İSLAMİYETİN İLK ÇAĞLARINDA DİN VE DEVLET
Hz.Muhammed’den sonra onun yerini alanlara Halife denildi. „Halifelik, halkı Şeriat’e uygun olarak iş görmege sevk etmektir“ diyor İbni Haldun. Ebu Bekir, Ömer, Osman, sonra da Ali, Muhammed’den sonra görevi devralan „İlk Kuruluş Çağı’nın“ halifeleri oldular. Bu dönemde din ve devlet de bir ve aynı şeydi aslında. Çünkü Hz. Muhammed, sadece bir dinin değil, aynı zamanda bir devletin de temellerini atmıştı.
Din ve devlet aynı şeydi dedik ama, bu dönemde devlet henüz daha tam olarak „devlet“ değildir! İslam dininin ve devletinin kurucuları olan bu halifeler de, hükümdar ya da sultan olmayıp, barbarlığın eşitlikçi ruhuyla sınıflı toplumun çelişkilerini, yeni bir üst yapı-denge durumu anlayışı içinde kaynaştırmaya çalışan „idealist“ önderlerdir. „O çağda hükümdarlığın örf ve adetleri kâfirler tarafından kabul edilmiş bir şey olduğu için hükümdarlığın adı bile ağza alınmazdı“ diyor İbni Haldun.
Ve devam ediyor: “Müslümanlar, daha sonra Fars kavimlerinin ve Rumların üzerine yürüdüler. Tanrının kendilerine vait ve takdir etmiş olduğu toprakları ve onların devletlerini, dünya servetlerini “ganimet malı” olarak ele geçirdiler. Bundan sonra refah ve bolluğun denizleri içine daldılar. O derecede ki, bazı savaşlarda beher süvarinin payına ganimet mal olarak, otuz bin veyahut o miktarda altın düşüyordu. Bu suretle ganimet malı olarak sayıp tükenmez derecede çok servet ellerine geçti. Bununla beraber onlar halâ dar ve kaba bir hayat yaşıyorlardı. Devletin başında bulunan Ömer (bu servetin içinde bulunduğu halde) giyimine deriden yamalar vuruyordu. Ali ise, „Ey sarı ve ey beyaz (altın ve gümüş), benden başkasını iğfal et“ derdi. Ebu Musa tavuk eti yemekten sakınırdı. Çünkü o çağda tavuk az bulunduğu için Araplar tavuk eti yemeye alışmamış idiler..Bu çağda İslamların kazançları boldu. Dinleri onları servet sahibi olmaktan alıkoymuyordu. Çünkü bu servet ganimet malı olduğu için helal mal idi“[10].
HALİFELİKTEN HÜKÜMDARLIĞA
„Bundan sonra“ diyor İbni Haldun, „devletçilik tabiatı, şeref ve ululuğun bir şahısta toplanmasını, tek bir adamın öne geçmesini icabettirmiştir“. Önceleri, tanrı adına „dinin buyruklarının yerine getirilmesini, hak ve adalete uygun olarak hareket edilmesini temsil olan halifeliğin manâsı, daha sonra lâfta gene değişmemiş, ancak pratikte bir yasakçı haline dönüşmüştür. Halifeliğin sadece adı kalmış, idare bütünüyle hükümdarlık şeklini almıştır. “Tegallüp”, yani kuvvet ve şiddetle elde tutarak idare etmek şekline dönüşmüştür. İşte medeniyete geçişin ölçüsü de budur zaten, devlet ortaya çıkmıştır45.
İSLAMİYETTE DEVLET ANLAYIŞI
Şimdi geliyoruz İslam dininin en önemli yanına, İslam’ın devlet anlayışına. Önce gene İbni Haldun’u dinleyelim: „İslam dinine gelince, cihat bütün Müslümanlar için meşru olduğundan ve umumu (insanları) ya kendi istekleri, yahut da zorla İslamiyeti kabule sevk edecek bir başkanın bulunması gerekli olduğundan, Halifelik ile hükümdarlığı şahsında toplayan, yani hem dünya hem ahiret işlerine bakan bir zatın başta bulunması gerekir“.
„İslam dininden başka dinlerin dine davetleri ise umumidir, ve o dinlerde cihat farz olmayıp, ancak kendilerini korumak için müdafaa savaşları meşru olduğundan, onların din adamlarını dini işlerden başka şeyler ilgilendirmez. Onların din başkanları politika ve idare işlerine önem vermezler. Bu dinlerin başında bulunan bazı kişilerin hem din başkanı hem de hükümdar durumunda görünmeleri de bu esası değiştirmez. Onların hükümdarlığı geçicidir. Bu hükümdarlar dini bir görev olarak hükümdarlık etmiş değildirler. Çünkü, bu dinlere mensup olanlar, İslam dininde olduğu gibi, kuvvetle diğer milletleri idareleri altında bulundurmakla mükellef değildirler. Onlar, ancak kendi kavimleri arasında dinlerinin hüküm ve emirlerini yerine getirmekle mükelleftirler. İşte bu sebepten dolayı İsrailoğulları Musa ve Yuşa’dan sonra dört yüz yıl kadar bir müddet devlet ve hükümdarlık işine önem vermeden yaşadılar. Onlar bu uzun yıllar içinde ancak din ve dinlerinin emirlerini yerine getirmeye önem verdiler.“[10]
„İslamiyette ise devlet, Müslüman tebasıyla birlikte Allah'ın yeryüzündeki Halifesidir. Yani Allah'ın hükümlerinin uygulayıcısıdır. Bu güç, Allah'a mutlak anlamıyla kulluğu46 gerçekleştir-mek ve İslâm hükümlerinin uygulanışını sağlamak için kullanılacaktır. Ma'rufu emredecek, münkerden sakındıracaktır (el-Bakara, 2/30; en-Nûr, 24/55). Doğal olarak buna dâru'l-İslâm denilmiştir. Yani müslümanların eli altında bulunan yere verilen isim, veya Şerîatın müslümanların hüküm ve iktidarıyla korunduğu müessesedir”.
