Yildiz tekniK ÜNİversitesi KÜresel çevre ders notlari



Yüklə 3,79 Mb.
səhifə2/7
tarix29.10.2017
ölçüsü3,79 Mb.
#21332
1   2   3   4   5   6   7

II.5. Çevresel Küreselleşmenin Önündeki Engeller

Çevresel küreselleşmenin önündeki engeller, aynı zamanda oluşan çevre sorunlarının da çözümünde karşılaşılan en büyük sorunlardır. Çevre sorunları çözebilmek için bu engellerin kaldırılması veya adil bir şekilde çözüme kavuşturulması gerekir. Bu engeller;




1. Milli çıkarların ön planda tutulması: Gelişmiş olan ülkelerin çıkar ilişkileri açısından, gelişmekte olan ülkelerde mili çıkarların ön planda tutulması sonucunda, toplumlar arasında ayrılıkçılık hareketleri ortaya çıkmaktadır. Bu durum toplum içinde gerilimlere ve ayrılıklara neden olmaktadır. Ayrıca etnik özelliklerin ön planda tutulması, bu ve buna benzer değişik amaçlar için de kullanılabilmektedir. Bu durum çevre sistemlerinin aşırı tahrip edilmesini ve aynı zamanda da küreselleşmeyi geri plana atar.

2. Gelişmiş ülkelerin sömürgecilik anlayışları: Toplumların kültürel ve örfi duygularının sömürgeci zihniyet tarafından baskı altında tutulması, çevre sorunlarının çözümünü de geri plana atmaktadır.

3. Toplumların tutucu ve cahil olmaları: Ulusal toplumlar örfi ve tarihsel özelliklerine bağlı olarak değişime karşı direnç göstermeleri küreselleşmeyi engeller ve çevre sorunlarının artmasına sebep olur.

Küreselleşmeyi engelleyen bu unsurların ortadan kaldırılması için, ulusal devlet yapısından birden fazla devletin bir araya geldiği, birlikler oluşturduğu görülüyor. Milli çıkarlar başlangıçta başarı sağlar gibi görünüyorsa da, uzun vadede küreselleşme karşısında yenik düşmektedir. Cahilliğin kaldırılması da küreselleşmenin önünü açmada önemli bir etkendir. Çevre sistemlerine yapılan bilinçsiz tahribat, cahillikle ortadan kalkar.



II. ÇEVRE PROBLEMLERİNİN TARİHSEL GELİŞİ

1400 ‘lü yıllarda dünyada yeni bölgelerin ve yeni kıtaların keşfedilmesi, atık oluşumunda ve çevrenin tahribinde de önemli bir başlangıç olmuştur. Keşiflerden önce, yeryüzünde yaşayan insanların, ister eski dünya da olsun, isterse yeni dünyada olsun, büyük bir çoğunluğu kırsal kesimde yaşamaktaydı. Yani insanlar yerleşik ve göçebe olarak yaşamlarını sürdürmekteydi. Dünyanın nüfusu da çok fazla değildi.

Hazreti İsa Peygamber zamanında, dünya nüfusu 250 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Takriben 2000 yıl geçiyor, 1850’li yıllarda 1 milyara ulaşıyor. 1 milyardan 2 milyara geçmek için sadece 80 sene geçiyor. Yani 1930 yılında 2 milyar, 1960 yılında 3 milyar, 1975 yılında 4 milyar, 1990 yılında 5 milyar ve şimdi 7 milyarı aştı. Nüfus gittikçe artış gösteriyor. Bunun çevresel olarak manası, bir zamanlar boş olan dünya şimdi doluyor, yer kalmıyor. Her insanı beslemek ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak yanında, bunların meydana getirdiği birtakım problemler de ortaya çıkıyor.

İnsanlık tarihi içinde, nüfus artışı önemli bir çevre problemi olarak karşımıza çıkıyor. Nüfus artışının yanında doğal felaketlerde en önemli küresel çevre kirlenmesine neden


olmaktadır. Mesela, Şam ve Kahire şehirleri arası bağlık, bahçelik halinde idi. İnsan orada bir seyahati sırasında ağaçların meyveleri ile karnını doyurabilecek halde iken, bugün bu bölge tamamen çöl haline gelmiştir. Aynı şekilde Tunus’un Kayvaran şehri

1000 yıl önce tamamen bağlık, bahçelik, ormanlık bir alanda kurulmuş. Ancak şimdi tamamen çöl haline gelmiş. Yine Hazreti Süleyman ile Belkıs vakasının anlatıldığı bölge, o kadar güllük gülistanlı iken, o zamanın barajları ile o bahçeler sulanırken bu gün bu bölgeler de çöl haline gelmiş. Son bir misal de Ad kavmi ile ilgili olarak yeni yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan ve basına yansıyan bilgilerdir. Ad kavmi olarak adlandırılan toplum, Yemen ile Umman arasında yaşamış çok büyük medeniyet eserleri meydana getirmişlerdir. Her taraf bağlık bahçelik iken bugün çöl haline gelmiş. Kum altında bu medeniyetin kalıntılarının uydulardan çekilmiş fotoğraflar üzerine tespitler yapıldıktan sonra yapılan kazı çalışmaları ile bu eserler ortaya çıkarılmıştır. Hatta Newsweek dergisinde de bir fotoğraf ve altında da batık bir kıtadan “Atlantis” ten bahseden bir yazı. Su kaynakları ve insanların yaşadığı bağlık, bahçelik, ormanlık bir alan bugün tamamen çölleşmiş bir vaziyette.

