Nass ve iÇTİhat nass karşisinda iÇTİhat biRİNCİ BÖLÜM: ebu bekir ve yandaşlarinin iKİNCİ BÖLÜM: ÖMEr ve yandaşlarinin kur’



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə27/32
tarix15.09.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#81846
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   32

HZ. ALİ’NİN BASRA’YA ULAŞMASI

VE İKİ ORDUNUN BİRBİRİNİN

KARŞISINDA YER ALMASI

Daha sonra Hz. Ali (a.s), ordusuyla beraber Basra’ya geldi. Aişe ve yandaşları şehri savunuyorlardı. Hz. Ali de Basra ve Aişe’nin ordusuna saldırmayıp tüm çabasını, iki taraf arasını bulmak için sarf etti. Hz. Ali bu işi Allah ve Resulünün razı olacağı şekilde yapıyor, hem dille hem de elle mümkün olan her şeyi yapıyor ve tüm çabasını bu işe harcıyordu.

Taberi[30] ve diğer sire ve hadis yazarları rivayet ederler ki; Hz. Ali (a.s), o gün Zübeyr’i çağırarak Peygamber (s.a.a)’in, Zübeyr’in yanında söylediği sözü hatırlattı. Peygamber (s.a.a) Zübeyr’in huzurunda şöyle buyurmuştu: “Ey Ali! Bu halanın oğlu, seninle zalimce savaşacaktır.”

Zübeyr, bunu hatırlayınca şöyle dedi: “Hal böyleyse sizinle savaşmayacağım.” Daha sonra oğlu Abdullah’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Bu savaşın vaziyeti bana aydın değil.”

Oğlu Abdullah şöyle dedi: “Tam bir açık görüşlülükle savaşa geldin. Ama Ebu Talib oğlunun sancaklarını görüp de onların altında ölüm olduğunu anlayınca, korkarak geri adım attın.”

Oğlu Abdullah, ısrarla babasını savaşa kışkırttı. Öyle ki sonunda Zübeyr oğluna şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Ben Ali’ye karşı savaşmamaya yemin ettim.”

Abdullah: “Kölen “Sercisi” bu yeminin kefareti olarak serbest bırak” dedi.

Köleyi serbest bırakan Zübeyr, Hz. Ali’nin karşı safında yer aldı.

Taberi şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) Zübeyr’e şöyle buyurdu: “Osman’ı sen öldürdün, şimdi de onun intikamını benden mi almak istiyorsun? Allah, bugün içimizden Osman’a karşı daha ateşli olana öyle birini musallat etsin ki görmek istemediğini görsün.”

Allah (c.c), Hz. Ali (a.s)’ın duasını kabul etti. Çünkü aynı gün Allah, Amr b. Curmuz’u, Zübeyr’in başına dikti de onu oracıkta öldürüverdi.

Yine Taberi şöyle yazıyor: Hz. Ali (a.s), Talha’yı çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Talha! Peygamber (s.a.a)’in zevcesini, onun yanında savaşmak için buraya kadar getirdin de kendi zevceni evde mi bıraktın? Sen bana biat etmedin mi?”

Talha şöyle dedi: “Gönülsüz olarak sana biat ettim!” Talha, aynen eskisi gibi savaşta ısrarlıydı.

(Taberi’nin nakline göre) Bu sırada Hz. Ali (a.s) kendi ordusuna dönerek şöyle buyurdu: “Sizden kim bu Kur’ân’ı alıp onlara sunacak,[31] onları Kur’ân’a davet edecek, bir eli koparsa diğer eline alacak ve o da koparsa dişleri ile tutacak?”

Yeni yetişen bir genç kalkarak: “Ben gönüllüyüm” dedi.

Hz. Ali (a.s), ordusunun içerisinde dolaşarak konuyu defalarca onlara anlattı. Ama bu genç dışında hiç kimse hazır olmadı. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu Kur’ân’ı onlara sunarak şöyle söyle: “Bu, Kur’ân’ın içerisinde olanlar (Allah’ın sözü) sizinle, bizim aramızda hakem olsun. Allah’ı hatırlayın da kanımızı ve kanınızı boş yere dökmeyelim.”

