Avrupa ülkelerine de büyük bir seyahat gerçekleştirmiştir. İlki 1890 yılında olmak üzere Avrupa’ya pek çok gezi gerçekleştirmiştir. 1901, 1904, 1905, 1929, 1930, 1932’de ve daha bir çok kez olmak üzere tekrar tekrar Avrupa’ya gitmiştir. Sürekli seyahat ettiği ülkeler arasında Fransa, Almanya, İsviçre ve İngiltere bulunmaktaydı.9
Sultan İbrahim yaşamı boyunca birkaç kadınla evlenmiştir. Kadınlarından ilki kuzeni olan Ungku Maimunah binti Abdul Majid idi. Ungku Maimunah 1909 yılında vefat etti ve Johor’daki kraliyet mezarlığına defnedildi. Sultan İbrahim 15 Ekim 1930 tarihinde bir İngiliz kadın ile evlendi. Bu kadının ismi Helen idi ve Sultane Helen İbrahim olarak bilinmekteydi. Ancak birliktelikleri çok uzun sürmedi. 1937 yılında boşanma konusunda anlaştılar ve 31 Aralık 1937 tarihinde Bayan Helen İngiltere’ye geri döndü. Sultan İbrahim ise 1940 yılında yeniden evlendi. Sultan bu sefer Romanyalı bir bayan olan Marcella Mendel ile evlenmişti.10
Sultan İbrahim Avrupalı monark ve idarecilerle geniş bir ilişkiye sahipti ve bu Avrupalı hükümdar ve krallara karşı derin bir saygı beslemekteydi ve bu ilişkileri sayesinde bir İngiliz centilmeni gibi davranmakta ve hareket etmekteydi. Bu yüzden, 7 Mayıs 1910 tarihinde Kral III. Edward’ın Londra’da ölümü üzerine tüm halkına yas tutmaları emrini vermiştir.
Sultan İbrahim, Johor’un yönetimine ağırlığını koymamasına ve zamanının çoğunu eğlence, seyahatlerle geçirip, yaşamının büyük bölümünü Londra’daki Grosve-
nor’de geçirmesine rağmen, Johor’da kanunların uygulanmasına her zaman nezaret etmiştir. Onun Mecelle’yi Johor’ye getirtmek için harekete geçmesi, bu kanunların Malay diline tercüme edilmesine emir vermesi ve bu kanunları Johor’da medeni kanunla ilgili davalar için mahkemelerin temel referansı olarak yürürlüğe sokması asla unutulmaması gereken bir gayrettir. Bunun yanında, Sultan İbrahim daha sonraları Johor emperyalistlerin pençesinden kurtaracak olan İngilizler’in nazarında sert ve net tavır alan bir adamdı. O, Mecelle’den başka, Mısır’ın Kitab’l-ahvâl-i Şahsiyye’sini da getirtmek üzere hareket geçmiş ve bu amaçla bu kitap Malay diline tercüme edilmiş ve Johor’daki mahkemelerde Müslüman aile hukukunun temel referansı olarak kullanılmış ve adı da “Kitab-ı Ahkam Şerciye Johor” olarak değiştirilmiştir.
III. Mecelle’nin Johor Devleti’ne Gelişi
Mecelle’nin Johor’a gelişi konusunda tam bir tarih vermek güçtür. Çünkü sadece Mecelle’nin gelişine hasre-
dilmiş tek bir tarihi araştırma, belge ya da kayıt bulunmamaktadır. Belki de, Mecelle’nin Johor Devleti’ne gelişinin kaydedilmeye değer bir etki ya da öneme haiz olmadığı düşünülmekteydi. Bu yüzden, Mecelle’nin Johor Devleti’nin dört bir yanındaki mahkemelerde İslam’ın medeni kanunu olarak uygulamaya sokulduğu döneme kadar, bu konu Mecelle’nin Johor’a gelişinden önceki dönemde dolaylı olarak yer almış olan vaka ve olaylar aracılığıyla gösterilecektir.
Büyük bir tarihi önemi haiz olan Mecelle’nin Johor Devleti’ne gelişinin, Johor Sultanı ile Osmanlı Sultanı’nın tarihsel ilişkileri ile yakın alakası vardır. Johor Hükümeti, Sultanı ve müftüleri takip etmek üzere daima diğer ülkelerdeki hukuki gelişme ve ilerlemeleri yakından izlemekteydi. Bu durum en açık şekilde Johor Hükümeti’nin bir medeni kanun olarak Mecelleyi alıp 1913 yılında uygulamaya sokmasının hemen akabinde Mısır’ın Kitab al-Ahwal al-Şahsiyah’i almalarında kendini göstermektedir. “Kitab al-Ahwal al-Şahsiyah” Malay diline tercüme edilmiş ve iyi bir şekilde yeniden düzenlenmiştir. Bundan dolayı da bu tercüme “Kitab Ahkam Sharia Johor” halini almıştır, bununla beraber bu kitap aile hukuku ile alakalı maddeler ve bölümler içermekteydi ve daha sonra 1935 yılında Johor’daki Kadı Mahkemelerinde uygulanmaya başlanmıştır.
Burada şunu kaydetmekte fayda vardır ki, Müslüman ya da gayrimüslim olmaları fark etmeksizin Johor Devleti ile diğer devletler arasında iyi bir ilişki bulunmaktadır. Sultan İbrahim’in ve babasının hayat hikayelerine bakıldığında, vakitlerinin önemli bölümünü diğer
ülkeler ve hükümetlerle siyasi ilişkileri geliştirmek üzere yurt dışında geçirmiş oldukları görülür.
Sultan İbrahim, büyük bir seyyah olarak ün yapmıştır. Bir lider olarak Batılı bir eğitimden geçmiştir. Yurtdışına ve özellikle de Avrupa ülkelerine yaptığı ziyaretlerden önce de Batı yaşam tarzının etkisi altında olduğu açıkça görülmektedir. O Avrupa ülkelerine ve diğer ülkelere yönelik seyahatlerini aslında politik amaçlarla yapmıştır.
Sultan İbrahim, 19 Nisan 1901 tarihinde Avrupa ülkelerini ziyaret etmiştir. Bu, onun tahta geçtikten sonra gerçekleştirdiği ilk ziyarettir. Daha sonraları, 1904 ve 1905 yıllarında da yurt dışına, yani İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkelerine yeniden ziyaretler gerçekleştirmiştir.11
Bununla birlikte, 22 Mayıs 1896 tarihinde Tayland’dan Çulalongkom Kralı’nın yapmış olduğu ziyaret gibi, Sultan İbrahimi ziyaret eden diğer ülkelerin hükümdarları da vardır. Diğer hükümdarların gözünde Sultan İbrahim’in onur ve şerefi babası Sultan Abu Bakr ile aynıdır. Sultan İbrahim, Johor Hükümeti ile iyi ilişkilere sahip olan krallar ve hükümdarlardan pek çok onurlandırıcı unvan almıştır.
Vali Sir Charles Mitchell, 9 Ekim 1897 tarihinde Johor’ye giderek Sultan İbrahim’e K.C.M.G. ödülünü tevdi etmiş ve Johor Başbakanı (Menteri Besar) Dato’ Jaafar bin Haji Muhammed’e de C.M.G ödülünü vermiştir. Sultan İbrahim, ayrıca 11 Mayıs 1916 tarihinde G.C.M.G. ile ödüllendirilmiş ve bunu 16 Mart 1918 tarihinde aldığı K.B.E. ödülü takip etmiştir. G.C.M.G. ödülü Jahor’un sivil yönetimindeki başarılı çalışmaları için ve K.B.E. ödülü ise İngiliz savaş çabalarına verdiği destekten dolayı tevdi edilmiştir.12
4 Haziran 1898 tarihinde, Türk Sultanı Abdülhamid’den bir Şeref Payesi’nin Sultan İbrahim’e takdimi için Johor’de bir tören düzenlendi. Osmanlı İmparatorluğu’nun gönderdiği bu Şeref Payesi, İstanbul’dan Johor’a Dışişleri Bakanı Dato’ Seri Amar Diraja Abdul Rahman bin Andak tarafından getirilmiştir.13
Johor’u ziyaret eden Raca Çulalongkorn’un Tayland’a dönmesinden sonra yerine tahta geçen Kral Rama, 1924 yılında, Sultan İbrahim’i Beyaz Fil Payesi’nin Birinci Sınıf Yıldızı ile ödüllendirmiştir. 9 Nisan 1934 tarihinde ise, Sultan İbrahim’in Tokyo ziyareti sırasında Japon Maharajası Tenno Heika, onu Yükselen Güneş Payesi’nin Birinci Sınıf Yıldız’ı ile taltif etmiştir.14
19. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile Johor arasında iyi ilişkiler bulunmaktaydı ve bu ilişki Johor’un bir Türk danışman almasına müsaade edilmesiyle daha da sıkılaştı. Türk danışman Türk soyundan
olan bir Müslüman ilim adamıydı. O, Sultan’a dini danışmanlık yapmış olan saygın ve önde gelen bir din alimiydi. Johor dışında Türk danışmanlar kabul eden diğer Malay devletleri ise Terengganu ve Perak idi. Bazı Türk danışmanlar ise Müftü olarak atanmaktaydı ve Seyit Şeyh el-Haci de bunlardan biriydi.15
Buraya kadar anlattıklarımız, Sultan İbrahim, onun babası ve Dato’ Seri Amar Abdul Rahman bin Andak gibi görevlilerin Osmanlı Hükümeti ile iyi ilişkileri olduğu izlenimini edinmek için yeterlidir. Bu iyi ilişkiler, kadar Türk soyundan gelme din alimleri de Johor’da çalıştıkları sırada iyi birer örnek teşkil etmişler ve Johor’un hükümet yetkilileri Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hukukun Johor Devleti için temel bir model olarak uygulanmasına ilgi göstermişlerdir. Osmanlı Hükümeti 1869’dan bu yana mahkemelerindeki medeni hukuku il-
gilendiren davalarda, referans alınan temel bir Kanun olarak, İslami bir medeni kanun olan Mecelle’yi uygulamaktaydı. Bu durumun ışığında, Sultan İbrahim ve görevlileri Mecelle’nin Johor’a da getirilerek uygulanması gerektiğini düşünmüşlerdir. Bunun için, Mecelle’nin Johor Devleti’ne gelişinin, Sultan ve onun görevlilerinin gayretleriyle Johor Devleti ile Osmanlı İmparatorluğu arasında kurulan iyi ilişkiler ve bağların varlığı sayesinde olduğu söylenebilir. Bunlar, özelde Osmanlı Padişahı Abdülhamid Han ile genelde ise Türk Hükümeti ile hep iyi bir ilişki ve bağa sahip olmuşlardır.
IV. Adli Hükümler Mecellesi ve Johor Hükümleri Mecellesi: Kısa Bir Mukayese
Biz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Mecelle’nin uygulanmaya başlanmasından sadece birkaç yıl sonra bir medeni hukuk normu olarak Johor’da Mecelle Ahkam Johor’nin (Johor Hükümleri Mecellesi) yürürlüğe konduğunu biliyoruz. Mecelle Ahkam Johor, Johor’da uygulanmak üzere resmen 29 Kasım 1913 tarihinde ilan edilmiştir (Bu kanun 1956 Medeni Kanunu’nun 1956 yılında Batı Malezya’da uygulamaya konulmasıyla ilga edilmiştir)16 Halbuki, Osmanlı İmparatorluğu’nda Mecelle 20 Nisan 1869 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yani, her iki Mecelle’nin yürürlüğe girmesi arasındaki süre farkı yaklaşık 45 yıldır.
İslam Medeni Kanunu olan Johor Mecelle’si, Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’nin orijinal Arapça metninden tercüme edilmiştir. Yani, orijinal Mecelle metni ile kesinlikle önemli bir farklılığı bulunmamaktadır. Bu her ikisinin de içeriğinin bölümlenmeleri ve düzenlenmeleri açısından incelenmesiyle açıkça görülebilir. Johor Me-
cellesi’nde içerik on altı kitaba bölünmüştür. Bu, Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’nin içerik bölümlerinin sayısıyla aynıdır. Johor Mecellesi’ndeki kitap düzeni tamamen Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’deki gibi listelenmiştir.17 Burada, Johor Mecellesi ve Mecelle-i Ahkam-ı Adliye kitapları sıralanacaktır. Her ikisindeki kitaplar da aynı mesele ve konuları işlemektedir. Bu Mecellelerin kitapları şunlardır:
01. Kitap: Satış
02. Kitap: Kiralama
03. Kitap: Garanti/emniyet
04. Kitap: Borçların Transferi
05. Kitap: Vaad
06. Kitap: Güven
07. Kitap: Hediye
08. Kitap: Yanlış Uygulama ve Tahrip
09. Kitap: Memnuiyet/Yasak, Kısıtlama ve Şüf’a
10. Kitap: Ortak Mülkiyet/Ortaklık
11. Kitap: Acenta
12. Kitap: Yerleşme ve Serbest Bırakma
13. Kitap: İkrar
14. Kitap: Dava/Dava Etme
15. Kitap: Delil ve Yemin
16. Kitap: Hukun Yönetimi/Yargı
Her kitapta bölümler (bablar) ve her bölümün altında da kısımlar (fasıllar) bulunmaktadır. Mecelle’deki ve Mecelle Johor’daki kısımlar maddeleri içermekte ve her ikisinde de 1852 madde bulunmaktadır. Mecele’nin orijinal metninde maddeler için madde kullanılırken, Mecelle Johor’da “sayı” anlamına gelen “bilangan” kelimesi kullanılmaktadır, mesela “bilangan 2” (sayı 2), “bilangan 100” (sayı 100) gibi…
Bununla birlikte Majallah Ahkam Johor’da kitab, bab (bölüm) ve fasl/fasal (kısım) gibi terimler değişmemiştir. Bu terimler aynen alınmıştır. Mecelle’nin orijinal metnindeki gibi kullanılmışlardır. Yukarıda bahsedildiği gibi, madde kelimesi “bilangan” kelimesi ile değiştirilmemiş olsa aynısı bile denilebilirdi.
Mecelle Ahkam Johor Malay diline tercüme edilmiş olmasına rağmen, bunun günümüz insanları tarafından anlaşılması oldukça zordur, çünkü bu dil eski Malay dilidir ve o döneme ve şartlara uyan bir dildir. Aynı zamanda pek çok Arapça kelime görünür şekilde Malay diline çevrilmemiştir. Bunlar Arapçada kullanıldıkları haliyle tercümelerde bırakılmışlardır. Bundan güdülen amaç, bu belirli kelimelerin tam olarak anlamını verebilme kaygısıdır. Tercüme edilen metinlerde aynen bırakılan Arapça’daki bazı kelimeler şunlardır:
01. İcara 02. Hıyar 03. Havale
04. Hibe 05. Hicr 06. Ikrah
07. Vekalet 08. Ikrar 09. Ibra
10. beyyine 11. Tahlif 12. Tevatür
13. ‘Ayn 14. Tezkiye 15. Hammam, vesaire.
Majallah Ahkam Jahor, Türk Mecellesi’nden tercüme edilen bir İslami Medeni Kanun olmasına rağmen, bunlardan hiç birini Majallat al-Ahkam al-Adliyyah’ın orijinal metninde bulunmadığı kabul edilmektedir. Majallat al-Ahkam al-Adliyyah’da yerel şartlara uyarlanmış birkaç örnek bulunmaktadır. Meydana gelen farklılıklar vakalardan ziyade örneklere dayanmaktadır. Burada, yerel şartlara uygun olarak uyarlamalar yapılmış birkaç örneği sıralayacağız:
1. Mecelle’nin 230. Maddesi
Şöyle Demektedir
Satış, özellikle belirtilmese bile, yerel adetlerin satılan şeye dahil ettiği her şeyi kapsamaktadır. Mesela, bir evin satılması durumunda, bu satışa mutfak ve kiler de dahildir. Bir zeytinlik satışında, özellikle belirtilmemesine rağmen, zeytin ağaçları da satışa dahildir. Bunun arkasında yatan sebep ya da mantık, mutfak ve kilerin evi oluşturan bölümleri teşkil etmesi ve zeytinliğin zaten zeytin ağaçlarını içeren arazi olmasıdır. Öte yandan herhangi bir toprak parçası zeytinlik olarak adlandırılamaz.
Bu maddenin keyfiyeti tam olarak Malay diline tercüme edilmiştir ve Mecelle Ahkam Jahor’un 230. Maddesi’ne konulmuştur, ancak zeytinlik ve zeytin ağacı kelimelerinin her ikisi de değiştirilerek kebun kelapa (hindistan cevizi bahçesi) ve pokok kelapa (hindistan cevizi ağacı) şeklinde kullanılmıştır.
2. Mecelle’nin 255. Maddesi Şöyle
demektedir
Satış sözleşmesinin yapılmasından sonra alıcı tespit edilen fiyatı yükseltebilir. Eğer satıcı, teklifin yapıldığı toplantıda böyle bir artışı kabul ederse, artış isteme hakkına sahip olacaktır ve alıcının pişmanlığı ise böyle bir durumda çare etmeyecektir. Ancak, şayet satıcı bu artışı toplantıdan sonra kabul ederse, bu kabul dikkate alınmayacaktır. Mesela, bir hayvanı satın almak üzere 1000 Kuruş için pazarlık yapıldıktan sonra, alıcı satıcıya: “sizin için 200 Kuruş artış yaptım” derse ve satıcı bu ilave parayı teklifin yapıldığı toplantıda kabul ederse, alıcı hayvanı 1200 Kuruş’tan satın almış olur. Ancak, şayet satıcı bunu toplantı sırasında kabul etmezse, daha sonra kabul ettiğine dair imza atmış olsa bile, alıcı söz konusu hayvan için ilave ettiği 200 kuruşu ödemeye zorlanamaz.
Mecelle Ahkam Jahor’un 255. Maddesi’nde, 1000, 1200 ve 200 değerindeki sikkeler olan Türk ve Mısır küçük para biriminin ismi olan kuruş kelimesi yerel para birimi ile değiştirilmiştir. Kuruş’un yerine kullanılan
yerel para birimini ifade eden kelime ringgit’tir. Bundan dolayı, söz konusu Madde’deki ifadeler 1000 ringgit, 200 ringgit ve 1200 ringgit haline dönüştürülmüştür.
3. Mecelle’nin 285. Maddesi
Şöyle Demektedir
Şart ileri sürülmeyen bir sözleşmede, satılan şey, satışın neticelendiği sırada bulunduğu yerde teslim edilmelidir. Mesela, eğer birisi İstanbul’da bir başkasına Tekfur Dağı’ndaki bir miktar buğdayı satarsa, satışı yapan kişi bu buğdayı Tekfur Dağı’nda teslim etmelidir. Burada, satışı yapan kişi söz konusu buğdayı İstanbul’da teslim etmeye zorlanamaz.
Mecelle Ahkam Jahor’un 285. Maddesi’nde söz konusu keyfiyet aynen Majallat al-Ahkam al-Adliyyah (Mecelle)’da olduğu gibi düzenlenmiştir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yer isimleri, yani İstanbul ve Tekfur Dağı; viz Johor ve Muar gibi Johor’daki yerel mevki isimleri ile değiştirilmiştir.
4. Mecelle’nin 290. Maddesi
şöyle Demektedir
Büyük meblağlarda satın alınan mallarla ilgili masraflar ve ücretler alıcıya düşmektedir. Mesela: Bir bahçede bulunan tüm üzümler toptan ya da götürü olarak satıldıysa, bu üzümlerin toplanma masrafları alıcı tarafından karşılanır. Aynı şekilde, şayet bir buğday deposu buğday ile dolu iken satılmışsa, bu deponun boşaltılması ve depodaki buğdayın uzaklaştırılmasından doğan masraflar alıcıya ait olacaktır.
Majallah Ahkam Jahor’un 290. Maddesi’nde, Mecelle’de geçen üzüm ve buğday kelimeleri yerel kelimelerle değiştirilmiştir. Üzüm kelimesi buah-buah (meyveler)
kelimesi ile ve buğday kelimesi de padi (pirinç) kelimesi ile değiştirilmiştir.
V. Sonuç
Yukarıda verdiğimiz bilgiler, Jahore Hükümeti ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerinin 1800 yılından beri var olduğunu göstermektedir. Bu durumda Johor Hükümeti’nin, yönetimin bazı meselelerini, özellikle de İslam hukuku ve Kadı Mahkemeleri ile alakalı bazı konuları güçlen-
dirmek ve pekiştirmek için Johor Devleti’ne Osmanlı İmparatorluğu’ndan Müslüman alimler getirmekle ilgilenmesi söz konusu bu ilişkileri daha da sıkılaştırmış ve daha uygun hale getirmiştir. Bu bakımdan, Mecelle Türklerden alınmış, kabul edilmiş ve Johor sakinlerine empoze edilmiştir. Mecelle, Johor Devleti tarafından hiçbir değişikliğe tabi tutulmadan yürürlüğe konmuştur.
DİPNOTLAR
1 Abdullah bin Mohammad, “The Travel of Abu Bakar, Maharaja Johore to the Far East”, Malaysia In History, Cilt. 14, April, 1972.
2 Ahmad Ibrahim, “The Position of Islam in the Constitution of Malaysia”, içinde The Constitution of Malaysia, Its Development: 1957 – 1977, Kuala Lumpur, Oxford University Press, 1978.
3 Carl A. Trocki, Prince of Pirates: the Temenggongs and the Development of Johor and Singapore 1784-1885, Singapore: SingaporeUniversity Press, 1979.
4 Eunice Thio, British Policy in the Malay Peninsula 1880-1910, Kuala Lumpur: University of Malaya Press, 1969.
5 ……… “British Policy Towards Johore: From Advice to Control”, J. M. B. R. A. S., Cilt XL, part 1, July, 1967, pp. 1-41.
6 Haji Buyong bin Adil; Sejarah Johor, Kuala Lumpur: Dewan Bahasa Dan Pustaka, 1971.
7 J. De V. Allen, “Johoro 1901-1914: The Raiway Concession: The Johore Advisory Board: Sweettenham’s Resignation and the First General Adviser”, J. M. B. R. A. S., Cilt. 45, part 2, 1972, pp. 1-30.
8 Leonard Y. Andaya, The Kingdom of Johor 1641-1728, Kuala Lumpur: Oxford University Press, 1975.
9 M. A. Fawzi Basri dan hasrom Haron, Sejarah Johor Moden 1855 – 1940, Kuala Lumpur, Jabatan Muzium Semenanjung Malaysia, 1978.
10 Majallah Ahkam Johor.
11 Mecelle-i Ahkam-ı Adliye: Bir grup ulema tarafından hazırlanan ve 1876 yılında kabul edilen Osmanlı İslam Medeni Kanunu, İngilizce çevirisi C. R. Tyser tarafından yapılmıştır; The Mejalla, lahore: The Punjab Educational Press, 1387H/1967M, and by C. A. Hooper, The Civil Law of Palastine and Trans-Jordan, Jerusalem: The Azriel Printing Works, 1352H/1933M.
12 Majid Khadduri and Herbert Liebesny, Law in the Middle East: Origin and Development of Islamic Law, Washington: The Middle East Institute, 1955.
13 News Straits Times, Monday, 20th February, 1989, p. 20.
14 Rupert Emerson, Malaysia: A Study in Direct and Indirect Rule, Kuala Lumpur: University of Malaya Press, 1970.
15 R. O. Winstedt, “A History of Johore (1365-1895)”, J. M. B. R. A. S., (1979), ss. 98-120.
16 Salim Rustam Baz al-Lubnani, Sharh al-Majallah, 2. Cilt., Beirut: Dar al-Kutub al-Ilmiyyah, 1305II/1887M.
17 Subhi Mahmassani, The Philosophy of Jurisprudence in Islam, Selangor: Penerbitan Hizbi, 1987.
Türk-Japon İlişkilerinin Tarihi
Prof. Dr. Selçuk Esenbel
Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Japonya ve Osmanlı Türkiyesi’nin 19. yüzyıldan önce doğrudan ilişki kurdukları hakkında pek bilgimiz yok. Her iki ülke, birbirleri hakkında, bazı seyahatnameler ve benzeri raporların sınırları içinde bilgi sahibiydiler. Katip Çelebi’nin Cihannuma’sı “Caponya” ülkesine bir kaç sayfa vakfeder ve Japonların soğuk su ile yıkanmayı sevdiklerinden ve son derecede güçlü bir ahlaka sahip olduklarından bahseder. Japonların benzeri coğrafya kitapları ve uzak ülkelerin insanlarından bahseden eserlerinde ise özellikle 18. yüzyılda basılmış olan Komozatsuwa (Kızıl saçlı halklar hakkında hikayeler) veya Bankoku shinwa (On bin ülke hakkında efsaneler veya Barbarların ülkeleri hakkında efsaneler) gibi populer edebiyat eserlerinde, Osmanlı Devleti ve Türklerin ülkesi, Toruko, yani Türkiye olarak adlandırılır. Bu eserlerde, Türkiye, üç kıtaya yayılmış olan çok güçlü ve korkutucu bir askeri güç olarak tanıtılmaktadır. Japonlara bu bilgilerin Portekizliler ve Hollandalılar tarafından bildirildiği de bir gerçektir. Ancak, Japonya’nın feodal yönetiminin başı Tokugawa Shogunlarının her yıl Japonya’ya ticaret için gelme imtiyazını elinde tutan Hollandalı ticaret gemilerinin kaptanlarının Shogun’a, Japonya ile ticaret hakkının karşılığında, sunmak zorunda olduğu raporlar, dünyada olan olaylar ve gelişmelerle ilgili bilgiler arasında mutlaka önemli bir bölümünü Osmanlı Devleti ile Batı dünyasının harp ve sulh ilişkilerine vakfetmektedir.1
Japonya ve Osmanlı Devleti’nin gerçek anlamda doğrudan ilişki kurmaları, Batı Güçlerinin kurduğu dünya ticaret ve diplomasi sisteminin bu iki ülkeyi dönemin siyasi ve ekonomik şartları doğrultusunda ister istemez birbirlerine yaklaştırmasıyla gerçekleşmiştir. Japonların 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisinin tarihçesi, Japonya’nın büyük güç siyaseti dünyasına girişinde yararlandığı güdü, düşünce ve stratejileri yansıtır. 1868’deki Meiji Restorasyonu sonrasında, yeni Japon hükümeti Osmanlı’yla ilişkiler kurmak için arayış içerisine girmiş, Balkanlar’a ve Yakın Doğu’ya yayılmış olan Osmanlı topraklarına çeşitli heyetler göndermeye başlamıştır. Bu çalışma da, bölgeye gelen ziyaretçilerin seyahat kayıt ve raporlarına dayanmaktadır. Öte yandan Osmanlı Devleti ise, Japonya’nın hızla dünya sahnesinde ortaya çıkmasını ve bunu sağlayan başarılı ıslahatlarının önemini fark etmiş, bir şekilde, bu Uzak Doğu’nun yükselen yıldızı ile yakın bir ilişki kurmasının Batı dünyasının Büyük Güçlerinin karşısında, özellikle Rusya’ya karşı, faydalı olabileceğini düşünmüştür. Siyasi tarih açısından, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Japonların ilgisinin gelişiminde iki farklı aşama fark edilecektir. Birinci aşama; 1868 ve 1890’lı yıllar arasında olup, bu dönem, Japonya’nın Batı ile anlaşmalarını gözden geçirerek egemenlik haklarının tamlığını aradığı bir dönemdir. Bu dönem, Japonya’nın kendisi gibi, önde gelen Batılı güçlere tanıdığı “eşitsiz antlaşma” ayrıcalıklarının sorunları ile karşılaşan ve Batılı olmayan Osmanlı örneğinden kendi antlaşma düzeltme politikası için bir şeyler öğrenme ilgisine sahip olduğu bir dönemdir. Osmanlıların ve Japonya’nın ana gündemi karşılıklı olarak kabul edilebilir bir ticaret ve diplomasi antlaşmasıdır.
Bu dönemin Japonya-Osmanlı ilişkileri “Batı emperyalizminin uluslararası kanunu” olarak işlev görmüş olan kapitülasyonlar, yani, yabancıların bulundukları ülkenin kanunlarına tabi olmaması imtiyazı, gümrük vergilerinde edinilen imtiyazlar ve en fazla kayrılan ülke ilkesi gibi uygulamalarla vs. gibi Batılı güçler tarafından ticaret ve diplomasinin uluslararası kuralları olarak dayatılan bu antlaşma düzenlemeleri, Büyük Güçlerin çemberi dışında kalan Japonya ve Osmanlı Türkiye’sinin ticaret ve diplomatik ilişkilerini resmiyete dökmelerinde yaşadıkları sıkıntıları yansıtmaktadır.
19. yüzyılın son on yılında başlayarak I. Dünya Savaşı’nın çıkışına kadar olan dönem ikinci aşama olarak kabul edilebilir. Bu dönem 1902’deki İngiltere-Japonya ittifakı ile İngiltere’nin dostu olan Japonya ve Almanya’yla dost olan Osmanlı hükümeti karşıt kamplara düşmüşlerdir. Bu ikinci dönem Japonya’nın Osmanlı’ya karşı tavır ve stratejilerini bir emperyalist büyük güç olarak düzenleme süreci olması açısından daha önceki dönemle zıtlık gösterir ve İngiltere-Japonya dostluğu önemli bir dönüm noktasıdır. Japonların özellikle bu sonraki dönemde Osmanlı dünyası ile olan ilişkileri, Japonya’da, 1905 Rus-Japon savasını kazanan Japon toplumunda yükselişte olan Asyacılık düşünce akımının gündemi içinde oluşan bir emperyalizm ideolojisi çerçevesinde belirlenmeye başlar. Öte yandan, Osmanlı ve özellikle Rusya Türk dünyasında ortaya çıkan Türkçülük, Pan İslamcılık gibi akımları temsil eden düşünür ve yazarlar, 1905 Ru-Japon Savaşından muzaffer olarak çıkıp, Büyük Güçler sahnesine adım atan genç Japonya’yı örnek alınması gereken Batı’ya alternatif bir ıslahat ve çağdaşlık modeli olarak tartışmaktadırlar. Bu çok farklı iki yaklaşım, yine de bir süre için, Japonlar ve bazı Türk dünyasının unsurları arasında, Batı hegemonyasına karşı duyulan karşıt bir ortak menfaat birliğinin temelini teşkil etmeye başlamıştır.
Japonların Osmanlı
İmparatorluğu ve İslam
Dünyası Hakkında Bilgi
Toplama Faaliyetleri
Japonların Yakın Doğu’nun şartları hakkında birinci elden geniş bilgi toplama amaçlı çabaları arasında en ünlüsü 1880 yılındaki Yoshida heyetidir. Japon dışişleri bakanlığı Gaimushh, 1880’de Yoshida Masaharu liderliğinde bir heyet düzenlemiş olup, İmperial Hotel yöneticisi Yokoyama Nagaichirh, ordudan Albay Furukawa Nobuyoshi ve iki yardımcısı Tsuchida Seijirh ve Asada Iwatarh ile bazı tüccarlar heyette yer almışlardır. Sonradan öğrenildiğine göre, Yoshida heyeti aynı yıl savaş gemisi Hiei ile Basra Körfezi’ne ulaştığında, bunun bir güç gösterisi olarak gönderildiği söylenmiştir. Japon ekibi Bushire’ye ulaşmak için zor bir kara yolculuğuna girişmiş ve -onların daha sonraki kayıtlarına göre- korkunç bir yolculuktan sonra Tahran’a varmışlardır. Tahran’da on iki gün kaldıktan sonra, heyet Kafkas bölgesine gitmiş ve 1881’de Osmanlı başkentine girmiştir.
Dostları ilə paylaş: |