Enver Bey’e Derne cephesi için Osmanlı Devleti her ay 15000 altın tahsis etmiştir, fakat bu para yeterli değildir. Onun için paranın yetişmediği zamanlarda Enver Bey ve cephe kumandanları kağıt para çıkarırlar. Bu para uzun müddet kullanılır ve itibarını yitirmez.
Enver Bey, Trablus’da son zamanlarda halkın moralini yükseltmek için büyük bir taarruz tertip eder, bunun için büyük hazırlıklar yapılır fakat netice beklenildiği gibi olmaz, büyük zayiatlar verilerek geri çekilir. Bu taarruzun ardından İtalyan kumandanı aracılığıyla Derne cephesi kumandanı Enver Bey’e 18 Ekim 1912’de Uşi’de İtalyanlarla yapılan antlaşmanın bir suretini verir. Bunun üzerine Enver Bey, Trablus’ta son hazırlıklarını yaparken de kendileri gittikten sonra yerli halkın savaşa devam etmesi için gerekli ortamı oluşturur, Enver Bey’den sonra da bu mücadele 1919 yılına kadar sürer.
Enver Bey, Balkan Harbi’ne katılmak üzere 25 Kasım 1912’de Derne’den memlekete dönmek üzere hareket eder. Takma isim kullanarak İtalya’dan geçip İstanbul’a gelir.39
B. Bâbıâli Baskını ve Sonrasında
Enver Bey
Balkan Harbi’nin çıkmasıyla birlikte40 Osmanlı Devleti Balkanlar’da umulmadık bir yenilgi aldı. Enver Bey, Trablusgarb’dan Berlin’deki görevine değil, hemen yeni muharebe alanı Çatalca cephesine koşmuştu (1 Ocak 1913). Yeni görevi X. Kolordu Kurmay Başkanlığı’dır. Fakat Enver Bey göreve başladığında Balkan Harbi fiilen kaybedilmiş, Rumeli elimizden çıkmıştı. Meydana gelen gelişmelere karşı dönemin Sadrazamı Kamil Paşa da, 23 Ocak 1913’te hükümeti toplayarak 23 Ocak
1913’te Bâbıâlî’de büyük devletlere verilecek notayı konuşmak üzere toplanacaktı.
Enver Bey ve arkadaşları önceden hazırlanan plan gereği Edirne’nin düşmana bırakılmasını protesto için Bâbıâlî’yi basacaklar ve hükümeti devireceklerdir. Bu planın 23 Ocak Perşembe günü saat 15’te gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştı. Çünkü hükümet üyeleri bu saatte sadrazamın odasında hazır bulunacaklardı. Hazırlanan plan uygulamaya konularak İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi’nde beklemekte olan Enver Bey kendisi için hazırlanan beyaz ata biner, İzmitli Mümtaz ve Filibeli Hilmi Beyler de korumayı sağlamak için atın çevresinde yürüyorlardı. Gurup Bâbıâlî’ye geldiği zaman Ömer Naci de burada çevresinde toplanan kalabalığı galeyana getirmeye çalışıyordu. Enver Bey yanında Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip, Hilmi Beyler olduğu halde sadaret binasına doğru yöneldi. Onları Talât Bey ve Mithat Şükrü izliyordu. Baskın ekibi fazla bir engelle karşılaşmadan sadaret binasına girdi.
Talât Bey ve Enver Bey, Sadrazam Kâmil Paşa’nın odasına girerler ve paşa onlara büyük bir soğukkanlılıkla neden geldiklerini ve ne istediklerini sorar. Enver Bey söz alıp, çok saygılı ve çekingen bir dille, milletin coştuğunu ve kan akmasının önüne geçilmesi için kendisinin sadaretten çekilmesi gerektiği yolunda konuşur. Kâmil Paşa devletin durumunun ağırlık ve kötülüğünü ve girişmiş oldukları işin ülke için doğuracağı tehlikeleri beyan eden birkaç söz söyler. Enver Bey utangaç bir tavırla onu dinlemektedir. Fakat Talât Bey sert bir tavırla biteviye: “İstifa! İstifa” diye Kâmil Paşa’nın sözünü kesmekte ve onu konuşturmamaktadır.41 Bir müddet sonra Kâmil Paşa; “cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine” şeklinde başlayan istifasını yazmıştı. Talât Bey ve Enver Bey bu istifanameye itiraz ederek, “Ahali ve cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine” şeklinde, istifa isteğinin halkın da isteği olduğunu ilave ettirmişlerdir.42 İstifa yazısını alan Enver Bey, derhal saraya gidip Padişah’a sunmuş, buna karşılık Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazam yapan bir iradeyi alarak, Bâbıâli’ye getirip oradakilere tebliğ etmiştir.43
Bâbıâli baskını sonrası Cemiyet’in iktidarda daha çok söz sahibi olmasına ve bütün bunların Edirne’yi kurtarmak amacıyla yapıldığının ilan edilmesine rağmen 30 Mayıs 1913’te Londra’da yapılan barış görüşmelerinin sonunda, Edirne’nin Bulgarlara terki İttihat ve Terakki’yi çok zor durumda bıraktı. Cemiyet içine düşdüğü bu prestij kaybından kurtulmak için ne pahasına olursa olsun Edirne’nin geri alınmasını istiyordu. Tam bu sırada Cemiyet liderlerinin önüne yeni bir fırsat çıktı. Balkan devletleri Bulgaristan’a karşı savaşa başladılar, zor duruma düşen Bulgarlar askerlerini Edirne’den geri çekmeye başladılar. Bu durumdan istifade etmeyi düşünen Enver ve Talât Bey harekete geçtiler. Enver Bey, kurmay başkanı olduğu kolordunun kumandanı Hurşit Paşa’yı, Talât Bey de hükümet üyelerini Edirne’nin geri alınması için ikna etmeye çalıştı.
Bu arada, büyük devletler, özellikle İngiltere, harekâtın yapılmaması için baskı ve tehditlerde bulunuyordu.44 Bu tehditlere aldırmayan hükümet, Edirne’nin geri alınması için, 13 Temmuz 1913’te (30 Haziran 1329) karar aldı. Aynı tarihli irâde-i seniyye ile padişah, hükümetin mazbatasını tasdik ederek, işgal altındaki toprakları geri alma emrini verdi.45
20 Temmuz’da hükümet, elçileri vasıtasıyla büyük devletlere Edirne üzerine yürüneceğini bir nota ile bildirdi.46 Osmanlı ordusu büyük bir direnişle karşılaşmadan, Doğu Trakya’yı içine alan, Meriç ırmağına kadar ilerledi. Fethi Bey kumandasındaki kuvvetler Kırklareli’ni kurtarırken, 21 Temmuz 1913’te Enver Bey kumandasındaki kuvvetler de Edirne’yi istirdat ettiler.47 Edirne’nin geri alınması ülkede büyük bir sevinç yaratmıştı. Osmanlı Devleti’nin makus talihi ilk kez kısmen de olsa yenilmiş gibiydi. Bu başarı, İttihat ve Terakki’nin nüfuzunu büyük ölçüde arttırmış, ona büyük bir güç kaynağı teşkil etmiştir.
Edirne’nin geri alınması ve bu harekâtta Kaymakam Enver Bey’in aktif davranışları halk arasında onun şöhretine yeni halkalar ekledi. Hatta bu arada onun için “Edirne’nin ikinci fatihi” gibi övgüler de yazılmaya başlandı.48
8 Ocak 1914 tarihinde aynı zamanda Erkân-ı Harbiye-i Umumiye reisliğini de üslenen Enver Paşa yeni görevinde büyük bir gayretle, Balkan savaşında bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu’nun yeniden düzenlenmesine çalıştı. II. Abdülhamit Dönemi’nin yaşlı paşalarının tamamına yakın bir kısmı emekli edildi ve genç subaylar Ordu’da önemli görevlere getirildi. Enver Paşa’nın bu alandaki çalışmaları bir anlamda Cumhuriyet’in kuruluşunda önemli rol oynayan askeri kadronun da Osmanlı ordu teşkilatında yükselmesini sağladı. Enver Paşa, Harbiye Nazırlığı sırasında “enveriye” adı verilen askeri başlıklar ve aynı adla anılan, sesli ve sessiz harflerin her birinin ayrı yazılması ile uygulanan bir yazı biçimi gibi yenilikler yaptı.49
C. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Tarafsızlığı veya
Savaşa Sürüklenmesi Mesuliyeti Tartışmaları İçerisinde
Enver Paşa
Enver Paşa, I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın büyük devletleri ile ittifak ara-
yışları maksadıyla yaptığı girişimler çerçevesinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Almanya ile ittifak sağlamak için girişimlerde bulunmak üzere görevlendirildi. Enver Paşa’nın ilk girişim ve teklifleri Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim tarafından reddedildi. Daha sonra Avusturya-Macaristan yetkililerinin de baskıları ile Wangenheim’ın ve Şansölye Betmann-Hollweg’in itirazına rağmen Kayser II. Wilhelm’in şahsi emriyle 2 Ağustos 1914’te tarihi ittifak anlaşması imzalandı.
Osmanlı Devleti, Almanya ile 2 Ağustos 1914 tarihinde gizli ittifak antlaşması imzalamasına rağmen, tarafsızlığını korumaya çalışıyor ve bunu her fırsatta diğer devlet elçilerine bildiriyordu. Buna rağmen Osmanlı Devleti’ni fiilen savaşa sokan olay, iki Alman gemisi, Goben (Yavuz) ve Breslav’ın (Midilli) Karadeniz’e açılıp Rus limanlarını bombalamasıdır. Bu iki gemi, İngiliz donanmasından kaçıp Osmanlı karasularına girerek 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı’na geldiler. Çanakkale Boğazı’na sığınan bu gemileri bir Osmanlı kılavuz gemisi, boğaza daha önceden tahkimat maksadıyla döşenen torpil tarlaları arasından geçirerek, güvenli bir bölgeye getirdi. Enver Bey’in izniyle, bu gemiler Boğaz’da korunmuş oldu.50
11 Ağustos gecesi, her zaman olduğu gibi, Heyet-i Vükelâ sadrazamın Yeniköy’deki yalısında toplantı halindeydi. Enver Bey dışındakiler erkenden gelmişlerdi. Toplantıya biraz geç gelen Enver Bey: -Bir oğlumuz dünyaya geldi, diyerek Goben’in Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdiğini bildiriyordu.51 Heyet-i Vükelânın yapması gereken iki tercihi vardı: Ya bu iki geminin, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlık şartlarına uygun olarak 48 saat içerisinde Çanakkale Boğazı’ndan çıkıp gitmelerini isteyecek veyahut da gemiler, silah ve toplarını söküp teslim edeceklerdi. Alman büyükelçisi, bu durumun müzakeresi için sadrazamın konağına çağrılmıştı. Büyükelçi, Osmanlı hükümetinin yukarıdaki iki şartını da kabul etmiyordu. Wangenheim’in bu tutumuna sinirlenen sadrazam, Talât Bey ve Halil Bey’i elçiyi ikna etmek için görevlendirdi. Bu sırada Halil Bey’in aklına gemilerin satın alınması fikri geldi ve bunu büyükelçiye teklif ettiler. Neticede gemilerin satın alındığı ilan edildi ve resmi satış sözleşmesi yapıldı.52
Yavuz ve Midilli’nin satın alınmasından sonra sadrazam Said Halim Paşa, Osmanlı Devleti’nin tarafsız olduğunu ilan etti. 15 Ağustos tarihinde Rus Büyükelçisi Sazanof, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmemesi ve bunun mükafatının ülkesinin bütünlüğünün korunması olacağını söyleyerek, diğer büyük devlet elçilerinin de desteğini almak suretiyle bu tarafsızlığa güvence istiyordu.53
Her ne kadar, başta sadrazam olmak üzere bazı devlet ricali tarafsızlığın korunması için çaba sarf ediyorlarsa da Almanya, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için her türlü tedbiri alıyordu.54 Bu aşamada, Goben ve Breslav’ın komutanı olarak İstanbul’a gelen Amiral Souchon (Suşon), Enver Paşa tarafından Osmanlı donanmasının başına getirilmişti.55 Amiral Suşon komutasındaki Osmanlı Donanması 27 Ekim akşamı Karadeniz’e açıldı. 29 Ekim 1914 gecesi Sivastopol ve Novorosisk ve 30 Ekim gecesi de Odesa limanları bombalandı. Ayrıca Suşon, karşılarına çıkan bütün Rus gemilerini de topa tutarak batırdı.56 Böylece Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu.57
Osmanlı Devleti’ni savaş uçurumuna sürükleyen, Karadeniz limanlarını bombalama kararını kimin verdiği daima tartışılmıştır. Sadrazam Said Halim Paşa, savaş sonunda sorumlu olarak yargılandığı sırada verdiği ifadelerde: “Harbe taraftar olmadığımı anlayan Alman ricali Karadeniz vak’a-i müessifesini ihzar ve ihdas ettiler” diyerek kendisini savunurken, Çürüksulu Mahmut Paşa, bazı zabitanın ifadelerine dayanarak; “Alman Gemileri Karadeniz’e çıkmadan Cemal Paşa Türk gemilerindeki ümera ve zabitana Suşon Paşa’nın kumandasında olduklarına ve ne emrederse onu yapmalarına dair emir vermiş ve donanma Boğaz’dan çıktıktan sonra kumandanlar amiral gemisine çağrılarak, kendilerine kapalı zarflar verilmiş. Bu zarflarda, kimisinin Sivastopol’ü, kimisinin Kiyef ve Odesa’yı ve kimisinin Novorosisk’i bombardıman eylemesi yazılı imiş” şeklinde fikrini beyan ediyordu. Bizzat Amiral Suşon mektubunda: “Rusya’ya karşı ilk taarruz Türkler tarafından yapılmıştır”.58 Cemal Paşa da savaşın başlamasından sonra, dördüncü ordu komutanlığı vazifesiyle Suriye’ye hareketinden önce nazırlara ve yerli ve yabancı gazetecilere verdiği ziyafette; Osmanlı Devleti’nin harbe girişinin ne kadar haklı sebeplere dayandığını uzun uzadıya anlattıktan sonra “-Efendiler, eğer Osmanlı Hükümeti bu harbe iştirak etmemiş olsaydı, memleketin istiklâli tamamıyla tehlikeye girmiş olacaktı” diyerek hükümetin bu karardaki haklılığını savunmaya çalışıyordu. Aynı toplantı ve ziyafette hazır bulunan Halil Bey de Cemal Paşa ve hükümetin fikirlerini savunarak şöyle diyordu: “-Umumî harp karşısında bulunduğumuz zaman bendeniz, devlet için iki ihtimal tasavvur ediyordum, o kanaatte idim ki; ufak bir vatanperverlik hissi ve tarihe hürmeti olan bir hükümet reculü, bu iki ihtimalin bir üçüncüsünü tasavvur edemezdi. Çünkü üçüncüsü; Moskofların Avrupa’da hakimiyetini tesis için, onlarla yan yana harp etmek olurdu. Birisi tarihi ve ananevi düşmanımız olan Mos-
koflara karşı harp edenlerle beraber bulunmak ve devletin ne mevcudu, ne kuvveti varsa, onlara teşrik edip, hasımlarımızın galebesi halinde Moskofların Avrupa’da tesis edeceği hakimiyeti mümkün olduğu ve elden geldiği kadar men etmek, ikinci ihtimal de tarafsız kalmak… Tarafsız kaldığımız halde Yunanistan’ın uğradığından beterine maruz kalacaktık… Osmanlı Devleti Cihan Harbi’ne, iki gaye takip ederek karışmıştır: Devlet’in istiklâl ve tamamiyetinin muhafazası ve imparatorluk dışında kalan Müslüman ve Türklerin mahkumiyetten kurtarılması… Bu cihetle bu cihan cengi, Türkler ve Müslümanlar için, bir istiklâl ve kurtuluş cihadıdır.” Enver Paşa da harbe girmekle: “-Biz Allah’ın inayetiyle yalnız Osmanlı taç ve saltanatını muhafaza değil, bütün İslâm aleminin hukuk ve hayatını muhafaza ve istihsale muvaffak olacağız!” diyordu.59 Talât Bey de hatıralarında: “….Arife gününde, Karadeniz donanmasıyla Amiral Suşon arasında bir muharebe vuku bulduğunu ve Goben’in Rus sahillerini bombardıman ettiği haberini aldık. Bu hadiseden hiçbirimiz daha önceden malumatdâr değildik. Fakat herkes gibi, ben de Enver Paşa’nın haberi olduğuna kani idim. Bayram günü meclisi mebusan reisi Halil Bey’in evinde toplandık. Ben Enver Paşa’ya epeyce hücum ettimse de, hiç haberi olmadığını yeminle temin etti. Bu hadise de harbi artık bir emri vaki haline getirmişti” diyerek kendisini savunuyor.60
Aslında Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinin gerçek sorumluları, kabine üyelerini ve kamuoyunu haberdar etmeden Almanlarla, 2 Ağustos 1914 tarihinde gizli bir ittifak antlaşması imzalayan, Sait Halim Paşa, Talât Bey, Halil Bey ve Enver Paşa’dır. Çünkü bu antlaşmanın ikinci maddesinde: “Rusya müessir askeri müdahalelerde bulunur ve bu durum Almanya için Avusturya-Macaristan ile ittifak sebebi oluşturursa, bu ittifak sebebi aynen Türkiye için de geçerli olacaktır” denilmekteydi. Bu demek oluyor ki, eğer Rusya, Avusturya-Macaristan veya Almanya ile savaşa girecek olursa, Osmanlı Devleti de tabii olarak Almanya’nın yanında savaşa katılmış olacaktı. Halbuki Almanya zaten bu antlaşmanın imzalanmasından bir gün önce, yani 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etmişti. Bu duruma göre, daha antlaşmanın imzalanmasından itibaren, Osmanlı Devleti savaşa girmiş sayılıyordu. Bu nedenle, savaşa giriş sorumluluğunu tek bir kişiye yüklemek doğru olmaz.
I. Dünya Harbi’ne girildikten sonra Enver Paşa, Harbiye nazırı olarak askeri harekatın yönetimini de ele aldı. Ancak kendisinin tamamen bir Alman kuklası olup onların isteklerini yerine getirmeye çalıştığı şeklindeki görüşler doğru değildir. Bizzat Alman belgeleri, Enver Paşa’nın çeşitli hususlarda Alman askeri yetkilileriyle çatıştığını göstermektedir. Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı sırasındaki fiili olarak tek kumandası Kafkas cephesinde olmuştur. Cephede maiyetindeki kumandanların itirazlarına rağmen ileri harekatı ağır kış şartları altında sürdürmüş ve Sarıkamış Harekatı olarak anılan bu harekatta 90.000 kişilik ordu mevcudunun çok büyük bir bölümünün donarak ölmesi veya Ruslar tarafından şehit edilmesi üzerine 10 Ocak 1915’te cepheyi terk ederek İstanbul’a döndü.61 Bunun dışında savaş sırasında aktif cephe görevi yapmamış olan Enver Paşa’nın prestiji bu bozgun sebebiyle sarsıldı. 14 Ekim 1918 tarihinde Talât Paşa kabinesinin istifası ile Enver Paşa’nın da Harbiye nazırlığı sona erdi.62
D. Enver Paşa’nın Yurt Dışındaki
Faaliyetleri ve Sonu
1-2 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin diğer liderleriyle birlikte Arnavutköy’den bir Alman denizaltısıyla Odesa’ya geçen Enver Paşa, memleketi terk ettikten sonra 1 Ocak 1919 tarihli irade ile askerlikten atıldı.
Enver Paşa, yurt dışına çıkan ittihatçıların en eylemcisi ve maceracısı olmuştur. Enver Paşa, Sivastopol’da arkadaşlarından ayrıldıktan sonra, Kafkasya’ya gitme planını kurmuştu. Bunun asıl nedeni, Şark’ta kurduğu iki Ordu’dan meydana gelen kuvvetlerin başına geçmek ve Bakü menkez olmak üzere geçici bir hükümet kurmaktı. Böylece ana vatanı kuvvetleriyle restore etmeye çalışacaktı. Talât Paşa grubundan bu nedenle ayrılmıştı.
Maceralı bir yolculuktan sonra Moskova’ya ulaşabilmiştir. 1920 yılı ortalarında Moskova’ya vardığı zaman, Kafkasya Bolşevik egemenliği altına girmişti. Cemal Paşa, Bedri Bey’le Afganistan’a geçmişti. Dr. Bahattin Şakir ve Halil Paşa oradaydılar. Enver Paşa, Bolşevik liderlerince iyi karşılanmış, burada Lenin, Radek, Çiçerin, Zinovyev gibi en ünlü komünist liderlerle görüşmüştür.
Bolşevikler paşa ile İngiliz emperyalizmine karşı ortak bir strateji planında anlaşmışlardır. “Ali Bey operasyonu” adı verilen strateji de böylece oluşmuş oldu.63 Berlin’de temeli atılan İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı, Enver Paşa’nın başkanlığında Moskova’da somutlaşmıştır. Paşa, Bolşevik liderlerle beraber, Bakü’ye gitmiş ve Doğu Halkları Kongresi’ne bu Cemiyet’in temsilcisi olarak katılmıştır.
1920 Ekimi’nde Bakü’den Moskova’ya, oraradan Berlin’e ve Roma’ya gitmiştir. Yine Berlin ve Moskova yoluyla Batum’a dönmüştür ve Anadolu’ya geçmeyi planlamıştır. Ankara’nın ittihatçılara ve Enver Paşa’ya karşı tutumu ve Trabzon Vali vekili Sami Sabit Bey’in aldığı tedbirler ve Sakarya Zaferi’nin kazanılması üzerine gelişen siyasi başarılar üzerine Anadolu’ya geçemeyen Enver Paşa, dönüşü olmayan seferine başlamıştır.64 Önce Ruslarla birlik olarak Orta Asya’ya yönelmiş, Ekim
1921’de Tiflis, Bakü, Aşkabad, Merv yoluyla Taşkent’e gelmiştir. 8 Kasım’da otuz kişilik bir kafile ile ava çıktığını söyleyerek, Taşkent’ten ayrılmıştır.
Enver Paşa, Taşkent’ten ayrıldıktan sonra Ruslara karşı Türkistan milli hareketlerini yönetmeye başlamıştır. Doğu Buhara’da Basmacı aşiretlerini toparlayarak başına geçmiştir. İlk çarpışmalar başarılı olmuştur. Ne var ki, başarıları çok sürmemiş ve 4 Ağustos 1922 günü, Duşanbe yakınlarında Bolşevik birliklerine karşı yaptığı bir saldırı sırasında vurulmuştur.65 Cenazesi 3 Ağustos 1996’da askeri bir uçakla İstanbul’a getirilerek 4 Ağustos günü kılınan cenaze namazından sonra toprağa verilmiştir.66
DİPNOTLAR
1 Enver Paşa hatıralarında doğum tarihini “1297 senesi teşrinisani bidayetinde 1299 senesi Muharrem ayının birinci Salı günü…” olarak verirken birçok araştırmacı farklı tarihler vermektedir. Bu tarihlerden bazıları: 3 Kasım 1881, Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, c. I, İstanbul 1972, s. 12; M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul, 1989, s. 253, adlı eserinde bu tarihi 6 Aralık 1882 olarak vermektedir.
2 Ailesi Manastır’lı olup, Babasının adı Ahmet, annesinin adı Ayşe Hanımdır. Babası Nafia Nezareti’nin Manastır vilayeti şubesinde kondüktör yani fen memuru olarak çalışıyordu. Annesinin bu evliliği ikinci evliliğidir. Enver Paşa’nın baba tarafı Gagauz Türklerindendir. Ş. S. Aydemir, aynı eser, s. 180-182.
3 Hanioğlu, aynı eser, s. 253; Ş. S. Aydemir, aynı eser, C. I, s. 186.
4 Hanioğlu, aynı eser, s. 259.
5 Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, İstanbul 1991, s. 39-43; Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 191-195; Hanioğlu “Enver Paşa”, TDV İA., c. 11, s. 261.
6 Cengiz, aynı eser, s. 46; Hanioğlu, aynı eser, s. 260.
7 Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 482; Cengiz, aynı eser, s. 51.
8 Hanioğlu, aynı eser, s. 266; Cengiz, aynı eser, s. 56; Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 484.
9 Cengiz, aynı eser, s. 61.
10 Tahsin Paşa, Abdülhamit ve Yıldız Hatıraları, İstanbul 1931, s. 78.
11 Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 97-99; Cengiz, aynı eser, s. 61-63.
12 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, s. 94-95.
13 Nazım Bey, padişahın yaverlerindendi. Daha önce izin almadan İstanbul’a gittiği ve 2000 kuruş maaş zammıyla döndüğü, kumar oynadığı, gazinolardan ve rejiden para aldığı, Enver Bey’in kız kardeşiyle evli olduğu halde onu boşamak üzere olduğu biliniyordu. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 74; Y. H. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C: 1/1, s. 439, 227 numaralı dipnot.
14 İsmail Canbolat Bey bir iş için Nazım Bey’in evine gelir, Enver’in delaletiyle onu görür ve o sırada Mustafa Necip Bey adında başka bir subay dışarıdan, pencereden sıktığı bir kurşunla Nazım Bey’i yaralar. Nazım Bey’in bacağını sıyıran kurşun karşısındaki İsmail Canbolat’a da isabet ederek onun da yaralanmasına sebep olur. Olay esnasında Enver Bey de Nazım Bey’in evinde üst katta bulunuyordu. Necip olaydan hemen sonra kaçarak kurtuldu. Nazım’ı kimin vurduğu anlaşılamadı. Nazım Bey, yarası sarıldıktan sonra trenle İstanbul’a gönderildi. Y. H. Bayur, aynı eser, s. 439; Ayrıca bkz: Kazım Nami Duru, İttihat ve Terakki Hatıralarım, s. 21-22.
15 Y. H. Bayur, aynı eser, s. 440-441.
16 İ. Hakkı Uzunçarşılı, “1908 Yılında II. Meşrutiyetin Ne Şekilde İlan Edildiğine Dair Vesikalar”, Belleten, C: XX, Sa: 77, Yıl: 1956, s. 107, n. 6; Bedi Nuri Şehsuvaroğlu, aynı makale, s. 311, n. 8.
17 Reval buluşması, 9 Haziran 1908’de başlamıştır. Niyazi Bey’in bir çete teşkil ederek dağa çıkmak işini arkadaşlarına açması 15-28 Haziran’dadır. Arada geçen zaman Reval Mülakatı sonuçlarının Avrupa gazetelerince öğrenilip, yazılmaya ve yorumlanmaya başlaması, ondan sonra haber ve yorumların Osmanlı topraklarına gizlice sızıp Manastır’a ulaşması ve Niyazi Bey üzerinde onu harekete geçirecek etkilerde bulunması için gereken zamandır. Niyazi Bey, Reval Mülakatının sonuçlarını öğrendiği zaman neler hissettiğini hatıralarında şöyle anlatmaktadır: “Bu mülakatta Rusya ve İngiltere tarafından tertip olunan mukarreratın mülahaza-i vehameti ile üç gün üç gece heyecan ve helecan içinde çırpındım…”, Y. H. Bayur, aynı eser, s. 443.
18 İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 108.
19 Y. H. Bayur, aynı eser, s. 444-449; Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 75.
20 Paşanın saraya verdiği haberler arasında, Enver Beyin kıyafet değiştirerek asilere katıldığı ve Manastırda askeri inzibatın bozuk olduğu yer alıyordu. İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 109.
21 Atıf Beyin Şemsi Paşa’yı nasıl öldürdüğü, bunun için nasıl bir plan yaptığı ve hazırlıkları hakkında ayrıntılı bilgiyi, olaydan bir iki ay sonra 26 Ağustos 1324’de yakın arkadaşı Mülazim Kenan Bey’e yazdığı mektuptan alabiliyoruz. Ayrıca olayın ayrıntıları için bkz: Bedi Nuri Şehsuvaroğlu, İkinci Meşrutiyet ve Atıf Bey, Belleten, Sa: 23, Yıl: 1959, s. 307-325; İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı makale, s. 109-111; Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Ankara 1979, s. 91-92; Ali Canip Yöntem, “Selânik’te 10 Temmuz Sabahı”, Yakın Tarihimiz, C: 2, Yıl 1962, s. 257.
22 Sina Akşin, aynı eser, s. 75.
23 İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 111.
24 İlhan Tekeli-S. İlkin, aynı makale, s. 376.
25 Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, Balkanlar’da yayılmasını hızlandırdığı dönemde bölgedeki Arnavutların Cemiyetle ve ittihatçılıkla tanışmalar veya başka bir deyişle İttihatçılığın Arnavutlar arasında yayılma kanalları; Bektaşi Tekkeleri ile Makedonya ordu subayları arasında yer alan Arnavut asıllı subaylar olmuştur. Arnavutları İttihatçıların liberal fikirleri de etkiliyordu. Ayrıca, Arnavutların Genç Türk hareketi içinde yer almaları konusunda Bektaşilik faktörü, diğer bütün Bektaşilerde olduğu gibi Arnavut Bektaşilerin de Halifeye değil, imamlık kurumuna bağlı olmalarından dolayı önemlidir. Bu nedenle, II. Abdülhamit’in hilafetine ve yönetimine karşı çıkan bir hareket olduğu için ittihatçılığı desteklemişlerdir. Bir başka açıdan bakıldığında; Talât Bey ve Ahmet Rıza gibi İttihatçı liderlerin de Bektaşi olmalarının İttihatçılığın, Arnavutlar arasında hızla yayılması ve taraftar bulmasında önemli olduğu görülür. Ayrıca, Firzovik olayları esnasında İttihatçılarla Arnavut liderleri arasındaki dayanışma ve olaylar için bkz: Nuray Bozbora, Osmanlı Yönetiminde Arnavutluk ve Arnavut Ulusçuluğunun Gelişimi, İstanbul, 1997, s. 264-270.
26 Sina Akşin, aynı eser, s. 76; Ayrıca Bkz: Tahsin Uzer, aynı eser, s. 89 vd.; Y. Hikmet Bayur, aynı eser s. 469-472; İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı makale, s. 124-128.
27 İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 115-116.
28 İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 150 vd.
29 “9 Temmuz (23 Temmuz) günü İttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi doğrudan doğruya Abdülhamit’in şahsına: ‘Vilayet içindeki mülkî ve askerî memurlar, zâbitler, her dine mensup vatandaşlar yemin etmişlerdir ki; hemen millet meclisinin açılmasına müsaade edilmediği takdirde beklenmedik hareketler olacağını kararlaştırmışlardır’ manasını ifade eden bir telgraf çekmiştir. İşte bu telgraf Padişahın aklını kaçırttı…”, Ali Canip Yöntem, aynı makale, s. 259.
Dostları ilə paylaş: |