Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə78/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   193

Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Akdeniz’deki Alman Donanma Komutanlığı’ndan Çanakkale’deki gelişmelerden çabuk ve detaylı haberler alabiliyordu. Çanakkale’ye acil ve etkili yardım gönderilmesini istemelerinin en önemli sebebi, bu haberlere göre, İtilaf Devletlerinin Çanakkale’ye sürekli takviye kuvvet göndermeleri idi. Ayrıca İtilaf Devletlerinin cephane sıkıntıları olmadığından aralıksız ve etkileyici top atışında bulunmaları ve İngiliz uçaklarının bombardımanları, Türk tarafını giderek demoralize etmekte ve karamsarlığa itmekteydi.

Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, hem müttefik Osmanlı ordusunun moralini düzeltmek ve hem de Osmanlı Deniz kuvvetlerini biraz olsun güçlendirmek için, Alman donanmasının modern ve iyi donatılmış iki denizaltısını savaş malzemesi ile birlikte Çanakkale’ye göndermek üzere, Alman imparatorundan izin aldığını ve bu iki denizaltıyı birkaç gün içerisinde yola çıkaracaklarını, Alman Genel Karargâhına aynı telgraf ile bildiriyordu. Ancak Türkler Çanakkale savunmasında sadece denizaltılarına değil, savaş uçağına da şiddetle ihtiyaç duyuyorlardı. Çanakkale savunmasında kullanılabilecek savaş uçaklarına ise Alman Deniz Kuvvetleri sahip değildi. Bu uçaklar ancak Alman Kara Kuvvetlerinden temin edilebilirdi. Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Alman Kara Kuvvetleri Komutanlığı nezdinde iki savaş uçağının Çanakkale’ye gönderilmesi konusunda görüşmelerde bulunmuş ve bu konuda Kara Kuvvetlerinin onayını almıştı. Ancak bu onay Alman Genel Karargahı tarafından iptal edilmişti. Bu iptalin geri alınması için Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Genel Karargah nezdinde girişimlerde bulunuyordu.

Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın Çanakkale’ye ısrarla yardım göndermek istemesinin sebepleri açıktı. Bu Komutanlığa göre:

“...İtilaf Devletlerinin bu korkunç baskısı karşısında Türkiye mağlup olursa, bu sadece Rusya’ya şu anda savaş malzemesi, yiyecek ve ticaret ihtiyacını giderecek olan bir başka kapının açılması anlamına gelmeyecek; bu bizim için şimdi ve gelecekte İngiltere’nin dünyadaki üstünlüğünü kabul etme anlamına da gelecektir. Öte yandan kara savaşlarındaki eşi görülmemiş zaferlerimize ve başarılarımıza rağmen, bizim için Dünya Savaşı kaybedilmiş demek olacaktır”.27

Buna göre, Çanakkale’nin düşmesi, Almanya’nın bu savaşı kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Zira Almanya

Birinci Dünya Savaşı’nı İngiltere’nin dünyadaki üstünlüğüne son vermek ve İngiltere’yi sömürgelerinde çökertmek için başlatmıştı. Halbuki Çanakkale’nin düşmesiyle birlikte “Doğu” Almanya için tamamen kaybedilmiş, İngiltere için kazanılmış olacaktı.

Alman İmparatorluğu’nun yetkili siyasi, ekonomik ve askeri kurumları arasında, yukarıda belirttiğimiz üzere cephane yardımı konusundaki yazışmalar devam ederken, Çanakkale’de de kara ve deniz savaşları devam ediyordu. Liman von Sanders’in yazdığına göre, sekiz buçuk ay süren kara çarpışmaları sırasında, Alman yapımı savaş gemileri Göben ve Breslav bir defa dahi olsun Çanakkale’ye gelmediler.28 Bu iki gemi, Çanakkale Muharebeleri devam ederken, olası bir Rus saldırısına karşın İstanbul Boğazı’nı savunmakla görevlendirilmişlerdir. Çanakkale Savaşlarında hizmet gören ilk ve tek Alman kara birliği ise Haziran ayı sonuna doğru Çanakkale’ye gelerek, Liman von Sanders komutasındaki V. Ordu emrine verilmiş bir istihkâm bölüğü idi. Astsubay ve erleri çeşitli yollardan ve tek başlarına seyahat ederek Türkiye’ye gelmişlerdi. 200 mevcutlu bu bölük Güney grubunda ve Seddülbahir’e karşı kullanıldı. Bu bölüğün mevcudu, sıcak havalı iklimin etkisi, alışamadıkları bir beslenme tarzı ve yemekler, ağır muharebeler ve zayiat yüzünden kısa zamanda 40’a düştü. Bundan sonra da muntazam bir bölük halinde değil, her iki cepheye dağılmış öğretmenler olarak hizmet etmeye devam ettiler.29 Alman ve Avusturya-Macaristan’dan asıl yardım, Ekim 1915’te Sırbistan’ın mağlûp edilerek Berlin-İstanbul bağlantısının kurulmasından sonra gelmiştir. Kasım ayı başlarından itibaren silâh ve cephane yüklü ilk gemiler Tuna üzerinden yola çıkmaya başladılar. 15 Kasım 1915’te 24 cm çapında mükemmel ve motorlu bir Avusturya bataryası Çanakkale’ye ulaştı. Aralık ayında yine Avusturya’dan 15’lik öbüs bataryası geldi.30 Çanakkale harp sahnesinde bulunan Alman er, astsubay ve subaylarının sayısı ise 500 kişiye çıkmıştı.31 Berlin’den savaş malzemesi yüklü ilk tren ise ancak 17 Ocak 1916’da İstanbul’a hareket etmiştir.

Sonuç


Alman İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girerken en önemli hedefleri arasında İngiltere’nin dünyadaki üstünlüğüne son vermekti. Bunu da İngiltere sömürgesi altındaki Müslüman halkları, takip edeceği İslam politikası ile, İngiltere’ye karşı ayaklandırarak gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Osmanlı Devleti’ni müttefik olarak bu savaşa sokarken, Osmanlı padişahının Halifelik makamından bu yönden faydalanmak istiyordu. Böylece Alman İmparatorluğu, Orta Asya ve Uzak Doğu pazarlarına ulaşmak için Osmanlı Devleti’ni bir atlama taşı olarak görüyor ve Doğu politikasını, Osmanlı Devleti üzerinden yürütmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle de Almanya için Osmanlı Devleti Doğu’nun kapısı konumundaydı.

Çanakkale’de Osmanlı Devleti’nin mağlup olması demek, Almanya’nın Doğu politikasının iflası ve İngiltere’nin dünya gücü olmaya devam etmesi demekti. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nin Çanakkale savunmasında başarılı olması Alman İmparatorluğu’nun çıkarları doğrultusunda ve Almanya’yı doğrudan ilgilendiriyordu. Zira Çanakkale Muharebeleri Doğu’nun efendisini belirleyecek olan muharebelerdir. Doğu’yu İtilaf Devletlerine bırakmak istemeyen Almanya, Çanakkale Muharebeleri sırasında Osmanlı Devleti’ne yardım etmeye çalışmış, ancak Sırbistan yolunun kapalı olması, Doğu Cephesi’nde Rusları kesin mağlup edememiş olması ve kendi kurumları arasındaki anlaşmazlıklar vb. nedenlerden dolayı bu yardımı istediği boyutta edememiştir.

Sırbistan yolunun 1915 yılı sonlarına doğru açılmasıyla Almanya ve Avusturya-Macaristan’dan Osmanlı Devletine yapılan silah ve malzeme yardımları artmaya başlamıştır. Bu yardım ve destekle güç kazanacak Osmanlı birlikleri karşısında vereceği büyük zayiatı hesaplayan İngilizler 19 ve 20 Aralık gecesi Anafartalar ve Gelibolu bölgesinden kuvvetlerini geri çekmişlerdir.

Almanya’dan beklediği yardımları alamamasına rağmen, Çanakkale Muharebelerini tamamen kendi imkanları ile sürdüren ve muzaffer olan Osmanlı Devleti, muhtelif cephelerde bir milyona yakın düşman kuvvetlerini meşgul etmek ve durdurmakla müttefiklerine en büyük yardımı yapmış oluyordu. Bu nedenledir ki, Çanakkale Muharebelerinden sonra, Osmanlı Devleti’nin askeri ve siyasi ağırlığı hem Balkanlar’da hem de müttefikleri arasında artmıştır.

DİPNOTLAR

1 Walder, David, Çanakkale Olayı (Çev. M. Ali Kayabal), İkinci Baskı, Milliyet Yayınları, Haziran 1970, s. 59.

2 Pomiankowiski, joseph, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü, (Çev. Kemal Turan), Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1990, s. 108 vd.

3 Çanakkale Muharebelerinin başlaması, gelişimi, sonuçları ve İtilaf Devletlerinin bu muharebelerdeki hedefleri hakkında geniş bilgi için bkz.: Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Harekâtı, V/I (1993), V/II (1978), V/III (1980), Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993.

4 Yılmaz, Veli, 1’nci Dünya Harbi’nde Türk-Alman İttifakı ve Askeri Yardımlar, Birinci Basım, İstanbul 1993, s. 120.

5 Almanya’nın Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti’nden beklentileri ve 2 Ağustos 1914 Osmanlı-Alman gizli İttifak Antlaşması için

bkz. Mühlmann, Carl, Deutschland und die Türkei 1913-1914, Politische Wissenschaft Schriftenreihe der Deutschen Hochschule für Politik in Berlin und des Instituts für Auswärtige Politik in Hamburg, C. VII, Berlin 1929.

6 Çanakkale’yi savunmakla görevlendirilmiş olan V. Ordu’nun Komutanı General Liman von Sanders, hatıratında Çanakkale Muharebeleri hakkında detaylı bilgi vermektedir. Liman von Sanders, Balkan Harbinden sonra oldukça kötü duruma düşmüş olan Osmanlı ordusunu yeniden ıslah etmek için, 1913 yılında İstanbul’a gönderilmiş olan “Alman Askeri Misyonu”nun başkanı idi. Almanya ile yapılan andlaşma gereği beş sene müddetle ve geniş yetkilerle İstanbul’a gelen von Sanders, önce Osmanlı I. Kolordu Komutanı daha sonraları sırasıyla-Birinci Dünya Savaşı içerisinde-I. ve V. Osmanlı Orduları Komutanlığı ve son olarak da “Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı” görevlerinde bulunmuştur. Bkz., Sanders, Liman von, Türkiye’de 5 Yıl (Çev.: M. Şevki Yazman), Burçak Yayınevi, İstanbul 1968.

7 Sanders, a.g.e., s. 67.

8 Bkz., Sanders, a.g.e., s. 97.

9 Wallach, Jehuda L., Bir Askeri Yardımın Anatomisi, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1977, s. 183.

10 Bundesarchiv-Berlin (BA), Ausw

11 Bu tarihte Romanya henüz tarafsızdı. Almanya tarafından kendi toprakları üzerinde Osmanlı Devleti’ne yapılacak her türlü silâh ve cephane yardımına müsaade etmemekteydi.

12 BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, (30. M

13 Matthias Erzberger, 1903’den beri Alman İmparatorluk Meclisi’nin merkez üyesi idi. Birinci Dünya Savaşı esnasında zaman zaman Türkiye’ye gelerek, Osmanlı Devleti yetkilileri ile görüşmüş ve Osmanlı Devleti’nin genel durumu hakkında kapsamlı raporlar hazırlayarak, bu raporları Alman Dışişleri Bakanlığı’na sunmuştur. 1918’de İtilaf Devletleri ile Compieg’ne Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Bkz., Çolak, Mustafa, Alman Arşiv Belgelerine Göre Alman İmparatorluğu’nun Doğu Politikası Çerçevesinde Kafkasya Politikası, (Basılmamış Doktora Tezi), Samsun 1999.

14 Resmi yollardan, kendi toprakları üzerinde silâh naklinin yapılmasına müsade etmeyen Romen yetkililerine rüşvet vererek veya kaçak yollarla Romanya toprakları üzerinde silâh naklinin yapılmasını da Erzberger imkânsız görüyordu (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, (26. 7. 1915).

15 Basserman ve dört arkadaşı tarafından imzalanan bu raporda, Çanakkale Muharebelerinin sonuna yaklaşıldığı şu günlerde, Osmanlı Devleti’ndeki cephane sıkıntısının devam etmesi halinde bu savaşı kaybedeceği belirtiliyordu (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 21. Juli 1915).

16 Liman von Sanders’e göre, İstanbul’un bir Ingiliz-Fransız filosu tarafından işgali, ancak Karadeniz Boğazı ağzına aynı zamanda bir Rus çıkarması yapmakla mümkün görülebilirdi. Üç müttefikin böyle bir harekâta girişmesi, İstanbul’u kazanmaları ile sonuçlanabilirdi. (Bkz. Sanders, a.g.e., ss. 66-67.

17 Alman İmparatorluğu’nun Doğu politikası (Ostpolitik) kavramı, o dönemde çok geniş bir alanı içeriyordu. Bu kavramdan, Almanya’yanın Rusya, Polonya, Ukrayna, Baltık ülkelerine yönelik politikaları anlaşıldığı gibi, Kafkasya, İran, Hindistan politikaları da anlaşılmaktaydı. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Baumgart, Winfried, Deutsche Ostpolitk 1918. Von Brest-Litovsk bis zum Ende des Weltkrieges, Wien-München 1966.

18 Alman İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı süresince İngiliz himayesindeki Müslüman halkların, İngilizlere karşı ayaklanmalarını para, silâh, askeri personel ve malzeme ile destekleyerek, İngiliz İmparatorluğu’nu zayıf düşürmeye çalışmıştır. Bu konuda en büyük yardımı müttefik Osmanlı Devleti’nden görüyordu. Nitekim Osmanlı Devleti fiilen savaşa girdikten hemen sonra, Osmanlı padişahı halife sıfatı ile 11 Kasım 1914’de sömürge altındaki Müslüman halkları, halifenin düşmanlarına karşı cihata çağırıyordu. Bu konudaki geniş bilgi için bkz., Çolak, a.g.e., s. 19 vd.

19 Bassermann, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki ana hedeflerinden birinin de İngiltere’yi Mısır’dan çıkarmak oluğunu belirtmektedir. (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 24. März 1915).

20 Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 21. Juli 1915.

21 Bu sebeple, Çanakkale Muharebeleri devam ederken, İstanbul’a Karadeniz’den yapılabilecek bir Rus çıkarmasına karşı tedbirler alınmıştı (Bkz. Sanders, a.g.e., s. 67).

22 BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 26. 7. 1915.

23 Alman ekonomik çevreleri bu raporunda, Çanakkale’de müttefik Osmanlı Devleti’nin yükünü azaltmak için gerekirse Almanya’nın Mısır’daki İngiliz kuvvetlerine karşı, Türklerin yanında savaşmak üzere Alman askeri göndermesine, Alman halkının sıcak bakacağını belirtmekteydiler (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 20 Juli 1915).

24 Erich von Falkenhayn, Alman Ordularının 12 Eylül 1914’te Marne’de durdurulması üzerine, Moltke’nin yerine fiilen “Alman Orduları Yüksek Komutanlığı” görevini üstlenmiştir. Nisan 1916 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. Bağdat’ın İngilizlerden kurtarılması için 9 Temmuz 1917’de Türkiye’ye gelmiş ve Mareşal ünvanıyla “Yıldırım Orduları Grub Komutanlığı”na atanmıştır. Türkiye’nin bu mevcut askeri güç ile Bağdat’ı geri alamayacağını ve Filistin Cephesi’nde de savunmada kalması gerektiği şeklindeki düşüncesini Türk Harbiye Nezaretine bildirince, Enver Paşa ile araları açılmış ve Falkenhayn Şubat 1918’de Almanya’ya geri dönmüştür. Yerine Liman von Sanders atanmıştır. (Bkz., NeueDeutsche Biographi, C. V, ss. 11-15).

25 BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 23. Juli 1915.

26 Bu cümlenin belgedeki orijinali şöyledir: “…mündliche und schriftliche Mitteilungen über die Lage der türkischen Verteidigung auf Gallipoli erhalten. Alle betonen übereinstimmend und mit Nachdruck, dass baldige und tatkr

27 BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 25. Juli 1915.

28 Sanders, a.g.e., s. 90.

29 Sanders, a.g.e., s. 100.

30 Bu bataryaların Çanakkale’ye gelişi hakkında geniş bilgiyi, dönemin İstanbul’daki Avusturya-Macaristan Askeri Ateşesi yazmış olduğu hatıratında vermektedir. Bkz., Pomiankowiski, a.g.e., s. 111 vd.

31 Sanders, a.g.e., s. 121.

Gelibolu’da Türk İmgesi:

1915 Avustralya Edebiyat ve

Tarih Yazıcılığında Türk Askeri


Dr. Michael B. Tyquin

Araştırmacı / Avustralya

Avustralyalıların ve müttefik birliklerinin Nisan 1915’te Çanakkale Yarımadası’na çıkarma yaptığı Çanakkale Savaşı ya da Gelibolu Çıkarması genç Avustralya tarihinde yeni ufuklar açan bir olay olmuştur. Bu olay aynı zamanda modern Türk Devleti’nin kurulmasına da katkıda bulunmuştur. Avustralya ikonografisindeki merkezi öneminden dolayı, Avustralya askerlerinin bu savaşta yaşadıkları hakkında çok şey yazılmıştır. Olayı kayıtlara geçirmek, çözümlemek ve duygusallaştırmak için sarf edilen milyonlarca kelime sayesinde, Avustralyalıların bu savaştaki vatanları işgal edilen düşmanlarını -Türk askerleri- hiçbir zaman tam olarak kavrayamadıkları savunulabilir.

Bu makalede Avustralyalıların Çanakkale çıkarmasındaki deneyimi hakkında yazılan çok sayıdaki çalışmadan küçük bir örnek incelenmektedir ve Türklerin 1915 yılındaki Avustralya literatürü ve tarihçiliğindeki görünümünün esnekliği ele alınmaktadır. Yazarın tezi, Türkler ile ilgili olarak mevcut olan popüler tasavvurun, sonradan gazilerin anlattıkları belli belirsiz hatıralarından cesaret alan Avustralyalı resmi tarihçilerin bir ürünü olduğu ve bunun modern yazarlar tarafından da yorumsuz olarak aktarıldığıdır. Çağdaş bir analist bu eğilimi ortaya koymuş ve şunları yazmıştır: “Savaş yazarlarının geçmişteki askeri olaylardan ‘sanat’ yaratma tutkusu, bunların çoğunlukla siyasi, kültürel ya da felsefi öğretilerin yayılmasına alet edilmesine yönelik girişimler yoluyla sekteye uğramıştır.”1 Avustralya’nın ulus olma yolunda Türklere böyle bir süreci uyguladığı söylenebilir.

Türk düşmanlığı tartışma konusu olduğunda çoğu Avustralyalı, askeri tarihteki ‘biz ve onlar’ bölünmesini tartışırken “Kitlesel olarak ikiye bölünme olarak adlandırabileceğimiz şey, kökleri Büyük Savaş’ın hakikatlerine kadar ulaşan, modern çağın devamlı var olan yaratıcı alışkanlığıdır. ‘Biz’ hepimiz bir taraftayızdır, ‘onlar’ da karşı taraftadır. ‘Biz’ isimleri ve kimlikleri olan bireylerizdir; ‘o’ ise kitlesel bir kişilikten başka bir şey değildir. Biz görünürüzdür, o ise görünmezdir. Biz normalizdir, o ise gariptir.” şeklinde yazan Paul Fussel tarafından etkili ve güzel bir şekilde açıklanan bir tuzağa düşer.2 Ancak bu daha sonraki düşünürler ve gazeteciler -1915-1918’den bu yana oldukça değişen bir ulus içerisinde Avustralyalı Anzak efsanesini şimdilerde yaşatmaya çalışan grupla aynı yaklaşımı savunanlar-3 tarafından paylaşılan ya da tasavvur edilebilen bir düşünce değildir.

Bu Türk efsanesinin 1915’ten günümüze kadar büyük oranda desteklendiği ve çok az eleştirildiği çalışmalar arasında ‘resmi tarih’ çalışmaları, günlükler, anılar ve Avustralya literatürü ve tarihindeki çalışmalar bulunmaktadır. 1914 yılında İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazı’na çıkarma yaptığı haberleri geldiğinde, gazete editörleri haritalarına ve ansiklopedilerine sarılarak Osmanlı İmparatorluğu ve vatandaşları hakkındaki kıt bilgilerini yenilemeye çalıştılar.

‘Türkler’ birden Britanya İmparatorluğu’nun ve dolayısıyla da Avustralya’nın düşmanı oluvermişti. Sıradan Avustralyalılar bu ülke ve vatandaşları hakkında çok az bir bilgiye sahipti. ‘Büyük Türk’ ancak fabllarda ve operalarda geçiyordu-egzotik bir ülkeydi ve her ne kadar ‘Avrupa’nın hasta adamı’ olsa da başlangıçta neredeyse hiç tanınmıyordu.


Resmi Tarih

Avustralya’nın bu konudaki resmi tarihi, kendisi bizzat Gelibolu’da Türk tutsakları ve Türk cesetlerini gören bir savaş muhabiri olan C.E.W. Bean tarafından derlenmiştir. İngiliz okul sisteminde eğitin gören Bean, Avustralya’da Anzak efsanesi -eski dünyanın siyasi artığından oluşturulan yeni bir ulusun asker sembolü- olarak bilinenleri neredeyse tek başına derlemiştir. Kemal Atatürk de on yıl sonra aynı yeniden yapılanmayı izleyecekti. Bean klasik gelenekte eğitim görmüştü ve Boğazların yanındaki Antik Truva bölgesini oldukça iyi biliyordu. Homer’in Odesa’sındaki cesaret ve duygusallık temalarını, özellikle 1915 yılında çıkardığı “The Anzak Book” 4 olmak üzere çalışmalarının çoğunda kullanmıştı.

Çağdaş düşünürlerden birisi bu kitabı çözümlerken şunu gözlemlemiştir: “The Anzak Book’u inceleyenlerin en çok dikkatini çeken husus, Anzakların düşmanlarının cesurluklarını ön plana çıkarma özellikleri olmuştur”… Bean düşmanlarını gösterişli bir şekilde tasvir ediyordu; ‘Abdul’ isimli şiiri, Türklerin cesaretini [şu şekilde]onaylıyordu: “We will judge you Mr Abdul by the test by which we can, that with your breath, in life, in death, You played like the Gentleman.”5

Ancak Bean’in idealleştirdiği Avustralya askerlerinden sadece birkaçı bu görünümü paylaşmaktaydı. 1915 yılının ilk aylarında, Türkler ile ilgili görüşleri ‘düşmandan’ öteye gitmiyordu. Yapılan propaganda işe yaramıştı ve sert çatışmaların ancak ilk birkaç haftasından sonra Avustralyalı askerler karşılarındakilerin insani niteliklerini anlamaya başladılar ve daha sonra onları, bir anlamda kaderin kendi kontrolleri dışında her iki tarafa getirdiği bu savaşın vahşetini paylaştıkları insanlar olarak gördüler. O andan sonra Türkler artık ‘resmi propagandanın tasvir edilemeyecek canavarı’ olarak görülmemeye başladılar. Türk de insandı ve Anzaklar kadar hassastı. Onun da kanı akıyordu, korkarak acı çekiyordu ve çığlıklarla ölüyordu; onlar da arkasında acılı ana-babalar ve dul eşler bırakıyordu.6 Bean, tüm zahmetli araştırmaları sonucunda, Avustralyalı askerlerin Türkler hakkındaki düşüncelerinin, kendisinin sahip olduğu değerli düşman ideali ile uyuştuğunu ortaya koydu. Bean’in, Diggerların -Avustralya askerleri- kahramanlık ideallerini izah edebilmesi için, 1915’in ilk yıllarındaki Türk karşıtı hislerin kimi zaman acımasız gerçekliklerinin arındırılması ve hatta etkilerinin yok edilmesi süreci gerekli idi.

Aynı savaşın daha tarafsız yaklaşımlı bir tarihi ise, Avustralya ordusunun sıhhiye hizmetlerinin resmi tarihidir.7 Bir sıhhiye subayı olan Albay A.G. Butler, her iki tarafı da siperlerde savaşan askerler olarak gördüğünü yazmıştır. Ancak, burada da gerçek Türk’ü arayanlar hayal kırıklığına uğramaktadır; çünkü Butler’ın yayımlanmamış çalışmaları Türkler hakkında ne düşman olarak ne de klinik bir hasta olarak hiçbir tanımlamada bulunmamaktadır. Butler daha ziyade, düşmanın zehirli gaz kullanmadığını ve hem hastane gemilerine hem de Kızılhaç bayrağına saygı gösterdiğini belirtmekle yetinmiştir.

Bean, resmi tarihinin sadeleştirilmiş bir versiyonunda özellikle Gelibolu çıkarması üzerinde duran kısa bir çalışma yayımlamıştır.8 Türk birliklerini ve bunların özelliklerini ayrıntılı bir şekilde ele almasına rağmen kesinlikle Türklerden düşman olarak bahsedilen hiçbir çözümleme bulunmamaktadır. Bu, aynı çalışmada Avustralya ve bazen de Yeni Zelanda birliklerinin ayrıntılı olarak incelenmesi ile bir zıtlık sergilemektedir. Ancak Bean 1 Mayıs tarihinde günlüğüne şunları yazmıştır: “Kampa her gün Türk tutsaklar getiriliyor. Avustralyalılar bu tutsaklara kesinlikle iyi gözle bakmıyorlar. Sakat bırakma ile ilgili hikayeler duymuşlar… Dolayısıyla, adamlarımız -Avustralyalılar- düşmanla karşılaştıklarında tutsak almayacaklar”.9 Bean kendi tarafında bir başarısızlığı kaydetmiştir: “Türk askerlere kendi tarafınızda [Gelibolu’da] bu şekilde davranılması insanın yüzünü kızartıyor”.10 Çıkarmanın en şiddetli ilk birkaç gününde teslim olan bazı Türk askerler süngülenmişti veya vurulmuştu.

Gelibolu’daki savaşa Avustralya birliklerinde faal olarak katılan ve karşı siperlerdeki Türklerle karşı karşıya gelen askerler tarafından yazıldığı kadarıyla, yapılan gözlemler resmi tarihin sade versiyonlarından genellikle daha canlı olmuştur. Ancak buradan da, muadilleri olarak bahsedilen kısımlar da dahil olmak üzere, Türkler ile ilgili olarak tam bilgi edinmek mümkün değildir. Genellikle sade bir şekilde, hedef, eğlence kaynağı, ölümcül bir manzaranın yorucu bir unsuru ya da -daha nadir olmak üzere- aynı acıları paylaşan insanlar olarak görülmüştür.

Günlükler ve Anılar

Belirgin kısıtlılıklarına rağmen, askerlerin günlükleri de günümüze kadar ulaşan resmi belgeleri destekleyici nitelikteki önemli tarihsel kaynaklardır. Düşünceli Avustralya askerleri açısından, özellikle kırsal bölgelerden askere alınan birlikler ile karşılaştırıldığında iki halk arasındaki benzerlikler oldukça çarpıcı gelmiş olmalıdır. Bu durum, günümüz yorumcularından biri tarafından çalışmalarında şu şekilde dile getirilmiştir: “Düşman Türkler bile, küfredilen bir rakipten ziyade aynı baskıya maruz kalan kader arkadaşları olarak görülmekteydi”.11 Her iki orduda da kırsal bölgelerden gelen çok sayıda asker mevcuttu. Savaşın patlak vermesi birçok cahil ve memleket özlemi çeken insanın silah altına alınmasına yol açmıştı.

Dolayısıyla, Anzakların Türk rakiplerine karşı kıskançlık dolu bir hayranlık besledikleri anlaşılmaktadır-Günümüz standartlarına göre aşırı milliyetçi gibi görünen kıyaslamalar yoluyla ortaya konulsa bile, bu hayran-

lık Gelibolu’da bulunan diğer ülkelerin askerleri tarafından da duyulmaktaydı. “Ülkelerinden uzaktaki çok sayıda Avustralya askerinin gölgesinde kalan [örneğin] Yeni Zelandalılar, belki de Türklerden başka milletlerde görülmeyen bir zihinsel direniş haline dönüşecek özellikler sergileyecekti.12 Avustralyalı askerlerin Türklere bakışı, genellikle hiçbir duygusallık ya da his içermeyen açık ve hatta muhtasar bir nitelikteydi. Örneğin; “Sabah pusuya yatıp bir kovuktan bakan bir Jacko vurdum. Tavşan avından farkı yoktu”.13 Yine benzer şekilde; “Türkleri bir periskoptan nişanlayıp vurmak büyük bir zevk. Türklerin çok iyi bir mizah anlayışı var. Eğer birinin kafasına nişan alıp onu ıskalarsanız, sizinle alay etmek için kürek sallıyorlar ve çeşitli şakalar yapıyorlar.”14 Bir başka örnek ise bir çarkçı çavuşundan: “Burada söyleyebileceğim tek şey şudur; Türkler öylesine büyük savaşçılar ki tam çocuklarımıza göreler. Onları karşımızda düşman olarak görmüyoruz. Çok dürüstçe savaşıyorlar.15 1915 yılının sonlarına doğru, artık savaşın bitmesinin dört gözle beklendiği dönemlerde, Türklere artık neredeyse aynı acılara maruz kalan ve dayanan kader arkadaşları olarak bakmaya başladılar. 1920’lerde Komünizmin geçici olarak popüler olduğu kısa süreli dönemde geçerli olan bu düşünce, aynı dönemde Avustralyalılar tarafından yazılan çalışmalara yansımamıştır.

1930’lu yıllarda Avustralya’da geniş bir okuyucu kitlesine sahip olan Avustralyalı yazar Ion Idress de Anzakların arasında hafif süvari olarak savaşmıştır. Idress Eylül 1915’te günlüğüne şunları yazmıştır: “Biraz önce Quinn’s Post’ta çok eğlendik ve gülmekten kırıldık. Çocuklar bir hedef tahtasını siperin üzerinde havaya kaldırıp sallıyorlardı. Türkler hedefi her vurduklarında çocuklar vuruşu işaretliyordu. Hedefin dışına isabet eden atışlarda ise hedefin dışını işaretliyorlardı. Karavana atışlarda ise alaylı şekilde bağırıyorlardı. Türkler de sesli şekilde kahkahalar atıp ateş etmeye devam ediyorlardı. Bir süre sonra subay geldi ve tabii ki eğlence sona erdi.”16


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin