Toplumsal sistem gerçekliĞİ


İNANÇ SİSTEMİ NEDİR-YA DA İNANCIN BİLİMİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə51/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   133

İNANÇ SİSTEMİ NEDİR-YA DA İNANCIN BİLİMİ

İslam dini, ideolojik bir sistemdir, bir „inanç sistemidir.


Sadece İslamiyet değil, bütün inançlar, bütün ideolojiler beyinde oluşan belirli nöronal programlardır. Bu nedenle, önce, genel olarak bir program nedir onu görelim. Sonra da, buna bağlı olarak, bu türden programlar nasıl ve neden oluşurlar onu ele almaya çalışalım.
Bir bilgisayar söz konusu olduğu zaman “program”, planlı adımlarla problem çözerek ilerlemek ve bir hedefe ulaşmaktır. Yani bir amaç vardır ortada ulaşılması gereken. Bu amaç, programı yapan instanzın ulaşmak istediği hedeftir. Sonra, bu hedefe ulaşmak için oturulup bir plan yapılır. Hedefe uzanan yol ara aşamalara bölünerek her ara aşamada ulaşılması gereken ara hedefler belirlenir. Problemin çözümü, hedefe varmak için yapılması gereken işlerin toplamı olduğundan, her ara aşamada problemin bir kısmı çözülerek adım adım hedefe yaklaşılmış olunur. Problemin çözülmesi yolundaki bütün bu planlı adımların toplamına da bir program denilir.
Görüldüğü gibi, bir bilgisayar söz konusu olduğu zaman, “program” (software) bilişsel bir üründür, bilişsel bir faaliyetle yaratılır ve uygulanır. Peki insanlar söz konusu olunca beyinde oluşan nöronal programlar nasıl oluşuyor, bunları nasıl açıklayacağız?
İnsanlar ve insan toplumları (toplumsal sınıflar da), belirli üretim ilişkileri içinde çevreyle etkileşerek maddi varlıklarını üretirlerken, aynı zamanda, kendi varoluş bilinçlerini de üretmiş olurlar. Nefs-benlik-kimlik adını verdiğimiz bu „bilinç“, önce kendi varlığını hissetmeyle başlar, sonra da, yarı duygusal, yarı bilişsel bir içeriğe sahip olarak beyinde oluşan “ben” merkezli bir koordinat sistemine göre kendini-kendi kimliğini ifade eder. Peki nedir bu kimlik? Bu kimlik, elementlerini duygusal ve bilişsel bilgilerin oluşturduğu nöronal bir programdır. Yani, insanların yaşam süreleri boyunca sahip oldukları bilgiler, beyinde öyle bir patates çuvalındaki patatesler gibi, biribirlerinden kopuk olarak muhafaza edilmezler; bunlar, o kişinin çevreden gelen informasyonları işlemek için kullandığı nöronal bir programın unsurları olarak sisteme dahil edilirler. İşte bütün olay budur! İnsanlar hayatın, üretim sürecinin içinde kendi varlıklarını üretirlerken duygusal-bilişsel bilgilere sahip oluyorlar; bu bilgiler, beyinde oluşan nöronal bir programın elementleri olarak muhafaza ediliyorlar; ve insan dışardan gelen informasyonları bu bilgilere-programa göre işleyerek kendi varlığını üretmeye, yaşamaya devam ediyor. Yaşam bilgileri üretiyor, bilgiler bir programı oluşturuyor, sonra da informasyonlar bu programa göre işlenerek yaşanılıyor..
İnsanların benliğini-kimliğini temsil eden nöronal programların duygusal ve bilişsel bilgilerden oluştuğunu söyledik. Bunlardan birincisi, „duygusal deneyimler“ yoluyla oluşan bilgilerdir. Yaşanılan hayatın içinde gerçekleşen reaksiyonların-deneyimlerin-etkileşmelerin hafızada kaydedilmesiyle oluşur bunlar. İkincisi de bilişsel bilgi üretimi yoluyla sahip olunan bilgilerdir. Bütün bunları daha önce ayrıntılı olarak inceledik [2]. Sonra, bütün bu „bilgiler“ arasındaki ilişkiler-bağlar da kurulunca, ortaya nöronal bir program çıkar. İnsanın kişiliğinin oluşması denilen süreç, bu bilgilerin beyinde nöronal bir programı oluşturacak şekilde biraraya gelmesi sürecidir. Bu da ikiye ayrılır. Birincisi, insanın BİREY OLARAK KİŞİLİĞİNİN oluşması sürecidir. Bunun temel taşları (temeli oluşturan bilgiler) ilk üç-beş yaş arası oluşuyor ve bluğ çağıyla birlikte de bu süreç tamamlanıyor. İkincisi de, insanın TOPLUMSAL KİŞİLİĞİNİN oluşmasıdır. Bu, tamamen insanın toplumsal üretim süreci-üretim ilişkileri içindeki konumuyla bağlantılı olarak oluşuyor. Çünkü; insanın toplumsal varlığını belirleyen onun toplumsal üretim süreci içinde yaptığı iştir. Bu da oluştuktan sonra, artık o insanın “kişiliği oturuşmuş” oluyor. Yani o insanın beyninde artık çevreden gelecek informasyonları nasıl işleyeceğine dair, öyle kolay kolay değişmesi mümkün olmayan nöronal bir program yerleşmiş oluyor. Çünkü, kişiliğin-benliğin temelini oluşturan bu program birkere oluştuktan sonra, insanlar artık hiç üzerinde düşünmeden, günlük hayatlarını bu programlara göre yaşamaya başlarlar. Çünkü bu programların içinde zaten “herşey” vardır. Uzun yılların deneyimleri, bilgileri bu programların içinde bulunduğundan, çevreden (bu çevre doğal çevre de olabilir, diğer toplumlarla, insanlarla ilişkiler de olabilir) alınan madde-enerji-informasyon beyindeki bu bilgi sistemleriyle-programlarla işlenir (processing) ve çıktılar-gerekli cevaplar oluşturulur. Hepsi bu kadar.
Burada iki nokta var. Birincisi şu: Doğadaki bütün süreçlerde olduğu gibi, insanların yaşam sürecinde de bir iş daima mümkün olan en az enerji harcanılarak gerçekleştirilmeye çalışılır. Bu, bütün sistemlerin kendi içinde kuantize basamaklı bir yapıya sahip olmasıyla ilgilidir. Her süreç, bir durumdan bir başka duruma geçiş aralığında oluştuğundan, daima, önündeki adımı mümkün olan en az enerjiyi harcayarak atmaya çalışırsın. Yani, bir süreçte, iki durum arasındaki en kısa mesafe, mümkün olan en az enerjiyle ulaşılabilecek olan mesafedir. Örneğin, bir kere saban demirini keşfettikten sonra, insanlar artık her çift süreceklerinde onu otomatik olarak kullanırlar. Çünkü o, kafalarındaki programın içinde, belirli bir “algoritmaya” bağlı olarak kullanılan bir “operator”47 olarak bulunmaktadır. Bunun alternatifi, her seferinde sabanı keşfederken harcanılan zihinsel enerjinin yeniden sarfedilmesi olurdu ki, bu da ekonomik değildir.
İkincisi de şudur: Beyindeki bu programlara göre hayat yaşanılırken, yani insanlar dışardan gelen informasyonları bu programlara göre işleyerek “hayatı yaşarlarken”48, bazan farklı durumlara-informasyonlara göre farklı davranışlar üretmek de gerekebilir. Yani hayat, herzaman öyle bir bilgisayar programı gibi, noktasıyla virgülüyle önceden belirlenmiş bir şekilde yaşanılmaz! Ama bu, esasa ilişkin bir sorun değildir. Çünkü, her programın belirli bir esneme, kendi içinde kendini geliştirme kabiliyeti de bulunur. Kişiliğe-kişiliği belirleyen nöronal programa- yeni bilgiler de eklenerek insanlar “kendilerini geliştirirler”. Ve zamanla öyle olur ki, insan kendi varlığını artık sadece bu programlara göre üretmeye başlar ve bu bir “alışkanlık” haline gelir. Alışkanlık, uzun süreler aktif halde bulunan zihinsel programların otomatikleşmesidir. Yani, üzerinde tekrar düşünmeye gerek kalmadan “bilinçsizce” kullanılmasıdır.
Bilgisayar programları gibi, zihinsel programlar da kendi kendilerini değiştirme yeteneğinden yoksundurlar (böyle birşey hayatın diyalektiğine aykırı olurdu zaten)! Beyninizdeki programı yapan “siz”misiniz, haydi öyleyse bir “değiştirin” bakalım! Öyle “değiştim” demeyle değişiliyor mu bir deneyin! Nöronal programlar ancak insanın kendi kendini üretmesi sürecine paralel olarak, hayatın içinde bilişsel olarak değişebilirler-değiştirilebilirler.
Her program, dışardan gelen informasyonların nasıl işleneceğini belirleyen bilgilerden oluşur. Bilgi üretme süreci, maddi hayatın-etkileşimin zihindeki (nöronal düzeydeki) yansıması olduğundan, önce, “ilk sahip olunan bilgiye” göre hayat yaşanılmaya başlanır,49 sonra da, yaşanılan bu hayatın içinde ek bilgiler üretilir. Biz buna üretici güçlerin gelişmesi süreci deriz. Her durumda, mevcut olan, var olan, sahip olduğu bilgiyle kendi kendini üretirken, her adımda, ürettiği her yeni bilgiyle birlikte, hem gelişir, hem de, tıpkı bir çocuğa hamile kalır gibi kendi kendine hamile kalarak, bu anlamda kendini üretme sürecini de yaşamış olur. Yani her yaşam, aynı anda, hem var olanın kendini gerçekleştirmesi (bu anlamda gelişmesi) sürecidir, hem de yeniden üretmesi. Bu, hem maddi hayatın içinde, hem de bunun yansıması olarak zihinsel düzeyde biribirine paralel olarak gerçekleşir. O halde, belirli bir üretim ilişkileri sisteminin yansıması olan zihinsel bir program, ancak maddi hayatın içindeki değişime-gelişmeye paralel olarak, kendi içinde potansiyel düzeyde yeni bir program oluştukça ona yerini bırakarak “değişebilir”. Hayatın içinden çıkan-üretilen her yeni bilgiyle birlikte, eskinin içinde gelişen yeni programa ilişkin yeni bir element daha üretilmiş olur. Ve eskiyle yeni, bu şekilde uzun süre, yanyana-içiçe, tıpkı anne ve çocuk gibi birlikte var olurlar.
Üretici güçlerin gelişmesi insanın gelişmesi olduğundan, bu gelişmeyi temsil eden insanlar genellikle yeni-genç kuşaklardır. Henüz ne yaptıklarına, neden yaptıklarına dair kafalarında sistemleşmiş programlar oluşmamış olsa da, bu insanların kafaları eski programlarla şartlanmamış olduğu için (bunlar yeni maddi koşulların içinde kendilerini üretmeyle meşgul oldukları için), daha özgür düşünürler ve davranırlar. “Yaşlıların” tutuculuğu bunlarda yoktur! Bu nedenle, yeni kuşaklar, bunun bilincinde olmasalar bile, objektif olarak daha ileridirler. Eski kuşaklardan daha ilerde olduklarının farkına varmaları ise sonradan gelir. Ve bu böyle devam eder gider.
İnanç sistemlerine-ideolojilere gelince; Bu iki zihinsel program türünün ikisi de, esas itibariyle aynı temele dayanmakla birlikte, inanç ideolojiden daha eskidir ve kapsam alanı daha geniştir. İdeoloji sınıflı toplumun ürünü olduğu halde, inanç insan kadar eskidir. Her ideolojik sistem bir inanç sistemidir, ama her inanç sistemi ideolojik bir sistem değildir.
İnanç, insanın çevreden-doğadan kopmasıyla birlikte, yani bilgi üretme süreciyle (cognitive processing) birlikte ortaya çıkar. İnsan, doğa karşısında kendi varlığını farkettiği an kendini yalnız hisseder ve “cennetten kovulur”. İnanç, işte tam bu noktada ortaya çıkan yeni duruma ilişkin yeni bir denge kurma ihtiyacından doğar. Yani sıfır noktasını bulma (tekrar tanrısal varlığın içinde yok olmak) ihtiyacından doğar. Bu an insanı A, doğa’yı B olarak gösterirsek, AB sisteminde A ve B arasındaki etkileşmeye-ilişkilere düzenlilik getirme, belirli kurallar koyarak bu dengeyi sağlama ihtiyacıdır inanç.
Toplumsal bir kimliğe ilişkin nöronal bir program olarak ideoloji ise, sınıflı toplumda, sınıfların kendi cennetlerini bulma, ya da kaybettiği bu cennetini tekrar yaratma aracıdır. Bu nedenle, ideoloji, karanlıkta yol gösterici bir sınıfsal pusuladır; ve zaten bundan dolayıdır ki, dünya görüşü de denir ona! Kaybolan cennet ise daima ilkel komünal toplumdur! İdeolojinin görevi de, bu cennete-amaca tekrar ulaşmak için yapılması gereken işleri belirlemektir! Hedef, bu hedefe ulaşmak için katedilmesi gereken mesafe, yol ve bu yolda her aşamada yapılması gereken işler, bütün bu işlerin toplamı olarak da ideoloji. Olay bundan ibarettir!
Ama bütün ideolojiler özünde gericidir! Çünkü, tarihin tekerleği geriye doğru dönmüyor malesef! Ve kaybolan o cennet bir daha geriye gelmiyor! Bu yüzden de, sınıflı toplum doğdu doğalı, bugüne kadar hiçbir ideoloji-ideolojik hedef başarıya ulaşamamıştır (buna işçi sınıfı ideolojisi de dahildir). İnsanlık daima, belirli ideolojilerin önderliğinde, elde bayrak, geriye doğru gitmek isterken ileriye gitmiştir! Bir adım geri, farkında olmadan iki adım ileri! Modern komünal topluma doğru, insanlığın modern cennetine doğru giden yolun haritası böyle çizilmiş!..

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin