Halbuki Hz. Fatıma (a.s) henüz Fedek’i elinde bulundurmakta ve ondan yararlanmaktaydı. Şeriat konularına göre iddia eden şahıs delil ve şahit getirmelidir (mal elinde olup onu kullanmakta olan şahıs değil). Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İddia eden şahit getirmeli, inkar eden ise yemin etmelidir.”
Bu hadisin Peygamber (s.a.a)’den olduğu hakkında hiçbir şüphe ve tereddüt yoktur. Halife, Peygamber (s.a.a)’in bu nassı karşısında içtihat etmiş ve kendi görüşünü Peygamber (s.a.a)’in emrine tercih etmiştir.
(10)
PEYGAMBER (S.A.A)’İN
EMRİNDEN YÜZ ÇEVİRMEK
Bir gün Resul-ü Ekrem (s.a.a) ilk defa olmak üzere Ebu Bekir ve Ömer’e emrederek “Zussedye”’yi öldürmelerini istedi. Ama onlar Resulullah’ın emrini yerine getirmediler. Zussedye veya Zulhuysere; Harkus b. Zuheyr-i Temimi’dir. Bu lakapla tanınan bu şahıs haricilerin ele başlarındandı.[97]
İbn-i Esir “Usd’ul-Gabe” adlı kitabında onu sahabe olarak sayılmayan şahıslar arasında yazmıştır. Aynı zamanda Buhari’den naklen Ebu Said-i Hudri’nin şöyle bir hadis söylediğini nakleder: Bir gün Resulullah mal taksim ederken Beni Temim’den olan Zussedye şöyle dedi: “Ya Resulellah! Adaletle taksim et!”
Resulullah (s.a.a): “Vay olsun sana! Eğer ben adaletli davranmayacaksam peki kim adaletli davranacaktır!” (Bu hadis Sahih-i Müslim’de de nakledilmiştir.)
Resulullah (s.a.a) onun çıkarmış olduğu bozgunluk ve serkeşliklerine son vermek için onun öldürülme emrini vermeye karar vermişti. Ama bu serkeş şahıs, namazda yapmış olduğu riya ve gösterişle Ebu Bekir ve Ömer’i kendisine celbetti. Ebu Bekir ve Ömer de Peygamber (s.a.a)’in emrinin tersine onu öldürmekten vazgeçtiler!!!
İbn-i Hacer es Savaik’ul-Muhrika ve Ebu Ya’li ise kendi Müsned kitabında, Sünen ve Sahih yazarlarına tabi olarak Zussedye’nin hal tercümesinde Enes b. Malik’ten şöyle dediğini naklederler:
Peygamber (s.a.a)’in zamanında namazıyla bizi şaşkınlığa uğratan birisi vardı. Biz onun ismini Resulullah’a söyledik. Hazret onu tanımadı. Sıfatlarını söyledik yine tanımadı. Biz onun hakkında konuşuyorken o şahısının kendisi çıka geldi. Biz: “Ya Resulellah! İşte bu adamdır” dedik.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Siz bana, yüzünde şeytanın belirtileri olan birisinden bahsediyorsunuz.”
Zussedye, Peygamber (s.a.a) ve ashabın yanına gelerek selam vermeden oturdu!
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah aşkına söyle bakalım; acaba bizim karşımızda durduğunda kendi kendine; bu grup arasında benden daha iyisi yoktur, demedin mi?”
Zussedye: Evet, Allah’a yemin olsun ki aynısını dedim, dedi. Daha sonra mescide girerek namaz kılmaya başladı.
Resulullah (s.a.a): “Kim bu adamı öldürebilir?”
Ebu Bekir: Ben, dedi. Yerinden kalkarak onu öldürmek için hareket etti. Bu esnada o namaz kılmaktaydı. Ebu Bekir: Sübhanellah! Namaz kılan birisini nasıl öldüreyim? Halbuki Peygamber (s.a.a) namaz kılan birisinin öldürülmesini yasaklamıştır!” dedi.
Ebu Bekir dışarı çıkınca Resulullah (s.a.a): “Onu öldürmedin mi?!” dedi.
Ebu Bekir: “Namazla meşgul olan birisini öldüremedim, zaten siz de namaz kılan birisinin öldürülmesini yasaklamıştınız!” dedi.
Resulullah (s.a.a) tekrar huzurunda bulunanlara: “Kim onu öldürebilir?” diye buyurdu:
Ömer: Ben, dedi. Daha sonra yerinden kalkarak onu öldürmek için içeri girdi. Bu esnada Zussedye anlını secdeye koymuştu. Ömer de: “Ebu Bekir benden daha iyi biliyor” diyerek geri döndü.
Resulullah (s.a.a): “Ne yaptın?!” diye sordu.
Ömer: “Onu secde halinde gördüm ve öldürmek istemedim.”
Resulullah (s.a.a) tekrar şöyle buyurdu: “Onu kim öldürebilir?”
Hz. Ali (a.s): “Ben” dedi.
Resul-ü Ekrem: “Evet, eğer sen onu görebilir isen öldürebilirsin.”
Hz. Ali (a.s) da onu öldürmek için mescide gitti ama Zussedye gitmişti.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer bu adam öldürülseydi, ümmetinden iki kişi arasında bile ihtilaf çıkmazdı.”
Hafız Muhammed b. Musa Şirazi bu hadisi, Yakup b. Süleyman, Mukatil b. Süleyman, Yusuf Kattan, Kasım b. Selam, Mukatil b. Hayyad, Ali b. Harb, Seddi, Mücahit, Katade, Vakiy’, İbn-i Cureyh ve diğerlerin tefsirlerinden tahriç ettiği bir kitabında nakletmiştir.
İleri gelen bazı alimler de bu hadisi, doğruluğu kesin olan hadislerden bilmişlerdir. Örneğin: İbn-i Abdurabbih el-Endülüsi “İkd’ul-Ferid” adlı eserinin birinci cildinin sonlarında “Ashab-u Ehva”nın sözlerine ulaştığında bu hadisi nakletmiştir.
Sonra onun sonunda şöyle söylemektedir: Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: “Bu adam benim ümmetim arasında çıkan ilk boynuzdur. Eğer onu öldürseydiniz hatta iki kişi arasında bile ihtilaf doğmazdı. Beni İsrail yetmiş iki fırkaya ayrıldı, bu ümmet de çok yakında yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır; bir fırka hariç diğerleri cehennem ateşinde olacaklardır.”
(11)
TEKRAR PEYGAMBER (S.A.A)’İN
EMRİNDEN YÜZ ÇEVİRME
Ebu Bekir ve Ömer’in, Hz. Peygamber (s.a.a)’in açık nassı karşısında içtihat yaptıkları yerlerden birisi de Resulullah’ın bu mürtet unsurunun öldürülmesi için ikinci bir defa onlara emir vermesidir. Ama onlar yine aynen birinci defasında olduğu gibi Resulullah’ın emrini yerine getirmediler.
Ebu Said-i Hudri şöyle rivayet ediyor:
Ebu Bekir Resulullah huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben filan dereden geçerken namaz kılmakta olan takvalı ve güzel simalı bir adam gördüm.
Resulullah (s.a.a) Ebu Bekir’e: “Git onu öldür!” diye emretti.
Ebu Bekir gidip onu namaz halinde görünce, onu öldürmekten vazgeçerek Peygamber (s.a.a)’in yanına geri döndü!
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ömer’e dönerek: “Sen git onu öldür!” diye emretti.
Ömer de gidip onu Ebu Bekir’in gördüğü halde görünce, onu öldürmeyip geri dönerek şöyle dedi: Ya Resulellah! Huşu ile namaz kıldığını gördüğümden dolayı onu öldürmekten sakındım.
Resul-i Ekrem (s.a.a) (Hz. Ali’ye dönerek): “Ya Ali! Git o adamı öldür” diye emretti. Hz. Ali (a.s) gidip onu göremeyince geriye dönerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Onu bulamadım.” İşte burada Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
“Bu adam ve onun gibi düşünenler Kur’ân okurlar ama henüz Kur’ân’ın okuma sesi ağızlarında tamamlanmamışken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar! Daha sonra da okun yaya geri dönmediği gibi dine geri dönmezler. Onları öldürün ki onlar yeryüzünde en kötü insanlardır.”
Hatırlatma:
Kim, harici olan bu mürtet adam hakkındaki iki hadisi dikkatle incelerse, iki ayrı günde Resul-ü Ekrem’in Ebu Bekir ve Ömer’e bu mürtet ve harici adamı öldürmelerini emrettiğini ama Ebu Bekir ve Ömer’in küstahlıkla bu emri yerine getirmediklerini çok iyi görecektir.
Birinci hadis (Enes b. Malik’in hadisi), Peygamber (s.a.a)’in bu adamı daha önce tanımadığını işte bu yüzden Hazretin onun hakkında bir emir vermediğini ama onu görüp de tanıdıktan ve bencilliğiyle birlikte yüzünde şeytani belirtiler de görünce, onun öldürülme emrini verdiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
Ömer ve Ebu Bekir’i şaşkınlığa sürükleyen bu adamın, birici gün mescitte namaz kılarken ölüm emri verilmiştir. Ahmed b. Hanbel’in Ebu Said-i Hudri’den naklettiği hadis açıkça şöyle diyor: Ebu Bekir haricilerden olan bu şahısı, mescitte değil etraftaki derelerden birinde namaz kılarken gördü. Onun namazdaki huşu ve huzusu onu hayranlığa düşürdü. Ebu Bekir de bu durumu Peygamber (s.a.a)’e bildirdi. Peygamber (s.a.a) de hemen onun öldürülmesini emretti. Binaen aleyh bu iki rivayet iki çeşit vakıa hakkında nakledilmiştir. Onlar (Ebu Bekir ve Ömer) Peygamber (s.a.a)’in açık nassı karşısında içtihat ederek kendi görüşlerine göre davranmışlardır.
HARİCİLER KİMLERDİR?
Hariciler İslâm dininden çıkarak imam Ali (a.s) ile savaşan kimselerdir. Onlar Sıffin savaşında hakemiyeti zorla Hz. Ali’ye kabullendirerek daha sonra da hakemiyeti bahane ederek adil bir lider olan Hz. Ali'ye karşı ayaklandılar. O zamanlar hariciler sekiz bin kişi veya daha fazlaydılar.
Emir’ul-Müminin Ali (a.s) onları davet ederek Allah ve kıyamet gününü onlara hatırlatmak ve yanlışlıklarını düzeltmek istedi. Ama onlar Hz. Ali’nin bu davetini kabul etmeyip ondan kafir olduğunu itiraf etmesini, daha sonra tövbe ederek Allah’ın onu bağışlamasını istediler.!!!
Hz. Ali (a.s) Haricilerin davetini kabul etmediklerini görünce, Abdullah b. Abbas’ı elçi olarak onlara doğru gönderdi. Abdullah b. Abbas da kendi görevini iyice yaptı ve sağlam delillerle onların yanlışlıklarını meydana çıkararak onlardan kendi başlarına hareket etmekten vazgeçmelerini istedi. Ama Hariciler kendi sapıklıklarında ısrarlıydılar. Sanki kulakları sağırlaşmış kalpleri taşlaşmıştı.
Hariciler kendi görüşleriyle muhalefet eden her Müslüman’ın kafir olduğu kanısına vardılar. Bu nedenle onların kanı, malı ve namusu onlara helal idi! İşte bu yüzden Müslümanların aleyhine ayaklanarak kimi buldularsa öldürdüler. Öldürülen Müslümanlardan birisi de Habbab b. Eret Temimi’dir. Onu öldürüp hamile olan karısının da karnını parçaladılar!
Onların bu şekilde ayaklanmaları ve fesatları şiddetlenince, Emir’ul-Müminin Ali (a.s) onlara nasihatte bulunarak Kur’ân, Sünnet, Müslümanların gidişatı ve Müslümanların resmi halifesinin emirlerine uymalarını istedi.
Ama onlar kendi sapıklıklarında ısrarlıydılar. Aynen Hz. Nuh’un kavmi gibi onun sözlerini duymamak için kulaklarını parmaklarıyla tıkıyorlardı! Müslümanların imamı karşısında dikilip savaş hazırlıkları yapmaya başladılar.
“Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın”[98]
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleridir.”[99]
Yukarıdaki ayetlerin hükmü uyarınca Hz. Ali (a.s) da onlarla savaştı. Haricilerden on kişiden fazla kurtulamadı. Hz. Ali (a.s)’ın ordusundan da on kişiden fazla şehit olan olmadı. Elbette Hz. Ali (a.s) bu haberi Haricilere bir sohbetleri esnasında vermişti ama onlar itina etmemişlerdi.
Daha sonra sapıklardan bir başka grup, Haricilerden savaşta öldürülmeyen bu küçük gruba katıldılar ve Sıffin’deki hakemiyet olayını ve Haricilerin görüşlerini teyit ettiler. (Ne Hz. Ali (a.s)’ın ve ne de Muaviye’nin hilafete layık olmadıklarını savundular.) Bu grup da hükümete karşı ayaklandı.
Bu fertlerden bir grup Nafi’ b. Ezrak’ın önderliğinde Irak’ta, bir grup da Necdet b. Amir-i Harevre’nin önderliğinde Yemame’de ayaklandı.
Necdet şu akideyi de Haricilerin akidesine ekledi; Müslümanlardan her kim onlarla beraber savaşmak için kıyam etmezse, kafirdir. Kendi mezheplerini o kadar genişlettiler ki, muhsine zinasının[100] hükmünü iptal ettiler, hırsızın elinin koltuktan kesilmesini olmak üzere vacip bildiler. Adet halinde olan kadının namaz kılmasını farz bildiler ve burada zikredilmesinin yeri olmayan diğer bidatler ortaya çıkardılar.
Günümüzde bile bu gruptan bazı fırkalar, İslâm devletlerinin köşe bucaklarında bulunmaktadırlar. Meşhur gezgin İbn-i Betute hicretin 6. asrında onları Umman’da görmüştür. Sefer name adlı eserinin birinci cildinin 172. sayfası ve sonraları bu konuya aittir. O şöyle yazmıştır: “Umman halkı “İbazi” mezhebine mensuptur. Cuma namazını öğleyin dört rekat kılarlar; namazdan sonra cemaat imamı Kur’ân’dan birkaç ayet okur ve sözlerini aynen hutbe gibi söyler. Ebu Bekir ve Ömer’e karşı meyil gösterirler. Ama Osman ve Ali hakkında bir şey söylemezler. Ali’nin ismini söylemeleri icap ettiğinde kinaye ile “O adam!!!” derler. Lanetli Abdurrahman b. Mülcem’den övgüyle bahseder ve “O, fitnenin kökünü kesen çok layık birisiydi!” derler.
Daha sonra İbn-i Betute şöyle diyor: Kadınları arasında zina pek yaygındır. Onlar gayret ve namusa sahip değillerdir. Kendi kadınlarına zina yaptırmaktan çekinmezler! Ben bir gün Ezd kabilesinden olan Sultan Umman Ebu Muhammed b. Nebhan’ın yanında oturmuştum. Çok genç, güzel ve açık yüzlü bir kadın gelip onun karşısında durarak şöyle dedi: Ey Ebu Muhammed! Şeytan başımda taşkınlık yapmıştır!
Sultan: Git şeytanı dışarı çıkar, dedi.
Kadın: Sana sığınmışken bu işi nasıl yapabilirim, dedi.
Sultan: Git ne istersen onu yap, dedi.
Bu güzel kadın gidince Sultan şöyle dedi: Bu işi yapmak isteyen bu kadın ve onun gibileri sultanın güvencesi altındadırlar. Onun baba ve akrabaları onu bu işten alıkoyma hakkına sahip değillerdir. Eğer onu öldürürlerse kısas yoluyla öldürülürler. Zira o kadın sultana sığınmıştır!” Kendi kendime dedim ki; Allah doğru buyurmuş, Resulü de tebliğ etmiştir. Zira buyurmuştur ki: “Ya Ali! Zina zade, annesi hayız halinde kendisine hamile kalan ve münafıktan başka sana kimse buğzetmez.” [101]
Haricilerin öldürülmesi hakkında Peygamber (s.a.a)’den birçok hadis nakledilmiştir; özellikle tertemiz Ehl-i Beyt yoluyla. Ehl-i Sünnet yoluyla bu fırkayı niteleyen bir hadisi nakletmemiz yeterlidir:
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kur’ân okurlar ama daha bitmemişken İslâm’a tabi olanları öldürürler. Putperestleri yardıma çağırırlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm’dan çıkarlar. Eğer onları görmüş olsaydım Ad kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürdüm.”[102]
Bir başka hadiste ise şöyle buyuruyor: “Eğer onları görürsem, Semud kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürüm.”
Yine Resulullah (s.a.a) başka bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Onlar yaşları az olan bireylerdir. Fikir açısından aptaldırlar. Peygamber’in sözlerini naklederler, Kur’ân okurlar ama henüz kelimeleri bitmemişken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onları ne zaman görürseniz öldürün. Zira kıyamet günü onların katillerine mükafat verilecektir.”[103]
Bu türden sahih hadisler ve Müslümanları Haricilere karşı savaşmaya teşvik eden rivayetlerin tümü onların kafir olduklarına delalet etmektedir. Hadis şöyle buyuruyor: Onları öldürmek aynen Ad ve Semud’u öldürmek gibidir.[104]
“Haricilerin yeryüzünün en aşağılık insanları” olduğuna dair her iki fırkanın (Şia ve Sünni) rivayetleri mütevatirdir. Örneğin şu rivayet: Ebuzer Gıfari ve Rafi’ b. Amr-i Gıfari Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklederler: “Benden sonra, ümmetimden öyle bir kavim ortaya çıkacak ki, Kur’ân okuyacaklar ama henüz kelimeleri bitmemişken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Bunlar yeryüzünün en aşağılık insanlarıdırlar.”[105]
Yazar: Resulullah’ın sözü “Henüz kelimeleri bitmemiş iken...” yani okudukları Kur’ân’ı anlamazlar anlamındadır. Okudukları şeylerden faydalanmazlar. Okudukları esnada ağızlarından çıkan harfler ve kelimelerden başka hiçbir şeye sahip değillerdir. Onların kalpleri, yaptıkları ameller yüzünden örtülüdür. Kur’ân’ın nurundan bir zerre bile oraya girmez. Onların Kur’ân okumaları kabul edilmez. Onlar için güzel bir amel yazılmaz.
Yine Ebu Berze Peygamber (s.a.a)’in Hariciler hakkında şöyle dediğini naklediyor: “Kur’ân okurlar ama henüz gırtlaklarından dışarı çıkmamışken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar ve bir daha dönmezler. Onlar sürekli Müslümanların aleyhine kıyam ederler. Onların son fertleri ise Deccal ile zuhur edecektir. Öyleyse onları gördüğünüz vakit öldürün! Onlar en kötü halktırlar! Onlar yeryüzünün en aşağılık insanlarıdırlar!”[106]
Yazar: Eğer bunlar yeryüzünün en aşağılık insanları veya en kötü insanlarından iseler, öyleyse putperestlerden, dini inkar edenlerden daha tehlikelidirler. İşte bu onların küfrü için yeterlidir.
Buhari Ebu Said-i Hudri’den şöyle nakleder: Bir gün Peygamber (s.a.a) bir malı halk arasında taksim ediyordu. Beni Temim’den olan Zussedye gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Adaletle taksim et.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Ben de adil olmayacaksam peki adil kimdir? Ben adil olmazsam sen zarar görürsün.”
Ömer: İzin veriniz de başını vurayım[107] dedi.
Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onu bırak; onun öyle dostları vardır ki siz namaz ve oruçlarınızı onların oruç ve namazları karşısında küçük ve az sayarsınız. Kur’ân okurlar ama henüz boğazlarından çıkmamışken okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onların okları, kılıçları ve elbiseleri hiç kimsenin kanına değmemiştir. Onların alınları fazla secde yüzünden nasır bağlamıştır. Onların önderi şu siyah yüzlü adamdır. Onun bir pazusu aynen kadın göğsü gibidir veya aynen göğüs gibi hareketlidir. Müslümanlar tefrikaya düştükleri vakit bunlar ayaklanacaklardır.”
Ebu Said raviye şöyle dedi: Şahit ol ki ben bunu Peygamber (s.a.a)’den duydum. Yine şunu da söylüyorum ki, Ali b. Ebu Talip onlar ile savaşacaktır. Ben de onunla beraber olacağım. Daha sonra o adamı getirdiler. Onu gördüğümde aynen Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu gibi olduğunu gördüm.[108]
Hariciler, onların davranışları ve ruhsal durumları hakkında Ehl-i Beyt yoluyla ulaşan hadisler mütevatirdirler. Ehl-i Sünnet yoluyla nakledilen hadisler oldukça fazladır. Yeri geldiğinde her iki fırkanın (Şia ve Sünni) kendi kitaplarına bakmak gerekir. Özellikle Kütüb-ü Sitte ve Ehl-i Sünnet’in ileri gelen alimlerinin Müsned kitaplarına müracaat edilebilir.
Bu rivayetler, peygamberlerin sonuncusu Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) nübüvveti ve İslâm’ın alametlerindendir. Zira onda gelecekten haber verilmiştir; ki Peygamber (s.a.a)’den sonra sabah şafağı gibi insanlara aşikar oldu. Halk bu fertlerin İslâm’dan çıkmalarını çok iyi bir şekilde gördü. Onlar Emir’ul-Müminin Hz. Ali’nin aleyhine ayaklandılar. Tam bu sırada halk iki gruba ayrıldı. Nitekim Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştu: “İki gruptan hakka en yakın olanı, onları öldürecektir.”
Hariciler bahsini, Taberani’nin “Evsat” adlı kitabında Hz. Ali (a.s)’ın has ashabından ve komutanlarından olan Cundep b. Zuheyr’den naklettiği bir hadisle sona erdiriyoruz.
Cundep b. Zuheyr şöyle diyor: “Hariciler Hz. Ali’nin ordusundan ayrılarak onun aleyhine ayaklandıkları zaman Hz. Ali (a.s) ile beraber onlarla savaşmak için çıktım.
Onların Kur’ân okudukları zaman çıkardıkları sesi aynen arı vızıltısı gibi duyuyorduk! Onlara yaklaştığımız vakit aralarında takvalı şahıslar gördük. Ben onları izlemekten rahatsız oldum.
Ben gruptan ayrılarak atımdan indim, atımın yularını tutup mızrağıma yaslanarak şöyle dedim: “İlahi! Eğer bunlarla savaşmak senin dinine hizmetse, bana rehberlik yap. Eğer bu iş günahsa, beni ondan koru!” Tam bu sırada Hz. Ali (a.s) çıka geldi.
Hz. Ali (a.s) bana yaklaştığı vakit şöyle buyurdu: “Ey Cundep! Allah’ın gazabından korun.” Daha sonra İmam (a.s) atından indi ve namaz kılmaya başladı.
Bu arada bir şahıs gelerek şöyle dedi: Ey Emir’el-Müminin! Haricilerle işiniz mi var?
İmam: “Neden?”
Şahıs: Çünkü onlar nehri geçerek gittiler.
İmam: “Hayır! Nehri geçmediler.”
Şahıs: Sübhanellah!
Hemen o şahsın ardı sıra başka birisi gelerek: Hariciler nehri geçerek gittiler, dedi.
İmam: “Hayır! Onlar nehri geçmediler.”
Şahıs: Sübhanellah.
Daha sonra başka birisi gelerek şöyle dedi: Onlar nehri geçerek gittiler.
İmam: “Onlar nehri geçmediler ve geçmeyecekler. Allah ve Peygamberinin de buyurduğu gibi onlar nehrin diğer tarafında öldürüleceklerdir.”
Daha sonra Hz. Ali (a.s) atına binerek bana hitaben şöyle buyurdu: “Ey Cundep! Onlara Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetine davet edecek bir elçi göndereceğim ama onlar itina göstermeyerek onu ok yağmuruna tutacaklardır.
Ey Cundep! Bizden on kişi öldürülmeyecek; onlardan da on kişiden fazlası kurtulamayacaktır.”
Daha sonda şöyle buyurdu: “Kim bu Kur’ân’ı alarak bu grubu Allah’ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine davet etmek, bu yolda öldürülmek ve bunun karşılığında ise Allah’ın cennetine gitmek istiyor?”
Beni Amir b. Sa’sa’a kabilesinden bir genç olumlu cevap verdi. Bu genç Kur’ân’ı alarak onlara doğru hareket etti ama onlara yaklaşır yaklaşmaz ok yağmuruna tutuldu ve şehit oldu.
Hz. Ali (a.s): “Hamle edin!” dedi.
Cundep şöyle devam ediyor: Ben bu ellerimle öğle namazından önce onlardan sekiz kişiyi öldürdüm. Aynen İmam Ali’nin söylediği gibi bizden on kişi bile öldürülmedi, onlardan da on kişiden fazlası kurtulamadı!
(12)
EBU BEKİR’E ZEKAT
VERMEYENLERLE SAVAŞ
Ebu Bekir’e zekat vermekten kaçınanlar, onun hilafetinde tereddütleri olduğu için ona zekat vermeyen kimselerdi. Bu şahıslar zekatın gerçekte vacip olup olmadığı konusunda tereddüde düşmemişlerdi. Nitekim Muhammed Hasaneyn Heykel, “es-Sıddîk Ebu Bekir” adlı kitabında şöyle yazıyor:
Ünlü muhaddisler ve hadis hafızları şöyle rivayet ederler: Ebu Bekir sahabeyi toplayarak bu şahıslarla savaşmak konusunda istişare etti. Ömer ve başka bir grubun görüşü, Allah ve Resulüne inanmış bir toplulukla savaşılmaması, tam aksine onlardan İslâm düşmanlarının aleyhine yararlanılması doğrultusundaydı. Bu fikri taşıyanlar, çoğunluğu teşkil etmekteydi. Ama savaş fikrini savunanlar azınlıktaydı. Anlaşıldığı üzere bu konu hakkında iki grup arasında uzun tartışmalar vuku bulmuştur. Sonunda Ebu Bekir, azınlığın görüşünü teyit etmek zorunda kaldığı göze çarpmaktadır?!
O kendi görüşünün teyidinde oldukça sıkı davrandı. Bunun delili ise kendi söylediği sözdür. Zira Ebu Bekir’in kendisi şöyle söylemiştir: “Allah’a yemin olsun ki, eğer onlar Peygamber (s.a.a)’e verdikleri yıllık zekatlarını benden esirgerlerse, onlarla savaşacağım.”
Ama bu kararın kötü sonucunu sezebilen Ömer şöyle dedi: Sen, Peygamber (s.a.a)’in; “Ben Allah’ın birliğini ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu itiraf etmeyenlerle savaşmaya memurum. Kim bunu itiraf ederse onun canı ve malı benim tarafımdan güvencededir. O’nun hakkını yerine getirmeyenler hariç; ki onların hesabı Allah’a aittir.” buyurduğu kimselerle nasıl savaşabilirsin?!..”
Ama Ebu Bekir Ömer’in sözlerini hiçe sayarak korkusuzca şöyle dedi: “Allah’a yeminler olsun ki, namaz ile zekat arasında fark bırakanlarla savaşacağım. Zira zekat mal hakkıdır.” Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurmuştur: “Zekatın hakkını yerine getirmeyenler hariç.”
Yazar: Allah, Ebu Bekir’i bağışlasın! O, Peygamber (s.a.a)’in açık nassını görmezlikten gelmek ve onu kendi siyasetinin gerektirdiği gibi yorumlamak istiyordu?! Zira o gün öldürülenler, Allah ve Resulüne inammış, namaz ile zekat arasında hiçbir fark bırakmıyorlardı. Onlar sadece zekatı Ebu Bekir’in hükümetine vermek istemiyorlardı. Çünkü Ebu Bekir’in halifeliği, taşıdıkları tereddüt yüzünden onlar için ispatlanmamıştı. İşte bu yüzden onlar zekatı Ebu Bekir’e vermemekte mazur, hatta haklıydılar.
Buna göre onlar zekatı vermemekle mal hakkını ve zekat hakkını yerine getirmiş oldular. Zira onların mal ve zekat haklarından birisi de o mallar hakkında onların, sadece Allah’ın, Resulünün veya Allah ve Peygamber tarafından görevlendirilen ve velayet hakkı olan bir kimsenin hükmüyle görevlerini yerine getirmeleriydi.
Eğer onların özür ve mazeretleri Ebu Bekir’e ulaşacak olsaydı, Ebu Bekir’in, zekatı ödemeleri için onlara zaman tanıması mümkündü. Ama bu biçareler Ebu Bekir’e nasıl ulaşabilirlerdi ki onlar da haklı görülsün!
Gördüğünüz gibi Sahih kitapları bu türden, müminlerin kanlarının dökülmemesi gerektiğini belirten hadislerle doludur. Bu hadislerin bazıları mutlak (kayıtsız-şartsız) bazıları ise geneldir. Aynı zamanda bu mutlak ve genel hadisleri kayıtlandıracak ve onlarla savaşı câiz kılacak herhangi bir delil de yoktur.
Ebu Bekir’in söylediği “Zekat, mal hakkıdır” cümlesi kayıt ve şart değildir. Zira mükelleflerin zekatı vermelerinden başka diğer bir anlam anlaşılmamaktadır. Bu cümle Peygamber (s.a.a)’in hak halifesinin zekatı onlardan istemesini ve almasını vurgulamaktadır. Ama eğer onlar zekatı vermekten kaçınırlarsa, savaş çıkarılmaksızın zor kullanarak onlardan almak gerekir. Onlarla savaşmak, genel olarak açık naslarda kanlarının dökülmesinin haram olduğu hükmüyle çelişmektedir. Önceden de söylediğimiz gibi Ebu Bekir’in sadece şüphe etmesi genel delilleri kayıtlandıramaz.
Şimdi bu genel rivayetlerden bir kısmını Sahih-i Müslim’den naklediyoruz: O rivayetlerden birisinde şöyle aktarılır: Hayber Savaşında Hz. Resul-ü Ekrem sancağı Hz. Ali’nin eline verince şöyle buyurdu: “Git ve etrafına bakma!” Ali (a.s) bir kaç adım gittikten sonra durdu ama etrafına bakmadı. Daha sonra yüksek bir sesle: Ya Resulellah! Onlarla hangi esasa göre savaşayım?” diye sordu.
Resulullah (s.a.a): “Allah’ın birliğini ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğunu itiraf edinceye dek onlarla savaş. Eğer bu sözü ikrar ederlerse, canlarını korumuşlardır. Ama bu sözün hakkını icra etmezlerse, o başka. Onların hesapları ise Allah’a aittir.”[109]
Dostları ilə paylaş: |