On biRİNCİ YÜzyil bağdatinda müSLÜman eğİTİm kurumlari 1



Yüklə 460,7 Kb.
səhifə3/6
tarix30.01.2018
ölçüsü460,7 Kb.
#41506
1   2   3   4   5   6
(Rabî'nin iktâsı) olarak isimlendirilen şehrin batı yakasında bulunmaktaydı. O ismini, bilinen bir hadis âlimi olmasının yanı sıra İslam’ın ilk dönem fakîhleri arasında yer alan ve Süfyân es-Sevrî ile Mâlik b. Enes’in öğrencisi olan Abdullah b. Mübârek’ten almaktadır. O aynı zamanda zengin bir tüccar olup ve ihtiyaç sahiplerine yardım etme hususundaki cömertliğiyle bilinmekteydi. Bu mescid erken döneme ait bir kurumdur. Beşinci (m. 11.yy) yüzyılın ilk dönemlerinde bu kurumdaki fıkıh kürsüsü Ebu İshak el-İsferâyinî’ye aitti. Her ne kadar hangisinin hocadan görevi ilk olarak devraldığı kesin olarak bilinmese de, kendisinden sonra bu kürsüde hocalık yapanlar arasında onun şu iki öğrencisi de bulunmaktaydı: Ebu Abdullah el-Keşfulî ve Ebu’l-Feth er-Râzî. Râzî, ne kadar sürdüğü tam olarak bilinmeyen bir müderrislik görevinden sonra Suriye’ye göç etmiştir. Hangisi görevi ilk devralmış olursa olsun onlar hakkında bilgi veren tabakât yazarı Subkî, her ikisinin de ölümünden sonra hocasının yerinde ders verdiğini nakletmektedir.

İbnü’l-Lebbân Mescidi: İsferâyinî’nin bu öğrencisi, şehrin batı yakasında yer alan Nehr Tâbik’in geniş bölgesindeki Darbü’l-Âcur diye isimlendirilen mevkiinde kendi adına bir mescide sahipti.

Ebu Tayyib et-Taberî Mescidi: İsferâyinî’nin bir öğrencisi olup aslen Tabaristan’ın Âmul şehrinden olduğundan oraya nisbetle anılan ve beşinci (m. 11.yy) yüzyılın ortalarında vefat eden Taberî 102 yaşına kadar yaşamıştır. O, Hanefi fakîhi Şeymerî’nin vefatından sonra (h. 436) Karh’ın batı bölgesindeki kadılık görevini devralmıştır. Taberî’nin mescidinin bulunduğu yer de muhtemelen burasıdır. Onun asistanı ya da muidi, hocasının gözetiminde fıkıh öğrenimi alanında temâyüz etmiş olan gözde öğrencisi Ebu İshak eş-Şirâzî’dir.

Ebu İshak eş-Şirâzî Mescidi: Hocası Taberî’nin gözetiminde uzunca bir süre yardımcı hoca olarak görev yaptıktan sonra, şehrin doğu yakasında, Bâbü’l-Merâtib’in en gözde yerinde kendine ait mescid kurmuştur. Bu mescidin karşısında, Müslümanların yaşadığı diğer bölgelerden ondan eğitim almak için gelen öğrencilerin ikamet ettiği bir han bulunmaktaydı. Sayıları yaklaşık olarak on ilâ yirmi arasında değişen bu öğrenciler, “lisans” ve “yüksek lisans” terimleriyle ifade edilebilecek iki kategoriye ayrılırlardı. Onun fıkıh dersini yani ta’lîkini tamamlamak dört yıllık bir süre gerektiriyordu. Dersler biri sabahtan diğeri ise öğleden sonra olmak üzere günde iki defa veriliyordu. Ta’lîk eğitimini tamamladıktan sonra öğrenci mütefakkihlikten sâhibliğe (ç. Ashâb) geçiş yapıyordu. Bu öğrencilerden bazıları 476 yılında vefat edinceye kadar hocalarından ayrılmamışlardır.111

Onun muidi, kendisinin de sınıf arkadaşı olan el-Kâzerûnî’nin112 gözetiminde fıkıh öğrenimi görmüş ve hocasının 455 tarihindeki vefatından önce Bağdat’a gelmiş olan öğrencisi Ebu Bekir eş-Şâşî’dir.113 Daha sonra da görüleceği üzere kendi medresesini kurmuş Eş-Şâşî Bağdat’ta İbnü’ş-Şebbağ’dan da ders almış ve hocaları Şirâzî ve İbnü’ş-Şebbağ gibi Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır.



Ebu Bekir eş-Şâmî mescid: Fıkıh öğrenimine doğduğu yer olan Suriye’nin Hama şehrinde başlayan ve bu sebeple el-Hamavî ismiyle de anılan Şâmî, Taberî’nin gözetiminde öğrenimine devam ettiği yer olan Bağdat’a gelmiştir. Ümmü Rabî’ iktâsının batı bölgesinde bulunan mescidde 50 yıldan fazla ders vermiş ve aynı zamanda ömrünün son 10 yılında baş kadılık (Kâdılkudât) görevini de yürütmüştür.

Ebu Bekir eş-Şâşî medresesi: Bu kurum Karatü’z-Zafer’in114 doğu yakasında, aynı kökten türetilen Zaferiyye Bölgesi’nin hemen dışında bulunmaktaydı.115 Subkî ondan sadece bir mescit olarak değil, aynı zamanda küçük bir medrese (medrese-i latîfe) olarak da bahseder.116 Tâciye Medresesi’nin açılışından önce Şâşî burada ders vermiştir.

Tâciye Medresesi: Bu kurum, Selçuklu sultanı Melikşah’ın maliyeden sorumlu görevlisi (müstevfî)117 olan ve yine onun tarafından Nizâmülmülk’ün yerine vezirlik makamına getirilmek istenen kurucusu Tâcülmülk’ün118 ismini almıştır. Nizâmülmülk gibi kendisi de bir Şâfiî olan Tâcülmülk, yukarıda bahsi geçen Şâşî’nin küçük medresesine yakın bir yer olan şehrin doğu yakasında Bâb Abraz bölgesinde Şâfiiler için kendi medresesini kurmuştur. Binanın yapımına 480 yılında başlanmıştır.119 Tâcülmülk tarafından fıkıh kürsüsüne atanan Ebu Bekir eş-Şâşî 482 yılının 19 Muharreminde açılış dersini vermiştir. Tıpkı Nizâmiye gibi bu kurum için de kurucusu tarafından bir vakıf tahsis edilmiştir.120

İbnü’l-Cevzî Tâcülmülk’le ilgili yer vermiş olduğu biyografik bilgide121 Tâciye Medresesi ve bu Medrese gibi Bâb Abraz bölgesinde yer alan Şâfii müderris Ebu İshak eş-Şirâzî Türbesi ve mezar taşı gibi önemli eserlerin inşasını bu üst düzey görevliye atfetmektedir.122 507 yılında vefat eden Şâşî de hocasıyla aynı yere defnedilmiştir. Kendi medresesi için büyük Şâfiî âliminin mezarının yanında bir yer tercih etmiş olması dolayısıyla Tâciye Medresesi ile Şirâzî Türbesi’nin yanyana olması muhtemeldir.

Şâşî 19 Muharrem 482 (2 Nisan 1089) tarihinden Nizâmiye Medresesi’nde el-Kiyâ el-Harrâsî’nin yerine atandığı 504 yılına kadar Tâciye Medresesi’nde ders vermiştir. 507 yılında vefat ettiğinde Ebu İshak eş-Şirâzî Türbesi’ne defnedilmiştir.

Şâşî’nin, meşhur bir Şâfiî aileden gelen Ebu Kasım Ali b. Muhammed Mehâmilî adlı muidi123 aynı zamanda Ebu İshak eş-Şirâzî’den de fıkıh tahsil etmiştir.124

Şâşî’nin oğlu Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed125 babasından fıkıh tahsil etmiş ve hem fıkıh hem de hitabetiyle bilinir olmuştur. Kaynaklarda onun gün sonunda Tâciye Medresesi’nde vaaz verdiği aktarılmaktadır. Muhtemelen o, sabahları fıkıh öğrenimine tahsis etmiş ve babasından sonra bir süre burada ders vermiştir. 528 yılında vefat ettiğinde o da Ebu İshak eş-Şirâzî Türbesi’nde babasını yanına defnedilmiştir.

Şâşî’nin oğlundan önce meşhur fakîh ve kelamcı Gazzâlî’nin kardeşi Ebu’l-Fütûh el-Gazzâlî126 Tâciye medresesinde vaaz vermiştir. Bir fakîh olmasına ve kendisinden daha meşhur kardeşi Ebû Hamid el-Gazzâlî kendi yerine ders vermesini istediğinde Nizâmiye Medresesinde fıkıh dersi verdiği bilinmesine rağmen tıpkı Şâşî’nin oğlu gibi yalnızca Tâciye Medresesinde vaaz vermiştir.

Tâciye Medresesi ve orada ders verenlerle ilgili bulduğumuz kaynaklardaki bilgi bunlardan ibarettir. 482 yılındaki açılışından 528 yılında Şâşî’nin oğlunun ölümüne kadar yaklaşık yarım yüzyıllık bir zaman dilimi söz konusudur.

2.8.3.Hanbelî Eğitim Kurumları

Hicri beşinci (m. 11. yy) yüzyıl ana akım Hanbelî öğretisinin başında bu yüzyılın ilk yıllarında vefat etmiş olan İbn Hamîd127 bulunmaktaydı. 128Çok sayıdaki öğrencisi içinden ikisi, İbn el-Bakkâl ve Ebû Ya’lâ129, kendi adlarıyla anılan medreselere sahipti. Fakat onun şöhretini devralan, fıkıh müderrisi olarak bu yüzyılın ilk bölümünde belirleyici olan ve kendisinde sonra da öğrencileriyle bunu devam ettiren Ebû Ya’lâ olmuştur. Tahsisli eğitim kurumlarıyla ilişkilendirilen en meşhur öğrencileri arasında Şerif Ebu Câfer130, İbnü’l-Kuvâs131, Ebu Sa’d el-Muharrimî132; daha az bilinenleri arasında ise İbn Zibibye133 yer almaktadır. Şerif Ebu Câfer’in de aynı şekilde üç önemli öğrencisi vardır: Şâfi134, İbn Ebî Ya’lâ135, Hulvânî136. Tahsisli eğitim kurumlarında ders verdiği bilinen diğer Hanbelî âlimler ise meşhur İbn Akîl137 ve onun öğrencileri olan İbnü’l-Ebrâdî138 ve İbn Şâfi’dir139.

Aşağıdaki tahsisli kurumlar Hanbelî mezhebine aittir.

İbnü’l-Bakkâl Mescidi: İbn Hamid’in bir öğrencisi olan İbn Bakkâl Bâbü’l-Basra bölgesinin batı yakasında yaşamış ve Bâbü’t-Tâk bölgesinin doğu yakasında bulunan kendi mescidinde ve Mansur Camii’nde ders vermiştir.140

Kadı Ebû Ya’lâ Mescidi: İbn Hamid’in en başarılı öğrencisi olan ve Mansur Camii’nde de bir kürsüsü bulunan Kadı Ebû Ya’lâ Nehr Mualla bölgesinin doğu yakasında bulunan bir mescide sahipti. O aynı zamanda bu kurumda imamlık görevini de üstlenmişti.141

İbn Zibibye Mescidi: Bu kurum, Hilâfet Makamı’nın (harîm) Bâbü’l-Bedr’e bakan doğu tarafında bulunmaktaydı.142 İbn Zibibye bu mesciddeki görevine ek olarak Mehdi Camii’nde de ders vermekteydi.143

Sikkatü’l-Hırakî Mescidi: El-Hırakî dördüncü (m. 10.) yüzyılda yaşamış ve Hanbelî fıkhıyla ilgili telhîsinin, onuncu (m. 16.) yüzyılın başlarında üzerine 300 şerh yazılacak kadar meşhur olduğu söylenen ünlü bir fıkıhçıdır.144 Bağdat’ın batı yakasında onun ismini taşıyan bir cadde bulunmaktaydı. Şerif Ebu Cafer eş zamanlı olarak hem bu kurumda hem de Mansur Camii’nde ders vermiştir.145

Ebu Câfer Mescidi: Bu kurum Dârü’l-Metbah’ın Hilafet Sarayı’na bakan doğu yakasında bulunmaktaydı.146 Şerif Ebu Câfer hayatı boyunca üç farklı mescidde ders vermiştir. Bunlardan biri Sikkatü’l-Hırakî, diğer kendi adını taşıyan mescid, bir diğer ise Darbü’l-Dîvân Mescidi’dir.

İki öğrencisi kendisinden sonra bu kurumda müderrislik yapmıştır. Bunlardan biri aynı zamanda bu kurumdaki imamlık görevini de yerine getiren Şâfi, diğer ise Ebu’l-Feth el-Hulvânî’dir. Daha sonra Şâfi soyundan gelenler bu kurumda görevi üstlenmiştir ve bu sebeple de orası sonraki yüzyılda onların ismiyle “İbn Şâfi Mescidi” olarak anılmıştır.



Darbü’l-Dîvân Mescidi: Darbü’l-Dîvân, Ruşâfe bölgesinin doğu yakasındaki yollardan biridir ve (ismini de buradan alan) bu kurum Şerif Ebu Cafer’in peşpeşe fıkıh müderrisliği yaptığı üç mescidden biridir. O, bu süreçte, aynı bölgede yer alan Mehdi Camii’nde de ders vermiştir.147

İbnü’l-Kuvâs Mescidi: Öncesinde Şâfii, sonrada ise Hanbelî olan İbnü’l-Kuvâs Babü’l-Basra bölgesinin batı yakasında yer alan bu kurumda hem Kuran hem de fıkıh öğretmiştir. O aynı zamanda ilmî münazaraları yönetip fetvâ verdiği Mansur Camii’nde de ders okutmuş, elli yıl boyunca ise kendi mescidindeki görevini sürdürmüştür.148

İbn Akîl Mescidi: Bu kurum Bağdat’ın doğu yakasındaki Zaferiye bölgesinde bulunmaktaydı. Şâfii hadisçi ez-Zehebî’nin Târîhü’l-İslam adlı eserinde onunla ilgili bilgiye yer verilmektedir.149 Burası, hiç şüphesiz İbn Akîl’in Kitâbü’l-Fünûn adlı eserinde “kendi meclisi” olarak işaret ettiği yerle aynıdır.150

İbn Ebî Ya’lâ Mescidi: Ebu Hüseyin İbn Ali Ya’lâ, Kadı Ebû Ya’lâ’nın üç oğlu arasından en meşhur olanıdır. Onun mescidi tıpkı meskûn bulunduğu yer gibi Bâbü’l-Merâtib bölgesinin doğu yakasındaydı yer almaktaydı.151

Ebu Sa’d el-Muharrimî Medresesi: el-Muharrimî önce Ebû Ya’lâ’dan, sonra da onun iki öğrencisi Şerif Ebu Cafer ve Ebu Ali el-Ukberî el-Berzebînî’den ders almış, tıkpı Berzebînî gibi beşinci (m.11.) yüzyılın sonları ya da altıncı (m.12.) yüzyılın başlarında bir medrese kurmuş olduğu Bâbü’l-Azec’de kadı olarak görev yapmıştır.152 Daha sonra bu kurum, onu daha da büyüten ve içinde kendisi için barınabileceği bir yer de yapmış olan öğrencilerinden Kâdirîye tasavvuf ekolünün kurucusu meşhur Hanbelî mutasavvıf Abdülkâdir el-Cîlî (el-Geylânî)’nin ismiyle anılır olmuştur.153

İbnü’l-Ebrâdî Medresesi: İbn Akîl’in bu öğrencisi Hanbelîler için vakfedilen bir medrese olarak kullanılmak üzere el-Bedrîye bölgesinin doğu yakasında bulunun evini miras bırakmıştır.154 Tıpkı daha önce ifade edilen kurumlar gibi bu medrese de hicri beşinci (m.11) yüzyılın sonları ya da altıncı (m. 12.) yüzyılın başlarında kurulmuştur.

Hanbelî eğitim kurumları altıncı (m. 12.) yüzyılın sonlarına kadar bölgesel yönetimlerden destek görmemiştir. Örneğin 542 yılında görevden alınan Vezir Ebu Nasr el-Cehîr’in daha sonra Halife el-Müstedi’nin hanımı tarafından sahiplenilen görkemli malikânesi gibi. Bu yapı 570 yılında medreseye çevrilmiş, Hanbelîler için vakfedilmiş ve meşhur âlim İbnü’l-Cevzî oranın müderrisi olmuştur.155

3.Öğrenim Faaliyetlerinin Hâmîleri

Öğrenim faaliyetlerinin destekçileriyle ilgili burada şu söylenebilir ki her üç mezhebin de, Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî, kendilerine ait hâmîleri vardır. Ebu Sa’d el-Müstevfî156 ve Ebu’l-Kâsım el-Halebî157 Hanefilerin hâmîleriydiler. Birincisi daha önce görüldüğü gibi Alparslan’ın malî sorumlusu, ikincisi ise varlıklı bir tüccardı. Vezir Nizâmülmülk158 ve zengin tüccar Ebu Ali el-Menî159 Şâfiîlerin destekçisiydi. Her ikisi de Bağdat’ın zengin tüccarlarından olan Ebu Mansur b. Yusuf160 ve Ebu Abdullah el-Cerade161 Hanbelîlerin hâmîsiydi. Kaynaklar onların mescidler, medreseler, sûfî dergâhları, kütüphaneler ve hastaneler yapmalarının yanında Mekke’ye giden hacıların ihtiyaçlarını giderme ve yol üzerindeki bedevilere rüşvet vermek suretiyle onların güvenli geçişini sağlama konusundaki cömertliklerinden bahsetmektedir.

Bu destekçilerden bir kısmı ya devlette önemli bir mevkide bulunmaması ya da bizzat kendilerinin isimlerinin geçmesini istememesi dolayısıyla bilinmezken Nizâmülmülk, kaynaklarda ifade edildiği için bizce malum olan eğitim destekçilerinden biridir. Örneğin Meşhur Ebu Mansur b. Yusuf, çok sayıda Hanbelî eğitim kurumu varlığını büyük ölçüde ona borçlu olmasına rağmen, yaptığı birçok hayır faaliyetinde isminin geçmesini istememiştir. İster tüccar ister devlet ricali olsun bütün eğitim destekçileri her halükarda şahsî tasarruflarıyla bunu yapmışlardır. Nizâmiye Medresesi de daha önce ifade edilen tahsisli eğitim kurumları gibi böyle bir tasarrufla meydana gelmiş bir kurumdur.

Diğerlerini görmezden gelip eğitim üzerinde Nizâmülmülk’ün hâmîliğine vurgu yapmaya yönelik bir eğilimin olması onun büyük bir devlet adamı olması sebebiyledir. Tabi ki bu yaklaşım anlaşılabilir; fakat sonuç itibariyle böylesi sağlıksız bir yaklaşım Nizâmülmülk’ü bize iktidardan güç ve zenginlik devşiren kurnaz bir siyasetçi olarak gösteriyor. Hâlbuki o, hadis tahsil etmiş ve kendine ait Bağdat Nizâmiyesinde bunun öğretimiyle çok yakından ilgilenmiş, sapkın olarak görülen Mutezili ekolüne karşı Eş’arî geleneğini savunmuş dindar bir kişi olarak bilinir. Onun üst düzey dindarlığından bahseden çalışmalar şöyle dursun tabakât eserlerinden bile Nizâmülmülke ait doğru bir yaklaşımı elde etmek neredeyse imkânsızdır. Tabakât yazarlarının hususiyetleri üzerine yoğunlaşılması bazen bizi önemli sonuçlara ulaştırabilir. Örneğin Nizâmülmülk’ün büyük hayranı ve Şâfiî tabakât yazarı Sübkî, ona dair vermiş olduğu bilgide onun değerini düşürecek hiçbir ifadeye yer vermez. Hanbelî âlim İbn Akîl Nizâmülmülk’ü bir yönden övüp bir diğer yönden yerebilirken Sübkî, onun niteliği ve Ortaçağ İslam toplumundaki yeriyle ilgili yanlış algıya sebep olacak bir bilgiye yer vermez. Sübkî, ne Nizâmülmülk’ün ne kişiliğine ne de bulunduğu konuma uygun olmadığından onun dindarlığından hiçbir şekilde bahsetmez. Dindarlık ve mistiklik Nizâmülmülk’ün kardeşine aittir ve kardeşiyle ilgili Sübkî’nin yer vermiş olduğu bilgide Nizâmülmülk’ün bu benzetmeden rahatsız olduğu görülmektedir. Sübkî, onun kardeşiyle ilgili olarak onun “dindar, ılımlı, sürekli salih amel işleyen, azimle Kuran ezberleyen ve idarî meselelerde kardeşiyle (yani Nizâmülmülk’le) hiçbir ilişkisi olmayan biri” olduğunu söyler.162 Başka bir yerde de Sübkî, Nizâmülmülk’ün verdiği emirlere uymayı reddeden ve Halife’ye Nizâmülmülk’ün isteklerine karşı çıkmasını salık veren el-Kadı el-Reis’ten bahseder. Nizâmülmülk tarafından ona bu tavrının sebebi sorulduğunda o şöyle cevap verir: “dinimi dünyalık meta için satmayacağım”.163 Aşağıda Nizâmülmülk’ün tarzıyla ilgili daha fazla ipucu elde etme imkânımız olacak.

4.Şâfiî Nizâmiye Medresesi

Kuruluşu: Hanefi Türbe Medresesi’nin kuruluşu hakkında bilgi veren İbnü’l-Cevzî aynı zamanda Bağdat’taki Şâfiî Nizâmiye Medresesi’nin kuruluşu hakkında da bilgi verir. 457/1065 yılında gerçekleşen olaylar arasında şunlardan bahseder:

“(457 yılının) Zilhicce ayında Bağdat’ta Nizâmiye Medresesi’nin (inşa) faaliyeti başladı. Meşraatü’z-Zevâyâ164, Furda (Aşağı Liman)165, Bâbü’l-Şeîr166 ve Darbü’l-Zaferân’da167 bulunan nehir kenarındaki sarayların kalıntıları yıkıldı ve malzemeleri onun inşası için kullanıldı”168

Nizâmiye Medresesi için kendisinden malzeme alınan bütün bu bölgeler şehrin batı yakasında yer alıyordu. Nizâmiye Medresesi ise şehrin doğu yakasında inşa ediliyordu.169

Açılış: Yaklaşık iki yıl sonra 459/1067 yılında Nizâmiye Medresesi’nin inşası tamamlandı. Sıbt İbü’l-Cevzî, onun açılışı ile ilgili, şu zamana kadar bizim bildiğimiz tarihçilerden çok daha net ve etraflı bilgi vermektedir. Bu açılışın sosyal ve politik önemi onun verdiği metinin tam alıntılanmasını gerekli kılıyor ki o şu bilgiyi veriyor:170

“Amîd Ebu Said171 el-Kâşî, Zilhicce’nin 10’u Cumartesi günü (459/ 22 Eylül 1067) toplumun farklı kesiminden insanları Nizâmiye Medresesi’nde buluşmaya davet etti. Nizâmülmülk [konu hakkında kendisinin rızasını aldıktan sonra] sorumluluğunu Ebu İshak eş-Şirâzî’ye vererek Bağdat’ta Şâfiîler için bu kurumu tesis etti.

İnsanların Nizâmiye Medresesi’nde [Ebu İshak Eş-Şirâzî’nin geleceği umuduyla bekledikleri] gün o gelmedi. İnsanlar onun peşine düştüler fakat ona dair bir iz bulmadılar.

[Bunun sebebi, (yolda) kendisiyle karşılaşan bir gencin ona şu soruyu sormasıydı: “Ey Üstad! (Nizâmiye) Medresesi’nde (fıkıh) öğretmeye mi niyetin var?” (Ebu İshak) “Evet” dediğinde o, “Fakat adaletsizce sahip olunmuş bir yerde nasıl (fıkıh) öğretebilirsin?”172 diye devam etti. Bu (Ebu İshak eş-Şirâzî’nin) fikrini değiştirmesine ve ortalıktan kaybolmasına sebep oldu.]

(Onun yerine) kâtip Ebu Nasr b. Eş-Şebbağ tercih edildi. Ebu Mansur b. Yusuf ona, görevden alınmasına izin vermeyeceği [ve Ebu İshak’ın kendisine zarar veremeyeceği] konusunda teminat verdi. (İbnü’ş-Şebbağ) onun bu teminatına güvendi [ve (fıkıh) müderrisliğini üstlendi. İnsanların dağılmasını takiben (fıkhî) bir münazara oturumu yapıldı.]

İbnü’ş-Şebbağ, Ebu İshak eş-Şirâzî’nin yokluğundan dolayı tedirgindi. O her bir fıkıh öğrencisine günlük 4 rıtıl ekmekten oluşan bir pay tahsis ediyordu.

Ebu İshak eş-Şirâzî Bâbü’l-Merâtib bölgesinde kendine ait mescidde ortaya çıktı ve alışılageldiği üzere (fıkıh) dersleri vermeye devam etti. İnsanlar (orada) onun derslerine katıldı, ona hayır dua ve övgüde bulundular. Onlar onun şu cümleyi kurduğuna tanık oldular: “Tefrişatıyla ilgili duyduğum şeyler ve Ebu Said el-Kâşî’nin buranın inşasına (malzeme temin etmek için) şehrin bir bölümünü yıkarak medresenin büyük bölümünü usulsüzce inşa etmiş olması sebebiyle bu medresede173 fıkıh müderrisliği kürsüsünü kabul etmedim”

Bununla birlikte onun destekçileri kendisine karşı saygısızlık belirtileri göstermeye başladılar ve onu kararından vazgeçirmeye çalıştılar. Onlar, kendisine “eğer bu isteğe rıza göstermez ve kaba davranışını terk etmezse” İbnü’ş-Şebbağ’a katılmak için onu terk edeceklerine dair bir mesaj gönderdiler. Onları yatıştırmak için isteklerine rıza göstererek gönüllerini aldı, aralarındaki soğukluğa son verdi ve kendisinin yerini aldığı için onların İbnü’ş-Şebbağ’a karşı bir öfke duymalarını sağladı. İbnü’ş-Şebbağ kovulup hocaları o göreve gelinceye kadar gayretlerini ortaya koydular ve Şirâzî de bunu yapmalarında onlara destek oldu.

Nizâmülmülk, Nizâmiye Medresesi’nde Ebu İshak’ın müderrislik yapmayı reddettiği haberini aldığında Amîd el-Kâşî’ye çok öfkelendi. Kendisine (diğer hususlarla birlikte) “Ebu İshak için değilse ben bu medreseyi kimin için kurdum” dediği, onu suçlayan, kınayan ve tehdit içeren bir mektup yazdı. Bunun üzerine (Amîd) Ebu Said, Ebu İshak’a gitti ve mektubu kendisine gösterdi. Fakat Ebu İshak ikna olmadı. (Amîd) (Halife’nin sarayı yakınlarındaki) Beytü’n-Nevbe’ye gitti ve Halife’ye kendisini durum hakkında bilgilendiren bir not gönderdi. Halife de Ebu İshak’a şöyle bir mesaj yolladı: “yabancılarla ilgili durumumuzun tamamen farkındasın” Bunun üzerine Ebu İshak ikna oldu ve burada ders verirken kullanacağı geniş bir oturağı yanına alarak (bu medreseye) geldi.174

Ebu İshak 1 Zilhicce Cumartesi günü bu medresede müderrislik görevini üstlenmiştir. Namaz vakitlerinde o, medreseden ayrılıp namazlarını kılmak için camilerden birine gitmiştir.175

İbnü’ş-Şebbağ’ın Nizâmiye Medresesi’ndeki görevi yirmi gün sürmüştür.

Ebu Ali el-Makdîsî şöyle der: “Vefatından sonra Ebu İshak eş-Şirâzî’yi rüyamda gördüm ve ona şunu sordum: ‘Allah sana nasıl muamele etti?’. O şu cevabı verdi: ‘Bu binayla – ki kastedilen Nizâmiye Medresesi’dir- ilgili hesap vermem istendi ve eğer burada ibadetlerimi yerine getirmekten sakınmasaydım perişan olanlardan olacaktım.’”

Bu medresenin başlangıcıyla ilgili bazı belirsiz noktalara dair kaynakların dikkat çekici hususlar ihtiva etmesi dolayısıyla Nizâmiye Medresesi tarihinin bu evresi üzerinde özellikle duruyoruz. Onun, bu dönemdeki İsmailî Bâtinî oluşuma karşı kurulup Halife’den resmi onay alan bir devlet kurumu olduğu iddia edilir. Nizâmiye Medresesi üzerine en kapsamlı çalışmayı yapan Esad Talas, Ebu İshak’ın bu yeni medresede fıkıh müderrisi olarak görev yapmayı reddetmesindeki şartları göz ardı etmez. Bununla birlikte o, bu iki Şâfiî âlim ve onların destekçileri arasındaki rekabeti görmezden gelir, Şirâzî’yi bu medresenin yapımında kullanılan malzemelerin uygunsuz tedarik edildiği hakkında bilgilendiren “genç” üzerine yoğunlaşır. O bunda, Nizâmiye Medresesi’nin kendilerine vereceği zararı öngören ve bu medresenin yalnızca kendi öğretilerini yok etmek, Eş’arîliğin saygınlığını artırmak ve onların görüşlerini hâkim kılmak için kurulduğunu bilen aşırı Bâtınîler adına bir tuzak olarak görür. Bu görüşü desteklemek için Nizâmülmülk’ün, Bâtınîliğin hizmetindeki bir genç tarafından suikasta uğradığını hatırlatır.176

Burada kullanılan malzemelerin uygunsuz temini hakkında Şirâzî ile konuşan genç adamın, kendi öğretileri üzerinde Nizâmiye Medresesi’nin yıkıcı etkisinden korkan Bâtınîler tarafından gönderilmiş olabileceğini düşünmemizi gerektiren hiçbir sebep yoktur. Bu medreseyi yok etme noktasına gelebilmek için daha fazlasına ihtiyaç olmalıdır, zira Şirâzî’nin yerine bir başka müderrisin atanması mümkündür ki bu da fiilen gerçekleşmiştir. İki yıldır yapımı devam eden bu medresenin malzemelerinin uygunsuz temini hakkında Şirâzî’nin bir bilgisinin olmadığını düşünmek için de bir sebebimiz yoktur, zira o dönemde sorunlarla ilgili olarak Bağdat’ın dedikodularla çalkalanmasının alışılageldik bir durum olduğunu düşünmek daha makuldür.177 Şirâzî, Bâbü’l-Merâtib’in bilinen bir bölgesinde bulunan kendine ait mescidde fıkıh müderrisliği yapan, topluma mâl olmuş bir kişiydi. Onun, bu yapıların yıkılması ve malzemelerin uygunsuz temini suretiyle ortaya çıkan bu bariz durum hakkında bilgi sahibi olması için bir gencin kedisine bilgilendirmesine ihtiyacı yoktur. Daha da ötesi, Şirâzî’nin günlük namazlarını medresenin dışında camilerden birinde kıldığına dair yukarıda alıntılanan ifadenin de bir anlamı olmasa gerektir. Farz namazların bir camide eda edilmesi gerekli değildir, fakat malzemeleri uygunsuz temin edilmiş bir mekanda (meğsûb) bunun yapılmasına izin verilmemiştir. Ulemadan bazılarının buna izin verdiği doğrudur178; fakat Tenbih adlı eserinde böylesi bir mekânda ibadete izin verilmeyeceğini özellikle belirten Şirâzî için durum farklıdır.179

Diğer taraftan Şirâzî ile bu genç arasında böyle bir karşılaşmanın vuku bulduğunu inkâr etmek için de bir sebep yoktur, fakat onu bir başka açıdan yorumlamak gerekir. Eğer biz Şirâzî’nin bu durumun tamamen farkında olduğunu var sayarsak, ki ben bu konuda haklı olduğumuzu düşünüyorum, bu genç adamın sorusu Nizâmiye Medresesi’ndeki bu görevi kabul etmemesi için kendisini etkilemek ümidiyle Şirâzî’yi ne olup bittiği hakkında genel anlamda bilgilendirmesi olarak anlaşılmamalıdır; bunun, Şirâzî’nin bunu konudaki niyetini sormak suretiyle gencin aynı amacı gerçekleştirmek arzusunda olduğu şeklinde görülmesi daha makuldür. Sonrasında Şirâzî daha önce kabul ettiği Nizâmülmülk’ün teklifini reddetmeye karar vermiştir.

Şirâzî’nin kararsızlığı, onun kişiliğinin bilinen bir özelliğidir. Biz, birbirine muhalif olan Nizâmülmülk ve Şerif Ebu Cafer’e atfedilen bilgilere de sahibiz. Nizâmülmülk Şirâzî’yi “iyi niyetli ve etkiye açık” biri olarak tanımlarken bunu muhtemelen Nizâmiye Medresesi’ndeki fıkıh müderrisliğine atanma konusundaki müzakerelerle ilgili aralarında yapmış oldukları yazışmalara dayandırmaktadır.180 Şerif Ebu Cafer ise Şirâzî’yi iki muhalif grup olan Ehl-i Hadis ve Eş’arîlik arasında tereddütte kalmakla itham etmektedir.181

Daha önce ataması yapılmış rakibinin görevden alınmasında bazı zorluklar olmasına rağmen nihayetinde Şirâzî, Nizâmülmülk’ün açık teklifini kabul ederek fikrini bir kez daha değiştirmiştir. Ancak görünün o ki yukarıda alıntı yapılan metne göre kendisini terk edip İbnü’ş-Şebbağ’ın tarafına geçeceklerine dair öğrencilerin tehdidi onu bu karara zorlamıştır. Öğrencilere bedava iaşe ve ibate imkânı sunup onlara burs veren Nizâmiye Medresesi’nin ortaya çıkmasıyla birlikte bu kurumun saygınlığı müderrislerin saygınlığını sarsmıştır. Bundan böyle öğrencinin tercihini ekonomik gereklilikler belirler hale gelmiştir. Daha önce bir öğrenci ilmine ve şöhretine bakarak hocasını seçerken bundan sonraki süreçte Nizâmülmülk tarafından atanan müderrisin gözetiminde öğrenimini sürdüren öğrenci ekonomik özgürlüğünü elde etmek üzerine yoğunlaşır hale gelmiştir.

Şirâzî geri dönmeye karar verdiğinde, Nizâmülmülk, daha önce Nizâmiye Medresesi’ndeki müderrisliğine maslahat gereği rıza gösterdiği İbnü’ş-Şebbağ’ı görevden alarak onu kabul etmeye hazırdı.182

Mevcut kaynaklar ışığında bu karmaşık ama bir o kadar da önemli olayı bütün boyutlarıyla ortaya koyma imkânına sahip değiliz. Bununla birlikte hepsi aynı yöne işaret eden dikkat çekici emareler bulunmaktadır. Bu olayda ismi geçen kişileri göz önüne aldığımızda Nizâmülmülk ve iki Şâfiî müderrisin, Şirâzî ve İbnü’ş-Şebbağ, dışında üç isim daha karşımıza çıkmaktadır: Halife el-Kâim, Halife’nin dostu, Bağdat’ın nüfuzlu kişilerinden zengin Hanbelî tüccar Ebu Mansur b. Yusuf ve kendisine karşı sorumlu olduğu Nizâmülmülk’ün emrinde Bağdat’ta çalışan devlet memuru Amîd Ebu Saîd.

İbnü’ş-Şebbağ, Nizâmiye Medresesi’nin açılışında birden ortadan kaybolan Şirâzî’nin yerine kendi atamasının Nizâmülmülk’ün nihai onayına sunulacağını fark ettiğinde ileride görevden alınmayacağına dair garanti verilmesi konusunda ısrarcı oldu. Şirâzî’nin geri dönme riskine karşı Ebu Mansur b. Yusuf tarafından görevde kalacağına dair kendisine garanti verildi. Ebu Mansur’un bu konuda dahlinin olması hususu, yabancılarla ilgili bazı sıkıntılar yaşanmasın diye Şirâzî’yi göreve kabul etmeye teşvik edenin Halife’nin bizzat kendisi olduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Amîd Ebu Saîd’e gelince onun bu konuda dahli olduğu gayet açık ve anlaşılabilir bir durumdur. O Nizâmülmülk’ün vekili olarak Nizâmiye Medresesi’nin araç gereç temininden sorumlu olan ve Nizâmülmülk tarafından suçlanıp azarlanan ve uyarılan kişidir. Fakat Amîd’den farklı olarak Halife ve Ebu Mansur’un Nizâmiye Medresesi’yle idari anlamda ilgilenmeleri için bir neden bulunmamasına rağmen onların bu konudaki müdahalesi gayet açıktır. Bu nedenle halen cevaplanamamış şu sorular karşımıza çıkmaktadır: Ebu Mansur’u İbnü’ş-Şebbağ’a görevde kalacağı garantisi vermeye iten sebep nedir? Halife Şirâzî’nin dönüşüne engel olacağı ithamından neden korkmaktadır? Bu iki şahsın meseledeki çıkarı nedir? Amîd ise, Nizâmülmülk’ün ciddi bir tehdit oluşturma durumundan uzak olduğunu hissederek zengin Ebu Mansur’dan şahsi menfaat elde etmek için uğraşan bir kişi görüntüsü vermektedir.

Bu konuda bahsi geçen üç şahısla ilgili başkaca hususların da olduğu görülüyor. Dönemin yazarlarından İbnü’l-Bennâ “et-Târîh” (Müzekkire) adlı eserinde Nizâmiye Medresesi’nin açılışından on ay öncesine denk gelen 460 yılının Şevval ayının (Ağustos 1068) ilk dönemiyle ilgili bilgi verirken Amîd’in hayatının tehlikede olduğu ve hanımının yardım için Halife’ye başvurduğundan bahisle Amîd Ebu Saîd hakkında ilginç bir giriş yapmaktadır. Halife, infazını istemediği Amîd’i koruması için Hâcib’e emir vermiş ve o da bunu yerine getirmiştir.183 Şirâzî’nin geri dönmesi ihtimaline karşı İbnü’ş-Şebbağ’a görevde kalacağı garantisi veren Ebu Mansur’a gelince, onun atamasını takiben bir ay içindeki vefatı İbnü’ş-Şebbağ’a vermiş olduğu sözü tutma ihtimalini yok etmiştir. Onun ölümünün normal bir ölüm mü olduğu yoksa Nizâmülmülk ile girmiş olduğu çıkar çatışmasının bir sonucu mu olduğu meselesi bir soru olarak önümüzde durmaktadır. Anlamsız olması bir tarafa, İbnü’l Bennâ’nın “et-Târîh” (Müzekkire) adlı eserinde Ebu Mansur b. Yusuf’la ilgili olarak yer verilen aşağıdaki ifade bu soruyu çok daha önemli kılmaktadır: “Allah (Ebu Mansur) İbn Yusuf’un kanına rahmet eylesin”184. Buradaki “kan” kelimesi intikam ve adalet için kan akıtmayı ima eden bir anlam taşımaktadır. Bir diğer bölümde İbnü’l-Bennâ, Ebu Mansur b. Yusuf’un beraberindeki kalabalık bir grupla birlikte yalın ayak Halife’ye doğru yürüdüğünü ve niye yalın ayak yürüdüğüyle ilgili kendisine sorulan soruya bunun haksızlıktan şikâyet eden kişilerin bir yürüyüş tarzı olduğu şeklinde cevap verdiği bir rüyasından bahseder.185 “et-Târîh” (Müzekkire) adlı eserde Ebu Mansur’la ilgili verilen diğer bilgilere186 bakıldığında onun vefatının Ehl-i Hadis için önemli bir kayıp olduğunu gösteren bir resim ortaya çıkmaktadır.

Ebu Cafer Muhammed b. Ahmed el-Buhârî’nin (ö. 482/1089) durumu bu menfaat çatışmasını daha net ortaya koymaktadır. Mutezili olması dolayısıyla kelamcı ve fıkıhçı olan bu kişinin Bağdat’a yerleşmesine Ehl-i Hadis geleneğinin savunucusu olan Ebu Mansur tarafından izin verilmemişti.187 Ebu Mansur’un ölümünden sonra Ebu Cafer el-Buhârî ve yine kendisi gibi Mutezili olan oğlu Ebu’l- Yümn Mesud, Nizâmülmülk’ün desteğiyle şehre girmeyi ve öğrenim ve münazara merkezi (Meclisü’n-Nazar) kurmayı başarmışlardır. Her ikisi de onu ziyaret etmiş, o da kendilerini kibarca karşılamış ve yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak iyi bir maaş tahsis etmiştir188 ki bu umulmadık bir şekilde amacı Mutezililik ve diğer birçok akıma karşı Eş’arîliği desteklediği düşünülen bir kişi tarafından yapılmıştır.



Vakfiye maddeleri: 16 Cemaziyelâhir 462’de (14 Nisan 1070) başka bir Amîd (Ebu Nasr) Bağdat’ın önemli isimlerini, Halife’nin veziri Fahrüddevle’nin oğlu Ebu Kasım b. Cehîr’i, Hâşimî ve Alî sülalesinin iki temsilcisini, soyluları, başkadıyı ve kâtiplerini, açılışının üçüncü yılında, Nizâmülmülk tarafından hazırlanan vakfiyenin okunduğu yer olan Nizâmiye Medresesi’ne davet etti. O bu medreseye kitaplar, verimli arazı ve başkaca varlıklar bağışladı ve ön tarafına da bir çarşı kurdu. Buranın idaresi ise bizzat Nizâmülmülk’e ve vakfiyede ortaya konan koşullar muvacehesinde onun oğullarına bırakıldı.189

Vakfiyenin tam metnine henüz ulaşılmasa da İbnü’l-Cevzî bununla ilgili bazı önemli ifadeler aktarmaktadır.190 Onlar özetle şunlardır:



  1. Nizâmiye Medresesi hem fıkıh hem de usulü’l-fıkhda Şâfii olan Şâfii mezhebi mentesiplerinin yararlanacağını bir vakıf kuracaktır.

  2. Nizâmiye’ye bağışlanan tüm varlıklardan da aynı şekilde fıkıh ve usulü’l-fıkhda Şâfii olanlar yararlanacaktır

  3. Aşağıdaki görevlilerin hem fıkıh hem de usulü’l-fıkhda Şâfii olması zorunluluğu vardır:

  1. (Fıkıh kürsüsünden sorumlu) müderris

  2. Vâiz191

  3. Kütüphaneci

  1. Nizâmiye Medresesinde aynı zamanda Kuran öğretmen için bir Kuran ilimleri (Ulûmu’l-Kuran) hocası da bulunacaktır

  2. Aynı zamanda Arap dilini öğretmek için bir gramerci de bulunacaktır

  3. Her bir görevli vakıf gelirlerinden belli ölçüde pay alacaktır.

Yönetimi kurucusu eliyle sürdürülen Nizâmiye Medresesi böylece fıkıh ve usulü’l-fıkhda Şâfiîliği takib edenlere tahsis edilmiştir. Bu dönemde bir fakîhin fıkıh ve usulü’l-fıkh noktasında farklı mezhepleri takip etmesi mümkündü. Ulûmü’l-Kuran ve gramer hocalarının Şâfiîler dışından olabileceği varsayıldığında bu alanlarda görev yapan kişilerle ilgili herhangi bir sınırlama olmadığı görülmektedir. Fakat onlar vakıf gelirlerinden pay aldıklarına göre (6. madde) Şâfii olmalarının gerekli olduğu göz önüne alındığında (2. madde) bu da kesin değildir. Hanbelî mezhebinden olmasına rağmen Nizâmiye Medresesi’nde ders veren meşhur gramerci Cevâlikî’nun durumu buna örnektir. Fakat bu, Nizâmiye Medresesi’nde bazı değişikliklerin yapıldığı Nizâmülmülk sonrası döneme ait bir uygulamadır.

Nizâmiye Medresesinde görev yapanların kronolojik listesi: Nizâmiye Medresesinde ders veren müderrislere dair halihazırda elimizde birçok liste var.192 Şu an sunacağımız liste iki açıdan diğerlerinden farklılaşıyor: o kurumda sadece fıkıh öğreten müderrisler üzerine yoğunlaşıyor ve yukarıda tartışılan kurumlarda görev yapan müderrislere kıyasla burada görev yapan müderrislerin konumlarını araştırıyor. Bu sebeple çabamız kaynakların imkân verdiği ölçüde atamaların kronolojik sırası, görev süreleri, görevin devredilmesi ve bu çerçevedeki diğer başkaca hususları ortaya koymaktır. Arada görevden alınıp farklı zamanlarda ataması yapılmış olmasından dolayı kimi müderrislerin isminin listede mükerrer zikredildiği görülecektir.

Ebu Nasr b. El-Şebbağ: Daha önce gördüğümüz gibi İbn Şebbağ’ın ataması Bağdat’ta yapılmıştır ve bu atamanın açık bir tâlimatı olmasa da Nizâmülmülk’ün vekili Amîd’in rızası alınarak Ebu Mansur b. Yusuf aracılığıyla Halife’nin etkisi altında yapıldığı görülmektedir. Nizâmülmülk’ün tam rızasının bulunmaması dolayısıyla bu atama, medresenin açıldığı tarih olan 10 Zilkâde’den 1 Zilhicce 459 tarihine kadar ancak 20 gün devam edebilmiştir.193

Ebu İshak eş-Şirâzî: Nizâmülmülk 1 Zilhicce 459’da Şirâzî’nin atamasını yapmıştır. Onun görevi vefat tarihi olan 21 Cemâziyelâhir 476 tarihine kadar 16 yıl devam etmiştir.194 Bu bahse konu olan dönemdeki en uzun görev süresidir. Bu medresenin ilk müderrisi olması planlanan Şirâzî’den sonra atama usulü değişmiştir.

Ebu Sa’d el-Mütevellî: Şirâzî’nin ölümünü takiben Mütevellî’nin kürsünün halefi olarak ataması yapılmıştır. Atamasının yapıldığı tarihe dair kaynaklarda net bir bilgi yoktur; fakat ataması Şirâzî’nin ölümünden kısa bir süre sonra yapılmış olsa gerektir.195 Onun ataması Bağdat’ta bulunan Nizâmülmülk’ün oğlu Müeyyidülmülk tarafından yapılmış fakat Nizâmülmülk’ün onayını almamıştır. Atama hakkında bilgilendirildikten sonra Nizâmülmülk oğluna, muhtemelen kurumun ilk müderrisi için bir ağıt nişanesi olarak Şirâzî’nin ölümünden sonra medresenin kapılarının bir yıl kapalı kalması gerektiğine dair bir mesaj göndermiştir. Şirâzî için üst düzey devlet görevlilerinin katıldığı görkemli bir cenaze töreni düzenlemiş, cenaze namazını bizzat Halife kıldırırken tekfin işlemi merhumun eski bir öğrencisi olan meşhur Hanbelî âlimi Ebu’l vefâ b. Akîl tarafından yapılmıştır.

Ebu Nasr b. El-Şebbağ: Mütevellî kısa bir süre sonra görevden alınmış ve daha önce Şirâzî’ye yer vermesi için görevden el çektirilen İbn Şebbağ onun yerine atanmıştır. Bu atamayla ilgili net bir tarihi verilmez, ancak bu atama 476 ya da İbn Şebbağ’ın bir yıl sonrasında vefat ettiği tarihi olan 477’de gerçekleşmiş olmalıdır. Vefatından önce bir kez daha görevden alındığı için onun bu ataması yine kısa süreli olmuştur.196

Ebu Sa’d el-Mütevellî: Bilindiği kadarıyla 477 yılında ikinci defa göreve atanmış ve bir sonraki yıl vefat ettiği tarih olan 18 Şevval 478 Cuma gününe kadar bu görevi sürdürmüştür.

Ebu Kasım ed-Debûsî: Mütevellî’nin ölümüyle Debûsî’nin atanması arasında sekiz aylık bir süreç vardır. Bu zaman zarfında geçici olarak vekil sıfatıyla birisi fıkıh öğretimini devam ettirmiş olabilir.

Debûsî Cemâziyelevvel ayında (muhtemelen ayın sonunda) atanmış ve açılış dersini 1 Cemâziyelâhir Pazar günü vermiştir. Bu görevini vefat ettiği tarih olan 20 Cemâziyelâhir 482 tarihine kadar sürdürmüştür.197



Ebu Abdullah et-Taberî198: Debûsî’nin vefatı ile Taberî’nin atanması arasında kaynaklarda bahsi geçmeyen altı aylık bir süre vardır. Taberî 483 yılının Muharrem ayında Nizâmülmülk tarafından atanmıştır. Gazzâlî’ni geldiği sonraki yıla kadar görevini devam ettirmiştir; yani bu yaklaşık bir yıl dört aylık bir zaman dilimidir. Daha sonra ise Gazzâlî’ye yer vermek için görevden alınmıştır. Fakat Gazzâlî göreve başlamadan önce aşağıda bahsedilecek müderrisin gelişiyle birlikte beklenmedik bir durum ortaya çıkmıştır.

Ebu Muhammed el-Fâmî eş-Şirâzî: Taberî’nin atamasından yaklaşık dört ay sonra 483 yılının Rabiülâhir ayında Fâmî, Nizâmiye Medresesi’nde görev yapmak üzere bir emirname ile Bağdat’a gelmiştir. Her iki müderrisin dönüşümlü bir program çerçevesinde sırayla ders vermek suretiyle aynı kürsüyü paylaşacağına dair Nizâmülmülk’ün yerel temsilcisi eliyle bir karar verilmiştir. Fâmî’nin görevi de tıkpı Taberî’de olduğu gibi aşağıda verilen müderrisin gelişiyle son bulmuştur. Onun bu görevi yaklaşık bir yıl bir ay sürmüştür.

Ebu Muhammed el-Gazzâlî: Batılı bilim adamları arasında kelamcı filozof ve mutasavvıf olarak bilinin Gazzâlî, orada bu konuya tahsis edilmiş bir kürsü olmadığı için kelam yerine fıkıh kürsüsüne atanmıştır. Gazzâlî burada bir fakîh olarak görev yapmıştır. Almış olduğu eğitim onu bu alanda görev yapacak bir düzeye getirmiştir.

İsfahan’dan yola çıkan Gazzâlî 484 yılının Cemâziyelevvel ayında Bağdat’a ulaşmıştır. Nizâmülmülk ona Zeynüddin ve Şerefü’l-Eimme199 lakabını takmış ve fıkıh kürsüsünü şereflendirmesi için onu Bağdat’a göndermiştir. Bu görevi birlikte yürüten iki müderris Nizâmülmülk’ün bu yeni gözdesine yol açmak için görevden alınmıştır.

Onların yerine geçen Gazzâlî, 488 yılının Zilkâde ayına kadar yaklaşık dört buçuk yıl Nizâmiye Medresesi’nde fıkıh okutmuştur.200 Bu tarihte onun Nizâmiye Medresesi’ndeki görevini bırakıp hacca gittiği bilinmektedir. Geleneksel olarak sürekli anlatılagelen bu tarihten sonraki Gazzâlî’nin hikayesi oldukça ilginç olmakla beraber bizim üzerinde duracağımız husus burası değildir. Bu meseleyi hakkıyla ele alabilmek etraflıca bir araştırmayı ve hacimli bir eser kaleme almayı gerektirmektedir. Fakat belki de burada, bir sûfî ve mistik olmak için medresedeki görevini terk etmesiyle ilgili bir soru sorulabilir. Eğer böyle bir olay gerçekten vuku bulmuşsa onun daha sonra tekrardan fikrini değiştirmiş olması icap eder. Daha sonra göreceğimiz gibi o, Nişabur Nizâmiyesi’nde bir kez daha fıkıh okuttuktan sonra memleketi Tus’a geri dönecek, sûfî müntesipleri için kurduğu dergâha (ribat) ek olarak fıkıh öğrencileri için bir medrese ile İran usulü bir ev ve bahçe inşa edecektir.201

Ebu Abdullah et-Taberî: Gazzâlî 488 yılında medreseyi terk ettiğinde onun yerine vekil olarak kardeşi Ebu’l-Fütûh el-Gazzâlî atanmıştır.202 Kardeşi gibi tasavvufi meselelere vâkıf, ama esas itibariyle bir fakîh olan Ebu’l-Fütûh bir sonraki yılın (489) belli bir dönemine kadar geçici olarak burada fıkıh dersi vermeye devam etmiştir.

489 yılında Taberî tekrar göreve atanmıştır. Kaynaklar kesin bir tarih vermediği için geçici olarak görev yapan Ebu’l-Fütûh ile bu göreve ikinci kez atanan Taberî arasında bir boşluk olup olmadığı noktasında bilgiye sahip değiliz.

Kaynaklar Taberî’nin görev süresi hakkında net bir bilgi sunmamaktadır. Onun vefat tarihi de net olarak bilinmemektedir. Subkî en yakın tarihin 495 olduğunu söylemektedir. Fakat vefat edinceye kadar bu görevi sürdürüp sürmediği meselesi net olarak bilinmediği için bu bilgi bize onun görev süresini belirleme imkânı vermemektedir. Bu sebeple bu müderris ve ondan sonra gelen kişi arasında bilgi sahibi olmadığımız bir zaman aralığı bulunmaktadır.203

El-Kiyâ el-Harrâsî: Kaynaklar onun atandığı tarihle ilgili olarak da net bir bilgi vermemektedir. Kesin bir bilgiye sahip olmasak da bu atama, 498 yılının Recep ayında yapılmış olabilir. Bu tarihte vezir Sa’dülmülk, öğrencilerde öğrenmeye karşı ilgi uyandırmak için Nizâmiye Medresesi’ne özel bir ziyarette bulunarak Harrâsî’nin dersine katılmıştır. O dönemin en yaygın siyasi suçlaması olan Bâtınî olmak şüphesiyle yaklaşık üç yıl tutulduğu hapisten salıverilmesinin ardından Vezir’in, onun dersine katılmasındaki amacının, dillendirilmeye devam eden Bâtınîlik şüphesinden Kiyâ’nın şöhretini temizlemek olduğu söylenebilir. Özellikle böylesi bir sapkınlıkla suçlayarak rakibini alt etmenin yaygın olduğu bu dönemde öğrencilerin genel anlamda Nizâmiye ve benzeri medreselerin sunmuş olduğu ekonomik imkânlardan yararlanmayı isterken Bâtınîlik ithamından uzak durmaya çalışmaları da bu açıklamayı desteklemektedir. Kiyâ serbest bırakıldıktan sonra, kaynakların, aralarında Hanbelî âlim İbn Akîl’in de bulunduğunu özellikle ifade ettiği önde gelen ehl-i sünnet uleması onun üzerindeki bu ağır ithamı gideren bir yazılı talepte bulunmuşlardır.

Kiyâ ölüm tarihi olan 1 Muharrem 505 Perşembe gününe kadar görevine devam etmiştir.204



Ebu Bekir eş-Şâşî: Kiyâ’nın vefatı ile Şâşî’nin atanması arasında yedi aylık bir zaman dilimi vardır. Şâşî açılış dersini 504 yılının Şaban ayında vermiştir.

Şu da hatırlanacaktır ki Şâşî, daha önce Tâcülmülk tarafından 19 Muharrem 482 tarihinde açılışı yapılan Tâciye Medresesi’ne atanmıştı. Kaynakların birinde bahsedildiğine göre onun aynı zamanda biri Tâciye diğeri ise Nizâmiye Medresesi’nde bulunan iki kürsüye sahip olduğu anlaşılmaktadır.205 Her halükarda onun görev süresi iki yıldan az sürmüştür.



İbn Taberî: Şâşî görevden alınmış ve onun yerine yukarıda ifade edilen müderris Ebu Abdullah et-Taberî’nin oğlu İbn Taberî getirilmiştir. Bu yeni atama 506 yılının Cemâziyelâhir ayında yapılmıştır.206 Bu arada İbnTaberî de bilahare görevden alınıp tekrar atanmıştır.

Esad el-Mîhenî: Biz ne İbn Taberî’nin görevden alındığı zaman ne de Mîhenî’nin atandığı ve azledildiği tarih hakkında bilgi sahibiyiz. Onun 24 Rabîülevvel 512 tarihinde yeni Halife el-Müsterşid’in biat törenine katılanlar arasında yer aldığını biliyoruz.207 Mîhenî’nin bu tarihte Nizâmiye Medresesi’nde müderris olduğu ifade ediliyor. Daha sonra o, bir sonraki yılda İbn Taberî’ye yer vermek için görevden alınmıştır.

İbn Taberî: İbn Taberî 513 yılı Şaban ayında Nizâmiye Medresesi’ne atandığını gösterir Sultan208 tarafından verilen bir emirnameyle Bağdat’a ulaşmıştır. Mîhenî görevden uzaklaştırılmıştır. İbn Taberî, Şâfiî tarihçi Samânî’ye göre, Nizâmiye Medresesi’ndeki yerini garantilemek için rüşvet vermek suretiyle bütün bir medreseyi kendisi için satın alabilecek kadar çok para harcamıştır. Bütün bu harcamaya rağmen o tekrar kovulmuştur ki onunla ilgili son bildiğimiz budur.209

İbnü’l-Bâkerhî: İbn Taberî’nin ne zaman görevden alındığını bilmiyoruz. İbnü’l-Bâkerhî kendisinin kürsüye atandığını gösteren Selçuklu sultanları Sancar ve Mahmud210 tarafından ortak verilen bir emirname ile 517 yılının Cemâziyelâhir ayında Bağdat’a ulaşmıştır. Bazı gerekçelerle öğrenciler onu medreseye kabul etmemişler ancak Halife Divân’ı onları bunu kabul etmeye mecbur kılmıştır. İbnü’l-Bâkerhî aynı yılın sonuna kadar görevini sürdürmüştür ki bu yaklaşık olarak sadece üç aylık bir süreçtir. Daha sonra o, Mîhenî’ye yer vermek için görevden alınmıştır.

Esad el-Mîhenî: Bir kez daha atanan bu yeni müderris İbnü’l-Bâkerhî’nin yerini almıştır. Medresenin gelirlerinin mevcut öğrenci sayısını destekleyemeyecek kadar az olduğunda hemfikir olan Mîhenî ve Ahmed b. Nizâmülmülk, öğrenci sayısını sınırlandırmaya ve geri kalanını göndermeye karar vermişlerdir. Bu karar medresede bir huzursuzluk yaratmıştır. Öğrenciler durumu boykot etmişlerdir. Mîhenî sadece bir gün ders vermiştir. O, işleri yoluna koymak için Sultan’ın ordugâhına gitmiş, Ahmed b. Nizâmülmülk o dönünceye kadar Ebu’l-Feth b. Berhân’ı yerine vekil (nâib) olarak atamıştır.

Bu girişim Bağdat’taki durumu düzeltmemiştir. Halife’nin veziri İbnü’s-Sadaka


Yüklə 460,7 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin