Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


İkinci Bölüm Şehevi Kuvvenin Etkileri



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə41/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   66

İkinci Bölüm

Şehevi Kuvvenin Etkileri


Bil ki şehvet kuvvesi, Hak Teala’nın hayvan ve insana kendisini korumak için merhamet buyurduğu değerli kuvvelerden biridir. Bu kuvve, insanı tabiat aleminde korumaktadır. Türünü baki kılmakta ve korumaktadır. İnsan bu kuvveye sahip olmazsa, iç ve dış etkenler sebebiyle en kısa zamanda yok olur ve de insan asla kaybettiği şeyleri telafi etme çabasına girmezdi. Ebedi saadeti elde etmek, dünya aleminde baki kalmak ve tabiat aleminde ikame etmek dışında mümkün olmadığı için de insanın ebedi saadeti ve melekuti değerli hayatı bu değerli kuvvenin varlığına bağlıdır.

Ayrıca bu kuvvenin değerli aile teşkilinde ve erdemli şehir sisteminde ve eksik nefisleri terbiye etmekte de tam bir etkinliği söz konusudur. Dolayısıyla insanın kendi saadeti bu kuvveye bağlı olduğu gibi türdeşi olan varlıkların saadeti de bu semavi sofraya bağlıdır. Dolayısıyla bu kuvve, itidal çizgisinden çıkmadıkça ve akli ve ilahi ölçülerden uzaklaşmadıkça bu şahsi ve türsel saadetin kefili konumundadır. Zira haddini aşınca, ifrat ve tefrit boyutuna yönelince bu mezkur saadeti elde edemediği gibi kendisinin ve türdeşlerinin sefaletine de sebep olur. Zira, insan birkaç günlük ve birkaç saatlik şehvetini tatmin için değerli bir aile sisteminin kopmasına ve ebedi çaresizlik ve sefalete sürüklenmesine neden olabilir. Bu kuvve dizginlerini kopardığı zaman insanın ve ailesinin şerafeti yok olur. Dizginlerinin koparmış bu topluluklarda ortaya çıkan facia ve rezaletlerin çoğu bu kuvvenin başı boşluğundan ortaya çıkmaktadır. Şimdi uyanık bir insan biraz düşünecek olursa çok kolay bir şekilde Allah-u Teala’nın aile düzenini, şerafet sürekliliğini, dünya ve ahiret saadetini korumak için kendisine merhamet buyurduğu kuvve hususunda iffet perdelerini yırtarak işlediği cinayetleri düşünebilir. İşte bu, hedefinin aksine kullandığı kuvvedir. Bundan daha üstün bir cinayet ve ihanet düşünülebilir mi? Nefsi koruması gereken bu kuvve yersiz ve akıl ölçülerine aykırı kullanıldığı taktirde nefsin kesilmesine sebep olmaktadır. Bu cinayetlerden sonra bir nesil baki kalsa da çeşitli hastalıklara ve belalara maruz kalmaktadır.

Çağdaş doktorlar, tecrübe ve tahlilden sonra bir çok hastalıkları hastanın kendisinin veya babasının veyahut kendisine miras olarak ulaşan ecdadlarının tenasül (cinsel) hastalıklarına isnat etmektedir. Bunlar da bu başı boş bırakılmış kuvvenin binlerce dünyevi fesatlarından sadece biridir. Eğer tabiat ötesi alemde ortaya çıkan fesatlara bakılacak olursa, bu nefis doktorlarının, ilahi vahiy ile ilgili olanların ve tabiat ötesi ruhani alimlerin deyimiyle, bu dünyevi fesatların o uhrevi fesatlar karşısında hiçbir değer ifade etmediği anlaşılır. Bu konunun açıklığa kavuşması için ayrı bir çalışma yapmak gerekir.

Üçüncü Bölüm

Amellerin Kalpteki Etkisinin Beyanında


Bilmek gerekir ki, ister iyi, isterse de kötü ve bozuk ameller için olsun bütün amellerin melekut ve gayb aleminde melekuti ve gaybi bir sureti vardır. Kalp erbabı ve ilahi marifetler ashabının sözleri,1 ilahi kitabın ve semavi nurani kitabın açıklama ve işaretleri2 ve ilahi vahiy ehli beytinden3 nakledilen rivayetlerde bu suretler, amellerin cennet ve cehennemini teşkil etmektedir. Melekutun yeryüzü, ilk etapta sade ve boştur, insan oğlunun amelleri orayı bayındır kılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de bu gaybi hakikate defalarca işaret edilmiştir. Nitekim Al-i İmran suresi, 30. ayette şöyle yer almıştır: “O gün her nefis, ne hayır işlemişse, ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülüklerle kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister.

Bu ayet-i şerife, açık bir şekilde insanın o gün iyi veya kötü bütün amellerini göreceğini bildirmektedir ve hakeza ayetin sonlarında da insanın kendisiyle kötü amelleri arasında uzak bir ayrılığın olmasını arzuladığını belirtmektedir.

Mübarek Zilzal suresinde şöyle buyrulmaktadır: “O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler. Kim, zerre mikdarı hayır işlerse; onu görür ve kim de zerre mikdarı şer işlerse; onu görür4 Bu ayetin zahiri hatta açıkça belirttiği, o alemde insanların her ne ise kendi amellerini göreceğidir. Bu konu, yani amellerin tecessümü ve gaybi suretleri, marifet ehli nezdinde kesin gerçekleri ifade etmektedir. 5 Nitekim ameller için melekuti bir suret vardır. Aynı şekilde her amelin insani kalpte yarattığı bir de etkisi vardır ve bu etkiler de rivayetlerde beyaz veya siyah nokta olarak belirtilmiştir. 6 Zira salih bir amel zahiri, manevi, kalıbi (şekilsel) ve kalbi şartlarıyla yerine getirilecek olursa, kalbin batınında bir nuraniyet hasıl olur ve insan için batıni bir sefa ortaya çıkar. Bu da insanı marifetullaha ve tevhite yanaştırır. Sonunda o insanın kalbinde tevhit hakikatleri ve sırları yer eder. Oradan da beden mülküne sirayet eder, tabiat yeri nurani olur ve ilahi nur ile aydınlanır. Bu insani saadetin nihayetidir ki bunun detaylarını açıklamak burada mümkün değildir.

Aynı şekilde kötü ameller de kalpte bir bulanıklık ve zulmet icad eder. Bu zulmet insanı Allah’a yakınlık ve mukaddes makamdan uzak kılar, ilahi marifetlerden mahrum düşürür, batını Siccin ve Haviye (cehennem) olan dünya ve tabiat alemine yaklaştırır. Sonunda kalp ve bütün gaybi işleri dünya ve tabiatta fani olur, böylece de ruhaniyet ve insanlık hükmü ondan kaldırılır.

Bilmek gerekir ki insan için dört kuvve vardır. Bu kuvvelerden biri, akleden ruhani kuvve, ikincisi yırtıcı gazap kuvvesi, üçüncüsü hayvani şehvet kuvvesi, dördüncüsü ise şeytani vehmedici kuvve. Gaybi suretlerin ve nefsani melekelerin ortaya çıktığı gün olan ahiret aleminde insani suret, sekiz suretin dışında değildir. Zira cismaniyyet makamı ve insanın zahiri sureti, ahiret ve tabiat ötesi alemde nefis makamına ve ruhani suretine tabidir. (ve o alem bu alem gibi değildir ki tabiat, batına muhalif olsun ve beden mülkü, nefis melekutuna isyan etsin. Bu konu en yüce ilimde delillerle ispat edilmiştir. )1

O halde eğer insan bu alemde, dosdoğru insanlık yolunda yürür ve bu üç kuvveyi dengede tutar, onları ruhaniyet ve akla tabi kılar, batın ve zahir seyri ilahi şeriat ölçüsü altında olursa, batını da dosdoğru yürüme melekesini elde eder, ruh ve batın sureti insani dosdoğru suret haline gelir, böylece zahir ve cismani sureti o alemde doğru ve insani güzel surette olur.

Eğer nefsin ruhani makamı ve akli alemi, diğer üç kuvveden birine tabi olursa, böylece bu üç kuvveden biri, ona galebe çalar, diğer üç kuvveleri etkisi altına alır ve insani memleketin zahir ve batınına hükmederse, melekuti batın sureti de ona tabi olur. Böylece melekuti gaybi suret, eğer gazap kuvvesinin galebesiyle sonuçlanırsa, yırtıcı hayvanlardan biri haline dönüşür, eğer şehvet kuvvesi galebe çalırsa hayvanlardan biri haline gelir ve memleket, şehevi bir memleket haline bürünür ve eğer şeytani vahime kuvvesi galebe çalacak olursa, şeytanlardan bir şeytan haline dönüşür. Memleket, şeytanların tasarrufu altına girer, bunlar melekuti yalın suretlerdir.

Bazen de bu kuvvelerden iki kuvve, memlekete egemen olur ve insan gazabın doruğunda olduğu bir halde, şehvetin doruğunda da bulunur veya şeytanlığın nihayetinde, şehveti en üst düzeyde bulunur, veya gazap noktasının da zirvesine tırmanır. Böylece bu iki kuvvenin birleşmesiyle melekuti çift suret hasıl olur ki ne salt yırtıcı, ne de salt hayvan ve ne de salt şeytan suretidir. Bu iki kuvvenin birleşmesinden üçüncü bir suret hasıl olur, bazen de her üç kuvve insanda doruğa tırmanır. Böylece batın her üçüne tabi olur ve her üçünün birleşmesinden ortaya çıkan bir suret hasıl olur.

İnsanın o alemde bir anda, birden fazla surete sahip olması da mümkündür, veya bir sureti olduğu halde bazen yırtıcı, bazen hayvan, bazen de şeytan olabilir. O halde açıklandığı gibi insani suret, bu sekiz suretten biridir. Diğer suretler ise insan sureti değildir. Nitekim iki nokta arasındaki düz çizgi de birden fazla değildir. Nitekim Kur’an’daki ayet-i şerife de buna işaret etmiştir. Örneğin mübarek En’am suresi, 153. ayette şöyle buyrulmuştur: Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur.”

Nakledildiği üzere Resulullah (s.a.a) düz bir çizgi çizmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu yol rüşt ve hidayet yoludur.” Daha sonra o çizginin sağından ve solundan birkaç çizgi çizip şöyle buyurdular: “Bunlar da, çeşitli yollardır ki her bir yolun başında bir şeytan oturmuş ve insanı bu yola davet etmektedir.” Peygamber daha sonra da zikredilen ayet-i şerifeyi kıraat buyurmuştur.”1


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin