TüRKİye cumhuriyeti ankara üNİversitesi BİLİmsel araştirma projesi kesin raporu


parti pozisyonları, bakanlık deneyimleri, siyasi ömürleri, tekrar seçilme patternleri



Yüklə 0,56 Mb.
səhifə9/10
tarix17.03.2018
ölçüsü0,56 Mb.
#45790
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10
parti pozisyonları, bakanlık deneyimleri, siyasi ömürleri, tekrar seçilme patternleri vb. kriterler açısından genel ortalamanın neresinde durduklarına bakmak gerekir.



      1. Türkiye’de Siyasete Yön Veren Üniversiteler: Siyasal Elit Fidanlıkları

Milletvekillerinin mezun oldukları üniversitelere göre dağılımında ise karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır ortaya. Vekillerin 1045’i İstanbul Üniversitesi’ne bağlı fakültelerden mezun olmuşlardır. Bu vekillerin 33’ü kadındır. İkinci sıklıkla meclise vekil sokan üniversite ise 1013 sayı ile Ankara Üniversitesi’dir. Ankara Üniversitesi mezunu vekillerin 21’i kadındır. İlginç bir biçimde TBMM’ye seçilen vekillerin yaklaşık 166’sı İstanbul Teknik Üniversitesi mezunudur. İTÜ bu yönüyle Meclis’e milletvekili gönderen 3. büyük üniversite olarak öne çıkmaktadır. Dördüncü sırada ise Gazi Eğitim Enstitüsü ile birlikte düşünüldüğünde 118 vekil ile Gazi Üniversitesi gelmektedir –ki bu vekillerin 68’i Gazi Eğitim Enstitüsü kökenlidir-. Ancak tarihsel olarak Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Gazi üniversitesini önceleyen bir akademik gelenek olarak düşünüldüğünde (96 vekil) AİTİA ve Gazi Üniversitesi kökenli vekillerin sayısı 214’ü bulmakta ve bu oldukça yüksek bir sayı ile AİTİA ve Gazi Üniversitesi geleneğini 3. sıraya taşımaktadır. Ankara Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisinden (ADMMA) mezun olan 29 milletvekili de bu listeye eklendiğinde Gazi Üniversitesi geleneği 245 milletvekili ile Türkiye’nin siyaset üzerinde önemli etki bırakan 3. önemli üniversite geleneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Beşinci sırada Ege Üniversitesi ve Erzurum Atatürk Üniversitesi 51’er mezun ile gelmektedir. Altıncı ve yedinci sırada, 38 vekil ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve 23 vekil ile Hacettepe Üniversitesi öne çıkmaktadır.



4.1.7. Yüksek Öğrenim ve Kentsel Arkaplan:
Eğitim kurumlarının kentsel dağılımı açısından bakıldığında milletvekillerinin yaklaşık 1500’ü yani toplam milletvekili listesinin neredeyse ¼’ü İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere İstanbul’daki üniversitelerden mezun olmuştur. Ankara’daki üniversitelerin de Ankara, Gazi, Ortadoğu Teknik ve Hacettepe Üniversitesi olmak üzere 1400’lü rakamlara yaklaştığı görülmektedir. İzmir, Adana, Bursa ve diğer büyük kentlerin üniversitelerinin görece yeni kurulmuş olması ve bu kentlerdeki üniversite sayılarının yetersizliği nedeniyle, milletvekillerinin neredeyse yüzde 45’inin İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerden mezun oldukları gözlenmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu sayıya askeri okullardan (Harp Okullarından ve Askeri Tıp Fakültelerinden) mezun olan milletvekillerinin dahil edilmediğidir. 280’i aşkın Harp Okulu ve Harp Akademisi kökenli milletvekili de eklendiğinde Ankara ve İstanbul’un siyasal elit oluşumları üzerindeki etkisi daha açık bir biçimde görülecektir. Anadolu Üniversitelerinden mezun olan kadroların Türkiye siyasetinde zaman içinde nasıl etkiler bıraktıklarının anlaşılabilmesi ve siyasal elit oluşumlarının coğrafi dağılımına da eğilinebilmesi için, zaman içinde dinamik olarak taşra üniversitelerinin etkisinin nasıl evrildiğine de bakmak gerekir.
Siyasal seçkinlerin üniversite geçmişlerinin yanı sıra hangi disiplinlerde uzmanlaştıkları ve hangi fakültelerden mezun olduklarına baktığımızda da siyasal seçkinlerin mesleki geçmişleri ile ilgili bilgi edinme olanağımız olacaktır. Mesleki bilgilerin ortaya çıkarılması sadece siyasetle hangi meslek gruplarının daha çok uğraştığını göstermek açısından değil, fakat aynı zamanda hangi meslek gruplarını daha fazla temsil edildiklerini de görmek açısından önemli ipuçları sağlayacaktır. Milletvekillerinin mesleklerinin zaman içinde nasıl farklılaştığını gözlemlemek, dönemsel olarak hangi meslek gruplarının yükselişe geçtiğini hangilerinin etkisinin azaldığını ve daha da önemlisi en üst düzey siyasal karar alıcıları olan bakanların hangi meslek gruplarından geldiğinin gözlemlenmesi açısından da önem taşır. Ancak bu türden bir meslek kategorizasyonu aracılığıyla farklı ülkelerde yürütülen siyasal elit araştırmaları ile siyasal karar alıcıların mesleki arkaplanları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya çıkarılabilir; bu bizlere aynı zamanda ülkelerin dönemsel olarak gösterdikleri karakteristikleri ve diğer ülkelere göre farklılaşan niteliklerini görme olanağı sağlayacaktır.

4. 2. Bürokrasi ve Siyaset:
Türkiye’de elit oluşumları açısından belki de göze en fazla çarpan konulardan biri siyasal seçkinler arasında farklı görev ve ünvana sahip olan bürokratların oynadığı roldür. Yukarıdaki bölümlerde özellikle C. W. Mills ve Mattei Dogan’ın elitler sosyolojisini tartıştığımız bölümlerde de işaret ettiğimiz üzere gerek Amerikan toplumunda gerekse Fransız toplumunda değişen oran ve biçimlerde kamu görevlerinde bulunmuş sivil-asker yöneticilerin/bürokratların siyasal hayat üzerinde ve özellikle de hükümetler içerisinde önemli bir işlevi bulunmaktadır. Dolayısıyla parlamentoya seçilen siyasal seçkinler arasında kamu görevinde bulunmuş yöneticiler, hem yönetsel know-how’ları açısından, hem de sahip oldukları siyasal ilişkiler ağları sayesinde, siyaset için gerekli birikime ve kapasiteye sahip olarak değerlendirilebilirler. Yukarıdaki örnekler arasındaki farklılıkları ihmal etmeksizin, Türkiye örneği için ileri sürebileceğimiz hipotezlerden birincisi, bu bağlamda, bürokratik devlet geleneği gelişkin olan ve idari sistemi belli bir oranda merkezileşmiş olan Türkiye’de bürokrasi ve siyaset arasındaki ilişkilerin güçlü olmasının kaçınılmaz değilse bile, öngörülür olduğudur.
Dünyanın pek çok ülkesinde bürokrasiden gelen seçkinlerin siyasal hataya katılım patternleri konusunda ortak noktalar ve farklılıklar bulunmakta ve bu farklılıklar genellikle bürokrasinin yapısına (federal ya da merkezi bir niteliğinin bulunup bulunmadığına), kamu bürokrasisinin ülke içerisindeki ağırlığının mahiyetine (Japonya gibi kalkınma stratejilerine yön veren MITI gibi bakanlıklara sahip olup olmadıklarına) ve sonuncu olarak da bürokratların siyasete girmelerini kolaylaştıran ya da güçleştiren düzenleme ve geleneklerin neler olduğuna bağlı olarak değişmektedir (Coates 2001:178-181). Türkiye’de kamu görevinde bulunmuş vali, kaymakam, yargıç, savcı, müsteşar , asker ve farklı konumlardaki kamu yöneticilerinin siyasete geçiş kanallarının neler olduğuna baktığımızda, seçim ve seçim dışı mekanizmaların dönemsel olarak etkili olduğunu görebiliriz. Her şeyden önce vurgulamak gerekir ki, Türkiye’de bürokrasi ve siyaset arasındaki ilişkilerin gücü büyük ölçüde Cumhuriyet Halk Partisinin hem devleti kuran, hem de bürokrasiye yön veren bir parti olmasından sivil ve asker kökenli eski bürokratları bünyesinde barındırmasından kaynaklanmaktadır. Sivil toplumun kurumlarının oluşmadığı, kamu ekonomisinin oransal olarak büyük bir yer kapladığı ve ideolojik olarak sistemik çoğulculuğun gelişmediği koşullarda, bürokrasinin siyasete etkisinin ölçeği büyük ölçüde siyasal alanı kontrol eden partinin inisiyatifinde olacaktır.
Kamuda yöneticilik yapmış seçkinlerin siyasette ağırlıklı rol oynamalarının ardında, varsayımsal olarak iki önemli nedenin bulunabileceğini ileri sürebiliriz: Bunlardan birincisi siyasal alanda etkinlik gösteren seçkinlerin yetersizliğini ve güçsüzlüğünün bir sonucu olarak siyasette bürokratların etkisinin artmasıdır. İkincisi ise bunun tam tersine toplumsal seçkin kategorileri arasında önde gelen kategorilerin mesela iş dünyası/ekonomik seçkinlerinin ve beyaz yakalı profesyonellerin önemli bir bölümünün siyasete eğilim göstermemeleri; kendi kariyer alanlarında çalışmayı sürdürmeyi siyasetle uğraşmaya tercih etmeleridir. Araştırmamızda ulaştığımız ve daha derinlemesine çalışılmayı gerektiren geçici sonuçlardan biri, Türkiye siyaseti için her iki nedenin de bürokratların siyasetteki ağırlığını mümkün kılan etkenler olduğudur. Bununla birlikte Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen ilk yıllarda yukarıdaki birinci etmenin, 1990’lardan itibaren de ikinci etmenin ağırlık kazanmasının bir sonucu olarak siyasette bürokrasinin etkisinin arttığını söyleyebiliriz.

Bunu söylerken şüphesiz özellikle kabinede bir takım sektörlerin aşırı alan uzmanlığı gerektirmesi nedeniyle, bürokratlara açık tutulduğunu da teslim etmemiz gerekir. Bu alanları ana hatlarıyla sıralayacak olursak Maliye, Adalet, İçişleri, Milli Eğitim ve Savunma bakanlıklarında bürokratik deneyimi olan siyasetçilerin kural olarak tercih edildiğini ve kabinede görevlendirildiğini söyleyebiliriz. Nitekim 1960’lardan itibaren planlı kalkınma dönemine girilmesi ile birlikte merkez sağ hükümetlerin büyük bir bölümü Demokrat Parti geleneğinden farklı olarak, üst-düzey devlet bürokrasisinden siyasal kadrolarının bir bölümünü devşirebilmiştir. Süleyman Demirel’in Devlet Su İşleri genel müdürü olmasından ve Turgut Özal’ın Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı olmasından da hareketle devlet aygıtı ile siyasal kadrolar arasında bir geçişlilik söz konusu olabilmiştir. Siyaset ile bürokrasi arasındaki etkileşimin dönemsel olarak artmasına olanak sağlayan koşullardan birincisi eğer insan kaynaklarındaki kısıtlılık ise, diğeri de 1970’lerden itibaren Türkiye’de bürokrasinin politizasyonudur. Her ne kadar bu konu yönetim bilim ve bürokrasi sosyolojisi içinde daha etraflıca araştırılmayı gerektirse de, şunu iddia edebiliriz ki koalisyon hükümetlerinin kurulması ve bakanlıkların partiler arasında paylaşılması beraberinde bakanlıklara özgü bir siyasal kadrolaşmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Partiler güçleri elverdiğince kendi sempatizan ya da destekçilerini bürokrasi içerisine sokmuş, ve gücü elverdiğince partinin yer tutmasına ileride olanak sağlayacağı da düşünülerek terfi ettirmeye çalışmışlardır. Siyasal partiler ve bürokrasi arasındaki ilişkiler bu açıdan bakıldığında partilerin nüfuz beklentileri ile bürokratların kariyer beklentilerini buluşturan bir nitelik taşımaktaydı. Partiler, bu nüfuzu bir yandan daha fazla kaynak paylaşımında daha fazla söz sahibi olabilmek için, diğer yanda da daha fazla kadrolaşabilmek için kullanmaktaydılar.


Sonuç olarak zamanla atamalarda, mesleki liyakat yerine siyasal referansların etkili olması olgusu 1980’lere gelindiğinde daha net bir şekilde gözlemlenmeye başlanmıştır. 1980’lerden itibaren bir yandan artan biçimde bürokrasi siyasallaşırken, diğer yandan da bürokratların genel seçimlere katılımını kolaylaştırmak amacıyla seçilemeyen bürokratların göreve geri iade edilmesi ilkesinin benimsenmesi nedeniyle, siyasetin bürokrat(ik)leşmesi de teşvik edilmiştir. Bürokrasinin siyasallaşmasının sonuçlarından birisi eğer kadrolaşma ve kayırmacılık ise, diğeri de bürokratik kariyerden siyaset kariyerine geçişin olağanlaşmasıdır.
Şüphesiz bunun siyaset ve bürokrasi üzerindeki etkilerinin kapsamlı olarak –kapsamlı biçimde başka çalışmalarca da ele alınması- gerekmektedir. Bütün bu değişkenlerin etkisi altında, konjonktürel olarak siyasal alanın gereksindiği bürokratik know-how, bürokratlar için milletvekilliğini kariyerlerinde bir üst-basamak olarak görmelerine neden olmuştur. Milletvekilliğinin, bürokratik pozisyonu izleyen bir üst-kariyer olarak görülmesinin nedenlerinden biri daha yüksek statü ve nüfuz kapasitesi ise, diğeri de –genellikle- daha yüksek bir gelir düzeyidir. Türkiye’de milletvekili olmanın, bürokratik kariyere göre daha iyi koşullar sağlamasının da bir sonucu olarak, üst ve orta düzey bürokrasi için TBMM önemli bir kariyer yükselmesi alanı olarak belirmektedir. Özellikle kurumsallaşmış düzeyde faaliyet gösteren iş dünyası seçkinlerinin ve beyaz yakalı grupların –özellikle özel sektör yöneticilerinin, kültürel elitlerin, medya yönetici ve yazarlarının- siyasetten uzak durmasının da bir sonucu olarak bürokratik seçkinler emsalsiz bir mukayeseli üstünlüğe kavuşmuşlardır. Sivil toplum temsilcilerinin siyasete katılımın görece düşük düzeyde seyretmesiyle de ilgili olabilecek bir biçimde, denilebilir ki Türkiye’de siyasal seçkinler havuzunun önemli bir bölümünü bürokratik seçkinler oluşturmaktadır.

4. 2. 1. Bürokrasinin Politizasyonu: Üst-Kurullar ve Müşteşarlıklar
Türkiye’de siyaset ve bürokrasinin bir tür sinerji yaratacak şekilde iç içe geçtiğine yukarıda değinmiştik; ve bunun önemli sonuçlarından birinin bürokrasinin politikanın etkisi altına girmeye başlaması, diğerinin ise bürokratik kadroların etkisi altında kalmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye’de Mattei Dogan’ın Fransa için söylediğine benzer bir siyaset-bürokrat arası geçişlilik oldukça çarpıcı bir biçimde kendisini göstermektedir. Farklı düzeyde bürokratlarla yaptığımız mülakatların da işaret ettiği üzere, politik-hemşehrilik ağları kadrolar arasındaki ilişkileri etkileyen en önemli kanallarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle neo-liberal yönetişim stratejileri açısından önemi gittikçe artan düzenleyici üst-kurulların özerk yönetim mantığının yerleşmesi açısından önemi olduğu vurgulanmaktadır. Ancak bu özerklik beklentisine karşın bu kurullara yapılan atamaların görüldüğü kadar bağımsız adaylar arasından seçilmediği; aksine politik olarak oldukça angaje sayılabilecek bürokratik seçkinler için bu pozisyonların politizasyon düzeyi yüksek seçkinler için bir tür tazmin edici mükafat olarak değerlendirildiği görülebilir. Dolayısıyla liyakat ve tercih sistemi, siyaset ve uzmanlık bu kurulların üyelerinin atanmasında son derece önemli ölçütler olarak karşımıza çıkarlar. Görece yüksek maaşları ve özlük hakları ile diğer bürokratik pozisyonlara göre çok daha avantajlı olan üst-kurul üyelikleri kolaylıkla tayin edilememekte ve diğer bürokratların uğradığı yabancılaştırıcı etkilerden büyük ölçüde muaf kalmaktadırlar.
Kurulların başkan ve yöneticilerinin önemli bir kısmının AKP hükümetinin de coğrafi olarak güçlü olduğunu gördüğümüz bölge ve illerden geldiğini söylemek mümkün görünmektedir. Trabzon merkez olmak üzere Doğu Karadeniz bölgesini, Kayseri-Konya hattı merkez olmak üzere de İç Anadolu bölgesini içermektedir. Bu coğrafi konsantrasyon ise siyasal kadrolar ile bürokratik kadrolar arasında hemşehrilik-cemaat ağlarını da çağrıştıracak yakınlıklar/tercihler olduğunu düşündürmektedir bizlere. Bu kurullardan bir kaçı bize bu konuda bilgi verebilir. İlk örnek olarak Enerji Piyasaları Düzenleme ve Sermaye Piyasası kurumuna baktığımızda her iki kurumun da başkanının Trabzon kökenli olduklarını (Hasan Köktaş ve Turan Erol), Telekomünikasyon Kurlu yardımcılarından da ikisinin (Murat Atalı ve Ahmet Hamdi Atalay’ın aynı şekilde Trabzon doğumlu olduğunu görmekteyiz. SPK kurul üyesi İlhami Öztürk de aynı biçimde Trabzon’ludur. EPDK’nın iki yardımcısı da Rize Güneysu ve Ordu doğumludurlar (Celal Ustaoğlu ve Cemil Kılıç). Aynı şekilde Kamu İhale Kurulunun iki üyesi Ali Kemal Akkoç ve Ali Kaya da sırasıyla Ordu ve Trabzon doğumludurlar. Aynı şekilde Radyo Televizyon üst-kurulundan üye Davut Dursun ve Şaban Sevinç de sırası ile Artvin Borçka ve Samsun Bafra doğumludurlar. Konya doğumlular ise Mehmet Dadak (RTÜK), Paşa Yaşar (RTÜK), İlhan Yerlikaya (RTÜK), Hasan Gül (Kamu İhale Kurumu)’dur. Çorum doğumlu Bahattin Işık (Kamu İhale K.), İhsan Kulalı (Telekomünikasyon K.), Mustafa Ateş (Rekabet Kurulu) kökenlidirler. TMSF başkanı Ahmet Ertürk ise Malatya kökenlidir.
İlk bakışta, üst-kurulların başkanlık ve yönetim kurulu üyeliklerine coğrafi dağılım itibariyle bakmanın kendisi çok da anlamlı görünmeyebilir. Ancak Türkiye’de bürokrasi-siyaset-ekonomi alanlarında hemşehri dayanışmacılığının yaygınlığı düşünüldüğünde üst-kurullarda aşırı temsil edilen gruplar üzerine yoğunlaşmanın en önemli katkılarından biri, gerek siyasal lobicilik gerekse iktidar paylaşımı konusunda çok gözetilen ve az gözetilen bölge ve illeri anlamamıza yardımcı olacak bir olanak sunmasıdır. Aşırı temsil edilen il ve bazen ilçeler bize göstermektedir ki siyasal iktidar da coğrafi olarak eşitsiz dağıtılmakta ve kaynakların/pozisyonların dağıtımında geleneksel bürokrasinin işe alım sistemini dışarıda bırakan tercih sistemleri gündeme gelebiliyordur. Bu yönüyle bakıldığında sistematik aşırı temsil ya da sistematik temsil edememe gibi durumlar, iktidar konfigürasyonlarının nasıl oluşturulduğu konusunda bizlere aydınlatıcı veriler sunabilecektir. Elit grupları –özellikle bürokratik elitler- arasındaki çatışma/dışlama mekanizmaları bu yönüyle Weberyen sosyolojinin önde gelen isimlerinden Frank Parkin’in de altını çizdiği kapanma ve çifte kapanma süreçlerinin birer örneği olarak Türkiye’de çalışılmayı beklemektedir (Parkin 1979). Temsil esasına bağlı olarak yapılabilecek bu türden bir çözümleme, klasik bürokrasi kuramları ve işe alma teknikleri açısından da önem taşımaktadır.
Particiliğin ve hemşehriciliğin bu denli yüksek uygulama alanı bulduğu bir ülke olarak Türkiye’de üst-kurulların, müsteşarlıkların ve yüksek bürokrasinin nasıl bir elit oluşumuna tanıklık ettiği ve çatışan elit sektörlerinin nasıl yapılandıkları gerçekten verimli bir çalışma alanı olarak siyaset bilimcilerin ve sosyologların önünde bir görev olarak durmaktadır. Meritokrasinin yerini partizanlığa ve nepotizme bıraktığı bir devlet yapılanmasının 21. yüzyılın eşiğindeki Türkiye için gerek demokrasi kültürünün yerleşmesi açısından, gerekse etkin ve tarafsız devlet yönetimi açısından ne anlama geleceği ayrıca tartışılmayı beklemektedir. İlk bakışta eğitimin ve liyakatın yeterli olduğunun düşünüldüğü bir yönetim anlayışının yerine, ayrımcılığın ve kayırmacılığın girmiş olması şüphesiz yönetim bilimi/sosyolojisi açısından da önem taşımaktadır. Tamamen liyakat kriterlerini dışarıda bırakmasa da, bu süreçte liyakat ölçütleri ile particiliğin ve hemşehriciliğin iç içe geçtiğini söylemek mümkündür. Ancak bu noktada, sorunu siyaset etiği açısından değil, iktidar sosyolojisi açısından kavramsallaştırmaya çalıştığımız için betimleyici bir bilgiyi tercih ediyoruz.
Üst-kurul başkan ve üyelerinin mezun oldukları okullar itibariyle farklı okul ve bölümlerden geldikleri göze batmaktadır. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Gazi Üniversitesi, Ankara Hukuk Fakültesi gibi fakülteler başta olmak üzere artan bir biçimde Anadolu’nun diğer üniversitelerinden de Konya Selçuk, Marmara Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, ve Karadeniz Teknik Üniversitesi mezunların öne çıktını söyleyebiliriz. Ancak buna karşın coğrafi dağılıma kıyasla, okulların dağılımın çok daha yaygın olduğunu ve belirgin bir çoğulculuğu barındırdığını söylemek mümkün görünmektedir.
Müsteşarlara geldiğimizde ise tablo ana hatlarıyla radikal bir biçimde değişmemektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı müsteşarları ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarları İsmail Yılmaz, Vedat Mirmahmutoğulları ve Selahattin Çimen Sivas doğumludurlar. Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müsteşarları Trabzon doğumludurlar (Fatih Kasırga, Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu ve Mustafa Gür). Aynı şekilde müsteşar yardımcısı Nihat Tosun da Trabzon doğumludur. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı müsteşar yardımcıları Bahri Mancar ve Sefer Bakır ise sırasıyla Bartın ve Rize doğumludurlar. Denizcilik Müsteşarı Hasan Naiboğlu da Rize doğumludur. Müsteşar yardımcılarının geri kalanı ise Kayseri, Yozgat, Konya, Ankara, Gaziantep, Erzincan ve Elazığ illeri arasında dağılım göstermektedir. Bu iller dikkat edildiğinde üst-bürokrasi seçkinlerinin kompozisyonuna etki eden değişkenin merkez sağın güçlü olduğu iller olduğu açıkça görülebilir. Yine aynı şekilde bu üst kurullarda görevlendirilen/atanan bürokratların en temel özelliği hemen hepsinin erkek olmasıdır. Üst-kurul başkanlığı ve yardımcılığı bir yana üyelik konusunda bile atamalar erkek-merkezlidir, ve tek kadın üst-kurul üyesi RTÜK üyesi olan Hülya Alp’tir. Bu genel eğilimler bize Doğu ve Orta Karadeniz’in yanı sıra Orta ve Doğu İç Anadolu bölgelerinin aşırı temsil edildiğini ve bu temsilin muhafazakar sağ AKP hükümetinin yaptığı atamalarla örtüştüğünü göstermektedir. Ezici erkek ağırlığı hem bölgesel hem de siyasal-kültürel olarak kadınların temsil olanağı bulamamasını bir ölçüde açıklamaktadır. 1970’lerden itibaren başlayan bir sürecin sonucu olarak üst-düzey Türk bürokrasisinin ana hatlarıyla muhafazakar, erkek ve bölgesel olarak konsantre sayılabilecek illerden geldiğine işaret etmektedir bu veriler.

4. 3. İş Dünyası, Ekonomik Seçkinler ve Parlamento
Türkiye’de ulusal ve yerel düzeyde iktidar analizleri çalışmalarının en ilginç ve aynı zamanda güç olduğu alanlarından biri iş dünyası ile siyaset dünyası arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır. Yukarıdaki bölümlerde de tartıştığımız üzere Pareto’dan Moore’a Mills’ten Domhoff’a Dogan’dan Dahl’a kadar pek çok sosyolog ve siyaset bilimcinin iktidar matrisleri analizinde en fazla öne çıkardıkları ilişkilerden biri sınıflarla iktidar arasında özelikle de siyasal iktidar arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır. Her ne kadar sınıf, siyaset ve seçkinler arasındaki ilişkilerin niteliği konusunda yaklaşımlar ve ortya çıkan sonuçlar politik pozisyonlar ve ülkelerin kendi yapısal/dönemsel karakteristiklerine göre farklılaşmakta da olsa, ortak özellikleri ekonomik alan ile politik alan arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır. Bu çerçeve ortaya atılmış yaklaşımların birebir Türkiye koşullarına uygulanması çok da anlamlı görünmemektedir. Zira gerek kapitalizmin gelişme güzergâhları ve sınıf oluşumları, gerekse devlet ve sınıflar arasındaki ilişkiler farklılaşmaktadır. Buna ek olarak devlet gelenekleri, siyasal sistem, seçimler ve anayasal kurumlar arasındaki farklılıklar da siyasal seçkinler ve ekonomik seçkinler arasındaki farklılıkların azımsanamayacak ölçekte olduğunu göstermektedir bize. Dolayısıyla farklı kuramsal/politik yaklaşımlar ile farklı ülke deneyimlerinin katkılarını göz ardı etmeksizin, Türkiye siyasetine –yerel ve ulusal düzeylerde- nasıl etki/nüfuz ettiğini ortaya çıkarabilmek gerekir.
Bu tür bir etkinin ortaya çıkarılabilmesi için iki düzeyde ekonomi-siyaset ilişkisinin izlenmesi gerekir. Bunlardan birincisi doğrudan işadamlarının kişisel olarak yerel ve ulusal düzeyde siyasete nasıl etkide bulunduklarını TBMM’ye seçilip seçilmediklerini; ekonomik faaliyetlerini büyütülmesinde ya da korunmasında siyaseti bir araç olarak kullanıp kullanmadıklarını; siyasetçilerle nasıl ilişkiye girdiklerini araştıran bir eksene oturacaktır. Bu kategoriye büyük ölçekli işadamları girebileceği gibi yerel düzeyde gelişme eğilimi gösteren sanayicileri, müteahhitleri vb. içerebilir. İkincisi ise doğrudan iş adamlarını değil, fakat onların meslek kuruluşlarını yerel ve ulusal düzeyde örgütlenen işadamları derneklerinin ve vakıflarının vb. siyasal hayata nasıl etki yaptıklarının gözlemlenmesidir. Türkiye’de ekonomi ve siyaset dünyası üzerinde etkili olan kuruluşların tarihi çok da geri tarihlere dayanmaz. TOBB ve TÜSİAD gibi 1950’de ve 1971’de kurulan örgütlerin etkinlik kazanmaya başladıkları tarihler görece yenidir. Ancak buna karşın gerek TOBB gibi Türkiye’nin dört bir yanında örgütlenmiş olan ve başkanları aracılığıyla Türkiye siyasetine etkide bulunmuş örgütler olsun, gerekse TÜSİAD gibi zaman zaman hükümetlerle çatışan ve 1977 seçimleri öncesinde siyasal etkisini en üst düzeye çıkaran büyük işadamlarının örgütleri olsun, Türk siyaseti üzerinde oldukça pek çok kanal aracılığıyla etkili hale gelmişlerdir. Yakın tarihte TOBB başkanlığı da yapmış olupta TBMM’de siyasete girmeyen seçkin neredeyse yok gibidir. Necmettin Erbakan, Mehmet Yazar (Kayseri), Ersin Faralyalı, Ali Coşkun (Erzincan-Kemaliye) ve Yalım Erez (Muğla-Van)’i saymak gerekir. Bunun yanı sıra Rona Yırcalı (Balıkesir) ve Fuat Miras (Trabzon-Sürmen) gibi TOBB eski başkanlarını da siyasetin dışında addetmemek gerekir.
Aynı şekilde TÜSİAD’da Türkiye siyasetine etkide bulunmuştur ancak TOBB temsilcilerine kıyasla bu etkinin daha dolaylı ve daha az sayıda üye ile siyasete girmişlerdir. Koç ailesi başta olmak üzere, Sabancı, Eczacıbaşı vb. ailelerin çoğu siyasete uzak durmuşlardır. Buna karşın Yesim Tekstil’in sahibi Cavit Çaglar gibi uzun yıllar merkez sağ siyasetin içinde yer almış olan isimler aynı zamanda TÜSİAD üyesi idiler. Buna karşın hatırlanacağı üzere Çağlar ve TÜSİAD arasında gerilim yaşanmış ve Çağlar’ın üyeliğine karşı itirazlar yükselmiştir. Buradan da anlaşıldığı üzere TÜSİAD üyeleri doğrudan siyasete taraf olmak yerine dolaylı etkiyi tercih edebilmekte, ve en azından geniş ailelere sahip holding ailelerinin görece daha az ekonomik yaşama adanmış üyelerinin siyasete girmesine/parti üyeliğine ştşraz edilmemektedir. Bununla birlikte 2008 yılı başlarına kadar 22. dönem TBBM’de milletvekili olarak görev almamakla birlikte AKP’nin AB ile ilişkilerinin şekillendirilmesinde aktif rol oynayan Cüneyd Zapsu siyasetle Azizler holdingin de bir ortağı olarak ilgilenmiştir.
Aşağıda, bir yandan endüstriyel olarak Türkiye’nin ihracatına katkıda bulunan illerde yürüttüğümüz görüşmelerden çıkan sonuçlara, diğer yandan da alanla ilgili olarak ulusal düzeydeki verilere dayanarak çıkarsadığımız sonuçlara bakarak şöyle bir tabloyla karşılaşmaktayız. 22. ve 23. Dönem TBMM’de AKP hükümetlerinin önemli bir özelliği yukarıda sıraladığımız hem doğrudan işadamı-siyasetçi tipolojisine, hem de meslek odaları temsilcisi-siyasetçi tipolojisine açık olduğunu gözlemlemekteyiz. Bunu ulusal düzeyde etkinlik gösteren işadamları kadar, yerel düzeyde işadamı dernek ve meslek odalarının temsilciliklerinden de çıkarsamak mümkündür. Gaziantep, Urfa, Kayseri ve Denizli’de yürüttüğümüz Sanayi Odalarını, Ticaret Odalarını ve Organize Sanayi Bölge Müdürlüklerini de kapsayan şekilde yürüttüğümüz mülakatların da işaret ettiği üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi iş adamı seçkinlerin beklentilerini yönlendirdikleri tek parti olarak karşımıza çıkmaktadır. TOBB ve benzeri işadamı örgütlerinden AKP’ye siyasetçi olarak bu oranda yüksek katılımın nedenlerinden birinin AKP’nin merkez-sağda oluşan boşluğu doldurmaya aday olduğunu söylemsel olarak da ifade etmesine bağlanabilir. Bu durumda diğer merkez-sağ partilerin ekonomik büyümeye ilişkin ikna edici bir siyasetlerinin olmadığını düşünen iş dünyasının temsilcilerinin AKP’ye yönelmiş olabilecekleri söylenebilir. Özellikle 22. dönemden başlayarak TOBB eski Başkanı Ali Coşkun (1986-1990), denizcilik sektöründen Cengiz Kaptanoğlu, ekonomist Muharrem Karslı, Hasan Angı gibi isimler etkili olmuşlardır. Aynı süreklilik 23. dönemde de devam etmiş ve ASO başkanı Zafer Çağlayan başta olmak üzere, Malatya milletvekili Mahmut Mücahit Fındıklı, Konya milletvekili Mustafa Kabakçı, Bursa milletvekili Ali Koyuncu, Denizli milletvekili Mehmet Yüksel işadamları olarak; Yusuf Ziya İbreç ise akademisyen-danışman olarak TOBB’a bağlı odalardan TBMM’ye girmişlerdir.
Buna ek olarak Refah Partisi ve ardından AKP ile daha yakın ilişkilerinin olacağı düşünülen MÜSİAD’tan da önemli sayıda sanayici ve işadamının AKP ile organik bağlarının bulunduğunu gözlemlemekteyiz. Bu çerçevede MÜSİAD eski başkanı Bayram Ali Bayramoğlu Rize milletvekili olarak, Malatya MÜSİAD şube başkanı Ali Osman Başkart 22. dönemde, Mahmut Dede Nevşehir milletveili olarak, Mehmet Erdoğan 23. dönemde MÜSİAD Gaziantep eski şube başkanı, Vahit Kiler Bitlis milletvekili olarak, ve Uzer Tekstil sahibi Ahmet Uzer de Gaziantep milletvekili olarak TBMM’ye girmişlerdir. Bu listeye ek olarak dönemde iş adamı ya da özel sektör şirket üst düzey yöneticisi olan AKP milletvekilleri arasında Atilla Başoğlu, Ziyattin Yağcı, Halil Aydoğan, Fikret Badazalı, Mevlüt Çavuşoğlu, Ahmet Rıza Acar, Mehmet Ali Süçin, Egemen Bağış, Mehmet Sait Armağan, Şaban Dişli, Yekta Haydaroğlu gibi isimleri de sıralamamız gerekir. Yukarıda adını sıraladığımız siyasetçilerin çokluğu yine de bize ekonomik yaşamdan doğrudan siyasal yaşama geçişi tercih eden seçkinlerin sayısının yüksek olduğunu düşündürmemelidir. TBMM’de temsil edilmenin kurumsallaşmış iş adamı seçkinler için sağlayacağı faydalar sanıldığı kadar çok değildir, zira iş adamı seçkinler zaten toplumda belli bir saygınlık ve tanınmışlık derecesine sahiptirler.Ayrıca gerek kendi kişisel ekonomik işeri gerekse sektörel ve yerel gereksinimler konusunda da, yerel siyasetçilere, TBMM’ye ve hükümete ulaşmak konusunda çok da aciz oldukları söylenemez.

Yüklə 0,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin