Zamanın Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 24 Eylül 1958 tarihinde BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Cezayir sorununa da değinmiştir. Zorlu, konuşmasında, Türkiye’nin Cezayir problemini derin bir üzüntü ile izlediğini, adil bir çözüme ulaşılması gayretlerinin akim kaldığını, ancak bu mutsuz ülkede insanların sefaletinin hüküm sürmeye devam ettiğini, durum daha da kötüleşmeden uzlaşmayı yeğleyen tüm çabaların yürekten teşvik edilmesi gerektiğini söylemiştir.40 Dışişleri Bakanı Zorlu’nun bu konuşmasının büyük bölümünü Kıbrıs sorununa ayırmış olduğunu da görüyoruz. Bu husus da o zamanki Türk dış politikasının önceliklerini göstermesi açısından göz önünde bulundurulmalıdır.
Öte yandan, Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Seyfullah Esin, 12 Aralık 1958 tarihinde BM Genel Kurulu’nun Birinci Komitesi’nde Cezayir Sorununa ilişkin gündem maddesinin görüşülmesi sırasında yaptığı konuşmada, Cezayir ve Türkiye’nin 300 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti içerisinda birlikte yaşadıklarını, akrabalık, ortak inanç ve kültürün iki ülkeyi birleştiren bağlar olduğunu, Türkiye’nin birçok ülke gibi Cezayir’deki durumdan kaygı duyduğunu, aynı zamanda, Türkiye’nin Fransa ile güçlü kültürel ve siyasal bağları bulunduğunu, bu bakımdan Türk hükümetinin, iki tarafça kabul edilebilir adil bir çözüm aracılığı ile Cezayir halkının çektiği sıkıntıların sona ermesini istediğini belirtmiştir. Esin, 13 Aralık 1958 tarihinde BM Genel Kurulu’nda, bazı devletlerin temsilcilerinin görüşlerine yanıt verirken, Cezayir’in hiçbir zaman Osmanlı Devleti ile savaşmadığını, aksine Cezayir’de egemenliğin Fransa’ya devredilmesinden sonra, çok sayıda Türk’ün Cezayirliler ile birlikte Fransızlara karşı savaşmaya devam ettiğini, Fransızlar tarafından serbest bırakılan Abdelkader’in Türkiye’ye yerleştiğini, Cezayir’in 18. yüzyıldan başlarından itibaren fiilen bağımsız olduğunu, Osmanlı Sultanı ile bağının kağıt üzerinde kaldığını belirtmiştir.41
Esin’e yanıt veren Hindistan Temsilcisi Krishna Menon, daha önce yaptığı konuşmaya değinerek, Osmanlı Devleti’nin 1830’da Cezayir’i Fransa’ya teslim ettiğini, Büyükelçi Esin’in Cezayir Ulusal Kahramanı Abdelkader’e yaptığı göndermenin Türkiye ile ilgisi bulunmadığını, zira Fransa’ya karşı direnmenin Fransız birliklerinin Cezayir’i işgali ile birlikte Abdelkader’in liderliğinde başladığını söylemiş olduğunu belirtmiştir. Kuşkusuz Menon’un görüşlerinin tarih gerçekleri
karşısında hiçbir değeri yoktur. Fransa’nın Cezayir’i işgal ettiği sırada Osmanlı Devleti’nin uzak bir Eyaletini koruyacak gücü olmadığı gibi, Cezayir ile eşzamanlı olarak Osmanlıların Yunanistan’ın bağımsızlığını da tanımak ve başka birçok sorunla uğraşmak zorunda kaldıkları bilinmektedir. Ayrıca, Cezayirli tarihçilerin de kabul ettiği gibi Türkler, Cezayir’i İspanyol sömürgesi olmaktan kurtarmış ve bir Cezayir kimliğinin yaratılmasını sağlamıştır. Hindistan temsilcisinin davranışı, o zaman uluslararası ilişkilere egemen olan Doğu, Batı ve Bağlantısızlar Hareketi ayırımından kaynaklanan bağlantısızlık politikası ile ilişkilidir. Zira Türkiye Batı içerisinde yer alan ve eleştirilmesi gereken bir ülke olarak görülüyordu.
1830’da Fransa’nın Cezayir’i işgalinden sonra, Emir Abdelkader 1832’de Oran bölgesindeki kabileler tarafından Fransızlara karşı mücadele için Sultan ve Halife ilan edilmiştir. Kendisi Emir unvanı ile yetinmiştir. 1846’da Fas’a kaçan Abdelkader birkaç ay sonra Cezayir’e dönmüş ve Fransız kuvvetlerine karşı bir zafer kazanmıştır. Ancak, Fransa Abdelkader’in direnişini kırarak kendisini tutuklamış ve Fransa’da hapse göndermiştir. Fransızlar Cezayir Ulusal Kahramanı Abdelkader’i 1852’de serbest bırakmıştır. Abdelkader Türkiye’ye gelerek 1853’de Bursa’ya yerleşmiştir. 1855’de Bursa’da meydana gelen deprem üzerine Emir Abdelkader İstanbul’a gitmiş ve daha sonra Osmanlı ve Fransız hükümetlerinin izni ile o zaman Osmanlı Devleti’nin bir Vilayeti olan Suriye’ye giderek Şam’a yerleşmiş ve 1883’te Şam’da vefat etmiştir.42 Cezayir Ulusal Kahramanı Emir Abdelkader’in Türkiye ile bu ilgisi Hindistan daimi temsilcisinin tarih gerçeklerinden habersiz olduğunu göstermektedir.
1961’de Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Cezayir’in Fransa’nın iç işi olduğunu açıklamıştır.43 Ancak, bu açıklamanın Kıbrıs sorununun başlangıcındaki Türk tutumu ile benzerlik göstermesi de dikkati çekmektedir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Eylül 1961-Şubat 1962 döneminde yapılan toplantılarında Cezayir Sorunu ile ilgili olarak yapılan oylamada Türkiye olumlu oy vermiştir. Böylece 1962’de bağımsızlığına kavuşan Cezayir’de Türkiye 1963 yılında Büyükelçilik açmıştır.
Başbakanlığı döneminde Cezayir’i ziyaret eden Turgut Özal’ın, 1958’de Türkiye’nin BM’de kullandığı çekimser oyun o zamanki koşulların empoze ettiği bir yanlışlık olduğu yolunda Cezayir yetkililerine açıklamalarda bulunduğu, Cezayir yetkililerinin de bu sayfanın artık kapandığına değinerek iki ülke ilişkilerinin gelişmesinden memnunluk duyduklarını söyledikleri bildirilmiştir.
Kamuoyunda fazla bilinmeyen bir husus da Türkiye’nin, Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ve Başbakan Adnan Menderes’in talimatı ile, iki ayrı kez, Tunus üzerinden Cezayirli direnişçilere gizlice yardımda bulunmuş olmasıdır. Türkiye, bu çerçevede, Cezayir’e bir kez silah, ikinci kez de haberleşme cihazları göndermiştir. Bu bilgiler 1999 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Cezayir ziyareti sırasında basına yansımıştır.
DİPNOTLAR
1 Histoire de l’Empire Ottoman, sous la direction de Robert Mantran, Fayard 1989, sayfa 160.
2 Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995, sayfa 1.
3 Robert Mantran, Histoire de l’Empire Ottoman, Fayard 1989, Paris, sayfa 110-111.
4 Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., cilt II, sayfa 279-306.
5 Dimitri Kitsikis, l’Empire Ottoman, Presses Universitaires de France, Paris 1985, sayfa 85-90.
6 Arnold Toynbee, A Selection from his Works, Edited by E. W. F. Tomlin, Oxford University Press, Oxford, London, New York 1978, sayfa 81.
7 Mahfoud Kaddache, l’Algérie durant la Période Ottomane, Office des Publications Universitaires, Alger 1998, sayfa 233-235; Histoire Générale de l’Afrique, V. L’Afrique de XVIe au XVIIIe Siècle, Présence Africaine/Edicef/UNESCO, Paris 1998, sayfa 121-122.
8 Mahfoud Kaddache, L’Algérie durant la Période Ottomane, Office des Publications Universitaires. Alger 1998, sayfa 3-10.
9 Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995, sayfa 363-390.
10 Yılmaz Öztuna, Orta ve Doğu Afrika’da Türkler, Hayat Tarih Mecmuası, No 7, Ağustos 1973.
11 Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995, sayfa 391-400.
12 Xavier de Planhol, L’Islam et La Mer, La Mosquée et Le Matelot, VII et XXe Siècle, Librairie Académique Perrin, Paris 2000, sayfa 394-396.
13 Yılmaz Öztuna, Orta ve Doğu Afrika’da Türkler, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 7, Ağustos 1973.
14 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti, Habeş Eyaleti, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1996.
15 Paul Henze, Eritrea’s War, Confrontation, International Response, Outcome, Prospects, Thama Books, Addis Ababa, 2001, sayfa 229-230.
16 Cengiz Orhonlu, Osmanlı-Bornu Münasebetine Aid Belgeler, Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Mart 1969, sayfa 125.
17 Cengiz Orhonlu, a.g.e., sayfa 120.
18 Zakari Dramani-Issifou, L’Afrique Noire dans les Relations Internationales au XVIe Siècle, Centre de Recherches Africaines, Editions Karthala, Paris, sayfa 217.
19 Ahmed Mohammed Kani, Introduction and Consolidation of Islam in the Central Sudan: With Special Reference to Kanem Borno and Hausa Land, up to the Seventeenth Century, La Civilisation Islamique en Afrique de l’Ouest, Communications du Symposium International tenu les 27-30 décembre 1996, Dakar, Sénégal, Edité par Samba Dieng, Le Centre de Recherches sur l’Histoire, l’Art et la Culture Islamique (IRCICA): Istanbul 1999, sayfa 9-15.
20 Michael Crowder, “The Story of Nigeria’’, Faber and Faber 1980, London, sayfa 33 ve 35.
21 B. G. Martin, Mai İdris of Bornu and the Ottoman Turks, 1576-78, International Journal of Middle East Studies, XXXII, sayfa 470-490, 1972, Cambridge.
22 Fernand Braudel, La Méditerrannée et le Monde méditerranéen à l’époque de Philippe II, Tome 2, Armand Colin, 1990, Paris, sayfa 140-150.
23 Cengiz Orhonlu, Osmanlı-Bornu Münasebetine Aid Belgeler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Mart 1969, sayfa 126.
24 Cengiz Orhonlu, a.g.e., sayfa 117.
25 Dr Ahmet Kavas, Osmanlı-Tibu Münasebetleri: Büyük Sahra’da Reşade (Çad) ve Kavar (Nijer) Kazalarının Kurulması, İslam Araştırmaları Dergisi, İstanbul, Sayı 4, 2000, sayfa 69-104.
26 Dr Ahmet Kavas, L’Activité des Turcs au Tchad et au Niger de 1850 à 1913, Communications du Symposiım International sur la Civilisation Islamique en Afrique de l’Ouest, Dakar, Sénégal, 26-30 Décembre 1996, édité par Samba Dieng, Le Centre de Recherches sur l’Histoire, l’Art et la Cul ture Islamique, Istanbul 1999, sayfa 283-299.
27 Gilbert Sinoué, Le Dernier Pharaon, Méhémet-Ali (1770-1849), 1997, Editions Pygmalion/Gérard Watelet, Paris, sayfa 173-192.
28 Anders Bjorkelo, University of Bergen, “The Territorial Unification and Administrative Divisions of Turkish Sudan, 1821-1885.” Sudan Notes and Records, Khartoum 1997, sayfa 25-46.
29 Anders Bjorkelo. a.g.e., sayfa 25.
30 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul 1994, sayfa 276-277, Ebubekir Efendi.
31 Ahmet Uçar, 140 Yıllık Miras, Güney Afrika’da Osmanlılar, Tez Yayınları, Istanbul 2000, sayfa 333-334.
32 Ahmet Uçar, 140 Yıllık Miras, Güney Afrika’da Osmanlılar, Tez Yayınları 2000, İstanbul, sayfa 186.
33 Bashir Adigan, “Shitta-Bey Installed Sixth Seriki Muslumi”, 16 January 1996, The Guardian, Lagos.
34 Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995, 76-82, 186-187.
35 Dr. H. Ahmed Schmiede, Alman Asıllı bir Osmanlı Devlet Adamı ve Alimi, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Ocak 1991, No. 49. sayfa 16-20 ve aynı derginin Şubat 1991 sayısı, sayfa 30-34.
36 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 11, İstanbul 1995, Emin Paşa (1840-1892) Alman Asıllı Osmanlı devlet adamı ve alimi, sayfa 117-119.
37 Semih Günver, “Tanınmayan Meslek’’, A. Ü. SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara 1984, sayfa 122.
38 United Nations General Assembly Official Records, Agenda Item 63 Annexes Thirteenth Session, New York 1958, Document A/3853 v3 Document A/4075.
39 UN Official Records General Assembly Thirteenth Session Plenary Meetings sayfa 627 New York 1958.
40 UN Official Records, General Assembly 756th Meeting 24 September 1958, sayfa 119, New York 1958.
41 UN Official Records, General Assemly Thirteenth Session First Committee 1021st Meeting 12 December 1958 sayfa 368 ve First Committee 1022nd Meeting 13 December 1958 sayfa 375, New York 1958.
42 Abd El-Kader, Lettre aux Français, Editions RAHMA 1992, Alger.
43 Semih Günver a.g.e., sayfa 122.
İslami Birliğin Sağlanmasına
Yönelik Çabalar
PROF. DR. JACOB M. LANDAU
Hebrew Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi / İsrail
1.Giriş
İkinci Abdülhamid dönemi nesli, Avrupa ve Asya’nın geniş bir bölümünde değişik Pan-ideolojilerin yükseliş ve gelişmesi şahit olmuştur. Temel olarak, söz konusu ideolojiler, değişik coğrafi alanlarda yaşayan soydaş milletlerin desteğini kazanarak güçlerini artırma çabasında olan milliyetçi hareketlerin yansıması olarak kabul edilebilir. Ayrıca, genelde savunmacı karakterli olmakla beraber zaman zaman istilacı da olabilirler.1 Genelde “Pan-İslamizm” olarak adlandırılan İslami Birliğin sağlanması çabaları, soydaşlıktan ziyade aynı dine mensup değişik insanların din kardeşliği üzerine odaklanmıştır. Pan hareketlerinin çoğu diaspora boyutlu olmasına karşın,2 Abdülhamid zamanındaki Pan-İslamizm, Sultan’ın imparatorluk politikalarını oluşturduğu ve ülkeyi yönettiği sarayın bulunduğu İstanbul’da, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisinde merkezileşmiştir.
2. İdeolojik Dayanaklar
Güçlü İslami duygular, pratikte her zaman var olmakla beraber, 19. yüzyılda ve özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında kamuoyunda ağırlığını açıkça hissettirmeye başlamıştır. Dünya çapında okur yazarlığın artması ve basının günlük hayata daha fazla girmesi ile değişik Müslüman toplumlar arasında bir bağ oluşmuş, hatta İslami bir dayanışma belirgin hale gelmiştir. Abdülaziz’in hükümdarlığı sırasında Müslümanların sıkıntı içinde olmaları ve Müslüman bölgelerin kaybedilmesi karşısında büyüyen bir tepkinin varlığına dair pek çok belirti mevcuttur.3 Ancak, çok daha somut bir Pan-İslamist ideolojisinin ortaya çıkışı ve Osmanlı İmparatorluğu dahilinde organize bir fikir hareketinin varlığı, Abdülhamid zamanına rastlamaktadır.
Mevcut İslam ve Avrupa kaynakları, son derece az, bazen çelişkilerle dolu ve çoğu zaman yetersizdir. Bununla birlikte, planlı Pan-İslamik hareketler dahilinde meydana gelen bir dizi koordineli çabanın, iki safhada ortaya çıktığı belirtilebilecektir: İdeolojik propaganda ve organizasyonel faaliyetler. Burada temel olarak II. Abdülhamid’in iktidarda gerçek bir güç olarak bulunduğu 1876-1908 yılları ele alınacaktır (II. Abdülhamid’in kukla hükümdar olarak tahtta bulunduğu 1908-1909 arası ve Selanik’teki sürgünden döndüğü 1912 sonrası dönem konu edilmeyecektir).4 Söz konusu hareketlerin pek çoğunun, muhalif İslam karakteristiğine sahip olduğu söylenebilir. Ancak bu hareketleri bir bütün dahilinde anlayabilmek için açık veya gizli politik amaçlarını da belirlemek gerekecektir. Sultan ve danışmanlarının öncelikli üç amaçları olduğu görülmektedir; 1, Sultan’ın Müslümanların halifesi sıfatı ile gerek Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde, gerekse Müslümanların yaşadığı diğer yerlerde Müslümanların lideri konumunda olduğu fikrini güçlendirmek;5 2, dönemin en büyük bağımsız Sunni-Müslüman devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bekası için Müslümanlardan asker toplamak ve 3, İmparatorluğun düşmanı ve/veya hasmı durumundaki Avrupa ülkelerinin her türlü hasmane hareketi kar-
şısında birleşik ve dayanışma içerisinde bir Müslüman toplum imajı çizmek ve Osmanlı’ya düşman Avrupa güçlerine, hakim oldukları kolonilerde yaşayan Müslüman nüfusuna dahi etki edebileceği görüntüsü vermek.
3. Propaganda
Müslümanlığın toplum hayatı ile bireylerin özel hayatlarındaki ro-
lünü güçlendirmek için İslamın teşvik edilmesi amacıyla Sultan’ın başvurduğu karakteristik uygulamalardan biri olan propaganda, sadece “İslamcılığı” değil, siyasi kuralların yönlendirdiği İslam Birliği üzerinde etkin olan Pan-İslamizmin politik çerçevesini de teşvik etmekteydi.
Propaganda yolu ile, hacca gidenler aracılığıyla Pan-İslamik düşüncelerin yayılmasına ve askeri birliklere İslami birliğin politik faziletlerinin aşılanmasına çalışılmıştır.6 1892 yılında kurulan “Aşiret Mektebi” veya kabile okulları, sadece Arap aşiret reislerinin (ve diğerlerinin) sadakatini güçlendirmek görevini yerine getirmemiş, aynı zamanda aşiret reislerinin oğullarını İslam ve Pan-İslamizm düşüncesine göre eğitme işini de üstlenmişlerdir.7
Değişik yerlerden seçilen öğrencilere, ülkelerine geri döndüklerinde Pan-İslamizm propagandası yapabilecekleri düşüncesi ile İstanbul’da eğitim olanakları da sağlanmıştır.
Basın da, dünyanın her yerindeki Müslümanların halifesi ve Pan-İslamizm hareketinin başı olan Sultan’a sadakati okuyucularına öğütleyerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun başında bulunanların menfaati doğrultusunda hizmet etmiştir. Basın, geniş kitlelere hitap edebilmesi, genelde ılımlı tavrı ve aşırı finansal zorluk içinde bulunması (bu özelliği basının satın alınabilir olduğunu da göstermektedir) bakımından propaganda avantajı sağlamaktaydı. Ancak propaganda açısından en büyük handikap, İslami gazeteler ile dergilerin sadece hitap ettikleri okuyucu kitlesi tarafından anlaşılabilen çok değişik sayıda dilde basılıyor olmalarıydı. Bu da, her zaman sağlanması mümkün olmayan büyük miktarda parasal kaynak anlamına geliyordu. Bu durumda Sultan’ın Pan-İslamik propagandası, etkinliği daha yüksek olan basını desteklemek ve finanse etmek şeklinde gelişmeye başlamıştır. Bu gazetelerden bir tanesi de 1897 tarihinden itibaren yayın yapan ve Mehmet Tahir isimli şahıs tarafından İstanbul’da çıkartılan Malûmât gazetesidir. Hükümet tarafından sübvanse edilen Malûmât, imparatorluk sınırları içinde ve dışında son derece ucuz fiyata satılmakta, hatta yasaklanan ülkelere kaçak olarak sokulmaktaydı. Gazete başlangıçtan itibaren iki yüzlü bir yol benimsemişti. Öyle ki; bir tarafta Avrupalı güçleri İslam Birliği’nin tamamen ruhani bir konu olduğuna ve politik fanatizm ile ilgili bulunmadığına ikna etmeye çalışıyor, diğer taraftan ise tüm Müslümanları aynı Avrupalı güçlere karşı kışkırtarak birleşmeye, koruyucuları ve halifeleri II. Abdülhamid’e güvenmeye ve haç ile paganizme karşı hilalin zaferi için çalışmaya teşvik ediyordu.8
Görünen odur ki; propaganda faaliyetlerinin çoğu yabancı dilde yayın yapan basın organlarına yönelmişti. Bu noktada asıl amacın, Sultan’a/Halife’ye sadakatleri fazla belirgin olmayan ve Pan-İslamizme karşı tavırları ile güven vermeyen Müslümanlara etki etmek olduğu
söylenebilir. Türkçe ve Urdu dilinde yayınlanan Peyk-i İslam isimli Urdu gazetesi, 1881 yıllarında İstanbul’da törenle yayın hayatına ve Hindistan’da dağıtılmaya başlanmıştır. Diğer gazeteler de bunu izlemişlerdir.9 Öte yandan, Avrupalı güçlerin topraklarında yaşayan Müslümanlar gibi, imparatorluk sınırları içinde hayatlarını sürdüren Arap Müslümanların son derece önem arz etmelerinden dolayı, Arap basın-yayın organlarında dikkatli bir gazetecilik çalışması ile Pan-İslamik propaganda materyalleri yer almaktaydı. Al-Caua’ib, bu duruma iyi bir örnek teşkil etmektedir. 1860 yılından itibaren İstanbul’da basılan ve resmi olarak hükümet politikaları lehinde yayın yapan bu haftalık Arap gazetesi, 1881 yılından başlamak üzere sübvanse edilmekteydi. Söz konusu gazete, 1887 hatta daha önceki yıllardan itibaren Suriye ve Kuzey Afrika ülkeleri gibi imparatorluğun Arap Eyaletleri’ndeki Pan-İslamik yazılı propagandanın adeta öncüsü durumunda olmuştur. Al-Caua’ib öyle fütursuzca Pan-İslamizm propagandası yapmaktaydı ki, gazete dönem dönem Hindistan’da İngilizler10 ve Kuzey Afrika’da Fransızlar11 tarafından yasaklanmıştı. Politik bir yaklaşım gösteren gazete, sürekli olarak tüm
dünyadaki okuyucusu olan Müslümanları, Sultan’ın liderliğinde ve Müslüman bölgelerinde birleşme için çalışmaya çağırıyordu. Gerçekten Müslüman topraklarına saldırıların olduğu zamanlarda haftalık gazete daha sert ve doğrudan ifadeler ile tüm Müslümanları birlik olmaya çağırıyordu.12 Yukarıda bahsedilen iki yüzlü yaklaşımın basın-yayın organlarında nasıl kullanıldığı burada açıkça görülmektedir. II. Abdülhamid’in sarayında üretilen ve Londra ile Paris’te dağıtımı yapılan gazete ve broşürler, bir taraftan Pan-İslamizmin şiddet karşıtı karakterini vurgularken,13 bir taraftan da birleşik İslamın gücü konusunda üstü örtülü uyarılarda bulunmaktaydı.
4. İmparatorluk Politikaları
Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde finansal yatırımlar yapmaya teşvik eden ve başkent ile eyaletlerde yaşayan Müslümanları önemli noktalara erişebilmeleri için destekleyen İslami politikaların yanı sıra, imparatorluk politikalarının net bir Pan-İslamik boyutu da mevcuttu. Bu Pan-İslamik boyutun yansımaları genellikle, dünyanın her yerindeki Müslümanların Hıristiyan tehdidi altında olduğunun ifade edilmesi, Avrupalı güçler ile Çarlık Rusyası veya Hindistan’da yönetimi ele geçirmiş yabancıların (aslında Hıristiyanların), egemenlikleri altına aldıkları impartorluğun eskiden sahip olduğu topraklarda yaşayan Müslümanların hayatlarına, Hıristiyanları korumak adına artan şekilde müdahale etmesine karşı çıkmak şeklinde olmaktaydı.
Politikaların çoğu, gayri resmi veya gizli faaliyetler yoluyla uygulanmaktaydı. Ancak Osmanlı Konsoloslukları ile temsilcilikleri tarafından, çoğu Avrupa ülkesi olmayan Hindistan,14 Endonezya,15 Çin, Japonya, Kuzey Afrika ve II. Abdülhamid’in anılarında belirtiği Java gibi16 ülkelerde resmi düzeyde de Pan-İslamizm propagandası yapılmaktaydı. Her ne kadar Sultan’ın Pan-İslamik faaliyetleri hakkında -genelde Sultan’ın tüm hareketlerinin bir gizlilik örtüsü altında olmasından dolayı- fazla bir bilgiye sahip olmasak da, beraberlerindeki propaganda konusunda maharetli muhabirlerle şeyhlerden müteakip resmi misyanların17 1877’deki Afganistan, Fransa’nın Tunus’u, İngiltere’nin de Mısır’ı işgalini müteakip, 1880’lerin başında Kuzey Afrika ziyaretleri, bize, sultanın Müslümanlara yönelik politikası hakkında fikir verebilir. Aslında 1881-1882 yılları, Müslümanlara zulüm uyguladığı ve ayrımcılık yaptığı iddiası ile Avrupa hükümetlerine karşı Pan-İslamik hissiyatın politik açıdan kullanılmaya başlandığı yıllardır. Söz konusu duruma paralel olarak kısa ömürlü olmalarına rağmen Paris, Londra ve diğer yerlerde Pan-İslamik dernekler kurulmuş, imparatorluk içerisindeki birtakım İslami dernekler de değişik ülkelere sızdırılmaya çalışılmıştır.18 Gerek resmi gerekse gayri resmi ajanlar, Avrupa ülkelerinin yanısıra Afganistan, İran ve Afrika’nın belirli Müslüman ülkeleri ile Müslüman olmayan Hindistan ve Balkan ülkelerine gönderilmişlerdir. Ajanlar bu ülkelerde yaşayan Müslümanların II. Abdülhamid’in Pan-İslam politikalarını desteklemeleri için faaliyet göstermişler ve İslamın selameti için işbirliği yapmalarını sağlamaya çalışmışlardır.19
Sultan’ın Pan-İslamizm politikalarını şekillendirmek amacıyla uygulamaya koyduğu en belirgin çabası, hatta belki de II. Abdülhamid saltanatının en büyük dış ilişkiler başarısı, yeni Alman Devleti’nin hükümdarı olan Kayser II. Wilhelm ile olan özel ilişkisidir. Önde gelen Avrupalı güçlerden biri olan Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun ilişkisinde politik, ekonomik ve askeri menfaatler kadar Pan-İslamizm faktörü de varlığını hissettirmektedir.20 Kayser Osmanlı İmparatorluğu’na yapmış olduğu ikinci ziyareti esnasında gittiği Hayfa, Kudüs, Şam ve Beyrut’u gezdikten sonra kendisini açık olarak “300 milyon Müslümanın saydığı Sultan’ın arkadaşı” olarak tanımlamıştır.21 Bu ifade, II. Abdülhamid’in İslami Birliği sağlama gayretleri çerçevesindeki politikalarının, “gerçekleşmiş politika” olarak uluslararası platformda algılandığının ve destekleneceğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
5. Organizasyon
Bazı Osmanlı konsolosları ile temsilcilerinin, Pan-İslamik faaliyetlerine daha önce değinmiştik. Bununla birlikte, söz konusu faaliyetler gizli yürütüldüğünden, Sultan’ın Pan-İslami çabalarına hizmet eden organizasyon hakkında çok az bilgi mevcuttur. Organizasyon yapılanmasında, piramidin en üstünde şahsi serveti ile organizasyonu finanse eden bizzat Sultan’ın kendisi bulunmaktaydı. Faaliyet raporları doğrudan veya dolaylı olarak Sultan’a iletilmekteydi. Ancak bugüne kadar ne tek bir rapor, ne muhasebe kayıtları ne de yapılan harcamalara ait bir fatura gün ışığına çıkartılabilmiştir. İstanbul, her türlü Pan-İslamik faaliyetin planlandığı ve uygulamaya konduğu merkez durumundaydı. Sultan’ın danışmanlarından bazıları, sorumlu oldukları coğrafi bölgelerde Pan-İslamik faaliyetler ile propaganda çalışmalarının yürütülmesinden mesul idiler. Bu danışmanlar, Sultan’dan talimat alır, Sultan’a rapor verirlerdi.22 Bazı danışmanlar ise İmparatorluk sınırları içinde ve dışında yaşayan seçkin Müslüman şahsiyetlerin İstanbul’a davet edilmesi ve liberal bir misafirperverlik anlayışı ile ağırlanmasından, ayrıca yabancı uyruklu öğrencilere cömert miktarda burs verilmesinden sorumlu idiler.23 Davet edilenlerden, İslami ve Pan-İslamist mesajların, Sultan’ın arzuları doğrultusunda, propagandasını yapmaları beklenmekteydi. Pan-İslamist organizasyonlar hedefe ulaşabilmek için destek sağlayan gayrı-resmi bir şebeke görüntüsü vermekteydiler. Bu organizasyonlar, İstanbul’dan çok uzaktaki büyük Müslüman kitlelere herhangi bir fikri aşılamak gibi son derece ağır bir işi yapabilecek beceriden ise uzaktılar.
Dostları ilə paylaş: |