Zübeyr b. Bekkar Muvaffakiyya’ta ondan bu beyitleri naklettikten sonra şöyle yazmaktadır: Ali, Utbe b. Ebu Leheb’in peşi sıra birisini göndererek onu (bu işten) nehyetti ve bir daha bu konuyu açmamasını istedi! Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bizim açımızdan dinin güvende olması her şeyden daha önemlidir.!”
Aynı şekilde İbn-i Ebi’l-Hadid Şerh-i Nehc’ül-Belağa’nın 2. cildinde Zübeyr b. Bekkar’dan naklen şöyle yazıyor: Ebu Süfyan Ali’nin bulunduğu evin yanından geçerken durarak şöyle bir şiir inşat etti:
“Ey Beni Haşim! Dikkat ediniz halk size göz dikmesin, özellikle de Teym b. Murre (Ebu Bekir) ve Udey (Ömer). Hilafet sizin evinizdedir ve size doğru yüz çevirmiştir. Ali’den başka hiç kimse ona layık değildir. Ey Ebu’l-Hasan (Hz. Ali)! Hilafeti ele almak için kemerini sıkı bağla; zira sen her açıdan bu makama layıksın.”
Ama Ebu Süfyan’ın sözlerinin Hz. Ali (a.s)’ın yanında hiçbir değeri yoktu. Örneğin bir cevabında Ebu Süfyan’a hitaben şöyle buyurdu: “Peygamber (s.a.a)’in benimle olan bir ahitleşmesi vardır ve ben ona bağlıyım.”
Ebu Süfyan Hz. Ali’yi bırakıp Abbas b. Abdülmuttalib’in evine giderek şöyle dedi: Sen hilafete layıksın. Birader zadenin mirasını almaya herkesten daha hak sahibisin. Elini uzat da sana biat edeyim. Abbas gülerek şöyle dedi: Ali bırakır da Abbas mı istiyor! Ebu Süfyan ümitsizlikle dışarı çıktı.
Onların kendilerinin söylediği gibi Ebu Bekir’e biat, Allah’ın Müslümanları şerrinden koruduğu bir hataydı. Ama bu koruma işlemi, Hz. Ali (a.s)’ın eli ve O’nun meydana gelen tüm sıkıntılar karşısında sabrederek kendi hakkını İslam’ın geleceği için feda etmesiyle sağlandı.
ÖMER EBU BEKİR’İN TAVSİYESİ İLE HALİFE OLUYOR
Ebu Bekir ve yandaşlarının açık nass karşısında içtihat ettikleri ikinci yer ve nokta Ebu Bekir’in vefat anı gelince gerçekleşti. Ebu Bekir beklenen an gelince Ömer’in halife olmasını tavsiye etti! Vay! Vay!
Emir’ul-Müminin Ali (a.s) Nehc’ül-Belağa’da şöyle buyuruyor: “Kendi hayatı zamanında kendisini hilafetten azlederken (kendi diliyle şöyle söylüyordu: Beni bırakın Ali varken ben hiçbir şeyim) ölümünden sonra bu makamı başkası (Ömer) için hazırlamaktaydı. Onu (hilafeti) aynen devenin iki memesi gibi kendi aralarında paylaştılar.” [16]
Vay! Vay! Birisi bir malı sahibinden zorla alıyor ve onu kullanması için istediğine bağışlıyor. Hatta öyle ki yarınki günün azabından hiç de korkmuyor, çekinmiyor! Vay! Vay!
Sanki onu unutmuştu, ya da Peygamber (s.a.a)’in hilafeti Ali ve ondan sonrada O’nun evlatlarına bıraktığını unutmuş numaraları yapıyordu. Onlar (Ehl-i Beyt) iki ağır emanetten birisidir ki kim onlara sarılırsa asla sapıklığa düşmez. Kim din işlerinde onların hareket ettiği gibi hareket etmezse, hakka hidayet olmaz.
Öyle bir Ehl-i Beyt ki, terazinin bir kefesinde Kur’ân ile aynı ağırlıktadır. Kıyamet gününde Kevser havuzu başında Peygamber (s.a.a)’e gidene dek birbirinden ayrılmayacaklar.
Onlar Nuh’un gemisi gibidirler; ona binen kurtulmuş, ondan yüz çevirense boğulup gitmiştir.
Onlar aynen Beni İsrail arasında bulunan Hıtta[17] kapısı gibidirler ki kim o kapıdan girerse, bağışlamış olur. Onlar yer yüzü sakinlerinin İlahi azaptan güvencede kalma sebepleridirler. Onlar ümmetin ihtilafa düşmemelerinin güvenceleridirler. Eğer bir kabile onlarla muhalefet ederse iş ihtilafa dökülür ve hizb’üş-şeytan şeklini alır...
Ehl-i Beyt’in Peygamber (s.a.a)’den sonra hilafet için herkesten daha layık olduğunu ispatlayan daha nice naslar vardır. Biz el-Müracaat adlı kitapta bu naslardan bir bölümünü naklettik; oraya müracaat edebilirsiniz.[18]
ZEYD B. HARİSE’NİN KOMUTANLIĞI
Mute savaşı hicretin 8. Yılının Cemadiy’ul-Evvel ayında meydana geldi. Peygamber (s.a.a) bu savaşta Zeyd b. Harise’yi (serbest bıraktığı kölesi) ordunun komutanlığına seçerek şöyle buyurdu:
“Eğer Zeyd şehit olursa, Cafer b. Ebu Talip komutan olsun; eğer o da şehit olursa, Abdullah b. Revahe komutandır.”
Bu, tüm Müslümanların görüş birliğinde oldukları bir konudur. Ama belki de en doğrusu İmamiye’nin söylediğidir: Ordunun ilk komutanı Cafer b. Ebu Talip, ondan sonra Zeyd b. Harise, ondan sonra da Abdullah b. Revahe’dir.
Bu hususta Ehl-i Beyt’ten birçok rivayetimiz vardır. Konunun şahidi ise Muhammed b. İshak’tan “Meğazi” adlı kitapta nakledilen rivayet (Hisan b. Sabit ve Ka’b b. Malik’ten nakledilmiştir.) ve Cafer b. Ebu Talib’in ağıtında söylenen şiirdir.[19]
Komutanlık sırası nasıl olursa olsun kesin olan şey Peygamber (s.a.a)’in Zeyd b. Harise’nin komutanlığı hakkındaki açık nassıdır. İster birinci, ister ikinci ve isterse üçüncü görüş olsun fark etmemektedir. Önemli olan şey Peygamber (s.a.a)’in askerlere ve sahabeye ona itaat etmeleri emrini buyurmasıdır.
Buna göre onun komutanlığa atanmasından sonra bazı sahabelerin Zeyd’in komutanlığı hakkında homurdanmalarının hiçbir anlamı yoktu. Elbette masum Peygamber (s.a.a)’in açık nassı karşısında masum olmayan bir insanın içtihadının câiz bilinmesi durumu hariç.
Mute savaşının sebebi şuydu: Peygamber (s.a.a) Haris b. Ümeyr adlı bir sahabesini “Busra” (Şam topraklarındadır) padişahını bir olan Allah’a ve Peygamber’e itaate davet için elçi olarak gönderdi. Ama maksada ulaşmadan önce Şerhabil b. Amr onunla karşılaştı ve nereye gittiğini sordu. O cevaben: Şam’a gitmek için hareket ettim,dedi. Şerhabil: Sakın Muhammed’in elçilerinden olmayasın, dedi. Haris: Evet onlardanım, dedi. Şerhabil onu tutuklamalarını emretti, daha sonrada boynunu vurdurdu. Peygamber (s.a.a)’in elçilerinden ondan başka hiçbirisi öldürülmedi.
Bu haber Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca O söz konusu grubu söylediğimiz şekilde üç kişinin komutanlığında onlara doğru gönderdi. Bir grubu da Zeyd b. Üsame’yle birlikte Şam’ı fethetmek için gönderdi. Bu üç komutanın her biri sırasıyla büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra şahadete erdiler. Bu savaşta üç bin kişi iki yüz bin sayılı Rum ordusu karşısında direniş gösterdi...
ÜSAME’NİN ORDUSUNDAN YÜZ ÇEVİRMEK
Birinci halifenin, Peygamber (s.a.a)’in açık nassı karşısında içtihat ettiği konulardan birisi de Onun Üsame’nin ordusu hakkındaki emrinin tersine hareket etmesidir. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu orduyu Şam civarlarında Rum ordusu ile savaşmak ve önceki yenilgiyi telafi etmek için hicretin on birinci yılında ömrü şeriflerinin son anlarında düzenlemişti. Daha sonra da söyleyeceğimiz gibi bu konuyla ilgili naslara da amel etmediler. Şimdi maceranın geniş şekli:
Resul-i Ekrem (s.a.a) Üsame b. Zeyd’in ordusuna büyük bir önem veriyordu. Öyle ki tüm ashabına Zeyd’in sancağı altında toplanmaları emrini verdi. Bu konuda oldukça vurgulu konuşuyordu.
Daha sonra anların psikolojik güçlerini artırmak için ordunun düzenlenmesiyle bizzat kendisi ilgilendi. Böylece Ebu Bekir, Ömer, Ebu Übeyde b. Cerrah, Sa’d b. Ebu Vakkas vb. gibi sahabenin ileri gelenlerini Üsame b. Zeyd’in ordusunda topladı. Bu hadise hicretin on birinci yılı sefer ayının bitmesine dört gün kala meydana gelmişti.
Ertesi gün Peygamber (s.a.a) Üsame’yi çağırarak şöyle buyurdu: “Ben seni bu ordunun komutanı yaptım, babanın şehit olduğu yere doğru hareket et, onları atların ayakları altına al, Übna[20] halkıyla savaş ve onları yok et. Düşmanın durumundan daha çabuk haberdar olman için süratle hareket et. Eğer Allah seni onlara karşı muzaffer kılarsa aralarında fazla kalma. Kendinle beraber izciler götür. Casus ve öncü birliklerini kendinden önce hareket ettir.”
Seferin yirmi sekizinci günü gelip çattığında Peygamber (s.a.a)’de vefatına neden olan hastalığın etkileri görülmeye başladı. Hemen ardından ateşi yükselip şiddetle başı ağrımaya başladı. Sefer ayının 29. günü sabahı ashabın bu seferberliğe uymadıklarını görünce bizzat kendisi ashabın yanına giderek onları harekete geçirmek için teşvik etmeye başladı.
Daha sonraları iradelerinin takviyesi ve cesaretlerinin tahriki amacı ile sancağı kendi mübarek eliyle açıp Üsame’ye vererek şöyle buyurdu: “Allah’ın adıyla O’nun yolunda ve O’nu inkar eden herkes ile savaş.”
Sonra sancağıyla oradan çıkıp onu Bureyde’ye verdi, ordu ise Curf’ta idi. Ama ashap orada da kusurlar etmeye başladı. Peygamber (s.a.a)’in bir an önce maksada hareket etme hususundaki bunca naslarını görüp duymalarına rağmen yerlerinde kalıp hareket etmediler.
Tüm İslam tarihçileri Ebu Bekir ve Ömer’in de Üsame’nin ordusunda olduklarını yazmıştır. Hatta bu mevzuu kendi kitaplarının kesinliklerinden saymışlardır. Bu konu ihtilaflı olmayan mevzulardandır. Siz değerli okurlar bu asker çıkarma mevzusundan bahseden kitaplar hakkında daha fazla bilgi edinmek için şu kitaplara müracaat edebilirsiniz: Tabakat-ı Muhammed b. Sa’d, Tarih-i Taberi, Tarih-i İbn-i Esir, Sire-i Dehlani ve...
Halebi bu asker çıkarma olayını kendi Sire kitabının 3. cildinde anlatırken güzel bir olay nakleder. Şimdi onun aynısını aktarıyoruz. O şöyle yazıyor:
Mehdiyi Abbasi Basra’ya girdiğinde halkın akıl ve zekada örnek vermek istediklerinde Ayas b. Muaviye’yi örnek verdiklerini gördü. Halbuki o bir çocuktu. Ama dört yüz alim ve hırkalı şahıs onun ardı sıra hareket etmekteydi.
Mehdi: Bu sakallara yazıklar olsun! Bunların arasında, önde yürüyecek bir yaşlı yok mudur? Daha sonra Ayas’tan kaç yaşında olduğunu sordu.
Ayas: Benim yaşım Üsame b. Zeyd’in yaşı kadardır. Peygamber (s.a.a)’in Ebu Bekir ve Ömer’in bulunduğu orduya onu komutan yaptığı vakitteki gibiyim!
Mehdi: Aferin! Sen elbette bunların önderi olmalısın.
Halebi şöyle diyor: Onun yaşı o zaman on yedi idi.
Sahabeden bir grup Üsame b. Zeyd’in yaşının küçük olmasından dolayı Peygamber (s.a.a)’in onu bu makama atamasına mırıldanmaya başladı. Babası Zeyd’in komutanlığına da itiraz ettikleri gibi. Halbuki bu grup Peygamber (s.a.a)’in şahsen onu bu makama seçtiğini, ateşi olduğu halde komutanlık sancağını kendi eliyle açıp ona verdiğini ve: “Seni bu ordunun komutanı yaptım” dediğini duymuşlardı. Ama maalesef tüm bunlar onların homurdanarak itiraz etmelerine ve Peygamber (s.a.a)’i eleştirmelerine engel olmadı.
Resul-i Ekrem (s.a.a) onların bu itiraz ve eleştirilerine şiddetle sinirlendi ve tam hastayken, ateşi çıkmışken, bir havluya sarılı bir şekilde Cumartesi günü Rabi’ul-Evvelin onunda vefatından iki gün önce (elbette Ehl-i Sünnet’in görüşüne göre zira Şia arasında meşhur olan görüş Peygamber (s.a.a)’in 28 Seferde vefat ettiğidir) mescide gidip minbere çıkarak-tüm Şia ve Sünni tarihçileri nakletmişlerdir- Allah’a hamd-u senadan sonra şöyle buyurdu:
“Ey İnsanlar! Üsame’yi bu makama atadığımdan dolayı bazılarınızın söylediği bu sözler nedir? Beni eleştirmenizin hiçbir yeniliği yoktur. Önceden de babasını böyle bir makama atadığımda beni eleştirmiştiniz! Allah’a and olsun ki Zeyd bu makama layıktı, ondan sonra da oğlu bu makama layıktır.”
Daha sonra onlara bir an önce Üsame’nin ordu karargahına gitmelerini emretti. Bundan sonra ashap grup grup gelip Peygamber (s.a.a)’le vedalaşarak karargahın bulunduğu Curf bölgesine doğru hareket ettiler. Resul-i Ekrem (s.a.a) de onları çabuk hareket etmeye teşvik ediyordu.
Hatta Peygamber (s.a.a) hastalığı şiddetlendiğinde bile sürekli şöyle buyuruyordu: “Üsame’nin ordusunun donatılmasına iyi dikkat ediniz, Üsame’nin ordusunu hareket ettirin, Üsame’nin ordusunu uğurlayın yola koyulsunlar.”
Peygamber (s.a.a), bu gibi sözlerini defalarca tekrarlamasına rağmen ashaptan bir grup aynı şekilde gitmede ağır davranıyorlardı.
İkinci gün; yani Rabi’ul-Evvelin 12. günü Üsame karargahtan ayrılarak Peygamber (s.a.a)’in huzuruna geldi. Peygamber (s.a.a) bir an evvel hareket etmesi emrini vererek şöyle buyurdu: “Allah’ın yardımıyla yarın hareket et.” Üsame Peygamber (s.a.a)’le vedalaşarak karargaha geri döndü.
Daha sonra Ömer ve Ebu Übeyde b. Cerrah ile beraber Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi. Peygamber (s.a.a)’in evine girdiği zaman Peygamber (s.a.a) ömrünün son dakikalarını yaşamaktaydı. Birkaç dakika sonra ise mele kut alemine göçtü.
Ordu da sancağı ile birlikte Medine’ye döndü. Daha sonraları ashap ordunun hareketini tam olarak iptal etmek istedi. Konuyu Ebu Bekir’e açarak kararları hususunda oldukça ısrar gösterdiler. Ama Peygamber (s.a.a)’in bu ordu ve onun hareketi hususundaki ısrarını, Peygamber (s.a.a)’in ordunun hızla hareket etmesi hususundaki olağan üstü ilgisini, bu konudaki nasları görmüş ve duymuşlardı. Hatta Peygamber (s.a.a) ordu komutanını şahsen atamış, onun sancağını kendi eliyle (mızrağa) bağlamış ve Allah’ın izniyle yarın sabah hareket et diye buyurmuşlardı.
Eğer halife (Ebu Bekir) mani olmasaydı geri kalan ashap tüm orduyu şehre getirerek sancağı düreceklerdi. Ama Ebu Bekir bu işe razı olmadı. Sahabe onun orduyu hareket ettirmede kararlı olduğunu görünce, Ömer b. Hattab Ensar (Medineliler) tarafından elçi olarak Üsame’yi ordu komutanlığından almasını ve onun yerine başkasını atamasını istedi! Ama Ebu Bekir Üsame’yi bu makamdan almayı kabul etmedi. Hatta öyle ki Ömer’in sakalından tutarak[21] şöyle dedi: Ey Hattab’ın oğlu! Annen sana ağlasın, keşke seni doğurmasaydı. Onu Peygamber (s.a.a) atamıştır, sen onu görevden almamı mı istiyorsun?!
Sonunda ordu gönderildi. Üsame bin atlı ve iki bin piyade ile yola koyuldu.
Peygamber (s.a.a)’in de emrettiği gibi Üsame Übna halkına hamle etti ve Allah’ın da yardımıyla babasının (Zeyd b. Harise) katilini öldürdü. Bu savaşta hatta bir Müslüman dahi öldürülmedi. Üsame o gün babasının atına binmişti ve savaş ganimetlerini taksim ederken o süvari birliklerine iki pay piyade birliklerine de bir pay verdi, kendisi de bir pay aldı!
Uzun uzun konuşmalardan sonra Üsame’nin ordusu Medine’den ayrılırken, Peygamber (s.a.a)’in, Üsame’nin ordusunda yer almaları emrini verdiği kimselerden bazıları orduya katılmaktan çekindiler. Halbuki Şehristani’nin[22] (Milel ve Nihel kitabının dördüncü önsözünde) söylediğine göre Peygamber (s.a.a) ashabına şöyle buyurmuştu: “Üsame’nin ordusunu teçhiz edin. Kim Üsame’nin ordusuna katılmazsa Allah’ın laneti onun üzerine olsun.” [23]
Onların ordunun hareketini iptal etmek istemeleri, daha sonraları da orduya katılmaktan çekinmeleri kendi siyasetlerinin temellerini kuvvetlendirmek istemelerindendi. Bu işi hatta Peygamber (s.a.a)’in açık seçik olan nassına bile tercih ettiler. Zira bu işin siyasi konumlarının korunması için gerekli olduğunu görmekteydiler. Çünkü onların katılmamaları ile ordunun hareketinin iptal edilmeyeceğini bilmekteydiler. Ama onlar Peygamber (s.a.a)’in vefatından önce hareket edecek olsalardı hilafet ellerinden çıkacaktı.
Peygamber (s.a.a) de onların İslam devletinin başkentinde olmamalarını istiyordu. Zira kendisinden sonra Hz. Ali’nin hilafete geçmesi kolaylaşmış olacaktı. Onlar geri döndükleri zaman ise olmuş ve yerine getirilmiş bir işle karşılaşacaklarından ihtilafa düşmeyeceklerdi.
Peygamber (s.a.a)’in 17 yaşında olan Üsame gibi bir genci ordu komutalığına atamasının sebebi bazı fanatiklerin önünü almak, azgınları uslandırmak, memurun amirine karşı olan itaatsizliğini ortadan kaldırmaktı.
Ama onlar Peygamber (s.a.a)’in amacını anladılar. İlk önce Üsame gibi bir gencin komutalığını eleştirdiler. Daha sonra da Üsame ile beraber yola çıkmak konusunda bahaneler getirmeye başladılar. Hatta öyle ki Peygamber (s.a.a) vefat edene dek ordu karargahtan hareket etmedi. Daha sonraları ise ordunun hareketini iptal ve sancağı düşürmek istediler. Sonunda ise onların bir çoğu, herkesten önce de Ebu Bekir ve Ömer orduya katılmaktan çekindiler.
İşte bu, Üsame’nin ordusu macerasında onların açık naslara amel etmedikleri beş mevzudan ibaretti. Çünkü onlar siyasi işlerde kendi görüşlerini tercih etmek ve Peygamber (s.a.a)’in nassı karşısında içtihat yapmak istiyorlardı.
Şeyh’ul-İslam el-Bişri (zamanın el-Ezher Üniversitesi başkanı) mektuplaşmalarımızın birinde onlardan taraf özür getirmişti; şöyle ki: Her ne kadar Peygamber (s.a.a) onları teşvik etmiş ve Üsame’den bir an önce yola çıkmasını hatta sancağı Üsame’ye verirken, yarın Übna halkına saldır, demiş ve ikindi vaktine kadar beklemesine bile müsaade etmemişse de ardından Peygamber (s.a.a) hemen hastalanmışlardır. Hatta hastalığı öyle ağırdı ki bu hastalık sonucu vefat etmesinden korkuluyordu. Bu yüzden sahabe Peygamber (s.a.a)’i o halde bırakıp gidemezdi. Bu nedenle karargahta bekleyerek Peygamber (s.a.a)’in durumunun nasıl olacağını görmek istediler!!!
Bu durum ise onların Peygamber (s.a.a)’e karşı olan büyük saygı ve sevgilerinden kaynaklanıyordu. Onların Üsame’nin ordusuna katılmamaları ise iki sebepten dolayı idi:
a) Bekleyerek ya Peygamber (s.a.a)’in iyileşmesini görerek sevinmek veya O’nun vefatı durumunda Peygamber (s.a.a)’in kefin ve defin işlemiyle feyizlenmek istiyorlardı! Aynı zamanda İslami hükümet için ortamı Peygamber (s.a.a)’den sonra başa geçmesi kararlaştırılan şahıs için müsait duruma getirmeyi kararlaştırmışlardı. Bu yüzden onlar, bu şekilde oyalanmaları ve beklemelerinden dolayı azarlanamazlar!
Onların, Peygamber (s.a.a)’in bu konudaki tüm naslarını görüp duymalarına rağmen, Üsame b. Zeyd’in komutanlığı hakkındaki eleştirileri Üsame’nin genç olmasından dolayıydı. Zira ashap arasında yaşlı kimseler de bulunmaktaydı. Doğal olarak onlar bir gence itaat etmek istemiyorlar ve gönülleri ona teslim olmaya hazır değildi. Bu sebeple onların Üsame’nin komutanlığından hoşlanmamaları bidat değildir. Bilakis İnsanın doğal yapısının derinliklerindendir.
Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra Üsame’nin azledilmesi isteği konusuna gelince; bazı alimler şöyle demişlerdir: Onlar, düşündükleri bir takım maslahatların halife tarafından da kabul göreceğini zannetmişlerdi!
Ama Şeyh’ul-İslam burada şöyle söylemektedir: İnsaf şudur ki ben, Peygamber (s.a.a)’den Üsame’yi azletmesi istendikten sonra O’nun sinirlenerek ağır hasta ve ateş içerisinde olduğu halde mescide gidip minbere çıkması ve hiddetli bir şekilde konuşmasından sonra insan aklının kabul edebileceği bir delil ve sebep bulamadım. Bu yüzden onların bu hadiselerden sonra özür dilemeleri Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği bir mevzudur!
b) Onların Üsame’nin ordusunun hareketinin iptali ve bu konuda Ebu Bekir’e yaptıkları ısrara gelince; onların tümü, İslam’ın başkentinin tüm askeri güçlerden yoksun olduğu bir anda müşriklerin saldırısı karşısında korunması gerektiği fikrini gütmekteydiler! Zira Peygamber (s.a.a)’in vefatı ile nifak ortaya çıkmış, Yahudi ve Hıristiyanlar cüretleşmişlerdi. Arap kabilelerinden bazıları dinden dönmüş ve diğer bazı kabileler ise zekat vermekten kaçınmışlardı.
Bu yüzden Sahabe, Ebu Bekir’den Üsame’nin hareket etmesine mani olmasını istedi. Ama o kabul etmeyerek şöyle dedi: Allah’a and olsun ki! Peygamber (s.a.a)’in emrini yerine getirmeden önce her hangi bir işe başlamam, ölüm benim için bu işten daha iyidir!
Bu, alimlerimizin Ebu Bekir’den naklettikleri bir konudur. Diğer şahısların da İslam’ı korumaktan başka bir kasıtları yoktu. Bu yüzden Üsame’nin ordusunun hareketini reddetmede mazurdular. Ömer, Ebu Bekir ve diğer şahısların Üsame’nin ordusuna katılmamasına gelince; bu konu İslami saltanatı, Muhammedi devleti ve o günlerde İslam ve müslümanları koruyan hilafeti korumak içindi!!!
Şehristani’nin “el-Milel ve’n- Nihel” adlı kitabından naklettiğiniz konuya gelince; biz o hadisi mürsel ve senetsiz olarak bulduk. Halebi ve Seyyid Dehlani Sire kitaplarında şöyle demişlerdir: “Bu konuda bir hadis dahi naklolunmamıştır. Eğer siz Ehl-i Sünnet yoluyla nakledilmiş olan bir hadis biliyorsanız bize de bildirin ki teşekkür edelim size.”
Biz de şeyhin cevabında şöyle dedik: Siz ashabın Üsame’nin ordusuyla hareket etmede oyalandıklarını, hızla hareket etmekle görevlendirildikleri halde ağır davrandıklarını kesin olarak kabul etmiş durumdasınız.
Ve yine Peygamber (s.a.a)’in Üsame’nin komutanlığı hakkında ki naslarını görüp duyduktan sonra bile eleştiri ve itirazlarda bulunduklarını da itiraf ettiniz.
Peygamber (s.a.a)’in Üsame’nin komutanlığı hususundaki eleştirilere sinirlendiği halde ashabın Ebu Bekir’den Üsame’yi azletmesini istediklerini kabul ettiniz. Peygamber (s.a.a)’in hasta ve rahatsız bir şekilde evden çıkarak mescidde bir hutbe okuduğunu Üsame ve babasının komutanlık için layık olduğunu söylediğini de o günün hadiselerinden olduğunu biliyorsunuz.
Yine şunu da kabul etmektesiniz ki sahabe halifeden Peygamber (s.a.a)’in düzenlediği orduyu iptal etmesini ve Peygamber (s.a.a)’in eliyle Üsame’ye verdiği sancağı ondan almasını istemişlerdir.
Şunu da tasdik ediyorsunuz ki; Peygamber (s.a.a)’in, bazılarının Üsame’nin ordusuna katılmalarını emretmesine rağmen orduya katılmadılar.
Siz tarihçilerin naklettikleri, tüm muhaddislerin aktardıkları ve korudukları bütün bu konuları kabul etmektesiniz.
Onların özür sahibi olduğu konusunda söylediğiniz şeylerin özeti şudur: Ashap bu işleri yaparken Peygamber (s.a.a)’in sözlerine göre değil kendi görüşlerine göre İslam’ın maslahatını gütmüşlerdir. Bu konuda biz de bundan başka bir şey iddia etmedik zaten!
Başka bir değişle; sözümüzün konusu şudur ki: Acaba Ashap kendilerini Peygamber (s.a.a)’in tüm sözlerine uymaya zorunlu bilmekte miydiler, yoksa yok? Siz hayır cevabını seçtiniz. Yani siz onların bir takım naslara amel etmediklerini itiraf ettiniz. Bu itirafınız bizim iddiamızı ispatlamaktadır. Ama onlar özürlü müydüler, yoksa özürlü değiller miydi konusu ayrı bir mevzudur.
Onların Üsame’nin ordusu konusunda İslam’ın maslahatını (elbette kendi görüşlerine göre) Peygamber (s.a.a)’in naslarına tercih ettiklerini kabul ettiğiniz halde neden onların Peygamber (s.a.a)’den sonraki hilafet konusunda da (kendi görüşlerine göre) İslam’ın maslahatını Peygamber (s.a.a)’in Gadir-i Hum ve benzeri naslarına tercih ettiklerini söylemiyorsunuz?!
Siz onların, Peygamber (s.a.a)’i, Üsame gibi bir genci, yaşlı başlı kişilerin arasından komutanlık için seçmesi yüzünden eleştirdiklerini ve bunun da insanın tabiatının derinliklerinden kaynaklandığını ve yaşlıların bu gence itaat etmemelerinin doğal bir şey olduğunu söylediniz.
Peki neden aynı bu sözü Hz. Ali (a.s)’ın, sayesinde ümmetin yaşlılarına hükmedeceği Gadir-i Hum naslarına itaat etmeyenler hakkında söylemiyorsunuz? Zira nakledildiğine göre Peygamber (s.a.a) vefat ettiği gün Hz. Ali (a.s)’ın yaşını küçük saydılar. Aynı şekilde Peygamber (s.a.a) Üsame’yi komutanlığa atarken onun yaşının küçüklüğünü bahane olarak ellerinde evirip çevirmekteydiler.
Komutanlıkla hilafet arasında ne kadar bir farklılık olduğunu hepimiz biliyoruz. Buna göre onlar doğal olarak (sizin değiminizle) bir gencin komutanlığına razı olmadıkları takdirde bir ömür boyu tüm dünyevi ve uhrevi işlerinde kendisine müracaat edecekleri bir gencin (Hz. Ali (a.s)) hilafetine razı olmamaları daha yerinde olur.
Buna ilave olarak siz: “Yaşlıların bir gence itaat etmemeleri doğal bir şeydir” dediniz. Eğer kastınız genel bir hükümse biz bunu kabul etmiyoruz. Zira Mümin yaşlıların gönülleri, Allah ve Resulünün, bir gence itaat emrini verdiklerinde hiçbir şekilde kırgınlık ve rahatsızlık hissetmez.
“Hayır, Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[24]
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.”[25]
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[26]
Ama onların Üsame’nin ordusundan kaçtıkları, daha doğru bir değimle bu orduya katılmadıklarına dair olan söze gelince; bu konuyu Şehristani inkar edilmeyecek konulardan saymıştır. Ebu Bekir’in, Ahmed b. Abdulaziz Cevheri’nin “es-Sakıfe” adlı kitapta naklettiği senetli bir hadiste nakledilenin aynısını aktarıyorum:
“Ahmed b. İshak b. Salih, Ahmed b. Yesar’dan, Said b. Kesir Ensari’den kendi hadis ricalinden, Abdullah b. Abdurrahman’dan şöyle naklediyor:
“Resulullah (s.a.a) vefatı ile sonuçlanan hastalığında, Ebu Bekir, Ömer, Ebu Übeydet b. Cerrah, Abdurrahman b. Avf, Talha ve Zübeyr’ gibi Muhacir ve Ensar’ın büyüklerinin de bulunduğu orduya Üsame b. Zeyd b. Harise’yi komutan yaparak şöyle buyurdu: “Üsame, komutası altındaki orduyla beraber babası Zeyd’in öldürüldüğü yer olan Mute topraklarına hamle etsin ve Filistin topraklarında savaşsın.”
Dostları ilə paylaş: |