İnsanlığın tarihsel gelişim süreci içinde her zaman çevre kirliliği olagelmiştir. Ancak İnsanlar göçebe halinde yaşarlarken, bulundukları bölgede fazla kalmadıkları için, çevre tahribatı da az olmaktaydı. Ancak daha sonraları yazlık ve kışlak olarak farklı iki nokta arasında gidip gelmeler başladı. Bu noktaların da uzun yıllar sonucu tahrip olduğu görülüyor. Daha sonraları yerleşik düzene geçildikçe çevre sorunları da artış görülüyor. Küçük köyler de yaşayan toplumlar, ihtiyaçlarının % 95’ini kendileri karşılıyorlar. Geri kalan ihtiyaçlarını da şehirlerden veya sanatla uğraşan topluluklardan karşılıyorlar.

Doğa ekolojik olarak dengededir. Doğanın taşıyabileceği bir belli bir değişim kapasitesi vardır. Bu kapasite aşıldığı zaman denge bozulur. Doğal denge tarih içerisinde zamanla değişikliklere uğramıştır. Değişimin hızı keşiflerle birlikte artmış, sanayileşme ile hızlanmış ve son zamanlarda daha artmıştır. Dolayısıyla son 50 yılda yapılan çevre tahribatı, dünyanın kurulduğu andan itibaren meydana gelen çevre tahribatından daha fazla fazladır. İnsanlar daha fazla tüketme ihtiyacından dolayı keşifler yapmışlardır. İnsanlar antik çağdan başlayarak, sanayi devrimine kadar çevre sorunlarından uzak sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamanın keyfini sürdüler. Zira bu dönemde petrol türevi enerji kaynaklarının kullanımı çok sınırlı ve bunların sonucunda oluşan atıklarda, ciddi bir çevre kirliliği sorunu yaratmayacak kadar azdı. Ancak sanayi devrimini takip eden yıllarda ve özellikle son 20–25 yıllık dönemde yaşlı küremiz, çoğu kişinin görmediği ya da görmezlikten geldiği korkunç boyutlarda bir çevre sorunuyla yüz yüzedir. Bu sorunların bir kısmı dünyanın bazı ülkelerine veya bölgelerine has olmakla birlikte, çoğunlukla tüm dünyayı ve dolayısıyla insanlığı ilgilendiren küresel sorunlardır.

Hava kirliliği, su kirliliği, nükleer kirlilik, elektromanyetik kirlilik, gürültü, toprak kirliliği, kültürel kirlilik, enerji kaynaklarının yanlış kullanımı, yağmur ormanlarının giderek azalması, hayvan ve bitki türlerinin yok olması gibi sorunlar gereken ciddiyetle ele alınmamaktadır. Yaklaşan felaketi göremeyen ve çalan tehlike çanlarını duymayan insanlar er geç yüzleşecekleri sorunları geçici bir süre için ertelemekten ileri gidemeyecektir. Büyük ekonomik ve politik tezgâhların döndüğü, her yönden acımasızca bir var olma ve büyüme uğraşma ek olarak, günümüz dünyasında sıcak ve soğuk savaşlar tüm şiddeti ile sürmektedir.

Brundtland Komisyonu adı ile bilinen, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu Raporu’nda, yakın yıllarda insanın çevre konusunda dünya görüşünün ne şekilde değiştiği çok güzel anlatılıyor. Brundtland ve arkadaşları;

20. yüzyılın ortalanda, dünyayı ilk kez uzaydan gördük. Bu görüntünün insan beyninde yarattığı devrim, 16. Yüzyılda Kopernikin yarattığı devrimle karşılrılabilir. Kopernik, evrenin merkezinin dünya olmağı ve sonsuzluk içinde mini mini bir canlı, yeşil bir adacık gördük. Bu görüntü, dünyanın sınırlı bir bütün olduğu fikrini somut bir şekilde ortaya kıyarak, dünya görüşümüzü temelden değiştirdi. Uzaydan bakınca dünya yüzünde görünen şey, köprüler, şehirler gibi insan yapıları değil; bulutlar, denizler, yeşillik ve toprak. Çağımızda insanın faaliyetleri işte bu atmosfer, deniz ve karalardan oluşan dünya ekosistemine ters düştüğü için dünyamız tehlikede. Bu temel olguyu anlamak ve ona göre tedbirimizi almak zorundayız.” diyorlar.

Dünya çapındaki çevre sorunları, doğanın bütünselliği ilkesini çok güzel belirtmektedir. Karadeniz’in öbür tarafındaki, Kiev civarında kurulan nükleer reaktör, İzmir’deki çay tiryakisini niye ilgilendirsin? Ama ilgilendiriyor. İngiltere’de üretilen kükürt dioksitin Norveçli ormancıyı ilgilendirdiği gibi, tropik ormanların tahribi, ozon tabakasının incelenmesi, sera etkisi tüm dünya insanlarının ortak sorunudur.

Günümüzde dünya ekonomisinin nasıl bütünleştiğini, tüm ülkelerin alışverişlerinin nasıl birbirlerine bağımlı hale geldiğini görüyoruz. Hiçbir ülke, sınır kapılarını ve gözlerini kapayıp, kulaklarını tıkayarak dünyanın diğer yanlarında olup bitenlerden kendini tecrit edemiyor. Ekonomide geçerli olduğu gibi, çevre açısından da bu kural kesinlikle geçerlidir.

Çağdaş dünyanın insanı, yurduna yararlı bir birey olmaktan başka, dünya vatandaşlığının bilincinde olmak zorundadır. Çünkü dünya çok küçüldü. Bazı çevre sorunları sınır dinlemiyor. ABD Kanada’ya, İngiltere İskandinav ülkelerine bol miktarda asit yağmuru yolluyor. Büyük Sahra çölü, sınır tanımadan on üç Afrika ülkesinde birden güneye doğru ilerlemekte. Dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılıp atmosfere karışan ozon

parçalayıcı maddeler, ozon tabakasını inceletmeye devam ediyor. Artık dünya çok küçüldü. İnsanın teknolojik gücü geliştikçe, çevresine de etkisi artıyor. Ortaya çıkan çevresel hasarlar ise dünyanın ortak malı... Ne sana, ne bana... Hepimize...

Çağlar, boyunca insan, çevresindeki doğaya hakim olmak için çalıştı. Bugün ise 7,5 milyardan fazla insan yaşadığı bir gezegen de doğayı yenmek değil, tam tersine onu korumak gerekiyor. Sanayileşmiş ülkelerdeki üretim yarışı, doğal kaynakların büyük oranda tüketilmesine neden oluyor. Su, orman, kömür, petrol, tüm bunlar sanayi toplumunun artan ihtiyaçlarını karşılamak için tüketiliyor. Ve ulusal kaynaklar yeterli gelmediği için ham maddeleri başka ülkelerden, özellikle de Üçüncü Dünya ülkelerinden ithal etmek gerekiyor. Bu nedenle bütün ülkeler sanayi ülkesi olsun veya olmasın, bu yerüstü ve yeraltı zenginliklerinin hızla tüketilmesinde belli bir paya sahiptir.

Çoğalan nüfusa cevap verebilmek için gitgide artan bir biçimde kullanılan yeryüzünün doğal kaynakları bugün artık tükenme noktasına geldi. Petrolü gitgide daha derinlerde veya daha uzak denizlerde aramak gerekiyor. Sulama yapmaya ve büyük yerleşim yerlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya sular yetmiyor. Batı ormanların, özelliklede Afrika’da, bereketli ağaçları kesilmiş, daha sonrada insanların buralara yerleşmesi sonucu bu ormanlar yok edilmiştir. Daha düne kadar tükenmez balık depoları olarak görülen okyanuslar, bir yandan aşırı avlanma, diğer yandan kıyılardaki kirlenme sonucu kaygı verici bir biçimde fakirleşiyor. Doğal kaynakların bu hızla tüketimine, birde insan yaşamının atıkları ekleniyor. Tropikal ormanların azalması, toprak aşınmasına ve çölleşmeye neden oluyor.

Sanayileşme ile birlikte doğa-toplum-teknoloji arasındaki dengenin bozulması çevre olgusunu çağımızın en önemli sorunlarından biri haline getirmiştir. 19. yy da sanayileşme ile birlikte değişen üretim biçimi toplum yapısını da etkilemiştir. Bu dinamik etki sonucu tarımsal çevrenin yerini kentsel çevrenin alması, kentleri sanayileşmenin bir yan ürünü haline getirmiştir. Özellikle yaşadığımız yüzyılda elde edilen teknolojik gelişmeler sonucu insan, yaşadığı doğal çevreyi büyük boyutlarda etkilemektedir. Diğer taraftan hızlı nüfus artışı nedeni ile bir beslenme sorunu ile karşı karşıya bulunulması doğal kaynakların aşırı ve yanlış kullanılmasına neden olmaktadır. Tükenen kaynakların yerine yapay kaynakların yaratılması ise sorunun boyutlarını büyütmektedir. Toplumun biyolojik ve sosyal dengesinin korunması amacı ile doğal kaynakların ve hammaddenin kullanımında yeni yöntemler geliştirilmesi endüstri artık ürünlerinin yeniden değerlendirilmesi ve güneş enerjisinden yararlanma olanakları üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmaktadır. Başta Birleşmiş Milletler Koruma Örgütü (UNEP) olmak üzere, çeşitli uluslar arası ve ulusal kuruluşlarca bu konudaki çalışmalar sürdürülmektedir.


III. ÇEVRE SORUNLARI VE BAĞIMLIK

İnsanların şehirlere akın etmeleri, gitgide başa çıkılması zorlaşan evsel katı atıkların birikmesine neden oluyor. Ayrıca sanayi üretimi, su ve hava kirliliğini de birlikte getiriyor. Günümüzde tarım etkinliği bile, yoğun bir biçimde gübre kullanılması ve hayvan yetiştiriciliğinin sanayileşmesi sonucu kirliliğe neden oluyor. Kısacası dünyada yaşadığımız yer neresi olursa olsun, doğal çevremiz tehlike ile karşı karşıyadır.

Küreselleşmenin çevre sistemlerine zararları kısa, orta ve uzun vadede meydana gelmektedir. İster kısa vadede, isterse uzun vade de olsun küreselleşmenin çevre sistemlerine etkisi doğal olaylar ve insanoğlunun meydana getirdiği etkiler olmak üzere iki temel nedene dayanmaktadır. Doğal olaylar volkanik faaliyetler ve deprem başta olmak üzere, fırtınalar, yağışlar, kuraklık vb. başta gelir. İnsanlığın çevre sistemlerine olan etkileri tabi olayların etkilerinden çok daha fazladır. Hatta tabi olayların bazılarının oluşmasında da insan faaliyetlerinin etkisi vardır.

Çevre sorunlarında da esas ana faktör insandır. İnsanların çevre üzerindeki oluşturduğu olumsuz etkilerini mikro ve makro ölçekte de, tabi olarak insanların eğitimi, hayat tarzı, kültürü ve nüfusu gibi özellikleri belirlemektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe, toplumların çevreyi kirletmesi daha da artmaktadır. Türk toplumunda çevreyi, cahil insanlar okumuş insanlardan daha az kirletmektedirler. İlköğretimden üniversite sıralarına kadar, temizlik, başkalarına zarar vermeme, yerlere çöp vb. atmama ilkesi hep hatırlatıldığı halde, yerlerdeki çöpler, sigara izmaritleri, su, kola şişelerinin mevcudiyeti acaba neyin göstergesidir. Bu noktada bir eksikliğimizin olduğu açıkça görülmektedir.



İnsan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkilerinin ikinci ana noktasını kültür yapısı oluşturmaktadır. İnsanlar değişik kültürlere sahiptirler. İnsanların kültürler seviyeleri eğitim düzeyi ile alakalı olmakla birlikte, yaşama alışkanlıkları, farklı ulusların etkileri ve bulundukları coğrafi bölgelerin özelliklerine de bağlı olarak uzun yıllar sonucu oluşmaktadır. İnsanların eğitim ve kültür düzeylerine bağlı olarak gelişen hayat tarzı, yaşama alışkanlıkları çevre sistemleri üzerine direkt ve doğrudan etkilidir. Doğu toplumlarının hayat tarzlarında aile yapısı esastır. Buna bağlı olarak yemek yeme alışkanlıkları da farklıdır. Doğu kültürlerinde, aileler hep birlikte tek tabaktan yemek yerler. Sonuçta ortaya tek bir tabak bulaşık olarak çıkar. Batı kültürlerinde ise her bir fert ayrı tabaktan, hatta birden fazla tabaktan yemek yer. Sonuçta fert sayısı kadar bulaşık tabak çıkar. Bunların temizlenmesi su ve deterjan kullanımı ve oluşan atık miktarı farklıdır. Kültür yapısı yani insanların hayat tarzı ekonomik durumuna göre de değişiklik göstermektedir. İnsanlarda eğitim, kültür seviyesi yani hayat tarzının bir sonucu olarak bağımlılık ortaya çıkmaktadır.
Bımlılık: Çevresel küreselleşmede önemli bir noktada bağımlılıktır. Bağımlılık, çevre kirlenmesinde ve küreselleşme da insan faktörünün en belirleyici temel unsurudur. Bağımlılık, toplum olarak yaşamanın da vazgeçilmez bir şartıdır. İnsan yaşantısında ferdi olarak başlayan bağımlılık daha sonraları toplum ve dünya düzeyinde etkisini göstermektedir. Bunun sonucu oluşan küresel çevre problemleri ise;

1. Doğanın bilinçsizce kullanılması sonucu tahrip edilmesi: Teknolojik seviye yükseldikçe insanlar daha fazla üretip, daha fazla tüketme duygusu içindedirler. Bu da doğal kaynakların daha çok kullanılması, daha fazla tüketilmesine ve tahrip edilmesine neden olur. Doğanın tahrip olması olarak ortaya çıkan bu olay sonucunda doğal denge bozulur. İnsan populasyonunun artışı da doğal dengeyi bozmaktadır. Buda kaynak tüketimini de olumsuz yönde etkiler. Nüfus artışının getirdiği tek problem düzensiz yerleşmedir. Ülkerlerin çıkarları daima çevre problemlerinin önünde gelmiştir. Çevre problemlerini oluşturan insan faktörü doğal kaynaklar ve kirlenmedir. Kirlenme ise insanların ferdi ihtiyaçlarının üzerinde yaptığı tüketimdir.

2. Doğal kaynaklan tüketilmesi: Yeryüzünde insanlığın kullandığı doğal kaynaklar sonsuz değildir. Doğal kaynakların başında, kullanılabilir su kaynakları, fosil yakıtlar ve ekilebilir tarım arazileri, ormanlar vb. gelir. Bu kaynakların kulanım miktarları her geçen gün artmaktadır. İnsanlığın fosil yakıtlara olan bağlılığı ve kullandığı miktar da artmaktadır. Kullanabildiği su miktarı da, ekilebilir tarım alanlarının miktarı da artmaktadır. Bu artış nereye kadar devam edebilir? Teknoloji yarışının devam ettiği, alışkanlıkların terk edilmediği sürece, bağımlılıkların daha da artması sonucu doğal kaynak kullanımı devam edecektir.

Çevre kirlenmesi açısından düşünüldüğünde yeryüzündeki doğal kaynakların en önemlilerini; Su, Atmosfer ve Hava, Toprak ve enerji oluşturmaktadır. Doğada bir su problemi vardır. 21. Yüzyılda kullanılabilir temiz su kaynakları önem kazanacaktır. Endüstrileşme sanayileşme ile zaten sınırlı olan su kaynakları tehdit altındadır. Büyüklerimizin musluktan içtiği sular günümüzde içilmez hale gelmiştir. Sanayileşme su kaynaklarını tehdit etmektedir. Temiz su kaynaklarına sahip ülkeler diğer ülkelere göre daha şanslıdırlar. Orta doğudaki ülkeler, İsrail, Suriye, Ürdün başta olmak üzere su sıkıntısı çekmekte ve gelecekte, temiz suyun petrol kadar önemli olacağı bugün herkes tarafından kabul edilmektedir.



3. Ak madde miktanın artması: Teknoloji yarışı sonucu hızla devam eden, daha fazla üretim, daha fazla tüketim alışkanlığı doğal kaynaklarının tüketilmesi yanında büyük bir atık oluşumu meydana getirecektir. Sanayileşme ve buna bağlı olarak refah

seviyesinin yükselmesi sonucu meydan gelen küresel çevre problemlerinde de artış meydana getirmiştir. İnsanların kalkınma için gösterdiği çaba sonucu çevreden oluşan olumsuz etkiler, biyolojik çeşitliliği azaltmaktadır. Buna bağlı olarak iklimlerin değişmesi doğal kaynakların kullanılması ile daha da artmıştır.



4. Yer kürenin ısınması ve iklim değişiklikleri. Fosil yakıtların aşırı tüketimi ile atmosferdeki gazların kompozisyonunda değişikliklerin oluşmasıyla iklimlerde değişiklikler meydana gelmektedir. Doğanın sunduğu hizmetler bedava hizmetlerdir. Ekonomik olarak görünmeyen ama uzun vadede ekonomiyi etkileyen ve destekleyen görünmez kaynakların en önemli kalemlerinden bir tanesidir. Doğa kendi istikrarı için sağladığı hizmetlerde bir süreklilik arz eder. Ama insanlar yüzünden bu süreklilik bozulmaktadır. Bu sağlandığı sürece doğa korunmuş olur. Bunu için ekonomide kar zarar maliyetleri yapılırken çevre maliyetleri de göz önünde bulundurulmalıdır.

Dünyada kirlenme hızla artmaktadır. Bu durum kaynak kullanımdan insan yaşantısına kadar birçok yönde etkisini göstermektedir. Bulaşıcı hastalıklar, besin sıkıntısı ve faydalı kullanım imkânlarının azalması olarak karşımıza çıkmaktadır.



IV. ÇEVRE KİRLENMESİNİN ULUSAL VE ULUSLAR ARASI BOYUTU

Siyasal ve ekonomik değişimlerin yanı sıra, son elli yıl, aynı zamanda sonuçları çok etkili olan sosyal ve çevresel değişimlere de tanık olmuştur. Hızlı nüfus artışıyla birlikte, insanların yaşayış biçiminde de pek çok değişiklikler oldu, artan ekonomik faaliyetler yaşam standardını yükseltip okuryazarlığın arttırdı. Medya, yeni teknolojinin yardımıyla, ulaşabilme gücünü arttırınca, değişimler birbirini etkilemeye başladı. Nüfusun ve ekonomik büyümenin böylesine yükselmesi, doğal kaynaklara ve çevreye ilave bir baskı oluşturdu. Dolayısıyla hem nüfusun, hem de ekonomik değişmenin gelecek kuşakların çıkarlarını koruyacak biçimde yönetilmesi çok önemli bir konu haline geldi.

Bu değişimler kadar önemli olan bir şey de, insanların kendi hayatlarını biçimlendirme ve kendi haklarının talep etme yeteneğinin artması oldu. Bireylerin güçlenmesi, sivil toplumun ve demokratik süreçlerin canlandığında kendini belli etmektedir. Bunlar insandaki yaratıcılık ve işbirliği yapabilme potansiyelini göstermektedir ve bu niteliklerin ikisi de dünyanın karşı karşıya geldiği pek çok zorluğun üstesinden gelebilmek için hayati önem taşır.

Günümüzde çevreyi, evrensel değerlerin bir bütünü olarak kabul etme eğiliminin yaygınlık kazandığı görülmektedir. Önceleri sadece insan ile doğal çevresi arasındaki ilişkiler bağlamında ele alınmakta olan çevre kavramı, doğa ve doğaya karşı duyulan


ilginin bir ifadesi olarak değerlendirilmiş, çevre sorunları da dar anlamlı “kirlenme” sorunlarıyla sınırlandırılmış bir biçimde gündeme getirilmiştir. Çevre sorunlarının, ulusal düzeyde ele alınmasıyla onarımcı ve önleyici politikalar da uygulanmaya başlanmıştır.

Çevre kavramının ulusal düzeydeki politikaları etkileyerek, sosyal, ekonomik ve hukuki sonuçlar doğuracak kararların konusu olmaya başlamasının en önemli nedenleri, çevre sorunlarından kaynaklanmaktadır. Ekonomistler gibi, çevre sorunlarının da sınır ve ulus tanımayan bir nitelik taşıması, çözüm yollarının karmaşık olması ve çevresel baskıların birbirine bağlı yapısı yalnız ulusal düzeyde çeşitli toplumsal aktörler arasında değil, uluslar arasında da bu sorunlarla mücadele edebilmek için işbirliği yapılmasın gerekli kılmaktadır. Çevre sorunları dünyamızı küresel olarak etkilemektedir. İklim, nüfus, doğal kaynaklar dağılımı, biyolojik çeşitlilik, genetik riskler gibi olgular sorunlarının küresel ölçekli niteliğini sergileyen örneklerdir. Birden çok ülkenin ortak doğal kaynaklarını aynı anda etkileyen çeşitli çevre sorunları örneğinde görüldüğü gibi birçok çevre sorunu da ötesi etkiler taşımaktadır.

Çevre sorunlarının sınır tanımayan ve birbirine bağlı sorunlardan oluşan karmaşık özellikleri, çoğu kez yarattıkları olumsuz sonuçların aynı anda hem yerel, hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde etkili olmasını yol açmaktadır. Uluslar arasında çevre konusunda işbirliği yapılmasını gerektiren en önemli nedenlerden bir diğeri de ortak olan değerlerin korunmasıdır. Paylaşılan ekosistemlerin ve uzay, okyanus, Antarktika gibi ortak değerlerin geleneksel ulusal egemenlik kavramları ile korunması ve yönetilmesi mümkün görülmemektedir.

Bu yapısıyla çevre sorunları, ülkeler arasında çeşitli düzeylerde ve çok yönlü işbirliği mekanizmalarının geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. Ülkeler çevre konusunda işbirliği yapma yoluna giderken çoğunlukla bu işbirliğini hukuki bir temele oturtmayı tercih etmektedir. Bu amaçla çeşitli çok taraflı veya ikili, bölgesel veya küresel sözleşme hazırlarken, Birleşmiş Milletler, OECD, Avrupa Toplulukları gibi birçok uluslararası kuruluşu da, çevreyle ilgili özel birimler oluşturarak, üyeleri için ortak politika ve eylemler belirlemekte, kurallar geliştirmektedirler. Ortak çevre sorunlarının giderilmesi veya önenmesinin yanı sıra, ortak çevresel kaynakların korunması ve yönetilmesi anlayışı üzerinde temellenen bu işbirliğinin, önümüzdeki yıllarda uluslar arası ilişkiler sisteminde daha belirleyici bir rol oynayarak, bu sistemin yönlendirilmesi açısından önemli değişikliklere yol açacağı söylenebilir. Çevre ile kalkınma arasındaki etkileşim çevresinde, uluslararası ekonomik ilişkiler göz önüne alındığında yakın bir gelecekte, çevre kavramının uluslar arası düzeyde daha belirleyici bir işlev kazanması bu bağlamda uluslararası çevre hukukunun gelişiminde hızlanma beklenmektedir. Bilim ve teknolojinin hızla ilerlediği XIX. yüzyılda yaşanan endüstriyel üretim ve kentleşme

çevrenin bozulması süresini hızlandırmış, doğal dengelerin sarsılması ve çevresel kaynakların tahribinin ağır sonuçlarının görülmeye başlamasına yol açmıştır.

1972 yılında 5–16 Haziran tarihleri arasında Stockholm’de düzenlenen “Birleşmiş Milletler İnsan Çevre Konferansı”dır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 113 ülkenin katıldığı Konferans Birleşmiş Milletlerin çevre konusundaki çalışmalarının temel öğesi olarak, tüm hükümetlere görev verilmektedir. Stockholm Konferansı’nda alınan karara uygun olarak kuruluşu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 12 Aralık 1972’de

2997 sayılı karar ile onaylamış Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Birleşmiş Milletler sistemi içinde, çevre ile ilgili faaliyetlerde eşgüdüm sağlamak ve çevre konusunda yardımcı olmak teşkil edilmiştir. Bu bağlamda, biyosfer kaynaklarının bütüncül ve akılcı yönetimi için geliştirilmiş bilgi, doğal ve insan eliyle yapılmış ekoloji sistemlerin gelişmesini, insan refahını temin etmek ve bütün ülkelere, bilhassa kalkınmakta olan ülkelere, çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gösterilen uluslar arası ve ulusal gayretlerle istikrarın temini, çevre sorunlarıyla mücadele ve gerekli teknoloji, eğitim ve öğretim, bilgi aktarımı, edinilmiş deneyimlerin değiş tokuşu için gerekli ek mali kaynaklara hareketlilik getirmek hususunda yardımcı olmak, UNEP’in çerçeve ilkesi olmuştur.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın da etkisiyle 1980’li yıllarından itibaren çevrenin evrensel değerlerin bir bütün olarak ele alınması ve kalkınma politikaları ile çevre koruma politikalarının bütünleştirilmesi gereği her düzeyde gittikçe artan bir şekilde kabul görmeye başlamıştır.

Çevreyle ilgili uluslararası gelişmeleri yönlendirmek ve küresel çevre problemlerin çözümüne katkıda bulunmak açısından en etkili kuruluşlardan biri olan Avrupa Birliği ülkelerinin de, 1970’li yıllardan başlayarak, üyeleri için ortak politikalar ve eylemler belirlediği görülmektedir. Avrupa Birliğinin esasını teşkil eden ve 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiş olan Roma Antlaşmasında, doğrudan çevreyle ilgili ortak bir politikanın yürütülmesini belirleyen bir madde bulunmamaktadır. Başlangıçta topluluğun çevreyle ilgili faaliyetleri Antlaşmanın, Üyeleri arasındaki rekabet şartlarıyla ilgili 100. Maddesi ve ortak pazarın güçlendirilmesiyle ilgili önlemlere ait 235. Maddesi çerçevesinde yürütülmüştür. Avrupa Birliği kuruluş amaçlarından birisi, vatandaşların iş ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, dengeli ve uyumlu bir ekonomik kalkınmanın sağlanması olarak belirlenmiştir.

Bu amaç doğrultusunda hareket eden AB ilk kez, Balkanlar Konseyi’nin 1971 yılında yaptığı toplantıda çevre konusunu gündeme getirmiştir. Bunu Temmuz 1971’de Komisyon tarafından yayınlanan bildiri izlemiştir. Topluluk üyesi ülkelerin devlet ya da

hükümet başkanlarının 19–20 Ekim 1972’de Paris’te yaptıkları toplantıda, ekonomik büyümenin tek başına bir amaç olmayacağı, bu büyümenin çevre ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi amacıyla bir arada ele alınmasının gerekli olduğu belirtilerek, bu konuda bir eylem programı hazırlanması çağrısında bulunmuşlardır. Bu yaklaşımdan hareketle Topluluk Kasım 1973’de Birinci Çevre Eylem programını başlatmıştır. Bunu 1977’de başlatılan ikinci, 1983’de yürürlüğe giren Üçüncü ve 1987- 1992 önemini kapsayan Dördüncü Çevre Eylem Programları izlemiştir.

AB’nin ilk iki Çevre Eylem Programı, kirlilik sonucu ortaya çıkmış ciddi sorunlara çözümler getirmek amacına yönelik eylemleri kapsamaktadır. Onarımcı politikalara, Üçüncü Eylem Programında sorunların ortaya çıkmadan önlenmesinin daha ekonomik olduğu anlayışı görülmektedir. Dördüncü Eylem Programı ise daha gelişmiş bir bakış açısıyla, çevrenin korunmasını, sosyal ve ekonomik kalkınmanın temel elemanı olarak ele almaktadır. Daha sonra, Aralık 1985’te Konsey tarafından kabul edilen Avrupa Tek Senedi’ne, topluluğun çevrenin kalitesini korumak ve iyileştirmek, kişi sağlığını korumaya yardımcı olmak, doğal kaynakları özenli ve akılcı kullanmaya ilişkin amaçlarından hareketle “çevre” başlığı altında bir madde eklenmesi öngörülmüştür. Bu başlık çerçevesine AB’nin çevre politikasına ilişkin temel ilkeler ise;

9 Önleyici eylem,


9 Çevreye verilecek zaran kaynağında önlenmesi,
9 Kirleten öder
olarak belirlenmiştir.

Avrupa Tek Senedi’nde yer alan çevre başlığında bu ilkelerin ışığı altında hazırlanarak,

1 Şubat 1993 tarihinde konsey ve üye devletler hükümetleri ortak toplantısında alınan kararla kabul edilen Beşinci Çevre Eylem Programı, yine koruyucu ve önleyici politikalara ağırlık vermekte ve “Avrupa Birliği”nin çevre politikalarını belirlemektedir. Bu antlaşmada çevre konusundaki hukuki çerçevesi çizilmiş olan çevre politikaları belirlenmiştir. Avrupa Birliği, söz konusu belgelerde tanımlandığı şekilde, çevreyi korumak ve sürdürülebilir kalkınma amacını hayata geçirebilmek için, Çevreyi öncelikli sektörler olarak belirlenmiş olan imalat, sanayi, enerji, tarım, ulaştırma ve turizm sektörlerinden başlayarak birliğin tüm sektörel politikalarıyla bütünleştirmeyi kararlaştırmış ve bu hedeflere uygun eylemler tanımlamıştır.

Çevre gerçeğinin, salt kirlenme sorunları olarak algılanmaktan, çıkarak, küresel, düzeyde kalkınmayla karşılıklı etkileşimi bağlamında değerlendirilmesi ile birlikte, başta BMÇP, OECD ve Avrupa birliği olmak üzere çeşitli uluslararası örgütlerin de yönlendirici etkisiyle, çevrenin yeni bir anlayışla yönetilmesi gerektiği konusundaki çalışmalar hız


kazanmıştır. Kuşkusuz bunda akademik çevreler ile hükümet dışı sivil örgütlerinde etkisi önemli rol oynamıştır.

Çevre gerçeği son yirmi yıldır devletler arasındaki ilişkilerde yeni ve yönlendirici bir unsun olarak önemli bir gelişme kat etmiştir. Bu gelişmenin önümüzdeki dönemde devam ederek, çevre konusundaki faaliyetlerin uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerdeki yönlendirici yapısından belirli bir yapıya kavuşacağı ileri sürülebilir. Bu bağlamda 21. Yüzyılda çevrenin aynen insan hakları ve demokrasi gibi ülkeler arasında ortak bir üst değer olacağı görülmektedir. Bu çerçevede çevrenin bir yandan ulusları ve insanları birleştirici işlevinin güçleneceğini, bir yandan da yeni çatışma ve anlaşmazlıkların nedeni olarak küresel düzeydeki önem ve etkisinin artacağını beklemek gerekmektedir.

Ülkemizin çevre sorunları yediden yetmiş yediye kadar herkesi ilgilendiriyor ve toplumumuz bu konuda duyarlı görünüyor olmasına rağmen, kış aylarında hava kirliliği sorunu ile karşı karşıya kalan kentlerimizin sayısı giderek artıyor, içme, kullanma ve sulama suyu olarak yararlandığımız su kaynaklarımızın kalitesi giderek bozulmaktadır. Katı atık sorunu çığ gibi büyüyor, tarım topraklarımızın amaç dışı kullanım alanı giderek genişliyor, cadde ve sokaklarımızdaki gürültü seviyesi önemli artışlar gösteriyor. Bu olumsuzlukları çoğaltmak mümkündür. Toplumumuzun her kesimindeki insanlarımızın çevre sorunları konusundaki duyarlılığını ve bilgi birikimini, çevre mevzuatını, çevre koruması amacıyla alınan önemleri ve uygulamaları yeterli kabul edecek olursak, teorik olarak çevre sorunlarının görülmemesi gerekir. Ancak, hepimizin de bildiği ve gördüğü gibi, ülkemizdeki çevre kirliliği ve doğal kaynakların yanlış kullanımı giderek artmaktadır. O halde, çevre koruma ve geliştirme zincirinin bazı halkalarında yetersizlikler, aksaklıklar veya yanlışlıklar vardır. İşte oluşturulacak uygun bir çevre politikası ile, sorunların daha başlangıçta meydana gelmemesine ve meydana gelebilecek sorunların etkisinin en aza indirilmesine çözüm araştırılabilir.

Politikaların ortaya konulmasında, yöresel, bölgeler, ülke boyutunda veya küresel tercih ve hedeflerin belirlenmesi zorunludur. Çevre sorunu olarak adlandırılan ve çoğu çevre kirliliği olarak etkisini gösteren sorunların bir bölümü ülke boyutlarında ve küresel düşünmeyi gerektirdiğinden; ayrıca, bu sorunlar anlık veya günlük sorunlar olmadığından, geleceğe yönelik değişimlerinde dikkate alınmasını gerektirdiğinde, bu konuda ortaya konulan politikalar dinamik yapıda olmak zorundadır.

Hava kirliliği ile ilgili olarak, yerleşim yeri kaynaklı kirleticilerin ağırlıklı olduğunu görmekteyiz. Özellikle kış aylarında, yakıt kullanımına bağlı olarak görülen hava kirliliği insan sağlığını tehdit etmektedir. Endüstriyel kaynaklı kirletici maddelerin yöresel etkileri


yanında, hava akımları ile taşınan gaz ve parçacıkların atmosfere salındıkları yerlerin dışında ve uzaklarında da olumsuz etkilerinin bulunduğu vurgulanmaktadır.

Akarsularımızdaki kirlenme, havza bazında ele alınmaktadır. Yerleşim yeri atıksuları, endüstriyel atıksular ve tarımsal alanlardan kaynaklanan su kirliliğinin hemen hemen ülkemizin her tarafından dikkatlerimizi çekmekte olduğunu izlemekteyiz. Göllerimiz ve denizlerimizde de önemli kirlenmenin olduğu bu konuda yapılan araştırma sonuçlarından görmekteyiz.

Katı atıkların uygun bir şekilde yönetilmemesinden, tarım alanlarının amaç dışı kullanımından, yanlış enerji üretim ve tüketiminden, tarımsal uygulanmalardaki bilinçsizliklerden kaynaklanan çevre bozulmasının hem insanlarımızı ve hem de doğal yaşam ortamlarını olumsuz yönde etkilemekte olduğunu üzüntü ile takip etmekteyiz. Sonuç olarak, üzerinde birlikte yaşadığımız gezegenin birçok bölgesinde olduğu gibi, ülkemizde de önemli çevre sorunları vardır. Bu sorunların bir bölümü insanlarımızın çevreye duyarlı görülmesine rağmen, çevrenin korunmasında ve geliştirilmesinde üzerlerine düşen görevi yeterince yerine getirmediklerinden oluşmaktadır. Bir diğer bölümü de, mevcut çevre mevzuatının etkili bir şekilde uygulanamayışından kaynaklanmaktadır. O halde çevre koruma ve geliştirme konusunda yürütülmekte olan çevre politikasında bazı eksikliklerin olduğunu söylemek mümkündür.

Türkiye’de çevre politikalarının varlığı eskilere gitmekte ise de, ilk belirgin uygulamalar

1982 Anayasası’nın 56. Maddesi ile birlikte başlamıştır. 2872 Sayılı Çevre Kanunu ve bu kanunu esas alan yönetmeliklerin yürürlüğe girmesi sonucu modern bir çevre politikası oluşumunu sağlamıştır. Çevre Kanunu’nun dışında, diğer bazı kanunlar, tabiat ve kültür varlıklarının korunması, kıyıların korunması, ormanların korunması, imar vs. konuları esas alan kanunlar da çevre politikalarının geliştirilmesinin birer sonucu olarak yürürlüğe girmiştir. Çevre koruma ve geliştirilme konusundaki temel esaslar, ilkeler ve hedefler kalkınma plânlarında yer almıştır ve yer almaya devam etmektedir. Diğer taraftan, çevre korunması geliştirilmesi çalışmalarında bilimsel ve teknik düzeyde faaliyet göstermek üzere üniversitelerimizin mühendislik fakültesi bünyelerinde çevre mühendisliği bölümleri açılmıştır. Çevre Bakanlığı ve bu Bakanlığa bağlı İl Çevre Müdürlükleri kurulmuştur. Bütün bunlar çevrenin korunması ve geliştirilmesi için çok olumlu yaklaşımlardır. Tüm bu uygulamalar bir bütün olarak ülkemizdeki çevre politikasını oluşturmaktadır. Ancak, çevre politikasının varlığına rağmen gün geçtikçe çığ gibi büyüyen çevre sorunları neden önlenememektedir? Bu sorunun en belirgin cevabı; çevre sorunlarının çözümünde çevre politikalarının varlığının yeterli olmayışı, bu politikaların etin bir şekilde yürütülmesinde siyasi otoritenin arzulu olmayışı veya başarısızlığıdır.


Siyasi otorite, o dönemde iktidarda bulunan siyasi parti veya partilerdir. Bu partilerin kendine özgü çevre politikalarının olması kaçınılmazdır. Ancak bu politikalar yerleşmiş devlet politikasından fazlaca sapma göstermemelidir.

Çevreyi koruma ve sürdürme, tüm dünya milletlerinin ortak sorumluluğundadır. Çevre adına hiçbir şey yapmadan durmak da çok pahalı bir lükstür. Çevreyi korumadan, toplumsal çıkarlardan kendimizi alıkoymadıkça ve işbirliği–dayanışma fikri eyleme geçirilmedikçe “çevre korumacılık” kuramsal yönüyle ancak kitaplarda yerini bulacaktır.



Yüklə 3,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin