kaş.
HÂCİBEYN İki kaş.
HACÎC (Hâcc. C.) Hacılar.
HACİD Uyuyucu, uyuyan.
HACİF Karın gurultusu.
HACİL Utanmış. Utanan. Utanmaktan yüzü kızaran.
HACİL Ayaklarından üç tanesi beyaz olan at.
HACİL Otu çok olan yer.
HACİM Saldıran. Hücum eden.
HACİM (Bak: Hacm)
HACİN Küçük hayvan. * Büluğdan önce evlenmiş olan kız.
HACİR Hicret eden. Bir yerden bire yere göçen. * Sayıklıyan.
HACİRE (C.: Hâcirât) Terbiye sınırlarına sığmayan kötü söz ve hezeyan. * (C.: Hevâcir) Günün en sıcak anları.
HACİRÎ Yapıcı, kurucu.
HACİS Tasa, keder, hüzün, gam. * Hâtıra. Kalb ve hissin en derin ve gizli sesleri.
HACİSE (C.: Hevâcis) Merak, kalbe gelen endişe.
HACİYAN (Hâcı. C.) Hacılar, hacc farizasını yerine getirmiş olan müslümanlar.
HACİZ Ayıran. Bölen. * Vücudun içindeki bazı uzuvları ayıran karın zarı gibi zarların adı. * Haczeden. Borcunu ödeyemeyenin diğer mallarına el koyan. * Tıb: Bâdemin içindeki bazı oyukları ayıran bölme zarlarına denir. (Bak: Hicab)
HACL (HİCL) (C.: Ahcâl-Hucul) Köstek. * Bukağı. * Küçük deve yavruları.
HACLA' Ayakları beyaz olan koyun.
HACLE (Haclegâh) f. Gelin odası. Gerdek odası.
HACLET Şaşırma, acaibine gitme, taaccüb. * Utanma, arlanma.
HACLET-ÂVER f. Utanç verici, utandırıcı.
HACLET-DİH f. Utanç verici, utandırıcı.
HACLET-ENGİZ f. Utandırıcı, sıkıltıcı.
HACM (Hacim) Bir cismin kapladığı yer. Cirm. Cüsse. * Emmek. Massetmek.
HACM-İ İSTİABÎ Bir şeyin içine alabildiği miktar.
HACMEN Büyüklükçe. Hacim bakımından.
HACR (Hicr) Men'etmek. Birisine bir şeyi yasak etmek. Malını kullanmaktan men'etmek. * Kucak. Ağuş.
HACRA' Taş gibi katı ve sert olan şey.
HACREN Malını kullanmaktan menetmek suretiyle.
HACUC şiddetli esen rüzgâr.
HACUN Eğrilik. * Uzak. * Mekke'de bir dağ.
HACUR (C.: Hucerât) Dere kenarı.
HACZ Men'etmek. Mâni olmak. * İki şeyin arasını ayırmak. * Alacaklı, borçludan alacağını alabilmesi için borçlunun malına el konulmak.
HAÇ (Ermeniceden) Put. Haç. İstavroz.
HAD f. Çaylak kuşu.HAD' (Hıd') : Aldatmak. * Dühul etmek, girmek. * Kurumak.
HAD' Baş aşağı eğmek. * Tevâzu etmek.
HAD'A Kamçıdan çıkan ses.
HADAA (Hâdı'. C.) Hileciler, hilekârlar, aldatıcılar, dalavereciler.
HADACİR Sırtlan.
HADAD Mürekkep. * Nakış. * Akılsız, ahmak adam. * Kolay.
HADAD Küçük, beyaz boncuk.
HADADE Hamâkat, ahmaklık.
HADAE İki yüzlü balta.
HADAFİL Eski kaftanlar, eski elbiseler.
HADAİ' (Hadîa. C.) Hileler, dalavereler, aldatmalar, yalanlar.
HADAİC (Hidâce. C.) Deveye yüklenen yükler.
HADAİD (Hadîd. C.) Demirden yapılmış şeyler. Sert şeyler.
HADAİK (Hadîka. C.) Bahçeler.
HADAİK-I HÂSSA Saray bahçeleri. Bunlar biri saray içinde, diğeri saray dışında olmak üzere iki kısımdı. Saray içindeki bahçe ve bostan işleriyle meşgul olanlara "Has Bahçe Bostancıları"; saray dışındakilere ise "Hassa Bostancıları" denilirdi. Saray dışı bahçe ve bostanların bazıları şunlardı: Kadıköy bağı, Davut Paşa bahçesi, Beşiktaş bahçesi, Dolmabahçe, Paşa bahçeşi, Florya, Fenerbahçe, Alibeyköyü, Hasköy bahçeleri ve daha birçok bahçe ve bostanlar. (O.T.D.S.)
HADAK Patlıcan.
HADAKA Elmas. * Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın.
HADALET Baldırı ve kolu etli olma.
HADAN Necid'de bir dağ.
HADANE Çocuk beslemek.
HADAR Suyu çok olan süt.
HADAR Mukim olmak, ikâmet etmek, oturmak.
HADAR Çabuk yetişen ot.
HADARET Bir şeyin yanında bulunmak. * Huzur. Yakında olmak. * Hazır etmek. Hazır olmak. * Medeniyet.
HADASET Gençlik. Yenilik. Tazelik. Yeniden oluş. Bir şeyin evveli, ibtidası.
HADB şefaat etmek.
HADB Vurmak, darb etmek. * Deriyi etiyle ayırmak. * Isırmak. * Yalan söylemek. * Uzunluk.
HADBA' (C.: Hudeb) Kalçaları sıyrılıp çıkan zayıf dişi deve.
HADBA' Uzun boylu akılsız kadın. * Yumuşak gönüllülük.
HADBE Arka yumruluğu, kamburluk.
HADC Deve palanı.
HADD Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen ceza. * Derece. Son derece. Münteha. * İnsana ârız olan şiddet ve titizlik. * Def etme. Men etmek. * Keskin. Sivri. * Sert. Gergin. * Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas. * Ekşi. * Tesirli, müessir.
HADD-İ ASGAR Man: Bir hükmün veya neticenin mevzuu. Küçük kaziye.
HADD-İ BÜLUĞ Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.
HADD-İ EKBER Man: Bir hükmün veya neticenin mahmulü, yani sıfatı veya hali, oluşu. Büyük kaziye.
HADD-İ EVSAT Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
HADD-İ İ'CAZ Edb: Fasahatın mu'cize şeklinde olanı. (Bak: İ'caz)
HADD-İ İMKÂN Mümkünün son haddi. Olabilirlilik. İmkân nisbetinde olan.
HADD-İ İTTİSAL Bitişme noktası.
HADD-İ KAT'-İ TARÎK Huk: Yolkesenlere verilecek ceza.
HADD-İ KAZİF Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.
HADD-İ KEMAL Olgunluk hâli. Kemalât haddi.
HADD-İ KİFAYE Kifâyet derecesi, yeterlik derecesi.
HADD-İ KUSVA Son derece. Son had.
HADD-İ MA'RUF şeriatça bilinen, makbul olan had. Emredilen, müsaade edilen hudud.
HADD-İ MÜNTEHA Son nokta.
HADD-İ MÜŞTEREK Ortak derece.
HADD-İ SEKR Fık: Şarap haricindeki diğer içkilerin bil'ihtiyar içilmesinden hâsıl olan sarhoşluğun icab ettirdiği ceza.
HADD-İ ŞER'Î Şeriat kanunlarıyla verilen ceza.
HADD-İ ŞÜRB Fık: Az veya çok miktarda şarap (alkollü içki) içilmesinden dolayı uygulanacak ceza.
HADD-İ TE'DİB Bir suç işleyeni başkalarına örnek olacak şekilde cezalandırmak. Darp ve ta'zir gibi.
HADD-İ ZÂTINDA Aslında. Yaradılışında.
HADD-İ ZİNA Zinâ suçu işleyene verilen ceza.
HADD Gürültülü bir sesle çağıran. * Denizden gelen gürültülü dalga sesi. * Gürültü ile yıkılan.
HADD Yol. * İnsan cemaatı. * Bir şeye tesir ederek iz bırakmak. * Yanak, yüz, vecih. * Yeri kazmak, yeri yarmak.
HADDA' (Hud'a. dan) Aldatıcı, hilekâr, dalavereci.
HADDA Deve çobanı.
HADDAD Demir işleri yapan usta, demirci, çilingir. * Muhâfız, bekçi, gardiyan. * Kapıcı.
HADDADÎ Demircilik.
HADDAM Muvaffakiyetli kişi. * İşlerinde başarılı ve becerikli kimse. * Çalışkan ve gayretli olan. * Hademe, hizmetçi.
HADDAN İki yanak.
HADDAS (Hads. den) Anlayışlı, zeki, çabuk kavrayan.
HADDE Erimiş madeni döküp tel yapmağa mahsus delikli maden levha.
HADDE-İ TEDKİK İnceden inceye araştırmak.
HADD-NA-ŞİNAS f. Haddini bilmez.
HADEB Kambur olma, kamburluk.
HADEB Uzun boylu, akılsız kimse.
HADEBE Kambur, yumru. * Vücuttaki kamburluk.
HADEBİYYET Yumruluk, kamburluk.
HADED Engel, mâni, set.
HADEKA Gözün siyahlığı, gözbebeği.
HADEKA-İ AYN Göz güllesi, göz hadakası.
HADEMAT Hademeler. Hizmetçiler.
HADEME Hizmetçiler, hâdimler. * (C.: Hıdâm) Halhal. * Devenin ayağını bağladıkları kayış.
HADENG (Hadenk) f. Kayın ağacı. * Kayın ağacından yapılmış ok.
HADER Uyuşma.
HADER-İ UMUMÎ Bütün vücudu kaplayan uyuşukluk.
HADERNAK Örümcek.
HADES Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal. * Pislik.
HADES-İ ASGAR Fık: Taharet-i suğra ile, yani yalnız abdest ile giden taharetsizlik hali. Bevletmek, kan gelmek sebebi ile hasıl olan hades gibi.
HADES-İ EKBER Fık: Taharet-i kübra ile, yani gusül abdesti ile giderilen taharetsizlik halidir.
HADES (Hads) Sür'atle idrak etmek. Zan ve tahmin eylemek. Fikrini, re'yini bildirmek. Bir sözün mâna ve mefhumunda, bir hususun vaz' ve üslubunda başka tarz tasavvur eylemek. (Bak: Hads)
HADESAN Şanssızlık, kısmetsizlik, talihsizlik. * Kaza.
HADESAT (Hades. C.) Hadesler. Pislikler. (Bak: Hades)
HADEYAN Yelmek.
HADF Yürüme hızı.
HADI' Alçaltıcı. * Gönül alçaklığı ve huzu ile muttasıf.
HADIL Yumuşak taze ot. * Islanmış, nemlenmiş.
HADIM AĞASI (Bak: Hâdim ağası)
HADINE Süt nine.
HADIR Tembel, uyuşuk, uyumuş.
HADIYD (Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer. * Dağ eteği. Zir. Alçak yer. * Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer seyyarelerin güneşin merkezinden en uzak oldukları bir nokta.
HADÎ Birinci. * Mazluma yardım eden. * Deveyi şarkı söyleyerek süren.
HADİ' Hileci, aldatıcı. * Bozuk, fena.
HÂDÎ Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidayet yolunu gösteren. Hidayete, doğruluğa eriştiren. Önde giden.
HÂDİY-ÜT TARİK Hidayet yoluna sevkeden, mürşid. Doğru yolda giden.
HADÎA (C.: Hadâyi') Ustalıklı bir şekilde aldatma, oyun yapma.
HADÎA Davarın karnından gelen ses.
HADİÂNE f. Hile ile, hile yaparak.
HADÎ AŞER Onbirinci.
HADÎB Kınalı, kına yapılmış. * Boyalı, boyanmış.
HADİC(E) Vaktinden evvel doğan erkek veya kız çocuğu.
HADİD Demir, çelik. Sert, kavi olan. * Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz. * Hudut ve sınır komşusu.
HADİD-ÜL BASAR Gözü keskin.
HADİD-ÜL MİZÂC Öfkeli, çabuk kızan.
HADİD-ÜN NAZAR Görüşü keskin olan.
HADİD SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 57. suresi.
HADÎD Dağ eteği. * İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur. * Arz, yer, dünya.
HÂDİFE Halktan bir kısım.
HADÎKA Etrafı duvarla çevrilmiş bahçe. Sulu, ağaçlı bahçe.
HADÎKA-YI FERAHFEZA İç açan bahçe. Gönüle ferahlık veren bahçe.
HÂDİL (Hadl. den) Aşağıya sarkıtılmış. * Gözlerinde ve ağzında çıban olan deve yavrusu.
HADÎLE Çayır, çimen.
HÂDİM (Hidmet. den) (C.: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan. * İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan. * Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla büyük kişilerin konaklarında çalışanlara Hadim ağası denilirdi. Osmanlı İmparatorluğunda bunlardan, büyük mevkilere yükselenler olmuştur. Hattâ sadrazam olanlar bile vardır.
HÂDİM-ÜL FUKARA Fakirlere hizmet eden.
HÂDİM-ÜL HAREMEYN-İŞ ŞERİFEYN Hilâfeti haiz olmaları hasebiyle Osmanlı Padişahlarına verilen ünvandır. Haremeyn; Mekke ile Medine'ye denilir. İslâm âleminin bu iki şehre hürmet-i mahsusaları sebebiyle ve daha fazla tâzim kasdiyle şerif sıfatını da ilâve ederek "Haremeyn-iş şerifeyn" denilmiştir. Haremeyn'in Hâdimi mânasına gelen bu tâbir ise ilk evvel Yavuz Sultan Selim hakkında kullanılmış, daha sonra bütün padişahlar hakkında istimal olunmuştur. Yavuz Sultan Selim Han Halep'i fethettiği haftanın ilk cum'a namazını Melik Zâhir camiinde eda ederken, hatib hutbede "Malik-ül Haremeyn-iş Şerifeyn" şeklinde adını anar anmaz, Yavuz Selim derhal yerinden kalkarak: "Haremeyn'in maliki olmak ne haddimdir. Ben Haremeyn'in hizmetkârı olmakla iftihar ederim." demek suretiyle tevazu göstermiş ve bu tabir ondan sonra, hutbelerde o suretle söylenmiştir.
HÂDİM Yıkıcı olan, yıkan, tahrib eden.
HÂDİM-ÜL LEZZAT Lezzetleri mahveden, yıkan. (Ölüm)
HADİM AĞASI Erkekliği yok edilmiş olan. Böyle kimselere "Tavaşi" de denilirdi. Bu gibiler, yabancı erkekler için mahrem sayılan harem dairesine girip çıktıkları ve muhafaza ile beraber harem hizmetini de gördükleri için kendilerine "Hâdim Ağası" adı verilirdi. (O.T.D.S.)
HADİME (Hâdim. den) Kadın hizmetçi.
HADÎME Su içinde eriyince pişmiş olan buğday.
HADÎN (C.: Hudenâ) Sâdık dost, vefadar arkadaş.
HADÎN-İ KADÎM Eski dost.
HADİN Bir kuş cinsidir. (Hiç doymak bilmez, yediğini hemen hazmedip yine yemek ister, yüksek yerleri sever, değme yer üstüne konmaz, ağaç başlarına konup bütün yemişini yer, yemişleri kalmazsa başka yerlere gider.)
HADİR Öten güvercin. Kişneyen at. * Üstü koyu, altı sulu olan yoğurt.
HADİR (C.: Hadere) Şişen aza, yumrulanan organ.
HADİR Gevşek, tembel, uyuşuk.
HADÎRE Kalabalık olmayan topluluk. * Yaranın içinde toplanan kan ve irin.
HADÎRE Hurması gök iken dökülen hurma ağacı.
HÂDİS Yeni. Sonradan olan şey. Değişen. Hudus eden.
HÂDİS-ÜS SİNN Yaşı taze. Genç delikanlı.
HADÎS Her söylenişinde yeni haber gibi dinlenmeğe lâyık. Peygamberimizin (A.S.M.) sözü, emri ve hareketi. Sünnet-i Nebeviyye. Hadisten bahseden ilim. (Bak: Tevâtür)
HADÎS-İ Bİ-L MA'NA Kelâm itibarı ile değil de mânaca doğru olan hadis.
HADÎS-İ KUDSÎ Mânası Peygamberimiz'e (A.S.M.) vahy veya ilham edilen, kelimesi kendisinden sudur eden kudsî kelâm.
HADÎS-İ MEŞHUR (Bak: Meşhur)
HADÎS-İ MEVZU' Başkası tarafından söylendiği hâlde Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen hadis. Muan'an veya senedlerle tesbit edilmemiş hadistir. Manası yanlış demek değildir.
HADÎS-İ MUALLAK Senedinin yalnız ibtidasından bir veya birkaç ravisi hazf edilmiş olan hadistir. Meselâ: Bir zat kendi şeyhini ve şeyhinin şeyhini zikr etmeksizin onların fevkindeki râvilerden itibaren senedi zikr etse ta'likte bulunmuş olur. (Ist. Fık.K.)
HADÎS-İ MÜRSEL Peygamberimiz'den (A.S.M.) işitildiği bildirilen hadis-i şerif.
HADÎS-İ MÜTEVATİR Kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan cemaatlerin birbirinden ve ilk cemaatin de bizzat Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmdan rivâyet ettiği Hadis-i şeriftir. (İlm-i yakîni ifade eder. "Bu hadis-i şerif Peygamber'den (A.S.M.) sâdır olmuş mu?" demeğe imkân kalmaz).
HADÎS-İ SAHÎH Hakkında şüphe edilemiyen ve doğru senetlere ve râvilere isnad edilerek müsbet olarak kat'i bilinen hadis-i nebevidir.
HADÎS-İ ŞEYHEYN En muteber ve büyük hadis âlimlerinden İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim'den rivayet edilen hadis-i şerif.
HÂDİSAT (Hâdise. C.) Yeni olan şeyler. Hâdiseler.
HÂDİSE (C.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber.
HÂDİŞE Derisi parçalandığı halde kan çıkmayan yara.
HÂDİYE Değnek, asâ, sopa. * Su içinden sivrilerek yükselen kaya.
HADL Meyletmek, yönelmek.
HADLEKA şiddetle bakmak.
HADM Birşeyi ağzına koyup, bir lokmada çiğneyip yemek.
HADMA' Beyaz koyun.
HADME Ateş gürültüsü.
HADR Evmek, acele etmek. * Vücutta bir organın şişip yumrulaşması. * Men etmek, engel olmak. * Saçak bükmek.
Dostları ilə paylaş: |