Bu genç, Aişe’nin ordusuna doğru ilerler ilerlemez, ona saldırarak Kur’ân tuttuğu her iki elini de kestiler. O da Kur’ân’ı dişleri arasına aldı. Böylece de şahadete erişti. Bunu gören Hz. Ali (a.s), kendi ashabına şöyle dedi: “Şimdi bunlarla savaşmanız için hiçbir engel yoktur. Onlarla savaşın.”

Taberi’nin nakline göre, Kur’ân-ı elinde tutarak şehit olan gencin annesi şöyle dedi: “Ne kadar kötü bir insanlar, bir Müslüman onları Allah’ın kitabına davet ediyor ama onlar Allah’tan korkmuyorlar. Onların anneleri, ayakta durmuş da sapıklığa gittiklerine bakıyorlar, ama onları alı koymuyorlar.”[32]

Deve ve tahtırevanın sahibi (Aişe) de, savaş meydanına girdi. Silahlı bir şekilde cesaret, utanmazlık ve hışımla devesi üzerinde olduğu halde savaş meydanına girmişti. Aişe, oturduğu yerden: “Benim sol tarafımdakiler kimlerdir” diye sordu?

Sabre b. Şeyman -İbn-i Esir’in el-Kamil’deki nakline göre- “Biz Beni Ezd kabilesiyiz” dedi. Aişe şöyle dedi: “Ey Gassan Oğulları! Bizim de duyduğumuz kahramanlıklarınızı ortaya koyun.”

Aişe’nin devesinin dışkısını ellerinde tutarak koklayan Ezd kabilesi fertleri şöyle söylüyorlardı: “Annemizin devesinin dışkısının kokusu amber kokusu veriyor!!!”

Aişe, daha sonra: “Sağ tarafımda olanlar kimlerdir” diye sordu? Bekir b. Vail kabilesi olduğu söylendi.

Aişe şöyle dedi: “Ey Bekir b. Vail kabilesi! Dikkatli ve dirençli olun. Biliniz ki, karşınızda olan Abdulkays kabilesidir.”

Biraz ilerleyen Aişe önünde olan askerlere: “Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

Beni Naciye kabilesi olduğu söylenince şöyle dedi: “Aferin! Aferin! Bunlar, Ebtahi Mekki kılıçlardır. Gerekircesine sert bir şekilde savaşın!”

Aişe, bu ateşli sözleriyle onların arasında savaşçılık ruhunu uyandırdı. Öyle ki onlar, devenin etrafını sararak şöyle söylüyorlardı: “Ey annemiz! Ey Peygamber (s.a.a)’in zevcesi! Ey tüm insanların efendisi ve efendisinin eşi! Biz Beni Zabbe kabilesindeniz. Başlarımızı kırmızı kana boyanmış olmadan, kestirmeden firar etmeyiz!

Aişe, devesi öldürülene kadar tahtırevanda oturup askerleri arasında dolaşarak askerlerini savaşa kışkırtıyordu. Ama deve ve tahtırevanı savunmakla görevli kırk kişi öldürüldükten sonra savaş Hz. Ali’nin yararına tamamlanarak sona erdi. Eğer Hz. Ali (a.s)’ın özel teveccühü olmasaydı, Aişe o dehşetli günde bu coşkun sel içerisinde mutlaka öldürülürdü. Elbette o öldürülseydi, ne gibi bir fitnenin meydana geleceğini ancak Allah bilirdi.

Müslümanlar arasında meydana gelen tefrika ve ayrılığa neden teşkil eden “gün” (Cemel günü) Sıffin savaşı, Nehrevan savaşı, Kerbela faciasına ve daha nice faciaların doğmasına sebep oldu.

Ama Peygamber (s.a.a)’in kardeşi ve torunlarının babası ileri çıkarak Aişe’nin devesinin yakınında durup, Aişe’nin kardeşi Muhammed b. Ebu Bekir’e, kız kardeşini mümin kadınların yanına götürerek rahatsız olmamasına dikkat etmesini emretti. Aişe’nin askerlerinin boynuna minnet bırakarak affetti. Elde ettikleri esirleri serbest bıraktı ve Aişe’ye elinden geldiğince ihtiram gösterdi. Bu konuyu tüm sire ve tarih yazarları değinmiş ve ona itiraf etmişlerdir.

Bu savaşa “Büyük Cemel Savaşı” denir. Bu savaş 20 Cemadi’l-Ahir 36. Hicri tarihinde “Perşembe günü” gerçekleşmiştir. Her iki vakıanın -yani büyük ve küçük Cemel Savaşının- geniş açıklaması, İslam tarihlerinde nakledilmiştir.

Büyük Cemel Savaşında Aişe’nin evlatlarından öldürülenlerin sayısı, maalesef Talha ve Zübeyr de içlerinde olmak üzere on üç bin kişiyi bulmuştu; Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan şehit olanlar ise bin civarında idi.

AİŞE KİME KARŞI SAVAŞTI?

Aişe, bunu herkesten daha iyi biliyordu ki, Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in kardeşi, velisi, halifesi ve varisidir; Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’i ve Allah’ı candan seviyor, Allah ve Resulü de O’nu seviyorlardı. Aişe, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu duymuştu: “Ey Ali! Senin bana olan konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Şu farkla ki, sen peygamber değilsin.”

Yine Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu duymuştu: “Allah’ım! Ali’nin dostuna dost, düşmanına düşman ol. Ali’ye yardım edene yardım et, onu rezil edeni rezil et. Allah’ım! Ali’ye merhamet et, Ali nerede olursa olsun hakkı onun çevresinde karar kıl.”

Aişe Veda Haccında Peygamber (s.a.a)’in yanındaydı. Peygamber (s.a.a)’in ümmete, Ehl-i Beyti terk etmemelerini nasıl ısrarla vasiyet ettiğini görmüştü. Peygamber (s.a.a) ümmeti, Kur’ân ve Ehl-i Beyte yüz çevirmekten sakındırmaktaydı.

Aişe, Gadir-i Hum’da Peygamber (s.a.a)’in, binlerce hac adayları arasında Hz. Ali (a.s)’ı hilafet makamına nasıl tayin ettiğini görmüş ve Peygamber (s.a.a)’in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’e bakarak şöyle buyurduğunu duymuştu: “Ben sizinle savaş içerisinde olanla savaş içerisindeyim; sizinle barış içerisinde olanla da barış içerisindeyim.”

Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel Müsned’inde[33] Ebu Hureyre’den, Hakim Nişaburi Müstedrek’te, Taberani Mucem’ul-Kebir’de ve Tirmizi de kendi senediyle Zeyd b. Erkam’dan, İbn-i Hacer’in “el-İsabe”de Hz. Fatıma’nın biyografisindeki nakliyle nakletmişlerdir.

Aişe, Peygamber (s.a.a)’in, Ehl-i Beytini cüppesi altına alarak: “Ben sizinle savaşan herkes ile savaştayım, sizinle barış içerisinde olanla barış içerisindeyim; size düşmanlık eden herkesle düşmanım” diye buyurduğunu hem görmüş hem de duymuştu.

İbn-i Hacer-i Mekki, bu rivayeti, Ehl-i Beytin fazileti hakkında nazil olan bir ayetin tefsirinde (Savaik’ul-Muhrika, Fasıl: 11) nakletmiştir. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu da rivayet edilir: “Ali’nin savaşı benim savaşımdır. Onun barış ve sulhu da benim barış ve sulhumdur.”

Bu ve buna benzer birçok rivayetler vardır ki, Aişe’nin kendisi bunlardan bazılarını rivayet etmiştir. Aişe, bunların hepsini çok iyi biliyordu. Öyle ki, bir şair Aişe’ye hitaben şöyle söylemiştir: “Sen kırk bin hadis ezberledin ama bir ayeti unuttun.”[34]

Ümm’ül-Müminin Aişe’nin, Hz. Ali’ye karşı savaştaki davranışı anlamak için, babası Ebu Bekir’in rivayet ettiği şu hadisi bilmemiz yeterlidir. Ebu Bekir şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a)’in çadır kurup bir Arabi yayına yaslandığını gördüm. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de çadırın içerisindeydiler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Ben, bu çadırda olanlarla barışık olan herkesle barışığım. Kim bunlarla savaşırsa, ben de onunla savaşırım. Onları helal zadeden başkası sevmez. Onlara zina zadeden başkası da düşmanlık etmez.” [35]

AİŞE NE DÜŞÜNÜYORDU?

Hal böyleyken sayın okurlar, Ümm’ül-Müminin Aişe’nin, bu ayaklanmadaki amaç ve hedefinin Allah olduğunu mu, Peygamber ve ahireti amaçladığını mı, salih amelli kadınlardan olduğunu mu ve Aişe’nin, bu ameliyle Allah’ın Peygamberin zevcelerine vaadettiği sevabı alacağını mı düşünüyorsunuz? Allah, Peygamber (s.a.a)’in zevcelerine şöyle buyurmuştur:

“Eğer, Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır.”[36]

Yoksa Aişe, kendisiyle Allah arasında, diğerlerine haram edilenleri helal eden bir antlaşma olduğunu mu zannediyordu? Yoksa Aişe, masum İmam Ali (a.s)’ın aleyhine ayaklanmasıyla şu ayette vaadedilen ilahi azaptan kurtulacağını mı zannediyordu?!

“Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.”[37]

Acaba Aişe, ortaya çıkardığı ayaklanmanın bir nevi ibadet, Allah ve Peygamberine itaat, yoksa yararlı bir iş yaptığını mı düşünüyordu? Yoksa Aişe, bu davranışında şu ayete amel ettiğini mi düşünüyordu?

“Sizden kim, Allah’a, Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz. Ve ona bol rızk hazırlamışızdır.”[38]

Yoksa Aişe, Hz. Ali (a.s)’a karşı ayaklanarak Peygamber (s.a.a)’in diğer hanımlarına oranla Allah’a daha fazla yaklaşmayı, daha fazla takva elde etmeyi ve şu ayete amel etmeyi mi hedefliyordu?

“Ey peygamber hanımları! Eğer Allah’tan korkuyorsanız siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.”[39]

Acaba Aişe, oturduğu İbn-i Zabbe’nin evini, Allah’ın ona oturmasını emrettiği ev olarak mı görüyordu? Aişe orduya yaptığı komutanlığı, Talha ve Zübeyr’in, onu cahiliyet dönemi açılıp saçılmalarından korumak için diktiği perde gibi mi görüyordu? O bu şekilde, namaz kılmayı, zekat vermeyi, Allah’a ve Resulüne itaat etmeyi yerine getirebileceğini mi zannediyordu?

O, bunca yaptığı işleri, ilahi emir ve yasaklar karşısında yaptığın mı görüyordu? Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin...”[40]

Aişe ne söylüyor? Veya onun taraftarları, Allah’ın Aişe ve arkadaşı Ömer kızı Hafsa hakkında buyurduğu “Eğer ikiniz de Allah’a tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı”[41] hitap hakkında ne söylüyorlar? Yine şu ayet hakkında ne söylerler: “... Ve eğer peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki, onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların arkasından melekler de (O’na) yardımcıdır. Eğer O, sizi boşarsa Rabbi O’na, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren, sebatla itaat eden eşler verir."[42]

Bu ayet, Peygamber (s.a.a)’i, Aişe ve Hafsa’ya karşı savunacak kuvvetlerin son haddinde olduğunu göstermektedir. Eğer tüm kainatta bulunanlar Peygamber (s.a.a)’in aleyhine ayaklansalar da Peygamber (s.a.a) bu kuvvetten fazlasına ihtiyaç duymaz.