„İslâmî devlet anlayışı beşer kaynaklı bütün bağlamlardan ayrı bir konumda yer alır. İslâmî devlet bir gaye değildir. İslâm'ın uygulanması için bir araçtır. Kuruluşunun asıl amacı, İ'lây-ı Kelimetullah'tır, yani İslâm'ın insanlara tebliğ edilmesidir. Görevi, müslümanların İslâm'ı yaşamalarını sağlamak ve buna zemin hazırlamaktır. Varoluş gayesi böyle tanımlanabilecek İslâm devleti bu amaçla kurulur. Binaenaleyh, adında "İslâm" ibaresi bulunarak kurulmuş, ancak uygulamada başka ideolojilerle eklemlenmiş veya aslî gayeden uzaklaşmış devletlere "İslâm Devleti" denilemez”.
“İslâm hukukçuları İslâm Devleti’ni "Dâru'l-İslâm" diye adlandırmışlardır. Bu isim, modern hukuk lugatlarındaki devlet teriminin taşıdığı anlamı tamamen kapsar . Ancak hemen belirtmek lâzımdır ki, İslâm hukuku terminolojisi ile çağdaş lâik hukuk terminolojisi arasında "devlet" kavramı da dahil olmak üzere bütün kavramlarda tam bir farklılık göze çarpar. Bu iki dünya görüşünün kavramlara yaklaşımında hiçbir ortak yan bulunamaz. Bunun asıl sebebi ise İslâm'ın vahiy kaynaklı, İslâm dışı düzen ve sistemlerin ise beşer kaynaklı oluşudur. Bu gerçek gözden kaçırılırsa telâfisi imkânsız hatalara düşülür. "Devlet" kavramına yaklaşılmak
istendiğinde de bu gerçeğin gözardı edilmemesi gerekir”.
“İslâmî Devlet, İslâm'ın bir parçasıdır. İslâm ise bir bütündür, dünyevî ve ruhânî ikiliğe yer vermez. Onda hayatın her cephesi birbirinden ayrılmayacak şekilde içiçe geçmiştir. Bu özelliği, Batı kafası ile düşünen, sistemin dışından bakan kişiler bilemezler, ve İslâmî Devletin unsurlarını yanlış biçimlerde tarif ederler. Bey'ati, basit bir toplum sözleşmesi olarak görürler.
Gerçekte "Sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar, Allah'ın eli onların eli üstündedir..." (el-Feth, 48/10) âyeti, bey'atin, Halife vasıtasıyla Allah'a olacağını açıklamaktadır. Hakimiyet, Allah'ındır. İlâhî iradeyi ise, cemâatin iradesi temsil eder. Devlet, Allah için vardır ve icraati doğru yola ters düştüğünde düzeltilmelidir. Cumhür-ı ulemâ, Allah için toplumu ayakta tutacak, halka yön verecek, suç işleyenlere ceza verecek, zekâtı toplayacak, ülkeyi koruyacak bir devlet yapısının ve başında bir imamın (halifenin) bulunmasının zorunluluğu konusunda görüş birliğindedir”.
“Ülke kavramı İslâm'da bütün İslâm topraklarına şâmildir (tek devlet, tek ümmet). İslâm'a göre dünyada iki rejimin egemenliği sözkonusudur. 1) İslâm'ın egemen olduğu ülke, dâru'l-İslâm (İslâm ülkesi); 2) Küfrün yani vahiy kanunları dışında, beşer kanunlarının hüküm ve değerlerinin egemen olduğu ülke (dâru'l-harb).
“İncil'de Hz. İsa'ya; "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya ver" sözü atfedilmiştir. Bunu temel alan Hristiyan Batı dünyasında din, dünya işlerinden uzaklaştırılarak devletten dışlanmıştır. Hristiyanlık böyle bir ayırıma müsaitti. İslâm'da ise dünya işleri ayrı bir alan teşkil etmez. Hayatın bütün yönleri bir bütün olup, hepsi de vahiy temeline dayanır. [13]
Biraz uzunca da olsa İslamda din ve devlet anlayışlarını çok güzel yansıttığı için yukardaki paragrafları olduğu gibi aktardım. Denilebilir ki, bunlar „dinci bazı çevrelerin yorumudur, İslamı bütünüyle ifade etmiyor“! Bu türden tartışmalara girmek gibi bir niyetim yok! Şu anki konumuz, “Cumhuriyet’ten sonra Türkiyede’ki İslamiyet anlayışı”, ya da “dinde reform” falan değil! Konumuz, İslamiyet’in ortaya çıkışı, Arap yukarı barbarlığının kahramanlık çağı ideolojisi olarak gelişimi ve bu sürecin İslam Devleti’nin kuruluşuyla birlikte aldığı şekildir. İslamiyetin en önemli özelliği, onu, örneğin bir Hristiyanlıktan ayıran en önemli özellik, İslamiyette dinle devletin birlikte doğmuş olmasıdır. Bu yüzden de İslam dini hayatın her alanına karışır. Onun, belirli bir düzen getirmediği, hiç bir alan yoktur. Özel hayattan devlet hayatına kadar her alanda oluşan belirli kurum ve kuralların toplamıdır İslam dini.
Dostları ilə paylaş: |