Yazı daha güÇLÜ adimlar iÇİN • Manşet Akıntıya karşı Bir adım daha



Yüklə 0,52 Mb.
səhifə7/13
tarix07.01.2019
ölçüsü0,52 Mb.
#91754
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   13

"Kime aydın denilip kime demlemeyeceği çok tartışılmakta, ancak bizce aydın, bilgisini toplumun çıkarına sunan ve harekete geçen insandır. Yani özelleştirme karşıtı olup özel üniversitelerde ders veren veya Bergamalılar'ın yanında olmak yerine mesleki çıkarlarını koruma kaygısına düşen uzmanlara "aydın' demek büyük bir yanlışlık olacaktır.

SAVAŞ REJİMİ KENDİNİ ONARIYOR MU?
SAVAŞ REJİMİ KENDİNİ ONARIYOR MU?

Egemenlerin, varolan toplumsal siyasal ekonomik krizin çözümü için yürüttüğü yeniden

yapılandırma siyaseti, savaş rejiminin gerekleri uyarınca, krizin yeniden üretilerek düzenlenmesinden ve derinleştirilmesinden ibarettir. Bu yeniden yapılandırma siyasetinin merkezinde ise Kürtlere karşı yürütülen savaş, "iç güvenlik doktriniyle tanımlanan polis devleti uygulamaları ve vahşi kapitalizme geçiş düzenlemeleri bulunmaktadır.

Türkiye emperyalizmle girdiği ilişkiden kaynaklanan çarpık kapitalist sistemi ve bu sistemin beraberinde getirdiği toplumsal, siyasal, ekonomik çalkantıları itibarıyla bir krizler ülkesidir. Emperyalist dünya sisteminin ekonomik sömürü ilişkilerinin yeniden yapılandırılması ile gelişen, özelleştirme merkezli yeni sermaye saldırısı ve Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın kontrgerilla taktikleriyle yoğunlaştırılması varolan kriz olgusunu daha da derinleştirmektedir. Bir dönem devlet politikaları doğrultusunda palazlandırılan siyasal islam olgusu da yarattığı gerilimle bu kriz ortamını beslemektedir. Toplumsal düzenin çöküşünü hazırlayan bu gelişmeler siyaset atanında ise kendisini parlamenter sistemin temsiliyet krizi olarak göstermektedir. Egemenlerin, emperyalizmle girilen "yeni sömürgecilik" ilişkisinin dayattığı yeni ekonomik düzenlemelerin selameti açısından, iç içe geçen ve birbirini besleyerek büyüyen bu krizler toplamına karşı geliştirdikleri "çözüm" toplumsal-siyasal-ekonomik planda gerçekleştirilecek bir yeniden yapılandırmadır.

Kriz ortamlarını askeri darbelerle erteleme tercihi gibi, yeniden yapılandırma siyaseti de bir sömürge tipi faşist devlet yapılanmasıyla hayata geçirilmektedir. Türkiye'nin burjuva devrimini devrimci bir tarzda gerçekleştirememesi ve emperyalizmle girdiği ilişkisi nedeniyle yukarıdan aşağı çarpık bir kapitalizm doğurmuştur. Bu yapısal gerçeklikten kaynaklanan toplumsal krizin yanı sıra, emperyalist sömürünün derinleştirilmesi amacıyla uygulamaya konulan yeni sermaye stratejisiyle şiddeti artan ekonomik bunalım, mevcut egemenlik ilişkilerinin sömürge tipi faşist bir devlet yapısı ile sürdürülmesinin gerekçesidir. 12 Eylül darbesiyle yaşanan açık faşizm koşullarından sonra 199O'lı yıllarla birlikte, bu devlet yapısı bir üst aşamaya sıçratılarak, devletin egemenlik ilişkileri, açık ve gizli faşizmin iç içe geçtiği bir konseptle yeniden düzenlenmiştir. Fiili darbe yapmaksızın bir sürekli darbe ortamının yaratılması, provokasyon ve devlet terörünün gündelik bir durum halini alması gibi olgularla derinleştirilen bu egemenlik ilişkileri sistematiği, sömürge tipi faşizmin güncel biçimi olan savaş rejimidir. Egemenlerin, varolan toplumsal siyasal ekonomik krizin çözümü için yürüttüğü yeniden yapılandırma siyaseti, işte bu savaş rejiminin gerekleri uyarınca, krizin yeniden üretilerek düzenlenmesinden ve derinleştirilmesinden ibarettir. Bu yeniden yapılandırma siyasetinin merkezinde ise Kürtlere karşı yürütülen savaş, "iç güvenlik doktrini"yle tanımlanan polis devleti uygulamaları ve vahşi kapitalizme geçiş düzenlemeleri bulunmaktadır.

Kürt ulusal hareketinin silahlı mücadeleye geçmesi ile birlikte ülkede yaşanmakta olan toplumsal, siyasal krizin niteliğinde ve bununla birlikte devletin Kürt politikasında önemli bir değişim yaşanmıştır. Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşla, Kürdistan'da olağanüstü hal uygulaması olağanlaştırılmıştır. Bu süreçte oluşturulan koruculuk ve Özel Tim, JİTEM gibi kontrgerilla örgütlenmelerîyle, Kürt halkına karşı uygulanan şiddet, asimilasyon, göç ettirme politikaları hayata geçirilmiştir. Kendi halkına karşı silahlandırılan korucular ve itirafçıların bu kirli savaşın ön saflarına sürülmesi ile devlet, bu bölgedeki Kürt nüfusuna şu mesajı vermektedir: Bu topraklarda yaşama hakkına sahip olmak isteyen Kürtler, kendi ulusal kurtuluş mücadelelerinin karşısında yer almak zorundadır.

JİTEM, Özel Tim, koruculuk ilişkisinin bir yanını devletin siyasal anlamda Kürt halkına yönelttiği şiddet ve terör oluştururken, diğer yanını bu bölgede gelişen uyuşturucu, silah ticareti, kaçakçılık ye kara para ekonomisi oluşturmaktadır. Ülke bütçesinin yarıdan fazlasını emen kirli savaş, bölge içinde ve bölge dışında kendi savaş ekonomisini de üretmiştir. Bölge içindeki ekonomik ilişkilerin aktörleri Özel Tim, JİTEM ve korucu aşiretlerdir. Ülke genelinde ise bu savaş ekonomisinin merkezi, emperyalist dönemde devlet ihtiyaçları gözetilerek, devlet tarafından yukarıdan aşağı oluşturulan tekelci burjuvazidir. Bir ordu kurumu olan OYAK da bizzat bir sermaye tekeli olarak bu ekonomik ilişkilerin içerisinde yer almaktadır.

Devletin Kürt sorununu askeri yöntemlerle çözmeyi hedeflediği bu süreç, özellikle 1993 yılından itibaren yoğunlaşan köy yakma/boşaltma ve Kürt is adamlarının öldürülmesi gibi uygulamalarla, kirli savaşın, düşük yoğunluklu bir savaş niteliğinde sürdürülmesiyle gelişmiştir. Bugün ise, bölgenin ekonomik anlamda kalkındırılması adı altında bu bölgeye yönelik sermaye saldırısının önünün açılması için, kontrgerilla tarzı bir savaş olan düşük yoğunluklu savaş stratejisinde yeni bir düzenlemeye gidilmektedir. Böylece Kürt halkına yönelik kontrgerilla savaşı sürdürülürken, aynı zamanda Kürtler üzerindeki sömürünün de arttırılması hedeflenmektedir.

12 Eylül sonrasında yeniden biçimlenen toplumsal yapının ve buna bağlı olarak gelişen toplumsal krizin yarattığı özgül sonuçlardan biri de siyasal islamın yükselişidir. Siyasal islamın bu yükselişi, 1980 öncesinde güçlü bir toplumsal dinamik olan sol muhalefetin önüne geçmek amacıyla, emperyalizmin "yeşil kuşak siyasetinin dolaysız sonucudur. Rejim karşıtı söylemine rağmen siyasal islam, emperyalizmle bütünleşme programına karşı değildir. Polis devleti uygulamalarına ve kirli savaşa son vermeyi değil, bunlara, islam ideolojisine dayalı bir bütünlük sağlamayı hedeflemektedir. Siyasal islamın, egemenler tarafından düzen için bir tehdit olarak sunulması ise (bir laik-şeriatçı kamplaşması düzeneğiyle çarpık kapitalist sistemin ancak bir sürekli kriz ortamında varlığını sürdürebilmesinden dolayı) toplumsal krizin derinleştirilmesine hizmet etmektedir. Son dönemde siyasal İslama karşı yürütülen "hizaya getirme" siyaseti, bir yandan siyasal islamın mevcut rejim ve düzenle oligarşinin iç savaş politikası ekseninde uzlaşabildiğini gösterirken, diğer taraftan da aslında devletin, "%99'u müslüman" olan bir ülkede siyasal islamı ortadan kaldırmayı değil; bir "devletçi islam" çerçevesinde, düzen içi güçlerden biri haline getirmeyi amaçladığını işaret etmektedir.

Egemenler, yeniden yapılandırma sürecinde, Kürt hareketini kirli savaş, siyasal islamı "devletçi islam" modeliyle denetim altına almanın hesabını yaparken, diğer toplumsal muhalefet güçlerini ise "devletçi laiklik" cephesinde saflaştırma politikasıyla, kendi savaş rejimlerine yedeklemeyi amaçlamaktadırlar. DİSK, TİSK, TOBB, TESK ve Türk-İş'den oluşan "beşli çete", halka karşı topyekün bir savaş ilan eden devletin tarafında yer alarak, egemenlerin bu toplumsal "görev" paylaşımında üstüne düşeni "layıkıyla" yerine getirmektedir. Devletçi laiklik saflaşmasında yer almayı reddeden diğer tüm toplumsal kesimler ve muhalefet güçleri ise, "devletin bölünmez bütünlüğü" ilkesini tehdit ettikleri gerekçesiyle "terörist" ilan edilmekte ve polis devletinin şiddet uygulamalarıyla sindirilmeye çalışılmaktadırlar. Yeni ceza yasaları ve 1984 yılından bu yana bir tür sıkıyönetim mahkemesi olarak işlemekte olan, savaş rejiminin özel yargı aygıtı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) .ise, devlet terörünün hukuki kılıfını oluşturmaktadır.

Yeniden yapılandırma siyaseti adına yapılan bütün toplumsal, siyasal düzenlemelerin gerekçesi, Türkiye'nin emperyalizmle bütünleşmesi programının toplumsal, siyasal dayanaklarımın yaratılmasıdır. Kapitalist dünya sisteminin ekonomik sömürü ilişkilerinin yeniden yapılandırılması, yerli tekelci sermayenin emperyalizme bağımlılık düzeyinin, ulusaşırı tekellerin üretim ve pazarlama bandına eklemlenmeye yönelik işbirliği biçiminde tanımlanmasını gerektirmektedir. Kapitalist sistemin 1970'lerde girdiği krizi aşmak için uygulamaya koyduğu, sermayeye yeni kar alanları açma programının ana gövdesini oluşturan özelleştirme siyâseti, sadece üretimin değil, hizmetler alanının da sermaye ilişkileri içerisine alınmasını dayatmaktadır. Yerli tekelci sermayenin ulusaşırı sermaye ile bütünleşmesi çerçevesinde hız verilen özelleştirme merkezli sermaye saldırısı, toplumsal düzenin çöküşüne neden olmakta, toplumsal, siyasal, ekonomik krizi derinleştirmektedir.

Emperyalizmle girilen yeni sömürgecilik ilişkisinin rengini verdiği yeniden yapılandırma süreci, çarpık bir kapitalistleşme sürecinden geçen Türkiye'nin yaşamakta olduğu temsil krizi ile damgalanmaktadır. Ortalama her yıl bir hükümetin devrilmesi; yerine başka birinin kurulması, çoğu zaman da bu hükümetlerin koalisyon veya azınlık hükümetleri biçiminde ortaya çıkması, bu yapısal temsil krizine kaynaklık etmektedir. Parlamento eksenli siyasal süreç tıkanmış olduğundan yasal partilerin temsil edildiği mekanizmalar sistemin, ordu-polis-sermaye ilişkilerinden oluşan çelik çekirdeği üzerinde önemli bir yük oluşturmaktadır. Bu durum, derin devletin, devlet etme tarzına daha da provokatif bir nitelik kazandırmaktadır.

Bugün devlet iktidarının çelik çekirdeğinin merkezinde Milli Güvenlik Kurulu bulunmaktadır. Oluşturulan istihbarat ağıyla birlikte MGK; darbelerden, sivil faşist saldırılara, kontrgerilla örgütlenmesine, sermaye politikalarının yönelimlerinin belirlenmesine kadar geniş bir yelpazede karar alan, daha çok fiili yetkilerle donatılmış iktidar organıdır. Bugün devlet iktidarının, Milli Güvenlik Siyaseti ekseninde tesis edilmesi ve en tepesinde MGK'nın bulunduğu bir emir komuta tarzındaki işleyişi, toplumsal siyasal, ekonomik krizin yeniden üretilmesine dayanan, emekçi halka karşı topyekün savaş rejiminin temel dayanağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, ordunun, Susurluk sonrası artık gizlenemeyecek şekilde açığa çıkan devlet çetesini tasfiye etmeyeceği aşikardır. Ayrıca kendi eliyle beslediği siyasal İslama karşı mücadelesi de, emekçi halkın demokrasi talebi doğrultusunda hareket etmemesi de kendi sınıfsal çıkarlarının bir gereğidir.

Ayda bir yayınlanan muhtıra niteliğindeki MGK belgeleriyle idare edilen devlet, askeri darbe süreçlerindeki açık faşizm koşullarına en yakın iktidar dönemini yaşamaktadır. Temsil krizinin MGK iktidarıyla doldurulması; ordunun toplumsal "meşruluğu"nu zedelediği gibi, bir ara rejim beklentisi ile beslenen toplumsal bir huzursuzluk olgusunu da beraberinde getirmektedir. Temsil kriziyle birlikte bu olguların da varlığı, iktidarın yürütülememesine kaynaklık etmektedir. Dolayısıyla savaş rejiminin bugün için ö-nünde duran temel problemlerden biri, parlamenter demokratik sistemi kendi iktidar biçimine uygun bir hale getirebilmektir.

Temsil krizinin aşılması için getirilen çözüm önerilerinin birincisi, iki ana eğilim oluşturularak, merkez -sağın kendi içinde, merkez solun da kendi içinde birleştirilmesiyle parlamenter sistemin düzenlenmesidir. Mevcut bütün siyasal partilerin, programlarını halka karşı savaş siyasetine ve özelleştirme politikalarına dayandırmalarına rağmen, hem merkez sağdaki, hem de merkez soldaki partilerin kendi aralarındaki kısır tartışmalar, parti liderleri arasındaki kişisel çekişmeler, bu partilerin birleşebilmesinin ve de temsil krizinin çözümüne dair önerilen bu "iki buçuk parti"(merkez sağ ve merkez sol dışında düzenleyici herhangi bir parti) alternatifinin önündeki engeli oluşturmaktadır.

Temsil krizinin çözümüne dair bir diğer tartışma düzlemi ise, dar bölge esasına dayalı iki turlu seçim sistemiyle birlikte işletilecek olan başkanlık ya da yarı başkanlık modelinin üzerine oturmaktadır. Son günlerde Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez'in basına yaptığı açıklamalar ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın İçişleri Bakanlığına verdiği rapor, savaş rejimin ihtiyaçlarını dile getirmekte ve siyasal sistemin krizine yönelik çözüm önerileri sunmaktadır. Yalım Erez'in "meclisin kirlendiği, siyasetçilerin iktidarı ele geçirip devleti partileri ve yandaşları ile bölüştükleri, demokratik sistemin kötüye kullanıldığı dolayısıyla devletin yüceliğine zarar geldiği, milletvekillerinin yolsuzluk yaptığı devlet işleri yürütmek dışında tayin, terfi ve ihale işleri ile uğraştığı"na dair yaptığı açıklamalar ve ardından 2 J.G.K'nın raporunda "mafyanın milletvekili seçtirip meclise sızdığı" yönündeki açıklamaları birbirini tamamlar niteliktedir. Bu açıklamalarda somutlaşan çözüm önerisi ise Demirel'in son zamanlarda sıkça telaffuz ettiği başkanlık sistemidir.

Özetle, temsil krizi tartışmasına taraf olan güçlerden biri kirlenmişliği temsil etmekte; yani parlamento ve sistem, diğeri ise bütün bunların dışında kalmış temiz olanı oynamaktadır; yani ordu. Siyaset alanının daraltılması ve siyasi partilerin önemsizleştirilmesi konusunda bütün dünyada varolan eğilimi, ordu Türkiye'de de hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bunun, için, halka karşı savaş rejiminin siyasi istikrarını sağlayacak bir sistemin temeli olarak, dar bölge esaslı ve iki turlu seçim sistemi ve bu sistemi tamamlayan bir başkanlık/yarı başkanlık modeli konusunda kapsamlı çalışmalar yürütülmektedir.

Mevcut parlamenter sistemin revize edilmesi, temsil krizini çözemeyeceği gibi bir başkanlık sistemi de bu krizi çözmekte yetersiz kalacaktır. Bu temsil krizini yaratan temel olgu bizatihi yaşanmakta olan toplumsal, siyasal, ekonomik krizin kendisidir. Bu gerçeklik, krizin derinleştirilmesiyle kurumsallaştırılabilen savaş rejiminin istikrarını sağlamak amacıyla oluşturulmaya çalışılan her yeni temsil mekanizmasının, varolan temsil krizini aşamayacağının da gerekçesini oluşturmaktadır.

Varolan toplumsal siyasal, ekonomik krizin ve buna bağlı olarak yaşanmakta olan toplumsal çürüme ve çöküntünün ortadan kaldırılabilmesinin tek yolu; toplumsal, siyasal, ekonomik alanlarda egemenlerin "yeniden yapılanmasının" değil, ezilen halkların çıkarlarına hizmet edecek bir "altüst oluş"un gerçekleştirilmesidir. Bunun başka bir düzeyden ifadesi ise, Türkiye özelinde, bu kriz ortamına kaynaklık eden emperyalist sömürü ilişkilerinin ve faşist devlet yapısının; dünya genelinde ise emperyalist, kapitalist sistemin, ezilen halkların iktidarını kuracak bir devrimle dağıtılmasıdır. Türkiye ve dünya halklarının toplumsal kurtuluş projeleri, emperyalizme ve faşizme karşı topyekün bir mücadele içinde, sosyalizm bayrağını yükseltecek bir yürüyüş kolunun oluşturulmasıyla gerçekleştirilecektir.

MHP: OLİGARŞİNİN EMRİNDE HER ZAMAN YENİDEN
MHP: OLİGARŞİNİN EMRİNDE HER ZAMAN YENİDEN

Temelleri Turancılık ideolojisi ile atılan, Anadolu halklarının kanları üzerine kurulan ve Güneş Dil teorisi saçmalıkları üreten Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mayası, kuruluşundan beri ırkçılıkla karılmıştır. Irkçı ideolojinin her dönem ağzından düşürmediği "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" söylemi doğrudan resmi milliyetçiliğin üretimidir. Devlet güçleri "iç düşman"larını her zaman bu kategori içerisine yerleştirerek cezalandırmaktadır.

Sivil faşizm, emperyalizmin ülkeyi 1950'lerdeki yeni sömürgeleştirme hareketi karşısında yükselen anti emperyalist harekete karşı mücadelede işlevlendirilerek tarihsel misyonunu yerine getirmeye başlamıştır. Şeriatçılarla birlikte tam bağımsız Türkiye şiarıyla yükselen toplumsal muhalefet hareketini "komünizmle mücadele dernekleri" kurarak engellemeye çalışan, gösterilere saldıran, bağımsızlıkçı gençlere pusular kuran milliyetçi hareket 1960 darbesi sonrasında "başbuğu"nu bularak sivil militer bir parti halinde örgütlenmeye başladı. Başlangıçta Turancı Türkçü bir hareket olarak, şamanizmi benimseyen ırkçılar devlet politikalarının yönlendirmesi ile 70'lerde islamcılaşma rotasına girdiler. Bu dönemde islamcı çizgiyi benimsemeyen şamanistler, davadan döndükleri gerekçesiyle öldürüldüler.

MHP ve sivil faşist hareketin, sömürge tipi faşizmin kuralına uygun olarak davrandıkları dönem ise 70'lerin ikinci yarısıdır. Bu dönemde MHP ve Ülkü Ocakları üyesi faşist çeteler, gençlere ve toplumsal muhalefet güçlerine saldırılar düzenleyip, ülkede sürekli terör ortamı yaratarak merkez sağın birliğini yaratmaya çalışmışlardır. Halka yönelik sivil faşist saldırı politikalarının yarattığı siyasal ittifak ise Milliyetçi Cepheleridir. Devletin kontrgerilla gizli örgütünün milis gücü olarak örgütlenen ve buna uygun davranan MHP, bu dönem tam bir terör faaliyeti örgütlemiştir.

Üniversite çıkışlarında bombalar atarak, öğrenci yurtlarını basarak, öğrencilere/öğretim üyelerine hain pusular kurarak, kahvehane ve halka açık her türlü yerde katliamlar yaparak devrimci halk muhalefetini engellemeye çalışmışlardır. Kontrgerilla taktiklerine göre bölgesel, mezhepsel farklılıkları çatışma gerekçeleri olarak örgütleyerek birçok kitle katliamları gerçekleştirmişlerdir.

MHP, devletin kendisine verdiği görevi, 200’den fazla insanı katlederek, 16 Mart, Balgat, Çorum, Maraş, Sivas gibi insanlık tarihinin unutmayacağı katliamları yaparak yerine getirmiştir. Bu terör faaliyetinin belirleyiciliğinde; yani sokak hakimiyetini MHP'nin sağladığı ve "bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" diyerek faşist katliamları gizleyen Demirel'in başbakanlığında oluşturulan MC hükümetleri, sermaye saldırılarının yürütücüsü olmuşlar ve darbeyi hazırlayan koşulları yaratmışlardır.

"Bir gece ansızın gelebiliriz" diyerek darbeyi bekleyen MHP'liler, 80 darbesi sonrasında, "öptükleri elden tokat yiyerek", "fikri iktidarda, kendisi zindanda" olan bir konuma gelmişlerdir.

80 sonrası sivil faşist hareket açısından yaygın ve dağınık bir süreç gelişmiştir. Halk katili sivil faşistler 80 sonrasında, ülkenin mafya, uyuşturucu vb. tüm kirli işlerinin tetikçiliğini üstlenerek memlekete zarar vermeye devam ettiler. Yine bir kısım sivil faşist de Özal'ın birleştirdiği 4 eğilimden birisi olarak ANAP'ta örgütlendiler. Darbe döneminde kendilerine yapılan muamelenin kırgınlığı sürdüren MHP, "devletin güvenlik güçlerinin yapacağı" işlere bütünlüklü olarak aday olmadı.

Ancak sivil faşist hareketin devlet politikaları çerçevesinde tekrar işlevlendirilmesi, 1990'larda."bölücülük" tehlikesi karşısında gerçekleşti. Devletin tüm kurumlarıyla yarattığı şovenist dalga içinde MHP, toplumda Kürtlere karşı hareketin temel örgütleyicisi konumuna geldi. Bu süreçte MHP'liler asker cenazeleriyle, asker uğurlamalarıyla, yargısız infaz sonrası "Türkiye seninle gurur duyuyor" ulumalı gösterilerle yetinmeyerek, dört kişinin bir araya gelme olanağı bulduğu tüm ortamları, stadyumları, kazanılan milli maçlardan sonra sokakları, popçuların konserlerini kurt ulumalı şovenist gösterilere dönüştürmeye başladılar. Böyle bir hareketlilik neticesinde Tür keş merkez sağ partilerin "akıl hocalığı’na kadar yükseldi. Kürt sorununun boyutlarının giderek tırmanması, tüm partileri şovenist bir noktaya getirirken, merkez sağ partiler MHP'lileştiler.

Bu dönemde MHP'liler, Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı devletin resmi şiddet kurumları içinde en "sivri" unsurlar halinde bulundular. Günlük yaşamda ise sivil faşistler mahallelerde açtıkları Ülkü Ocakları ile bölgenin serseri, lümpen unsurları ile yerel çete ilişkileri örgütlediler. Esnaftan haraç toplanması, mahalle mahalle uyuşturucu trafiğinin sağlanması, arazi ve çek senet mafyalığına kadar tüm yerel çete ilişkilerinin gerçekleştirilmesi sivil faşist bölge teşkilatları tarafından örgütlenmektedir.

Üniversitelerde de sivil faşistler gençlik muhalefetine saldırarak, öğrenci mücadelesinin sağ sol çatışması diye gösterilen bir ortamda darlaşmasını sağlamayı ve üniversitedeki devlet güçlerinin varlığını pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Gençlik mücadelesinin her yükselişe geçtiği döneminde saldırın artması da sivil faşistlerin niyetini göstermektedir. Ancak saldırılarda ölümlerin yaşanmaya başlaması, sivil faşist saldırılarda ve buna bağlı olarak faşizme karşı mücadelede başka bir evreye geçildiğini göstermektedir.

Çiller'in başbakanlığı döneminde oluşan ve kontrgerilla faaliyetinin resmi ve sivil uzantılarının ittifakı olarak yansıyan DYP-MHP ilişkisi, Susurluk kazası sonrasında devam etmiştir. Devlet politikalarının tam destekçisi MHP, temsil krizine yönelik MGK'nın kimi adımlarında muhalif bir konuma da düşmüştür. MHP, Susurluk sonrasında Çatlı'yı MHP'liler kadar savunan bacıları Çiller'e yönelik MGK'nın yıpratma girişimlerinin karşısında olmuş, yine laik-şeriatçı kamplaşması içerisinde gelişen 8 yıllık kesintisiz eğitim tartışmalarında İmam Hatip Liseleri'nin orta kısımlarının kapatılması karşısında sokaklara taşan bir muhalefetin parçası olmuştur. Ancak Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi'nde tehlikeler arasında ülkücü mafyanın da tanımlanması MHP'yi hizaya getirme konusunda sarsıcı bir etkiye sahip olmuştur.

MGK politikalarına karşı muhalefeti MHP'nin, MGK siyaseti karşısında yer aldığı biçiminde yorumlamak yanlıştır. MHP, devlet politikasında Kürt sorunu karşısındaki tutumu ile işlevlendiğinden dolayı, son siyasal gelişmelerdeki tavrı bu ilişkiyi bozan bir biçimde değildir. Keza ordunun Kürt sorununda attığı yeni adımlar ışığında MHP kendine görevler çıkartmaktan geri durmamaktadır. MHP'nin son günlerde metropollerde Kürtlere ve "bölücü üniversitelilere" karşı geliştirdiği saldırılar tam da bu görevlendirmeler arasında yer almaktadır. MHP savaş rejimi tarafından işlevselleştirmeyi sürdürmektedir.

SAVAŞ REJİMİ YÜRÜTÜCÜSÜ MGK
SAVAŞ REJİMİ YÜRÜTÜCÜSÜ MGK

 

Emperyalizmin azgelişmiş ülkelere önerdiği milli güvenlik doktrini, ABD desteğinde ilk uygulamalarını Brezilya' da bulan bir programdır. Bu program MGK ile Türkiye'de de karşılığını bulmuştur. Programın esası: kültür ve ideolojinin askerileştirilmesi, milliyetçiliğin yüceltilmesi, siyasal liberalizmden uzaklaşma, kitlelerin siyaset dışı tutulması, olağanüstü yönetim biçimlerinin olağanlaştırılması, yargı güvenceleri ve kamu özgürlükleri alanının daraltılması, polis yetkilerinin artırılarak toplumsal ve ideolojik denetim alanının genişletilmesi, orduların hayatın her alanında ve devlet aygıtı içindeki yerinin ve özerkliğinin genişletilmesidir. Milli güvenlik devleti, milli güvenlik siyaseti gibi kavramlarla oluşturulan MGK ve onun çerçevesi emperyalizmle kurulan bağlardan bağımsız düşünülemez.



"Megeka benim neyim oluyor!?"

Nedir bu MGK, ne işe yarar ? "Çok partili parlamenter demokratik " denilen bu rejimde MGK ne anlama gelmektedir ?

Milli Güvenlik Kurulu (M.G.K) düzenin temel dinamiklerinden biridir. Düzenin kurulmasında ve korunmasında MGK, belirleyici rol oynamaktadır. Rejim değişikliklerinden toplumsal yaşama kadar bütün alanlara müdahale etmektedir. Ülkemizde sömürge tipi faşizm, olağan koşullarda, "parlamenter demokratik" denilen bir rejim biçimiyle icra edilmektedir.

İşin aslı, düzen açısından bunca önem taşıyan MGK, sömürge tipi faşizmin yasal hukuksal kurmayıdır.

Siyasal hiyerarşinin tepe noktasında bulunan MGK aynı zamanda ordunun rejime "demokratik" müdahale kanalıdır. MGK'yi anlamak, onu bir bütün olarak, ordu rejim ilişkileri içinde ele almakla mümkün olabilir. T.C devleti güçlü, yenilmez, yıkılmaz ve devletle bütünleşmiş bir ordu geleneği devralmıştır. Her ne kadar devralınan orduda yapısal birtakım değişikliklere girilmişse de bu gelenek günümüze kadar hiç değişmemiş hep korunmuştur. Egemen güçlerin şiddete dayalı gücü olan ordu Türkiye'de tek başına şiddeti tekelinde bulunduran bir organ olmanın da ötesinde farklı misyonlar yüklenmiştir. Geçmişten bugüne dek egemen güçlerle ve sermaye ile bağlarını güçlendirmiş ve onlarla iç içe geçmiştir.

Ordu aynı zamanda emperyalizmin ülkeye girişinde önemli roller üstlenmiş, bunun

doğrudan aracı olmuştur. Dolayısıyla egemen güçler adına, ülkedeki tüm toplumsal, sınıfsal ve siyasal çatışmaların doğrudan tarafı, yöneticisi, yönlendiricisi olmuştur. Bu işlevi dönem dönem açık, fiili askeri darbeler yoluyla gerçekleştirmiştir. Böyle dönemlerde devletin yeniden yapılandırılmasını sağlamıştır. Açık askeri darbelere gerek duyulmadığı zamanlarda ise birtakım kurumlar aracılığı ile parlamentoyu, hükümeti denetime tabi tutan bir erk olmayı sürdürmüştür. Yani ordu ülkemizde devletin kendini yeniden yapılandırma ihtiyacında, rejimin kurumsallaştırılmasında tali unsur olmamış; bizzat rejimin kuruculuğunu üstlenmiştir. MGK böyle bir tabloda bu tabloyu tamamlayıcı bir özelliğe sahip olmuştur.


Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin