Sonuç
Bu bilgiler ışığında tevekkülün hakikati ve övgüleri açıklanmış oldu. Dolayısıyla tevekkülün zıddı olan hırs ve kınanmış özellikleri de anlaşılmış oldu. Şüphesiz hırs, cehalet ve İblis’in büyük askerlerinden biridir. İblis’in insan için kurduğu en etkili tuzaklardan biri de budur. Bu da Allah-u Teala, tevhit, Allah’ın isim ve sıfatları ve ilahi kader ve kazanın yürütülme yollarını bilmemekten kaynaklanmaktadır. Bu çirkin ahlaka ve helak edici özelliğe sahip olan bir insan, Hak Teala’dan, kudretinden ve nimetlerinden gaflet eder, marifet ehli görüşünde ise, şirk ve küfür haddine girmiş sayılır. Zira bütün mertebeleri ve temelleri cehalet üzerine kurulmuştur ve cehalet de önceden zikredildiği gibi fıtratın örtülmesindendir. Bu açıdan örtülü fıtratın gereklerinden ve de cehaletin askerlerinden biri sayılmıştır.
Bu bozuk ahlak, insanı dünyaya yöneltmekte, dünya sevgisini insanın kalbinde kökleştirmekte, dünya süslerini kalpte süslemekte ve cimrilik, tamah, gazap, ilahi farz hakları esirgeme, sıla-i rahimi terk etmek, mümin kardeşleri ziyaret etmekten uzak kılmak ve benzeri bir çok uygunsuz amel ve ahlaklara neden olmaktadır. Bunların her biri ise insanı tek başına helak edici boyutlardadır.
Biz şimdi de bu konuda var olan bazı ayetleri ve rivayetleri zikretmeye çalışacağız. Böylece dünyaya ihtiras duyan bir nefsin uyanması ümit edilir. Allah-u Teala mübarek Mearif suresinde kıyametin korkunç hallerini belirttikten sonra, insanın kalbini parçalayan ve müminlerin kalbini eriten bir beyanla şöyle buyurmaktadır: “Hayır, olmaz. Orada sırtını çevirip yüz geri edeni, malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran, deriyi soyup kavuran, alevli ateş vardır. İnsan gerçekten pek huysuz yaratılmıştır: Başına bir fenalık gelince feryat eder, bir iyiliğe uğrarsa onu herkesten men eder;”1
Allah münezzeh ve yücedir. Bu ifadeleri beyan edebilmek ve tercümeye aktarabilmek mümkün değildir. Zira hangi kelimelerle ifade edilirse edilsin, nefisteki etkisi ve inceliği ortadan kalkmaktadır.
Ayette geçen, “kella” ifadesi önceki ayetler ile ilgilidir. Yani insanı ne eşi, ne çocukları ve ne de dünyada olan herhangi bir şey fidye olarak verilse dahi o korkunç günde azaptan kurtaramaz.
Şüphesiz cehennem ateşi, alevlidir ve bu alevleriyle sürekli olarak et, deri, sinir, damar ve kemikleri eritmektedir ve eridikçe de yerine yenisi bitmektedir.
Bu cehennem ateşi, Hak’tan yüz ve sırt çeviren, mal ve servet toplayan kimseleri kendisine çağırmaktadır.
Şüphesiz insan çok hırslı ve ihtiraslı yaratılmıştır. İnsana bir kötülük çatınca hemen sızlanır, bir iyilik gelip çatınca da bu iyiliği esirger, ilahi ve insanlar ile ilgili hakları ödemez.
Bilmek gerekir ki örtülü fıtrat insan için ikinci bir tabiat haline geldiğinden şöyle buyurmuştur: “Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.” Şüphesiz bu da fıtratın esenlik üzere yaratılmasıyla çelişki teşkil etmemektedir ve bu apaçıkça bilinen bir husustur. Bu konuda da bir çok hadisler mevcuttur ve biz bu rivayetlerden bir kaçını zikretmekle kanaat edeceğiz.
Kafi kendi senediyle Ebi Abdillah’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Ebu Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya ihtiras duyan kimsenin örneği, ipek böceği örneğidir. Kendi etrafını ördükçe çıkıştan uzak düşmektedir ve sonunda da bu hal üzere ölmektedir.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Eba Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz zenginlerin en zengini, hırs ve ihtirasa esir olmayandır.”1 Vesail’de yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hırs ve ihtirasa bürünen bir kimse, iki hasletten mahrum kalır ve iki hasretle birlikte kalır: Kanaatten mahrum kalır. Dolayısıyla da rahatlığı ortadan kalkar ve rızayetten mahrum kalır, dolayısıyla da yakini ortadan kalkar.”2
Müstedrek’ül-Vesail’de yer aldığıne göre Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu yaşlandığı halde onda iki haslet gençleşir: Mal hakkındaki hırs ve ömür hakkındaki ihtiras.”3
Hz. Ali’den (a.s) nakledildiğine göre ise, kendisine, “hangi zillet bütün zilletlerden daha büyüktür?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Dünya hakkındaki hırs ve ihtiras”4
Tuhef’ul-Ukul’da yer aldığına göre ise Müminlerin Emiri Ali (a.s) Hüseyin’e yaptığı vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey oğulcağızım! Hırs, sıkıntıların anahtarı ve zorlukların bineğidir. İnsanı günahlara sürükler, aç gözlülük ise bütün kötülük ve ayıpları barındıran bir haslettir.”5
Onuncu ve On birinci Maksat
Rahmet ve Merhamet ile Zıtları olan Katılık ve Gazab Hakkında
Burada da birkaç bölüm vardır:
Birinci Bölüm Merhamet ve Katılığın Anlamı
Lügat ve edebiyat ehli kimseler “re’fet”in merhametin kemali olduğunu kabul etmekte ve rahmetten daha bir inceliğe sahip olduğunu söylemektedirler. Nitekim Cevheri şöyle diyor: “Re’fet” en şiddetli merhamettir.”1
Mecme’ul-Behreyn’de ise şöyle yer almıştır: “er-Reuf, rahmeti çok olan kimsedir. Re’fet ise merhametten daha ince bir duygudur.”2
Bazı araştırma ve felsefe ehli kimseler ise şöyle demişlerdir: “Rahmet ve re’fet birbirine yakın anlamları olan iki kelimedir. Onların zıtları olan kasvet (katılık) ve gazap da aynı şekildedir. Rahmet ve re’fet kalp inceliği olarak kabul edilmiştir.
Adeta rahmet, manevi kalbin, yani nefsin haletidir. Re’fet ise cismani kalbin halidir. Yani akıl olan ruh için bir takım mazharlar ve mertebeler vardır. Örneğin nefis ve beden gibi. Aynı şekilde gazap da nefsin haletidir. Kasvet ise bu organik kalbin halidir.”3
Re’fet ve kasvetin organik ve cismani kalbin haleti olduğu gerçeği zahirde doğru değildir. Zira bu ikisi cismani olmayan manevi işlerdendir. İdrak ile birlikte veya idrake dayanmaktadır. Dolayısıyla da cisim ve cismani ufuklardan çok uzak ve münezzehtir. Lakin maksat şudur ki re’fet, cismaniyet ufkuna rahmetten daha yakındır. Başka bir tabirle rahmet nefsin melekuti ve gaybi boyutunda bir sıfatıdır. Re’fet ise, zahiri boyutunda nefsin sıfatlarından biridir ve de, “göğüs” makamı olarak adlandırmak mümkündür.
Dolayısıyla bilmek gerekir ki rahmet ve re’fet, hakikatte etkilenmeyle birlikte olan incelik anlamında değildir. Dolayısıyla bu hakikat de diğer varlıksal hakikatler gibi alemler, mertebeler ve menziller farklılığı hasebiyle hükümleri de ilineksel olarak fark etmektedir. Nitekim, varlıksal kemalin temel sıfatlarından olan ilim, kudret ve hayat gibi hakikatler, iniş ve çıkış mertebeleri hasebiyle farklı hükümlere sahiptir. Kayyumi, kadimi, vacip ve zati ilim, kudret ve hayat mertebesinden düşük, etkilenen, yenilenen, ortaya çıkan ve başkasına dayanan mertebesine kadar farklılık içindedir.
Ve bu farklılık, bu hakikatte bulunan vücut hakikatinin farklılığından ve geniş ilinekten kaynaklanmaktadır. Bu kendi yerinde de ispat edilmiştir.”1
O halde , rahmet, re’fet ve utufet gibi kelimelerin hakikati, vücut alemleri ve iniş ve çıkış dereceleri hasebiyle farklı etki ve hükümlere sahiptir. Nitekim, düşük tabiat aleminde etkilenme ve infial ile birliktedir.
Bu bütün alemlerde aynı hükme sahip olmasını gerektirmez. Dolayısıyla da Hak Teala’nın mukaddes zatı hakkında icra edilen bu tür isimleri, eserlerin tertibi olarak tevil etmemize gerek yoktur, veya, “Hak Teala’nın re’fet ve utufetinin anlamı, mukaddes zatın müminlere karşı re’fet ve utufetle davranması anlamındadır” demememize de hiçbir lüzum görülmemektedir. Aynı şekilde cemali isimlerin karşıtları da bu şekildedir.
Bu teviller oldukça soğul teviller olmasıyla birlikte burhan ve delile de aykırıdır. İlginç olanı da büyük araştırmacı filozof, Molla Sadra bu konuda bu soğuk tevile baş vurmuştur. Nitekim Şerh-u Usul-i Kafi’de şöyle demiştir: “Allah, reuf ve rahim isimlerine sahip olduğu için re’fet ve rahmet sıfatlarıyla nitelendirildiği zaman en yüce ve en üstün vechiyle nitelendirilmektedir. Dolayısıyla da mazharlar ve eserler itibariyledir. Aynı şekilde gazap ile nitelendirilmesi de Allah’tan düşmanları hakkında ortaya çıkan şey itibariyledir. 2
Gerçi Molla Sadra’nın, “Allah’ın mukaddes zatının bu sıfatlarla nitelendirilmesi, en yüce ve en üstün vechiyledir” sözünden maksat, bizim bu dediğimiz anlama işaret de olabilir ve dolayısıyla, “mazharlar itibariyledir” ifadesi de, diğer görüş sahipleriyle aynı ifadeleri kullanarak başka bir işaret sayılabilir.
Bu esas üzere, “ev kane” yerine, “ve kane” diye buyurması daha iyi olurdu. Elbette bu da pek önemli değildir.
Dostları ilə paylaş: |