Aişe ve Hafsa’yı tanımak için şu yeter ki Allah, bu ikisine Tahrim suresinde iki kafir kadının bir de mümin kadının misalini getirerek şöyle buyuruyor: “Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin, nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.

Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O; “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işlerinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” dedi.”[43]

Ehl-i Beyte tabi olan alim ve zahit şairlerden birisi Aişe’ye hitaben şöyle diyor: “Ey Aişe! Uğrunda ölüm sınırına kadar gittiğin savaş hakkında ne dersin?, Buhari sahihinde, evine işaret edilerek senin hakkında söylenilen sözü nakletmesi yeterlidir. Derler ki tövbe ettin ve Ali sana göz yumdu. Peki neden Ali şehit olduğunda şükür secdesi yaptın? Neden İmam Hasan’ın vefatında bir katıra binerek fitne ateşini alevlendirdin?!”

Şiir’de Buhari’nin naklettiği sözden kasıt, Abdullah b. Ömer’den naklettiği[44] şu hadistir: “Peygamber (s.a.a) durarak, Aişe’nin ikamet ettiği yere işaret edip şöyle buyurdu: “Fitne buradandır, fitne buradandır; şeytanın boynuzları buradan çıkacaktır.”

Sahih-i Müslim’de şöyle rivayet edilir: Peygamber (s.a.a), Aişe’nin evinden çıkarak şöyle buyurdu: “Küfrün başı buradan çıkacaktır. Şeytanın boynuzunun çıkacağı yer burasıdır.” [45]

Şiirde Hz. Ali (a.s) ile ilgili olan bölüm şuna işarettir: Hz. Ali (a.s)’ın şahadet haberi Aişe’ye ulaşınca, Aişe hemen yere kapanarak şükür secdesi yaptı. Daha sonra başını secdeden kaldırarak şu şiiri okudu:

“Derken o kadın sevinçten asasını atarak yerinde oturdu, bir yolcunun vatanına döndüğü gibi sevinçliydi.”

Daha sonra: “Ali’yi kim öldürdü?” diye sordu.

Cevabında: “Murat kabilesinden biri” dediler.

Aişe sonra şu dokunaklı şiiri okudu: “Eğer O uzaksa, O’nun ölüm haberini ağzında toprak olmayan bir genç verdi.”

Ümmü Seleme’nin kızı Zeynep, ona itiraz ederek şöyle dedi: “Bunları Ali için mi söylüyorsun?!” Aişe cevabında şöyle dedi: “Unuttum! Ne zaman unuttuysam bana hatırlatın!!!”

AİŞE VE İMAM HASAN-I MÜCTEBA (A.S)

Ehl-i Beyt şairinin şiirinin son bölümü ise Aişe’nin, Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’a yaptıkları olaya işarettir.

İmam Hasan (a.s) şahadetinden bir müddet önce, Beni Haşim’i yanına toplayarak, şahadetinden sonra Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanına defnedilmesinden dolayı, Beni Ümeyye tarafından çıkarılacağından korktuğu fitne hususunda uyarılarda bulundu. Bu nedenle kardeşi İmam Hüseyin’e vasiyet ederek, muhalefetle karşılaştığını görürse, fitnenin önünü almasını ve kendisini Baki mezarlığında büyük annesi Fatıma bint-i Esed’in (Hz. Ali’nin annesi) yanına defnetmesini, bu yolda bir damla kanın bile akıtılmamasını istedi.

İmam Hasan (a.s), şehit olduktan sonra Haşimiler onu dedesi Peygamber (s.a.a)’in yanında toprağa vermek istediler. Ama bir anda Beni Ümeyye tepeden tırnağa silahlanarak savaşa hazırlandı. Beni Ümeyye’nin başında Mervan b. Hakem ve Sa’d b. As yer almaktaydı.

Mervan şöyle seslendi: “Ey Beni Ümeyye! Emir’ul-Müminin Osman’ın Medine’nin bir köşesinde, Hasan’ın da Peygamber’in yanında toprağa verilmesi mi gerekir?”

Daha sonra bir katıra binmiş Aişe’yi getirdiler. Aişe evine girmelerine izin vermediğini belirterek şöyle diyordu: “Hasan’ı benim evime getirmeyin!”

Ebu’l-Ferec-i İsfahani-yi Mervani “Makatil’ut-Talibiyyin” adlı kitabının İmam Hasan’ın Şerh-i hali bölümünde, Ali b. Tahir b. Zeyd’ten şöyle rivayet eder: İmam Hasan’ı defnetmek istedikleri zaman Aişe, bir katıra binip Beni Ümeyye, Mervan b. Hakem ve diğer taraftarlarından yardım aldı. Tam bu sırada birisi şöyle dedi: “Bir gün katıra biner, bir gün deveye!”

Mes’udi şöyle yazıyor: O gün Aişe, alaca bir katıra binmişti. Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir gelerek şöyle dedi: “Hala! Biz kırmızı Cemel gününün kanlarından başlarımızı henüz yıkamamışız. Alaca katır savaşını da meydana getirdi demelerini mi istiyorsun?!

Bu hususta şair şöyle diyor:

“Ey Aişe! Bir gün deveye bindin, diğer bir gün de alaca bir katıra bindin! Eğer yaşarsan file bile bineceksin! Sen Peygamber (s.a.a)’in evinden, zevcelerine kalan sekizde bir mirasın sadece dokuzda birine maliksin. Ama sen hepsini sahiplendin!”

Şimdi şu konuyu açmamız gerekir: Acaba Aişe, Peygamber (s.a.a)’in evine istediğini alma, istediğini de almama hakkına sahip miydi? Şunu bilmek gerekir ki, İslam fıkhına göre malik, mülkünü istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Ama ey sayın okuyucu! Acaba Peygamber (s.a.a), evini, satış yoluyla, bağışlama yoluyla veya herhangi bir yolla Aişe’ye mi bırakmıştı? Hayır! Hayır! Zannetmiyorum. Hiç kimsenin de böyle bir şey söyleyebileceğini veya düşünebileceğini zannetmiyorum.

Evet, Peygamber (s.a.a) Aişe’yi, diğer zevceleri gibi evinin odalarından birisinde yer vermişti. Aynı şekilde diğer zevceleri de, ayrı ayrı odalarda ikamet etmekteydiler. Peygamber (s.a.a) de aynen evli bir erkeğin eşini kendi evine getirdiği ve onunla ilgilendiği gibi kendi zevcelerine bu muameleyi yapmıştı. Zira kadının erkeğe vacip olan haklarından birisi de erkeğin, kadına kalacak bir yer vermesidir. İşte kadın bu yolla kocasının evinde ikamet eder.

Ama bir evde oturmak kesinlikle o eve sahip olmak manasına değildir. Zira gerçekte evi istediği gibi kullanma hakkına sahip olan erkektir. Çünkü kadına evde oturma hakkını veren erkektir.

Buna ilaveten, eğer Aişe’nin, Peygamber (s.a.a)’in evinde olmasının eve sahiplendiğine delil olduğunu kabul edersek, peki Fedek bağının Hz. Fatıma (a.s)’ın elinde olması, neden ona malik olduğuna delil olarak kabul edilmiyor?! Bu ikisi arasında ne gibi bir fark vardır?! Zira bir kızın, babası hayattayken istediği gibi babasının malından bir bölümünü kullanması, ona malik olduğunun bir göstergesidir. Bu durum, kız baba ocağından ayrılıp koca evine gittikten sonra daha da belirgindir. Elbette bu durum, kocanın evinde bulunan odaları kullanma konusunun tam tersinedir. Biz, bu konuda tüm insanlar arasında bulunan örf, adet, gelenek ve görenekleri hakem olarak sunuyoruz.

Şayet o günlerde, Aişe’nin babası halife olduğundan, kendi yetkisine dayanarak Peygamber (s.a.a)’in evini Aişe’ye bağışlamıştı! Hal böyle ise biz, Ebu Bekir’den kızı Aişe’ye yaptığı muameleyi, Peygamber (s.a.a)’in değerli kızı Fatıma’ya da yapmasını ve onun elinde olanları almamasını beklerdik. Eğer Ebu Bekir bu işi yapsaydı, Müslümanların vahdeti için daha faydalı olurdu.

Dipnotlar

………………………..

[1] - Bkz. Sahih-i Müslim, c. 1, s. 258 (H.K 1327, Mısır baskısı). Sonradan içtihat edileni bırakın da onun rivayet ettiğine amel edin!

[2] - Hakim Nişaburi bu hadisi aynı lafızlarla (Müstedrek, c. 4, s. 37), Muhammed b. Sa’d (Tabakat, c. 8, s. 104), Taberi ve diğerleri nakletmişlerdir.

[3] - Meğafir: Bazı ağaçlardan çıkan bir madde.

[4] - Daha geniş bilgi için Sahih-i Buhari’ye müracaat ediniz.

[5] - Tahrim / 4.

[6] - Tahrim / 5.

[7] - el-Keşşaf, Zemahşeri, c. 4, s. 566, b. Beyrut; et-Teshil li-Ulum’it-Tenzil, Kelbi, c. 4, s. 131; Feth’ul-Beyan li-Sadık-ı Hasan Han; Tefsir-i Razi, c. 8, s. 333; ed-Dürr’ül-Mensur, c. 6, s. 339-342; Tefsir-i Kurtubi, c. 18, s. 177 ve 188; Feth’ul-Kadir, Şevkani, c. 5, s. 250; Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 4, s. 387.

(Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ebu Bekir’le Ömer’in kızlarını yani Aişe ile Hafsa’yı, görücü göndererek almamıştır. Aişe’yi babası Ebu Bekir’le annesi ısrarla Peygamber (s.a.a)’e teklif etmişlerdir. Peygamber (s.a.a) de onların bu ısrarları üzerine onunla evlenmeyi kabul etmiştir. Peygamber (s.a.a) onun nikahını Mekke’de kıydı, Medine’de de onunla evlendi. Aişe o zamanları 15 yaşlarında idi.

Hafsa da Bedir savaşında kocasını kaybettiğinden dolayı babasının evine gitmişti. Kötü huylu ve sert bir kadın olduğundan dolayı, kimse onunla evlenmeye hazır olmuyordu. Ömer, Ebu bekir’le Osman’a onunla evlenmelerini teklif etti. Ama onlar Hafsa’nın kötü huyunu ve sertliğini bildiklerinden dolayı onunla evlenmeye yaklaşmadılar. Ömer konuyu Peygamber (s.a.a)’e açtı. Hafsa’nın kocası Bedir savaşında Peygamber (s.a.a)’in yanında öldürüldüğünden dolayı Peygamber (s.a.a) onunla evlenmeyi kabul etti... M.)

[8] - Tahrim / 10-11.

[9] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 77.

[10] - Sahih-i Buhari, c. 1, Bab: Vahiy’in Başlangıcı ve Alak Suresinin Tefsiri, c. 3, Sahih-i Müslim Bab’ul-İman, Sahih-i Tirmizi ve Nesai Alak suresi tefsiri.

[11] - İrşad’us-Sari, c. 1, s. 171.

[12] - Tevbe / 101.

[13] - Ahzab / 33.

[14] - Hucurat / 9.

[15] - Örneğin: Hişam b. Muhammed Kelbi “el-Cemel” adlı kitapta, Taberi “Tarih’ul-Umem ve’l- Mülük”, İbn-i Esir “el-Kamil”, Medaini” el-Cemel” ve diğer sire-tarih yazarlarının ilgili kitaplarına müracaat edebilirsiniz. Sayın okuyucuların, İbn-i Ebi’l-Hadid’in yazdığı şerhde değindiği konuları okumaları bile yeterlidir. Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, Mısır baskısı, c. 2, s. 77-82, s. 496 ve sonrası.

[16] - Bkz: İstiab, Usd’ul-Gabe, Tabakat-ı İbn-i Sa’d ve diğerleri.

[17] - Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 77.

[18] - Bkz: Tarih-i Taberi, c. 3, s. 476.

[19] - İbn-i Ebi’l-Hadid, Ümmü Seleme’nin mektubunu (Şerh-i Nehc’ül-Belağa, c. 2, s. 79) nakletmiş ve şerh vermiştir. Ümmü Seleme bu sözüyle iyi bir imtihan vermiştir. Allah rızası, İslam ve Aişe’nin maslahatı konusunda konuşmuş bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu yolda en iyi cihadı yapmıştır. Onun cihadı ile Aişe’nin cihadı arasında ne kadar da fark vardır!

[20] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, c. 2, s. 80.

[21] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 80.

[22] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn- Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 80.

[23] - a.g.e. s. 498

[24] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 505.

[25] - Bu utanmaz adam yalan söylüyor. Zira o Hz. Ali’ye biat eden ilk şahıslarındandı. İşin kötü akıbetinden Allah’a sığınırız.

[26] - Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 499.

[27] - Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 2, s. 501.

[28] - Nehc’ül-Belağa, Feyz’ul-İslam, h. 171 s. 555.

[29] - Fetih / 20.

[30] - Tarih-i Taberi, c. 2, s. 519.

[31] - Tarih’ul-Umem ve’l-Müluk, Taberi, c. 3, s. 520.

[32] - Tarih-i Taberi, c. 3, s. 522.

[33] - Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 442

[34] - Ahzab suresi 33. ayete işaret edilmektedir. (M.)

[35] - Bu hadis Ebu Bekir’den naklen rivayet edilmiştir. Bkz. Abbas Mahmud Akkad, “Abkariyet’ul-Muhammed”, “Peygamber, İmam ve Sahabe” başlığı.

[36] - Ahzab / 29.

[37] - Ahzab / 30.

[38] - Ahzab / 31.

[39] - Ahzab / 32.

[40] - Ahzab / 33.

[41] - Tahrim / 4.

[42] - Tahrim / 4-5.

[43] - Tahrim / 10-11.

[44] - Sahih-i Buhari c. 2 s. 25.

[45] - Bkz. Sahih-i Buhari, c.2 s. 503.

BEŞİNCİ BÖLÜM

HALİD B. VELİD’İN, KUR’ÂN’IN VE HZ. RESULÜN AÇIK NASLARI KARŞISINDAKİ İÇTİHATLARI

HALİD’İN PEYGAMBER (S.A.A)’İN EMRİNE SIRT ÇEVİRMESİ

Halid b. Velid’in açık naslar karşısında içtihat ettiği konulardan birisi de Mekke’nin fethedildiği gün vuku buldu. Mekke fethinde Resulullah (s.a.a), Halid’i savaş ve adam öldürme hususunda uyarmış, onu bu işten sakındırmıştı. Sire ve tarih yazarları, sahih senetlerle bu durumu rivayet etmişlerdir.

O gün Peygamber (s.a.a), Halid ve Zübeyr’e şöyle buyurdu: “Sizinle savaşa kalkışmayanlarla savaşmayın.” Ama buna rağmen Halid b. Velid Kureyş’ten yirmi küsur ve Hüzeyl kabilesinden de dört kişiyi katletti. Peygamber (s.a.a) Mekke’ye girdiğinde bir kadının öldürüldüğünü görünce, katip Hanzele’den: “Bunu kim öldürdü?” diye sordu. Hanzele de Halid b. Velid diye cevap verdi.

Peygamber (s.a.a) ona, Halid b. Velid’i bularak, çocuk, kadın ve kiralık olanları öldürmemesini iblağ etmesini emretti. Bu olayı, Abbas Mahmud Akkad’ın kitabı “Abkariyat-u Ömer” s. 266’da bulabilirsiniz.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin