Dördüncü Bölüm
Bil ki, insanı nefsani isteklerden ve İblis’in sıfatlarından uzaklaştıran ve nefsin isyanlarını azaltan her ilim ve amel, ilahi faydalı ilim ve istenilen salih ameldir. Aynı zamanda bunun karşıtı olarak da, insanda kendini beğenmeyi ve isyanı icad eden veya en azından insanı nefsani sıfatlardan ve şeytani rezaletlerden arındırmayan her ilim ve amel ise, şeytanın ve nefsi emmarenin tasarrufu üzerine yapılan amel ve elde edilen ilimdir. Dolayısıyla terim olarak marifetler ilminden olsa dahi o ilim ilahi ve faydalı bir ilim değildir ve her ne kadar gerekli şartlara sahip olsa dahi o amel, salih ve ruh ile uyumlu bir amel değildir.
Hak ve batıl seyr-u sulukundaki ölçü, nefis ve hak adımlarıdır. Nişanelerini ise etkilerinden derk etmek gerekir.
Şimdi biz, bunun bütün etkilerini ve sonuçlarını inceleme niyetinde değiliz, aksine biz sadece tevazu ve tekebbürü ele almak istiyoruz.
Kafi’de yer alan bir rivayette muvahhitlerin önderi Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey ilim talibi! Şüphesiz ilim bir çok faziletlere sahiptir, ilmin başı tevazu, gözü ise hasetten uzak olmaktır…”1
O halde ilim ve amel sahibi olan bir insan, kendisi, halleri ve nefsani melekeleri üzerinde düşünmeli ve kendisini göz altına alarak bütünüyle, teftiş etmelidir. Sahip olduğu herhangi bir ilmin kendisine ne gibi melekeler kazandırdığına bakmalıdır. Eğer marifet ehli biri ise, marifetullahın kalbini aydınlatıp aydınlatmadığına, Hak Teala ve celal ve cemal mazharlarına karşı, muhabbet ve alçak gönüllü olup olmadığına bakmalıdır. Yoksa birkaç terim öğrendi diye bütün alimlere ve aleme İblis’in bakışı olan aşağılık gözüyle mi bakmaktadır. Hikmet sahiplerini “kabukçu” saymakta, diğer alim ve bilginleri hesaba katmamakta ve insanlara hayvanlar gibi muamele mi etmektedir?!
Eğer, böyle ise bilmelidir ki bu anlamsız kavramlar, marifetullahın hicabıdır ve cananın yüzüne gerilen bir örtü mesabesindedir. İnsanı nefsin esaretinden kurtarması, tabiat ilgilerinden koparması gereken şey, bizzat insanı tabiat zindanına hapsetmiş, şeytanın zincirleri altına karar kılmıştır. Böylece zavallı insan, aşk ve muhabbet makamlarından dem vurmakta, ilahi marifetlerini, insanların başına kakmakta ve alttan nefis ve bencillik putunu bulundurmakta, ilim sahibi Allah’tan ve yarattığı kullarından gafil kalmakta ve onlara karşı kibirlenmektedir.
İblis, Adem’e karşı tekebbür ettiği için yakınlık makamından uzaklaştı. Oysa sen, insanlara karşı bu tekebbürle marifetlere mi ulaşmak istiyorsun? Heyhat! Marifetullah nuru, kalpleri ilahi kılmalı ve insanı şeytani pisliklerden arındırmalıdır. O halde ne oldu ki sende bunun tam tersi görülmektedir. Senin kalbin şeytanın yuvası ve İblis’in işgali altındadır. Ey zavallı! Sen ehlullahtan ve marifet ehlinden olduğunu mu zannediyorsun? Öyle ise, bu da nefsin hileleri ve şeytanın hilelerindendir. Onlar seni, kendinle meşgul etmiş, Allah’tan gafil kılmış, bir avuç kavramlara boğmuştur. İlim makamında zati, esmai ve efali tecellilerden söz ediyorsun. Alemin Allah’tan olduğunu kabulleniyor, bütün varlıkların Allah’ın cilveleri olduğunu iddia ediyor, ama amel makamında şeytan ile ortaklık ediyorsun, insanlara karşı kibirleniyorsun, marifet ehli nezdinde bu Allah’a karşı kibirlenmektir.
Tevazu e alçak gönüllülük yerine insanda kibir ve büyüklenme haletini icad eden marifetler ilmi, İblis’in artıklarıdır. Bu kavramlar, eğer bu neticeyi bir insanda icad ediyorsa, bu ilimler bütün ilimlerden daha aşağılıktır. Zira, diğer ilimlerden insanı ilahi kılması beklenmemektedir. İnsanı nefsin zincirlerinden kurtarması, tabiatın zulmani hicaplarından özgürleştirmesi, umulmamaktadır. Nitekim o ilmin sahipleri de böyle bir iddiada bulunmamaktadır. O halde onlar esenliğe daha da yakındır. En azından İblis’in özelliklerinden biri olan bu helak edici büyüklenme haleti onlarda yoktur ve marifetullah vesilesi onları Hak Teala’nın mukaddes dergahından uzak kılmamıştır. Eğer onlar insanlara kibirli davranıyorlarsa, sadece yaratıklara karşı büyüklenmiş olurlar. Ama sen bizzat kendinin de ikrar ettiği gibi insanlara karşı tekebbür etmekle, Allah’a karşı tekebbürde bulunmaktasın. O halde eyvahlar olsun sana! Ey zavallı! Sen bir avuç kavramlara boğulmuşsun, değerli ömrünü tabiat kuyusunun karanlıklarına dalmakla geçirmektesin, hak ilim ve marifetler vasıtasıyla Hak Teala’dan uzak düşmüşsün, sen marifetlere ihanet etmişsin, sen Hak Teala ve hakkani ilimleri şeytani ameline vesile kılmışsın. Biraz olsun gaflet uykusundan uyan. Bu kavramlarla kendini avutma, lanetli İblis’in hilesine kanma. Aksi taktirde o seni helak edecek, insanlık ve Hak Teala’ya yakınlık makamından uzaklaştıracaktır.
Buradan diğer ilimlerin hali de kendiliğinden anlaşılmaktadır. Eğer bir bilge, bir fakih, bir muhaddis ve müfessir isen, bir bak bu ilimler, senin kalbine neler kazandırmıştır ve bu ilimlerden hangi meyveler varlık ağacında yetişmiştir. Ali b. Ebi Talib (a.s) şöyle buyurmaktadır: “İlmin başı tevazudur.”1
Eğer sende tevazu ortaya çıkmışsa, Allah’a şükret ve bu haletin artması için çalış. Nefsani hilelerden gafil olma ki hem nefis, hem de şeytan sana pusu kurmuşlardır. İnsanı Hak Teala’nın yolundan saptırmak için fırsat kollamaktadırlar.
Asla, kemallerin sebebiyle gururlanma ki gurur da şeytandandır. Sürekli kendine karşı kötümser ol ve kötü akıbete uğramaktan korku içinde ol.
Eğer, bu ilimlerden dolayı sende bir büyüklenme, kendini beğenme ve üstünlük haleti ortaya çıkmışsa bil ki İblis’e av olmuşsun ve saadet yolundan uzaklaşmışsın. O zaman, bir bak, gör ki bir avuç anlamsız kavramlar dışında neler kazanmışsın? Bu kavramlarla, Allah’ın güçlü meleklerinin cevabını verebilecek misin? Acaba harflerin anlamı, sureti ve basit maddesi ve benzeri şeyler ile ilim sahibi Allah’ı kandırabilecek misin? Farzedelim ki bu dünyada sırlar, ifşa edilmedi ve sen de insanlara karşı kibirlendin, büyüklendin ve onları aşağılayarak küçük gördün. Acaba kabirde ve kıyamette de bu tahtadan ayakla yürüyebilecek misin ve bu tahtadan ayakla sırat köprüsünden geçebilecek misin?
Kur’an ve hadis ilmi seni halisi ıslah etmeli, Allah dostlarının ahlakını sende icad etmelidir. Elli yıl ilim öğrendikten sonra, seni şeytani sıfatlara büründürmemelidir.
Sevgilinin canına andolsun ki eğer dini ve ilahi ilimler bizleri doğru yola hidayet etmez, batın ve zahirimizi tezkiye etmezse en aşağılık işler ondan daha üstündür. Zira dünyevi işlerin yakın bir sonucu vardır ve de fesatları çok azdır, ama dini ilimler eğer dünyayı imar etme sermayesi kılınırsa bu bir din satıcılıktır. Bunun günahı ise her şeyden daha üstündür.
Hakikaten insanın birkaç değersiz ve şeytani sonuçları olan kavramlar vasıtasıyla övülmesi, kendini beğenmesi, Allah’ın kullarından üstün ve iyi görmesi, Allah’ın yaratıklarına karşı büyüklenmesi, kendisini alim ve büyük görmesi, diğerlerini ise cahil ve değersiz sayması, ne kadar da kapasitesiz olduğunu göstermektedir.
Bunlar anlamsız kavramlar vasıtasıyla kendini Allah’ı bilenlerin makamına yükseltmesi, meleklerin kanatlarını ayaklarının altına serdiğini sanması için ne kadar da cahil olması gerekir. İnsan bu hayallerle Allah’ın kullarından saygı beklemekte ve sokak ve meclislerde yolu Allah’ın kullarına dar kılmaktadır.
Bu yersiz bir gururdur. Bunlar, cehalet ve şeytanlıktır ve İblis’in mirasıdır. Bunlar kat kat karanlıklardır. Oysa ilim nurdur ve nur kalbi aydınlatır, göğse genişlik verir, hidayet ve süluk yolunu aydınlatır. Ne olmuş ki bu resmi ilimler, bizlerde karanlıklar, göğüs darlığı ve tekebbür icad etmiştir. Acaba bu kavramları ilim saymak ve onunla dünyada övünmek, mümkün müdür?
Ey aziz! Ağır uykudan uyan, bu çeşitli hastalıkları Kur’an ve hadisle tedavi et, ellerinle Allah’ın sağlam ipine ve Allah’ın veli kullarının eteklerine sarıl! Allah Resulü bu iki nimeti bizlere bırakmıştır. 1 Bizler bunlara (Kur’an ve Ehl-i Beyte) sarılarak tabiatın karanlık çukurundan kurtulabiliriz. Bu zincirlerden ve bukağılardan özgürlüğe kavuşabilir, evliya ve enbiyanın siretine sahip olabiliriz.
Ne olmuş ki peygamber ve velilerin ilimleri, hergün bizleri daha da bir Allah’tan uzaklaştırmakta ve aklın hizbinden uzak kılmakta, cehalet ve şeytanın hizbine yaklaştırmaktadır. O halde, kendimizi ıslah etmeyi ne zaman düşünmemiz gerekecek?.
İlim talibi oldun, o makamı geçerek alim oldun, fıkıh felsefe ve hadis kürsüsüne oturdun, onlar gibi oturup kalktın, ama kendini ıslah etmedin, o halde ne zaman Allah için bir adım atman gerekecek? Onların tümü dünyadır, seni dünyaya yakınlaştırmış, Allah ve ahiretten uzak düşürmüştür. Kalbinde dünya ve tabiat ilgisini artırmıştır. “İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?”1 Bu zikredilenler, alimlerin halidir.
Amel, züht ve ibadet ehli olanlar da kendi nefis hallerini teftiş etmeli, incelemelidir. Dönüp bir bakmalıdır; elli yıllık ibadet ve zühtten sonra onların kalbinde hangi etkiler vücuda gelmiştir? Acaba elli yıllık namaz, onları Allah dostlarının ve peygambelerinin ahlakına yakın kılmış ve onlarda korku, haşyet ve tevazu mu icat etmiştir, yoksa bu elli yıllık namaz, kendini beğenmişlik ve kibre mi neden olmuştur? Yoksa Allah’ın kullarına karşı insanı kibre sürüklemiştir ve de insan böylece diğerlerinde bir saygı mı beklemektedir. Eğer böyle ise bilmelidir ki şeytan kendisinden tasarruf etmektedir. Amelleri şeytani ve nefsanidir. Böyle bir amel, onu saadet ve ilahi marifetten uzak kılar, şeytana ve İblis’in askerlerine yakınlaştırır.
Müminin miracı ve takva sahiplerinin yakınlaştırıcı vesilesi olan namaz, kalpten dünya bilgilerini koparıp atmalı, tabiat zincirlerini parçalamalı ve kalbi ilahi ve rabbani kılmalıdır. Elli yıllık toprağa secde, insanda tevazu ve zillet haletini icad etmelidir. Elbette, bu şeytanın tasarruf elinin işin içinde olmadığı durumda geçerlidir. Ama, şeytanın eliyle kılınan bir namaz, İblis’in macunu konumundadır; ilahi macun değil. Böyle bir macun, kalbi hastalıkları tedavi etmemekle birlikte, deruni hastalıkları artırır ve kalbi şeytan ve cehalet hizbine yakınlaştırır.
Elli yıl boyunca, kendi hayalince, namazı Allah için kıldığını sanan namaz kılıcı kimseye eyvahlar olsun. O insan, namazın başlangıcında “Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim”2 diye söylemekte ve Hak Teala’nın huzurunda, “sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz.”3 diye bildirdiği ve de bir çok iddialarda bulunduğu halde hergün bir çok defa, Hak Teala’ya yakınlık miracından uzak düşmekte, İblis’in makamına ve şeytanın hizbine yakınlaşmakta, Hak Teala’ya yakınlık ve aldanma yurdundan uzaklaşma meyvesi yerine, şeytani aldanma, kendini beğenme ve İblis’in mirası olan kibir meyvesi hasıl olmaktadır.
Acaba nefsimizi ıslah etmenin ve hastalıklarımızı tedavi etmenin zamanı gelmedi mi? Gençlik sermayesini boş yere kaybettik, nefis ve şeytan aldatmasıyla bu iki dünya mutluluğunu elde etmesi gereken bir gençliği kaybettik. Şu anda da kendimizi düzeltmek fikrinde değiliz ki böylece hayat sermayesi ortadan kalkmasın, tam bir hasret ve şekavetle bu dünyadan göçmemeliyiz.
Nefsi ıslah etmek için, gençlik günleri en uygun bir zamandır. Zira hem irade güçlüdür, hem de nefsin zulmeti ve bulanıklığı azdır. Fıtrata daha yakınız ve aynı zamanda günah yükü de ağırlaşmamıştır ki bunu telafi etmek zor olsun. Gençler, gençlik günlerinin değerini bilmelidirler ki bu büyük nimeti gaflet içinde geçirmesinler. Zira yaşlılık günlerinde nefsi ıslah etmek çok zordur. Yaşlılık zamanlarında insanın bir çok sorunları ortaya çıkmaktadır ki bu sorunların hiç birisi gençlik günlerinde yok idi. Lakin şeytan ve nefs-i emmare insanı aldatmaktadır. Bunlar o zaman insanın ıslah fikrine düşmesine izin vermemektedirler. Sonunda insan, yaşlılık gevşekliği ve zaafına kapılmakta, sayısız günahlar ve nefsani bulanıklıkları artmaktadır. O zaman da başından salma ve askıya almakla ömrünü geçirmektedir. Böylece de insan asıl sermayesini kaybetmekte ve yardımsız kılınarak hüsranla, intikam yurduna girmektedir. “Asra andolsun; gerçekten insan ziyandadır.”1
İnsanın ebedi saadet sermayesini, ebedi şekavette harcamasından, hayat ve kurtuluş sermayesini kendi yokluk ve helak oluşunda kullanmasından ve ömrünün sonuna kadar gaflet ve sarhoşluktan ayılmamasından daha büyük bir hüsran ne olabilir?
Dostları ilə paylaş: |