TüRKİye diyanet vakfi 5 İSLÂm ansiklopediSİ (29) 5



Yüklə 1,64 Mb.
səhifə3/50
tarix17.11.2018
ölçüsü1,64 Mb.
#83072
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50

MEKTEP

İslâm ülkelerinde ve özellikle Osmanlılar'da çocuklara temel eğitimin verildiği yer.

Sözlükte "yazmak" anlamındaki ketb kökünden mekân ismi olan mekteb (ço­ğulu mekâtib) "okul" demektir; daha çok mektebe şeklinde kütüphane için de kullanılır. Araplar okula küttâb da demişler­dir. Fakat dil âlimi Müberred küttâbın "öğrenim gören çocuklar" (sıbyan) mâna­sına geldiğini söyler ve öğretim yapılan yere bu adın verilmesini yanlış kabul eder 6Ancak Hz. Peygamber devrinden beri okuma yazma veya Kur'an öğretilen okullara küttâb de­nilmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren mektep kelimesi, geniş anlamda ve bugünkü okul karşılığında hemen hemen bütün eğitim kurumlarının başına getirilerek kullanıl­mıştır. Ayrıca İslâm dünyasında mektep kelimesinin "branş" (mekteb-i felsefe), "ekol" 7 "tâlim" fmekteb-i İslâm "büro" (mektebü'l-berîd), "ajans" (mektebü'l-enbâ) ve "ticarethane" mânalarına geldiği de bilinmektedir.

Tarihte bilinen en eski mekteplere ya­zının icat edildiği Mezopotamya'da rast­lanır. Burada öğrencilerin oturması için taştan veya kerpiçten sıraları olan bina kalıntıları bulunmuştur. Sümer ve Akkad-lar'da "edubba" (tablet evi) denilen mek­tepler mabede bitişik yapılır ve dersler din adamları tarafından verilirdi. Çivi ya­zılı belgelerde bu okulların öğretim me­totları ve düzeyi, öğrenci -öğretmen, veli -öğretmen ilişkileri gibi değişik konular hakkında çeşitli bilgiler yer almaktadır.8

Göçebe hayatı yaşayan toplumlarda sa­bit mektep yapmanın imkânsızlığından dolayı tarihte Araplar genellikle ümmî bir toplum olarak tanınmıştır. Câhiliye döne­minde Mekke ve Medine gibi şehirlerde okuma yazma Öğreten okulların varlığı hakkında bilgi mevcut değildir. Belâzürî Araplar'da yazının gelişimi üzerine bilgi verir ve Kureyş"te okuma yazma bilen on yedi kişinin adını sayar. 9Medine'de de Araplar'dan okuyup yazan kimselerin sayısı azdı; bu arada biryahudinin Arap yazısını bildiği ve Medineli ço­cuklara öğrettiği rivayet edilir.10 Hicretten sonra burada konu­mu pek belli olmamakla beraber bir mek­tep müessesesinin varlığı açıkça görül­mektedir. Hz. Peygamber'in, Bedir esirle­rinden her okuma yazma bileni bunu on müslüman çocuğuna öğretmesi karşılı­ğında serbest bıraktığı bilinmektedir. Buradan bir veya birkaç sınıflı bir okulun oluşturulduğu ortaya çıkmakta ve Ali b. Muhammed el-Huzâî bunu kâfir bir öğ­retmenin müslüman çocuklara ders ver­mesi olarak değerlendirmektedir. 11Vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sabit de bu okulun öğrencilerindendi.12 Buhârî'-nin bir rivayetine göre Ümmü Seleme, bir küttâb mualliminden kendisine yün dit­mede yardım edecek birkaç çocuk göndermesini ve onların hürlerden olmama­sını ister. 13Bu rivayetten hür, köle veya azatlı çocuklarının birlikte öğrenim gördükleri anlaşılmaktadır. Bu du­rum, yakın yıllara kadar dünyanın bazı ül­kelerindeki devlet okullarında siyah-be­yaz ayırımı yapılmasıyla kıyaslandığında ayrı bir önem kazanır.

Hulefâ-yi Râşidîn devrinde ve özellikle Hz. Ömer zamanında bu tür okullar yay­gınlaşmıştır: onun getirdiği yenilikler ara­sında mektep tesisi ve muallimlere maaş bağlanması da sayılmaktadır.14 Bazı rivayetler de bu dönemde okulların varlığına ışık tutmaktadır. Meselâ Ebû Hüreyre'nin bir küttâb muallimine uğra­yarak ondan önem verdiği bir konuyu an­latmak İçin çocukları toplamasını isteme­si ve toplanan çocukların gürültü yapma­maları için ikaz edilmeleri tam bir okul veya sınıf manzarası çizmektedir.15 Abdullah b. Ömer'in de mektep çocuklarına selâm verdiği ri­vayet edilir.16 Emevî ve Abbasî devirlerinde mek­tepler gelişerek devam etmiştir. 105 (723) yılında vefat eden Dahhâk b. Müzâhim'in Kûfe'de 3000 civarında çocuğun okuduğu büyük bir mektep inşa ettirip burada fahrî öğretmenlik yaptığı bilin­mektedir.17 Emevî Valisi Haccâc b. Yûsuf es-Sekafînin de gençliğinde Tâif'te öğretmen (müktib) olarak çalıştığı nakledilir.18

Mekteplerin hepsinin ilk dönemlerden itibaren özel bir binaya sahip olmadığı şüphesizdir; genellikle hocalar mahalle­nin mescidinde bir ders halkası kurarlar­dı. Ancak erken sayılabilecek bir devirde camilerin yanında müstakil mekteplerin yapıldığını söylemek mümkündür. Çocuk­lar mektepte okuma yazma öğrendikten ve Kur'an'ı hatmettikten sonra daha İle­ri seviye derslerine mescidlerde devam ederlerdi. Mektebe giden çocuklar yanla­rında yazı yazacakları bir levha götürür­ler ve bunu temizlemek için su dolu bir kaba daldırıp bir bezle silerlerdi. Bu su si­linen yazılara hürmeten deniz, kuyu veya bir akarsuya ya da çiğnenmeyecek şekil­de temiz bir çukura dökülürdü.

Ders müfredatında genellikle okuma yazma, gramer, Kur'an, hadis, şiir ve ma­tematik bulunur, program daha çok Kur-an etrafında şekillendirilirdi. Yazı alıştır­malarında günümüz okullarındaki fişleri andıracak şekilde bazı Kur'an âyetleri kullanılırdı. Ancak âyetlerin tahrifinden korkulduğu ve lafza-i celâlin silinmesi çir­kin görüldüğü için bazı şiirlerle güzel söz­ler de bu maksatla kullanılmıştır. Genel­de mektepler okuma yazma ve Kur'an eğitimi verenlerle dil vb. hususlar üzeri­ne eğitim verenler olmak üzere ikiye ayrı­lıyordu 19Mektep­lerin eğitim tarihi açısından erken sayı­lacak bir dönemde çok ileri birtakım me­totlar geliştirdiği görülmektedir. Meselâ günümüzdeki zekâ testi sonuçlarına gö­re eğitim verilmesi gibi öğrencilere zekâ ve kabiliyetlerine göre ders veriliyor, öğ­renciyi henüz tahsil hayatının başında iken bıkkınlığa ve ümitsizliğe düşürme­meye gayret gösteriliyordu. Başarılı olan öğrencilere caddelerde resmigeçit yaptı­rılır ve üzerlerine badem vb. atılarak öğrenciler ödüllendirilirdi.

Mektep muallimliği bir dönem için hor­lanmıştır. Bunda bir kısmının bilgilerinin sathîliği, bir kısmının savaştan kaçma gibi sebeplerle bu mesleğe girmesi, bir kıs­mının da çocuksu davranışlar sergilemesi rol oynamıştır. Adam Mez muallimlerin horlanmasında Yunan menşeli rivayetle­rin etkisinin bulunduğunu, çünkü onla­rın öğretmeni gülünç şahsiyetlerden biri saydığını söyler.20 Fıkıh âlimleri her dönemde görü­len. Öğrenci-Öğretmen ilişkilerindeki bazı problemler konusunda görüş bildirmiş­lerdir. Meselâ kendisi de öğrenimine bir küttâbda başlayan İmam Şafiî, öğretme­nin talebesini te'dib için dövmesi ve ölü­müne sebep olması halinde diyet ödeme­si gerektiğinden söz eder.21 Abdülkerîm b. Muhammed er-Râfiî el-Kazvînî'nin bir rivayetine göre Hz. Pey­gamber, Allah Teâlâ'nın kıyamet gününde yüzlerine bakmayacağı, tezkiye etmeye­ceği ve horlayıcı bir azaba sokacağı üç sı­nıf İnsanın ilki olarak yetim çocuğa gücü­nün yetmeyeceği ödevler vererek onu ezen küttâb muallimini sayar. 22Muallimlere öde­nen ücretler sınırlandırılmamış, çocuk velisinin malî gücüne bırakılmıştır. Hali­felerin, büyük devlet adamlarının ve bazı zenginlerin çocuklarına saray ve konak­larda ders veren müeddiplerin aldıkları ücretler çok yüksek olabiliyordu. Onlar İçin sıbyan muallimi tabiri kullanılmazdı. Sıbyan muallimlerinin ücretleri zaman za­man yetersiz kalmıştır. Meselâ Sicilya'da-ki mektep muallimlerinin çoğunun yılda 10 dinarı geçmeyen bir maaşla çalıştığı bilinmektedir.23

Mektepleri genellikle halifeler, sultan­lar, yüksek dereceli devlet memurları ve zenginler bina eder, öğrenim masrafları için vakıflar kurarlardı. Birçok yerde ye­timlere mahsus özel mekteplerin yapıl­dığı görülmektedir 24Kargaşa dönemlerinden mektepler de olumsuz etkilenmiştir. Taberi, 290 (903) yılı olaylarıyla ilgili olarak Karmatîler'in zulümleri arasında mekteplerdeki çocuk­ları öldürmelerini de sayar.25


Bibliyografya :

Lisânü'i-'Arab, "ktb" md.; Buhârî, "Diyât", 27; a.mlf., el-Edebü'l-müfred, Beyrut 1406/ 1986, s. 223; Şafiî, e(-Üm(nşr. M Zührîen-Nec-câr), Beyrut 1393, VI, 173; İbn Sa'rJ, et-Tabakât, VI, 301; İbn Ebû Şeybe, et-Muşannef[uşv Ke­mâl Yûsuf el-Hût), Riyad 1409/1989, VII, 498; Câhiz. el-Beyân ve't-tebytn, Kahire 1332,1], 92; Belâzürî, Fütûh (Fayda], s. 691-692, 694-695; Taberî. Târih, Beyrut 1407/1987, V, 646; İbn Ebû Hatim, el-Cerh ue'L-ta'dİt, VIII, 134; Nec-meddin en-Nesefî. el-Kand fi zikri 'utema'i Se-merkand (nşr. Nazar Muhammed el-Fâryâbî). Riyad 1412/1991, s. 148; Abdülkerîm b, Mu­hammed er-Râfil, et-Tedüîn fi ahbâ'rl Kazuîn (nşr. Azîzullah el-Utâridîj, Beyrut 1408/1987, II, 127; İbn Kesir. çl-Bidâyç ue'n-nı/ıâyefnşr. Ah­med Ebû Mülhim v.dğr.), Beyrut 1987, XI, 102; XIV, 81, 158; Ali b. Muhammed el-Huzâî, Tahrî-cü'd-delâlâti's-sem'İyy e{nşr. Ahmed M. EbûSe-lâme), Kahire 1401/1981, s. 70-72; İbn Hacer, Fethu'i-bârî (Hatîb), XII, 253; Şiblî Nu'mânî. İs­lâm Tarihi: SactrCt'i-İslâm(trc. Ömer Rıza |Doğ-rul|), İstanbul 1347/1928, s. 514; Adam Mez, el-Hadâretü'!-i$lâmiyye{Uc. M. Abdülhâdî Ebû Rîdej, Kahire 1366/1947, 1, 260; E. Chiera. Kil­den Hitaplar (trc Ali Muzaffer Dinçol), İstanbul 1964, s. 95 vd.; Ahmed Çelebi, İslâtnda Eğitim -Öğretlm Târihi (trc. Ali Yardım), İstanbul, ts. (Damla Yayınevi), s. 36 vd., 42, 43, 44,49, 218 vd., 241, 306; Saîd İsmail Ali, Me'âhidü't-ta'lî-mi'l-İslâmî, Kahire 1978, s. 77 vd.; Hitti. İslâm Tarihi, II, 627 vd.; G. Makdİsi. The Rise of Col-leges, Edinburgh 1981, s. 19; Abdülhay el-Ket-tânî, et-Terâübü'l-idâriyye (Özel), III, 106 vd.; S. N. Kramer, Tarih Sümer'de Başlar (trc. Muazzez İlmiye Çığ), Ankara 1990, s. 1 vd.; J. M Landau, "Kuttâb", Ei2 (İng.), V, 567 vd. Nebi Bozkurt



Osmanlılar'da Mektep.

Abbasîler dev­rinde "küttâb" adıyla anılan mekteplere Karahanlılar veya Selçuklularda "sıbyan mektebi" denildiği ve Osmanlılar'da da bu ismin kullanıldığı belirtilir. Osmanlılar zamanla bu tip mektepleri "dârütta'lîm, dârülilm, muallimhâne. mahalle mekte­bi, taş mektep, mekteb-i ibtidâiyye" gibi adlarla da anmışlardır. Bu mekteplerin hocalarına "muallim", yardımcılarına "kal­fa" (halife) denilmiştir. Osmanlılar'da XIX. yüzyılda mektep kelimesi bütün öğretim kurumlarını içine alacak bir genişlik ka­zanmış, hatta fakültelerin adında bile yer almıştır.

Genel olarak Kur'ân-ı Kerîm öğrenimi etrafında toplanan program İslâm dün­yasının değişik ülkelerinde farklı şekiller arzeder. Mağrib'de (Batı Afrika) Kur'an tilâvetine hasredilen program Endülüs'­te Kur'an tilâveti, Arap grameri, kompo­zisyon, şiir ve güzel yazıya; Kuzey Afrika'­da Kur'an tilâveti, hadis ve dinî bilgilerle yazıya; Meşrik'ta Kur'an tilâveti, dinî bil­giler, şiir, büyük şahsiyetlerin sözleri, sâ-lih kişilerin hikâyeleri, beili seviyede Arap dili ve bazı hesap bilgilerinin öğretilme­sine dayanıyordu.

Osmanlı sıbyan mekteplerinin program­ları başlangıçtan 1924 yılına kadar çeşitli değişiklik ve gelişmeler göstermiştir. Fâ­tih Sultan Mehmed, İstanbul'da kurdu­ğu ilk dârütta'lîmin vakfiyesinde "ta'lîm-i kelâm-ı kadîm ve Kur'ân-ı azîm" okunma­sını şart koşmuştu. II. Bayezid, İstanbul'­daki külliyesine ait vakfiyesinde sıbyan mektebinin programını da vermektedir. Buna göre muallimhâneye tayin edilecek muallim ve halife çocuklara Kur'an oku­mayı ve bazı ilmihal bilgilerini öğrete­cektir.

Daha sonra programa yeni dersler ilâve edilmiştir, i. Mahmud'un İS Şevval 1152 26 tarihli vakfiyesinde mual­limhâneye bir de hat hocasının tayin edil­diği görülmektedir. Yine I. Mahmud'un annesi tarafından Galata'da yaptırılan mektebin vakfiyesinde "fenn-i kitabette mahareti müsellem ve ta'lîm-i meşk-i hatta âlim bir kimesne hâce-i meşk olup" denildiği gibi I. Abdülhamid vakfiyesinde de "bir hattat üstat" ifadesi yer almakta­dır. Aynı padişahın 1195'te (1781) tesis ettiği Babıâli'deki Hamidiye Mektebi'nde Arapça ve Farsça da programa alınmıştı. II. Mahmud tarafından 1824'te çıkarılan ta'lîm-i sıbyan hakkındaki fermanda ise öncelikle zaruri dinî bilgilerin öğretilmesi şart koşulmuş ve program şöyle tesbit edilmişti: Mektep hocaları çocukları iyi bir şekilde okutup onlara Kur'an tâlim etti­recekler, ardından çocukların İstidadına göre tecvid, ilmihal okutacaklar. İslâm'ın şartlarını ve dinî kaideleri öğreteceklerdi.

Tanzimat'ın iiânından bir müddet önce 1838'de Umûr-i Nâfia Meclisi'nde mek­tepler için hazırlanan bir lâyihada mek­tepler küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayrıldı. Küçük mahalle mekteplerinde Kur'an öğretilmesi, camilerin yanındaki büyük mekteplerde ise (sınıf-ı sânî) kulak dolgunluğu olması için Türkçe inşâ, Tuh-ie-i Vehbî, Nuhbe-i Vehbi, Sübha-i Sıbyân gibi lugatlarla Birgivî'nin Risâ-Je'si gibi kitaplar, ahlâk risaleleri okutul­ması, hat ve kitabet Öğretilmesi kararlaş­tırıldı. Ardından bu lâyiha Dâr-ı Şûrâ-yı Babıâli'de ve Meclis-i Ahkâm-i Adliyye'de bazı değişikliklere uğradı, sarf ve nahiv dersleri de programa dahil edilerek bu mekteplere rüşdiye adı verildi. Tanzi­mat'ın ilânı arefesinde söz konusu mek­teplerde elifbadan başlamak üzere Kur-'an, yazı. ilmihal, hesap okutulurken prog­rama sonraları tarih ve coğrafya da ilâve edilmiştir.

1846'da dört yıllık eğitim veren sıbyan mekteplerinde elifba, Kur'an, ilmihal, tecvid, Türkçe, muhtasar "ahlâk-ı mem-dûha" risaleleri okutuluyor, lügat, sülüs ve nesih yazılar öğretiliyordu. Tanzimat'­tan sonra üç yıllık mekteb-i ibtidâî ola­rak faaliyet gösteren bu okulların prog­ramlan elifba, Kur'ân-ı Kerîm, tecvid, il­mihal, ahlâk, sarf-ı Osmânî. imlâ, kıraat, müiahhas târîh-i Osmânî, muhtasar coğ-rafya-yı Osmânî, hesap ve hüsn-i hattan oluşmaktaydı.

1847'de ilk ve orta öğretimin işlerini yürütmek üzere Mekâtib-i Umûmiyye Ne­zâreti kurularak başına Sahaflar Şeyhizâ-de Esad Efendi getirildi ve sıbyan mek-tepleriyie rüşdiyeler ıslah edildi. 20 Nisan 1857'de bu nezâret müsteşarlığa dönüş­tü. 10 Şubat 1864'te Mekâtib-i Sıbyân-ı Müslime kuruldu. 1882'de bu daire Me­kâtib-i İbtidâiyye adını aldı.

Mekteplerin İlk örneği olan küttâblar-da sadece erkek çocuklar öğrenim görür­ken Osmanlılar devrinde kız çocuklarının da erkek çocuklarla birlikte bu ilk mek­teplere devam etmesi dikkati çeker. Bu­nunla beraber sadece erkek veya kız ço­cuklarına ait sıbyan mektepleri de vardı. Sıbyan mektepleri hocalarına dair 1847 tarihli talimatta karışık mekteplerde kiz ve erkek çocukların yan yana oturtulma-masi tavsiye edildi. 1858 tarihli bir sadâ­ret tezkiresinde Maarif Nezâreti'nce Sul­tanahmet civarındaki yirmi altı sıbyan mektebinde kız ve erkek öğrencilerin bir­birinden ayrılması istenmektedir.

Sumerler'de öğrencilerin sıralara, eski Yunan'da iskemlelere oturmalarına kar­şılık İslâm mekteplerinde öğrenciler hal­kalar oluşturarak yere otururdu. Yahudi, Mısır, Bizans ve Japon mekteplerinde de öğrencilerin yere oturduğu bilinmektedir. Sıbyan mekteplerine başlama yaşı dört-altı arasında olurdu. Anadolu'da çocuklar

daha ziyade dört yaşında okula verilirken İstanbul'da beş-altı yaşlarında okula baş­lanırdı. Tanzimat'tan önce çocuklara bir sanata verilmeden Kur'an ve ilmihal öğ­retilmesi emredildiği halde 1846'da ya­yımlanan bir talimatla dört-beş yaşındaki çocukların ebeveynlerinin rızası ile okula gönderileceği, altı yaşını bitiren çocukla­rını sıbyan mektebine göndermeyenle-rin ise cezalandırılacağı bildirilmektedir. 1868 tarihli bir tebliğde herkesin altı yaşındaki çocuğunu okula göndermeye mecbur edildiği görülmektedir.

Sıbyan mekteplerinin tahsil müddeti 1846 tarihli tezkirede dört yıl olarak be­lirlenmiştir. 1869 tarihli Maârif-i Umû­miyye Nizamnâmesi'nde de bu müddet muhafaza edilmiş ve mektebe devam mecburiyeti yaşı erkek çocuklar için yedi, kız çocuklar için altı olarak belirlenmiştir.

Sıbyan mekteplerinin hocaları umumi­yetle medrese mezunu olup cami ve mes-cidlerde imam-hatiplik veya müezzinlik yapan kimselerdi. Kız çocuklarına mahsus mekteplerin hocaları ise Kur'an bilen, Sübha-i Sıbyân ve Tuhfe-i Vehbî gibi risaleleri okumuş yaşlı kadınlardı. II. Mah-mud devrinde sıbyan mektebi hocaları medrese teşkilâtı içinde hususi bir tahsile tâbi tutulmaktaydı. 1868'de sıbyan mek­teplerine hoca yetiştirmek üzere İstanbul'da bir dârülmuallimîn-i sıbyân açıl­mış ve ertesi yıl hazırlanan Maârif-i Umû-miyye Nizamnâmesi'nde ancak bu okul­lardan mezun olanların sıbyan mekteple­rine hoca olabileceği belirtilmiştir. İl. Abdülhamid döneminde ibtidâî mekteple­rinin açılmasıyla sıbyan mektebi tabiri­nin yerini "mekâtib-i ibtidâiyye" almıştır. Bununla birlikte zamanımıza kadar ca­milerde çocuklara basit dinî bilgiler veri­len ve Kur'an okuma öğretilen yerlerin halk arasında sıbyan mektebi olarak ad­landırılması geleneği sürmüştür.

Bibliyografya :

Fatih Mehmed II Vakfiyeleri (Vakıflar Umum Müdürlüğü), Ankara 1938, s. 132; Su/tan/. Mahmud Vakfiyesi, VGMA, nr. 47 K., s. 129-132; Türkiye Maarif TarihU-tt, 82 vd.; Faik Re­şit Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesi­ne Tarihi Bir Bakış, Ankara 1964, s. 6-10, 38-41; Hasan Ali Koçer, Türkiye'de Modern Eğiti­min Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1974, tür.yer.; Ahmed Çelebi, İslâmda Eğitim-Öğretim Târihi (trc Ali Yardım|, İstanbul, ts. (Damla Yayınevi], s. 33 vd.; İbrahim Ateş. "Hayrı ve Sosyal Hiz­metler Açısından Vakıflar", VD,XV(1982), s.80; İbrahim Bozdemİr. Osmanlı Sıbyan Mekteple­rinde Eğitim ve Öğretim (yüksek lisans tezi, 1991). MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; M. Şakir Ülkütaşır, "Sıbyan Mektepleri", TK, sy. 33 (1965), s. 30-36; A. Turgut Kut, "İstanbul Sıbyan Mek-tepleriyle İlgili Bir Vesika", JTS, Ii (1978), s. 55-

84; R. Kardaş, "Sıbyan Mektepleri", TA, XXVIII, 509-510; Vedat Günyol, "Mektep", İA, VII, 655-658;Pakalın,H,452vd.; III, 201-203; J. M. Lan-dau, "Maktab", E/2(İng.}. VI, 196-197; Ali Akyıl-dız, "Maârif-i Umûmiye Nezâreti", DİA, XXVII. Cahit Baltacı

Mimari.

Sıbyan mektepleri çoğun­lukla tek odalı ahşap veya kagir yapılar­dır. Bir yanı sokak üzerine yerleştirilir, di­ğer cephesiyle çok defa küçük bir bahçeye açılırdı. Öğrencilerin su içme, tuvalet vb. İhtiyaçlarını karşılamak İçin gerekli olan çeşme, hela, depo gibi hizmet mekânları bahçe avlusuna uygun gelecek şekilde yerleştirilirdi. Bazı dershanelerin girişin­de küçük bir saçakla korunan, kiminde ise daha geniş, yarı açık bir derslik şek­linde olan, bazan bir seki halinde giriş önü mekânı bulunurdu. Dersler yazın bahçe­de veya eyvanda, kışın bir ocakla ısıtılan dershanede yapılırdı. Çoğunlukla kıbleye yönelik olarak inşa edilen mekteplerin açık veya kapalı kısımlarında ekseriya bir mihrap nişi bulunurdu. Dershaneye giri­lirken ayakkabılar çıkarılırdı. Pabuçluğun derslik İçinde yer aldığı durumlarda üze­rinde oturulan alanın döşeme seviyesi gi­rişe göre yükseltilmiş olurdu.

Kare veya dörtgen planlı olan dersha­nelerin bir duvarında ocak bulunur, me­kân alt ve üst pencerelerle yeterli düzey­de aydınlanırdı. Dershane boyutları, yap­tıran kişinin imkânlarına ve hizmet ge­reklerine göre büyüyüp küçülebilmekle beraber ortalama kenar uzunlukları 5-7,5 m. arasında değişmektedir. Dersha­nelerin duvarlarında kitap ve diğer ge­reçlerin saklandığı nişler de inşa edilirdi. Ders sırasında hoca minder üzerine, öğ­renciler ise bir halka oluşturarak yere, ge­nellikle hasır serilmiş döşemenin üstüne oturur, rahle üzerine konulan kitapları okurlardı. Bazı hatırlı öğrencilerin ince minderlere oturduğu da olurdu. Dersini vermek durumunda olan her öğrenci ho­canın veya yardımcısının önüne giderek hazırladığı bölümü okurdu.

İslâm dünyasında küttâb adıyia anılan mektepler yanında Memlükler devrinde Kahire'de yapılan ve "sebilküttâb" adıyla tanınan alt katı sebil, üst katı mektepten oluşan bir yapı tipi gelişmiş ve XIV. yüzyı­lın son çeyreğinden itibaren sayılan arta­rak devam etmiştir. Osmanlı hâkimiyetin­de de bu yapılar benimsenmiş ve Kahire'­de çok sayıda bu tip bina inşa edilmiştir.

Günümüze ulaşan en erken tarihli Os­manlı sıbyan mektebi binası Bursa'dadır. Yazlık bölüm olarak adlandırılan bir eyvanla ona bitişik kapalı bir dershaneden meydana gelen bu mektep, Sitti Ha-tun'un 864'te (1459-60) inşa edilen ca­misinin yakınında bulunmaktadır. Zen­gin taş bezemeli eyvan cephesiyle türü­nün seçkin bir örneği olan yapının açık ve kapalı dershaneden oluşan plan şeması birçok sıbyan mektebinde tekrar edil­miştir. Tek katlı olan bu tip mekteplerin üst örtüleri kagir veya ahşaptır. Kagir olanlarda eyvan kemerinin biçimi ve eyvanın önüne perçem gibi çıkan saçak (turne çatı) cepheyi zenginleştiren öğeler­dir. Bazı mekteplerde ahşap çatıların za­manla yok olduğu görülmekle birlikte İs­tanbul'da İskender Paşa Mektebi'nde ol­duğu gibi yıkılan çatının izleri cephelerde tesbit edilebilmektedir.

Sıbyan mektepleri bakımından en zen­gin şehir İstanbul'dur. Buradaki Haseki, Kara Ahmed Paşa (Topkapı) ve Rüstem Paşa (Üsküdar) mektepleri Sitti Hatun'un plan şemasınının ahşap çatılı örnekleri­dir. Yazlık dershanesi olan mekteplerde eyvan derslerin bahçeye açık olarak ya­pılmasına imkân veriyordu. Sıcak hava­larda eyvanların geniş saçakları Öğren­cileri güneşin yakıcı etkisinden korurdu; Haseki Mektebi bu anlayışa güzel bir ör­nektir.

XVI. yüzyıl boyunca kullanılan eyvanlı mektep tipinin kagir türüne örnek ola­rak İstanbul'da II. Bayezid, Ösküplü Yah­ya Paşa, İskender Paşa, Mihrimah Sultan (Üsküdar) mektepleri verilebilir. Günü­müzde Hakkı Tank Us Kütüphanesi olarak kullanılan II. Bayezid Mektebi'nde eyvan önünde yapı boyunca uzanan ahşap bir saçak bulunmaktadır. Bu önemli yapıda kubbeyle örtülen kapalı dershanenin plan ölçüleri 7,90 x 7.70 metredir. Yazlık ve kışlık dershaneli bir başka mektep Yeni-bahçe'deki Şah Hûban Hatun Mektebi'dir. Kapalı kısmı yaklaşık 6,7 x 6,7 m. ölçüle-rindeki bu mektepte de eyvanın ve ders­hanenin Önüne bütün yapının uzun ke­narı boyunca devam eden tek eğimli bir çatı yerleştirilmiştir. Süleymaniye Külliye­si içinde yer alan sıbyan mektebinde Mi­mar Sinan eyvan öğesini biraz değiştire­rek kullanmıştır. Kubbeyle örtülü giriş mekânı, güney ve batı yönlerine açılan kemerlerle eyvandan çok bir gölgelik (baldaken) niteliği almıştır. Bu alanın güneş­ten korunması için bahçeye açılan ke­merlerin önüne geniş saçaklar yapılmış­tır.

Osmanlı mekteplerinde dershaneler genellikle zeminden birkaç basamak yük­seltilerek rutubetten korunmuştur. Kub­be veya ahşap çatıyla örtülen bu yapıla­rın duvarları kagir veya ahşap iskeletli-dir. Kare plan XVI. yüzyılda yaygın olarak kullanılmıştır. Zeyrekteki Zenbilii Ali Ce-mâlî Efendi Mektebi tek kubbeyle örtü­len kare planlı mektep türünün yalın bir örneğidir. Yaklaşık 5,90 x 6,06 m. eba­dında olan dershanenin girişi Önünde sa­çakla korunan bir alan bulunmamakta­dır. İçinde Zenbilii Ali Cemâlî Efendi'nin kabrinin bulunduğu küçük avlu öğrenci­lerin ders aralarında dinlenebilmeleri için tasarlanmış olmalıdır.

Birçok kare planlı mektebin girişinde sütunlara oturan küçük kubbeli veya re-vakiı bir bölüm bulunmaktadır. Mimar Si­nan'ın eseri olan Sultan Selim Mektebi'-nin giriş saçağı yanlara doğru genişleye­rek giriş önünde gölgeli geniş alanlar sağ­lamaktaydı. Şehzade Mektebi'nin özgün giriş saçağının da benzer şekilde olduğu mektebin güney duvarı üzerinde mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Mimar Sinan, Süleymaniye ve Atik Valide külliyelerinin mekteplerinde dershane iç mekânını dik­dörtgen olacak şekilde genişletmiştir. Bu amaçla kubbenin yanına düz atkılı veya tonozlu bir birim eklenmiştir.

XV. yüzyıldan itibaren bazı mektepler zeminden iyice yükseltilmiştir. İstanbul Çemberlitaş'ta Atik Ali Paşa, Gebze'de Çoban Mustafa Paşa sıbyan mektepleri fevkani olarak nitelendirilen bu gruba gir­mektedir. XVII. yüzyılda yapılan Kuyucu Murad Paşa, Sultan Ahmed, Çinili (Üskü­dar) mektepleri de benzer düzenlemeye sahiptir. Zemin katta yer alan bir kapıdan girilen Kuyucu Murad Paşa Mektebi'nde dershaneye yapının içinden bir merdivenle ulaşılmaktadır. Çinili Mektebi'nde ise birinci kattaki dershaneye avludan üstü açık bir merdivenle çıkılmaktadır. Zemin­den yükseltilmiş mekteplerde dersha­neler genellikle kubbeyle örtülüdür. Bu grupta yer alan Sultan Ahmed Mektebi muhtemelen bir depremde kubbesi yıkıl­mış olduğundan şu anda ahşap çatılıdır. Fevkani mekteplerde musluk ve helalar dershanenin alt katında veya kat sahan­lığında yer almaktadır.

Mimar Sinan'ın sıbyan mektebi mima­risine büyük katkısı olmuştur. Nitekim İstanbul'da sebil -küttâb birleşimine sa­hip en erken uygulama onun eseridir. Ka-hire'de çok yaygın olan bu birleşimde ze­min katta sebil, üst katta mektep yer al­maktadır. Osmanlılar Mısır'ı aldıktan son­ra bu yapı tipiyle tanışınca benzerlerini İstanbul'da inşa etmişlerdir. Bu türün İstanbul'daki bilinen en erken örneği Mi­mar Sinan tarafından Divanyolu üzerin­de yapılmıştır. Mehmed Ağa Külliyesi'nin parçası olan sebil-küttâb, XIX. yüzyılda Divanyolu'nun genişletilmesi sırasında ye­nilendiğinden sebil ve üzerindeki mektep XVI. yüzyıl karakterini yitirmiştir.

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar sebebiyle XVII. yüzyıl­da mektep yapımının kısıtlandığı görül­mektedir. Bu dönemde inşa edilen tek katlı yapılara Ebülfazl Mahmud Efendi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve fevka­nilere Kuyucu Murad Paşa, Sultan Ah­med, Çinili, Divitçioğlu mektepleri örnek gösterilebilir.

XV. yüzyıldan XVII. yüzyılın sonlarına kadar sıbyan mektepleri klasik üslûpta yapılmıştır. Duvarları kesme taş veya al­maşık örgülüdür. Fazla bezemesi olmayan bu binalar yangın ve depremler, ihmaller, dikkatsiz onarımlardan zarar görmüş, öz­gün bezemeleri, ahşap tavan ve saçakları bakımsızlıktan yok olmuştur. Taş beze­meler nisbeten daha iyi korunmuştur. Bununla birlikte özgün ocak yaşmaklan, bacalar gibi ayrıntılar ender olarak günü­müze ulaşabilmiştir.

XVIII. yüzyıl yapılarında barok üslûbu önem kazanmıştır. Altına dükkânlar yer­leştirilen ve taş konsollar üzerinde yük­seltilen Amcazade Hüseyin Paşa Mektebi (1112/1700-1701) bu çağın habercisidir. Birçok mektep sebi! veya çeşme yapıları üzerinde yükseltilmiş, birinci katta ders­hane yanında küçük bir hoca odası oluşturulmuştur. Karaköy'de Kemankeş Mus­tafa Paşa Camii bitişiğindeki Reîsülküttâb İsmail Efendi (1145/1732-33), Ayasof-yaavlusundaki!. Mahmud (l 153/1740)ve Fmdıklfdaki Zevkî Kadın (1169/1755-56), Babıâli'deki Tersane Emini Hacı Yûsuf Efendi mekteplerinde dershane yanında veya koridor sonunda bir küçük mekân bulunmaktadır. Sütun başlıkları, ocaklar ve saçaklar barok üslûbundadır. Kornişler kirpi saçak şeklinde veya içbükey profilli­dir. Dershanelerin tonoz örtüleri dış küt­leye yansımakta ve yapının genel görü­nümünde önemli bir rol oynamaktadır. XVIII. yüzyılda çok tekrarlanan sebilküt-tâblara Seyyid Hasan Paşa (1158/1745), RecâiMehmed Efendi (1181/1767), Şah Sultan (Eyüp) Örnekleri verilebilir. Bu tip­te zemin katta sebil, helalar ve geçiş me­kânları yer almakta, birinci kata merdi­venlerle ulaşılmaktadır. Recâi Mehmed Efendi ve Şah Sultan mekteplerinde merdiven avludan üstü açık olarak yüksel­mektedir. Dershane genellikle dikdört­gen planlıdır ve aynalı veya tekne tonozla örtülüdür.

Bazı dershanelerde dikdörtgen planlı iç mekân biri küçük, diğeri büyük iki to­nozla örtülmüştür. Nitekim Fındıklfdaki Zevkî Kadın Mektebi'nin dershanesinin girişinde dar bir tonozla örtülen bir bö­lüm vardır. Girişten ana mekâna geçişte iki sütun ve onlara dayanan üç kemerle mekân içinde sıra kemerli (arcade/arkadlı) bir geçiş oluşturulmuştur. Benzer iç me­kân düzenlemeleri İstanbul'da XVIII. yüz­yıl Fener evlerinde de görülmektedir. Du­var örgüsü genellikle taştuğla almaşık­tır. Duvarların üst kesimlerinde kuş köşk­lerine yer verilmiştir. Duvar yüzeylerinde ve pencere alınlıklarında sıva ile yapılmış geometrik desenli kabartma derzlemefer mevcuttur.

XVIII. yüzyıl mekteplerinde dikdörtgen plan çok kullanılmıştır; Şebsafâ Kadın Ca­mii yanındaki mektep dershanesi köşe­leri pahlanmış dikdörtgen planıyla ilginç bir örnektir. 1201'de (1787) yapılan mek­tebin dershanesine küçük bir holden ge­çilerek ulaşılmaktadır. Hela dışta hol küt­lesine bitişik konumdadır. Plan ölçüleri yaklaşık S x 8 m. boyutlarındaki dersha­nenin üstü bir tonozla örtülmüştür. 1950'lerde Atatürk Bulvarı'nın açılması sırasın­da yol seviyesi yükseltildiğinden yapının çevresiyle olan ilişkileri değişikliğe uğra­mıştır. 1176'da (1762) yapılan Koca Râ-gıb Paşa Külliyesi içinde yer alan fevkanî mektep ise eşi olmayan bir iç mekân dü­zenine sahiptir. Dershanenin yaklaşık 5 x 6 m. ölçülerinde olan orta mekânının üstünü bir aynalı tonoz örtmektedir. Ke­merli sütunlarla orta mekân yanlara doğru açılmış, kullanılan alan iki kat bü­yütülerek 5 x 12 m. Ölçülerinde olan uzun bir derslik elde edilmiştir.

XIX. yüzyılda ıslahat hareketlerinin bir parçası olarak devlet tarafından askerî ve sivil okullar açılmış, eğitim Avrupa'dan alınan modellere göre biçimlenmeye baş­lamıştır. Geleneksel anlayışı yansıtan son mekteplerden birini II. Mahmud Cevrî Kalfa adına yaptırmıştır. 1819-1820'de Divanyolu üzerinde yükselen bu mektep zemin katındaki sebiller ve anıtsal tonoz örtüsüyle geç Osmanlı döneminin dikkat çekici bir uygulamasıdır.27 Osmanlı devri sıbyan mek­tepleri çocuklar için tasarlanmış bir yapı türünün özgün örneklerini oluşturmak­tadır.28

Bibliyografya :

Ayvansarâyî. Hadîkatü'l-cevâmi', 1,11, tür.yer.; Ayverdi, Osman/; Mi'mârîsİ I, s. 94, 454; a.mlf., a.e. l!l-IV,m, 103-107, 123-124; IV, 546, 782, 785, 861, 864; Özgönül Aksoy, Osmanlı Devri istanbul Sıbyan Mektepleri Üzerine Bir İncele­me, İstanbul 1968; Zeynep Ahunbay (Nayır), Os­manlı Mimarlığında Sultan Ahmet Külliyesi ue Sonrası (1609-1690), İstanbul 1975, s. 81, 163, 172, 177, 182, 190; a.mlf.. "Mimar Sinan'ın Eğitim Yapılan", Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşa­dığı Çağ ue Eserleri, İstanbul 1988, s. 279-287, 305-309; a.mlf.. "Cairene Sabil-kuttab and its Reinterpretation İn Ottoman Architecture", Art Turc /Turkish Art, 10th International Congress ofTurkish Art, Geneve 1999, s. 47-52; a.mlf., "Eyüp'teki Osmanlı Eğitim Yapıları ve Korun-malanyla İlgili Öneriler", IV. Eyüpsultan Sem­pozyumu: Tebliğler, İstanbul 2000, s. 132-141; a.mlf.. "The Architecture of Ottoman Primary Schools", International Congress on Learninğ and Education İn the Ottoman World, Pro-ceedings, İstanbul 2001, s. 89-99; Konyalı, Üs­küdar Tarihi, !l, 297-335; Yüksel Yoldaş Demir-canlı. İstanbul Mimarisi İçin Kaynak Olarak Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İstanbul 1989, s. 349-354; Haluk Sezgin, "Les maisons en pierre de Fener", Armos,Tlıessaloniki 1991, s. 1597-1629; Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Ta­rihi, İstanbul 1993,11,11-28; Turgut Kut, "İstan­bul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika", İs­tanbul Armağanı, İstanbul 1997, III, 347-374; Nihal Yöney Uluengin, Osmanlı Türk Sivil Mi­marisinde Pencere Açıklıklarının Gelişimi, İs­tanbul 1998, s. 41 -52; Ülkü Altınoluk. Binaların Yeniden Kullanımı, İstanbul 1998, s. 85, 88; M. Cerasi, Osman/ı Kenti (trc. Aslı Ataöv|. İstanbul 1999, s. 144-148; Semavi Eyice. "İstanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri, ili", TED, X-XI (1981), s. 212-222, 231, 233-238; a.mlf., "İstanbul [Tarihî Eserler]", İA, V/2, s. 1214/ 107-109; Necdet Sakaoğlu. "Sıbyan Mektep­leri", DBİst.A, VI, 546-547. A. Zeynep Ahunbay



Mektep İlâhisi ve Gülbangi.

Osmanlllar'da geleneksel olarak dört yıl dört ay dört gün veya beş yıl beş ay beş gün gibi kalıplaşmış rakamlarla belirlenen öğre­nime başlarja yaşına ulaşmış çocukların mektebe gitmeleri dolayısıyla düzenlenen törenlere "âmin alayı, bed'-i besmele ce­miyeti, mektep cemiyeti, dua cemiyeti" gibi adlar verilmiş, bu törenler sırasında okunan ilâhiler güfte mecmualarında "mektep ilâhisi" ismiyle kaydedilmiştir. Tören sonunda belü bir eda veya makam­la okunan duaya da "mektep gülbangi" denilir.

Âmin alayı töreni uğurlu sayılan pa­zartesi, perşembe veya kandil günlerine rastlatılır, o günün sabahı mahallenin bü­tün öğrencileri mektepte toplanır, ilâhi okuyacak öğrencilerle (ilâhi takımı) ilâhi­ler okunurken belirli yerlerinde yüksek sesle âmin diyecek olan diğer öğrenciler (âminciler) sıralanır, başlarına da ilâhici başı denen bir talebe geçerdi. Âmin alayı ilâhiler okuyarak mektepten okula yeni başlayacak çocuğun evine doğru yola çıkar, ilâhici başı bu sırada okunan ilâhileri ve alayı idare ederdi. Bu arada veliler ve mahalle sakinleri de alaya katılır, yol bo­yunca gittikçe artan kalabalık mektebe başlayacak olan çocuğun evinin önüne gelirdi.

Ailenin durumu müsaitse hoca, kalfası ve ilâhi okuyan birkaç öğrenci mahalle­den alaya katılanlarla birlikte evin selâm­lığına alınarak oturtulurdu. Rahlenin ba­şına geçen hoca çocuğu karşısına alır, besmele çektirir, "rabbiyessir..." duasını tekrarlatıp ilk ders olarak elif cüzünden elifbanın yer aldığı ilk sayfayı okutur, üç defa "rabbi zidnî ilmen" (yâ rabbi ilmimi arttır) âyetini söyletince hazır bulunanlar âmin derlerdi. Bir aşr-ı şerifin ardından ilâhiciler ilâhi okuduktan sonra hocanın mektep gülbangini çekmesi ve dua et­mesiyle törenin ilk safhası tamamlanır, hocaya ve öğrencisine hediyeleri verilir, davetlilere ikramda bulunulurdu. Ailenin sosyal durumuna göre bir âlim, şeyh ve­ya devlet adamı da törene davet edilirdi. Zengin aileler bazan diğer mekteplerin ilâhi takımlarını tutarlardı. Bu ilk törenin ardından yeni öğrenci erkek ise midilliye, kız İse faytona bindirilip ailesi de alaya ka­tılarak tekrar yola çıkılır ve yine ilâhiler okunup âminler çekilerek mektebe başla­yacak bir diğer çocuğun evine gidilir, aynı tören orada da tekrarlanırdı. Ailenin du­rumu evde tören yapmaya müsait değil­se öğrenci kapının önünde okunan ilâhi­ler ve dua ile mektebe uğurlanır, daha sonra ilk derste benzer bir tören yapılır­dı. Bir tekke mensubunun, özellikle şeyh ailesinden bir çocuğun mektebe başla­ması esnasında evlerde icra edilen törenler tekkede yapılır, alay tekkenin önünden geçerken dervişanın da katılmasıyla nev-beye çıkılarak sancaklarla alay karşılanır, bu sırada mazhar, halîle, kudüm gibi saz­lar eşliğinde nevbe vurulup ilâhiler okunurdu. Cemâleddin Server Revnakoğlu 1888'de Eyüp'te şahit olduğu bir nevbeyi aktarmaktadır.29

Mektebe başlama çağına gelmiş bü­tün çocuklar aynı şekilde evlerinden top­landıktan sonra âmin alayı büyük bir kala­balık halinde mektebe döner, avluda güf­tesi Şeyh Mehmed Bekrî'ye ait sabâ ma­kamındaki, "Kad fetehallâhu bi'l-mevâ-hib ve câe bi'n-nasri ve'l-meârib Ve es-beha'l-kevnü fî sürûrin ve fî emânin mine'l-metâib" (Allah kullarına nice nimetler vermiştir...) ilâhisi (şuğul) okunduktan son­ra hocanın çektiği gülbangin ardından merasim dua ile son bulur,30 talebeler sınıfa girerek derse başlanırdı.

Âmin alayı töreni hemen her yerde aynı şekilde olmakla birlikte küçük yerleşim birimlerinde daha mütevazi uygulama­lardan da söz edilmektedir. Öte yandan ilâhilerin mahallî güfte ve bestelerle veya bazı değişikliklerle okunduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Yahya Kemal Be-yatlı hâtıralarında Üsküp'te mektebe baş­larken alaydaki çocukların, "Şol cennetin ırmakları akar Allah deyü deyü" ilâhisini, "Çıkmış Tanrı melekleri bakar Allah deyü deyü" şeklinde okuduklarını belirtir.

Mektep ilâhilerinin bir kısmı güfteleri Yûnus Emre ve Niyâzî-i Mısrî'ye ait tasav-vufı parçalardır. Aralarında ritmik ve coş­kun bir edaya sahip, güftesi Arapça olan şuğullerin de bulunduğu bu eserlerin ta­nınmışları şunlardır: Güftesi Sultan II. Mustafa'ya ait, "Yessir lenâ hayre'1-umûr" (Hayırlı işlerimizi kolaylaştır yâ rabbi) naka­ratlı eviç ilâhi "Allâhu rabbî lâ-yezâl"31 güftesi Yûnus Emre'ye, bestesi Zekâi Dede'ye ait, "Ne bahtlı ol kişi kim okuduğu Kur'ân ola" matla'lı hüz­zam ilâhi; torununun mektebe başlama­sı dolayısıyla yine onun bestelediği, güf­teleri Yûnus Emre'ye ait uşşak makamın­da, "Allah emrin tutalım Rahmetine ba-talım" mısraıyla başlayan uşşak ilâhisiyle 32 hisar-bûselikmakamın­da, "Yâ ilâhî sana geldik bizi mahzun ey­leme 33 rast makamın­da, "Tövbe edelim zenbimize tübtü ilallah, yâ Allah" 34 acem-kürdî makamında, "Yâ ilâhî başlayalım ism-i bismillah ile 35 hüzzam makamında, "Gel vücudun âteş-i aşk-ı ha-bîbullaha yak 36 mısra-ıyla başlayan ilâhileri Zekâi Dede'nin no­taları günümüze intikal etmiş bestele-rindendir. Güftesi Yûnus Emre'ye ait hi­caz makamında, "Şol cennetin ırmakları akar Allah deyü deyü" ilâhisiyle, "Bu aşk bir bahr-i ummandır buna hadd ü kenar olmaz"; "Münâdîler nida eyler gelin Al­lah'a mevlâya"; "İsm-i sübhân virdin mi var bahçelerde yurdun mu var"; "Yâ ilâhî zât-ı pâkin hürmetine el-aman"; "Râhat-ı cân ister isen her seher Kur'ân'a bak"; "Yâ ilâhî bir bölük âciz kapına gelmişiz" ilâhileri kaynaklara intikal etmiş diğer mektep ilâhileri arasında zikredilebilir. "Gözüm ki kana boyandı şarâbı neyleye-yim" mısraıyla başlayan, güftesi Şeyh Saffet Efendi'ye ait hüzzam makamın­daki mektep ilâhisi 37 Mehmed Akif Ersoy'un "Âmin Ala­yı" şiirine ilham kaynağı olmuştur. Ali Bi­rinci, 1832 yılında okunmakta olan mek­tep ilâhilerinin güftelerini bir cönkten alarak bazı eksikliklerle birlikte yayımla­mıştır. 38Bunun dışında bir kı­sım ilâhiler de Mektep İlâhîsi adlı bir kitapçıkta toplanmıştır.39 Tanzimat'tan sonra halk arasında çok beğenilmiş olan. "Ey gaziler yol gö­ründü yine garîb serime" ile, "Sivastopol önünde yatar gemiler" marşları da âmin alaylarında okunmuştur. II. Abdülhamid devrinde âmin alaylarında Batı mûsikisi esaslarına göre bestelenmiş bazı marş­ların da okunduğu, bunların sonunda "pa­dişahım çok yaşa" diye bağırıldığı bilin­mektedir. Çocuk şarkılarının bulunmadığı dönemlerde bu maksatla kullanılan mek­tep ilâhileri Kur'an okumayı. Allah'ı ve Hz. Peygamber'i sevmeyi, ilim öğrenmeyi, güzel ahlâkı, vatan sevgisini, şehid ve ga­zi olmayı telkin eden güfteleriyle dikkat çekmektedir.

Âmin alayı töreninin sonunda çekilen ve mahallî bazı farklılıklar gösteren gül-bank metinleri yer yer değiştirilerek irti­calen bir nevi beste ile okunmuştur. An­cak âmin alayı geleneği ortadan kalktığı ve bu okuyuş tesbit edilemediği için notası elde bulunmamaktadır. Gülbankçi denen kişinin veya hocanın okuduğu bu gülbanklerden birinin metni şöyledir: "Allah Allah, illallah! Celîlö'l-cebbâr, muî-nü's-settâr, hâiiku'l-leyli ve'n-nehâr, lâyezâl, zü'1-celâl birdir Tanrı. Erin erliğine, Hakk'ın birliğine, dîn-i mübîn uğruna, şe­hid olan gaziler aşkına diyelim aşk ile bir Allah. Allah Allah Allah, dâim hay! f üç de­fa). Evveli Kur'an, âhiri Kur'an. Tebâreke'i-lezî nezzele'l-furkân. Eli kan. kılıcı kan. sî-nesi üryan, ciğeri püryan. Dîn-i mübîn uğ­runa şehid olan gaziler aşkına diyelim aşk ile bir Allah. Allah Allah Allah, dâim hay! (üç defa). Evveli gaza. âhiri gaza, inâyet-i Huda, kasd-ı a'dâ, dîn-i mübîn uğruna şehid olan gaziler aşkına diyelim aşk ile bir Allah. Allah Allah Allah, dâim hay! (üç defa]. Hacılar, gaziler, râviler; üçler, yedi­ler, kırklar; gülbang-i Muhammedî, nûr-i nebî, kerem-i Alî. pîrimiz. üstadımız Haz-ret-i Osmân-ı Zinnûreyn-i Velî gerçekler demine, devrânına hû diyelim, hûûu!"

Çok az farkla sünnet gülbangi olarak da okunan bu gülbangin tahsilden çok gaza ve cihadı teşvik ettiği, şehid ve ga­zilerin unutulmaması gereğini vurgula­dığı görülmektedir. Bu durum mektebe başlamanın okumayı öğrenme konusun­da atılmış ilk adım olması yanında çocu­ğun ileride vatan ve millet için şehâdeti göze alabileceğinin ilk telkini olarak da kabul edilebilir. Gülbank metninde Hz. Peygamber ve Hz. Ali'den sonra gülbank geleneğinde pek yaygın görülmeyen bir şekilde Hz. Osman'ın adının anılması.

onun okuma yazma bilmesi ve vahiy kâ­tiplerinden olmasının yanı sıra mektebe başlayan çocuğun okumaya Kur'an ile başlaması sebebiyle Kur'an'ı bir araya toplatması, nüshalarını yazdırıp İslâm dünyasının belli başlı merkezlerine gön­dermesiyle ilgili olmalıdır. Gülbank gele­neğinin Bektaşîlik'ten doğarak yaygınlık kazandığına dikkat çeken Bektaşî dede-babalanndan Bedri Noyan, gülbank met­ninde aslında Hz. Osman yerine Hacı Bek-tâş Velî'nin adının zikredildiğini, sonra­dan yapılan bu değişikliğin ise anlamsız ve yersiz olduğunu söylerse de yukarıdaki açıklama çerçevesinde bu iddianın isa­betsiz olduğu anlaşılmaktadır.


Bibliyografya :

Mehmed Fevzi Efendi, Meuhîbetü'i-üehhâb, İstanbul 1325, s. 65; Alımed Râsim, Falaka, İs­tanbul 1927, s. 51-60; Türkiye Maarif Tarihi, \, 91-96; Musahibzâde Celâl. Eski İstanbul Yaşa­yışı, İstanbul 1946, s. 29-31; Yahya Kemal Be-yatlı. Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ue Edebi Hatıralarım, İstanbul 1973, s. 21; Şengel, İlâhi­ler, 1-1V, tür.yer.; Töre. İlâhîler, V-İX, tür.yer.; Ali Birinci, "Mahalle Mektebine Başlama Merasimi ve Mekteb İlâhileri", //. Milletlerarası Türk Folk­lor Kongresi Bildirileri IV, Ankara 1982, s. 37-57; a.mlf. - İsmail Kara, Mahalle Mektebi Hatı­raları, İstanbul 1997, s. 23-31, 40; Mehmed Akif Ersoy. Safahat (haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1987, s. 128-129; Bedri Noyan. Bekta­şilik AteuUik Nedir, Ankara 1987, s. 128; Meh­med Emin Altıntop, Türk Din Musikîsinde Arapça Güfteli İlâhîler: Şuğullerlyüksek lisans tezi, 1994), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 209; Tâhirülmevlevî. "An'anât-i Kadîmemizden Mek­tebe Başlama Merasimi". Mahfil, İV/42, İstan­bul 1342, s. 114-115; M. Haüt Bayrı, "İstanbul'­da Mektebe Başlama", Halk Bilgisi Haberleri, XI, İstanbul 1942, s. 49-54; M. Şakir Ülkütaşır, "Sıbyan Mektepleri ve Mektep Cemiyetleri", TY, sy. 245 (1955], s. 993; Cemâleddin Server Revnakoğiu, "Yünus'un Bestelenmiş İlâhîleri Nerede ve Nasıl Okunurdu?", a.e. (Yûnus Em­re özel sayısı), V/319 (1966), s. 129-130; Mus­tafa Uzun, "Türk Tasavvuf Edebiyatında Bir Dua ve Niyaz Tam Gülbank", İLAM Araştır­ma Dergisi, l/l (1996), s. 81-82; a.mlf..-'İlâhi", DİA, XXII, 66; Pakalın. 1, 59; Mustafa Öca!, "Amin Alayı", DİA, m, 63. Mustafa Uzun




Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin