Osmanlı hükümeti Yoshida heyetini memnuniyetle karşılamıştır. Sultan II. Abdülhamid iki ülke arasında bir anlaşma yapmak üzere görüşmelerin başlatılmasını teşvik etmiştir. Daha sonra Yoshida Heyeti, Romanya’ya ve Budapeşte’ye, son olarak da heyetin dağıldığı yer olan Viyana’ya ulaşmıştır. Yokoyama ve tüccarlar Londra’ya gidip, Furukawa İtalya üzerinden ülkesine dönerken, Yoshida St. Petersburg’a gitmiştir.2
Japon Genel Kurmayı için ünlü istihbarat memuru Albay Fukushima Yasumasa’nın 1892-93 yıllarında at sırtında tamamladığı 438 günlük Orta Asya yolculuğu önemli bir ziyarettir. Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan böylesi bilgi toplama seyahatleri Japonların Rusya’nın nüfuzunu Güney’e yayma planlarını inceleme amaçlarının bir parçasıdır. Fukushima, 1895’te tekrar Tokyo’dan ayrılarak Afrika, Türkiye, Seylan ve Hindistan’ı kapsayan zor bir yolculuğa çıkar. Ertesi yıl 1896’da İran’a girer ve Orta Asya’ya geçer. Güney Arabistan’a dönüp, Hindistan’a, Tayland ve Vietnam’a geçer ve son olarak 1897’de Japonya’ya dönerek ayrıntılı bir rapor sunar.3
Zamanın buna benzer bir diğer istihbarat ziyareti de Ienaga Toyokichi’nin Taiwan’daki sömürge yönetimine bir rapor hazırlamak için afyon üretiminin durumunu araştırma amacıyla 1899’da İran, Türkiye ve Hindistan’a yaptığı yolculuktur. Ienaga, Basra Körfezi’ndeki Bushire’ye ulaşır ve Yoshida ile aynı rotayı izleyerek Tahran’a girer. İran’daki yolculuğundan sonra Bakü ve Karadeniz sahilindeki Batum’a, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a geçer. Ienaga, afyon üretimini incelemek üzere İstanbul’dan kara yolculuğuna girişir, böylelikle Anadolu’nun iç kısımlarında seyahat eden ilk Japon olacaktır. Son olarak, Suriye’ye geçerek, daha sonra Mısır ve Hindistan’a gider. 1900’de Ienaga Taiwan’a dönerek sömürge otoritelerine raporunu sunar.4
Japon heyetlerinin bölgeyle ilgili hazırladıkları raporlar, Meiji Japonlarının İslam dünyasını da içermekte olan Avrasya kıtası insanları hakkındaki düşüncelerini de yansıtmaktadır. Sonuçta, Osmanlı İmparatorluğu ve bölge hakkında Japonlara ait en az sekiz iyi bilinen çalışma ortaya çıkmıştır. Japonların -aşağıda da irdelenilecek olan- çok sayıda anlaşma yapma isteklerine karşın, iki ülke arasında kısıtlı kalan ilişkilere rağmen bu sayı oldukça fazladır. Gaimushh’nun bölgeyle temasları ve araştırmalarına bağlı olarak ortaya çıkan büyük sayıdaki çalışmalar Japon hükümetinin imparatorlukla olan anlaşma sorununu yansıtmaktadır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve Yakın Doğu’daki bölgelerini paylaşma amacında olan Rusya ve İngiltere açısından özel bir öneme sahip olan ve diplomaside Doğu Sorunu olarak bilinen Osmanlıların geleceği ile de ilgilidir. Diğerleri ise Albay Fukushima’nın eseri gibi bilgi toplama ziyaretlerinden kalan çalışmalar olup, Asya ve Avrupa’ya yapılan daha geniş yolculukların bir parçası olarak Os-
manlı üzerine kısımlar içermektedir. Bunların çok iyi bilinen bazıları; Furukawa Nobuyoshi’nin 1891 yılında Sambh Honbu (Genel Kurmay Başkanlığı) için yazmış olduğu Perushia Kikh (İran Yolculuğu Notları) ile Ienaga Toyokichi’nin Anadolu ve afyon sorunu üzerine hazırlayıp Taiwan sömürge yönetimine sunmuş olduğu, daha sonra Nishi Ajia Ryokhki (Batı Asya yolculuk Notları) olarak yayımlanmış olan çalışmalardır.
Dışişleri Bakanlığı Gaimushh’nun, 1911 yılında Okada heyeti tarafından Toruko jijh başlığıyla Türkiye koşulları üzerine hazırlanan raporu da önemli bir çalışmadır. Büyük olasılıkla İngilizce kaynaklardan tercüme edilmiş olan Gaimushh raporu, imparatorluğun etnik kurgusu üzerine detaylı bir çalışma olup, milliyetçilik ve çöküş üzerine eğilmekte oluşu açısından Doğu Sorunu yaklaşımının bir yansımasıdır. Raporun, Balkanlardaki milliyetçi akımlara karşı uzun bir süre Abdülhamid’in etnik politikalarını destekleyen bir unsur olan Arnavutluk’un imparatora sadakati ile ilgili kısmı ilginçtir. Bir diğer kısımda ise, Irak’ta gelişmekte olan pamuk üretimi ile ilgili Japonların iş yapma umutları, İngilizlerin bölgenin idaresini Osmanlılardan alışı açısından değerlendirilmektedir.5
Meiji liberal aydını Fukuzawa Yukichi’nin iyi bilinen Datsua -genç Japonya’nın Asya’dan ayrılarak Batı’ya katılması- düşüncesi, genel olarak Asya’nın çağdaş medeniyetin bir kaynağı olduğunu reddetmekte olup, bu İslam dünyasına ilişkin Batıcı Meiji görüşünün temelini oluşturmakta ve kısmen de Osmanlı’ya karşı Meiji tutumunu etkilemektedir. Bunmei-ron no Gairyaku’da (Medeniyet Savı Özeti, 1875) Fukuzawa, Osmanlılara ilişkin olarak dönemin standart bir liberal batıcı değerlendirmesini yapmaktadır: Osmanlılar bir zamanlar Avrupa’nın düşmanı olan muazzam bir güç olup, üç katlı dünya görüşü içerisinde ise Çin’le birlikte yarı aydınlanmış Asya ülkeleri sınıfına girmektedir. Japonya’nınsa Osmanlı ve Çin’in bulunduğu sınıf içerisinde kalma olasılığından kaçınması ve Batı tarafından temsil edilen aydınlanmış dünya sınıfına girmesi gerekmektedir.6
Antlaşma Sorunu
Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na ilgisi, Tokugawa Shogunlarının ABD donanmasının dayatması ile 1858 yılında zorunlu olarak imzalamaya mecbur bırakıldığı ‘Dostluk ve Ticaret Antlaşması’nın Japonya ve Batılı ülkeler arasında kurduğu “eşit olmayan antlaşmalar” düzenine karşı gelerek Shogunları deviren ve yeni bir rejim kuran Meiji yönetiminin, bu antlaşmaları eşit ve karşılıklılık ilkeleri doğrultusunda düzeltme çabaları ile başlar. Japonya’nın 1858 antlaşmaları, Osmanlı Devleti’nin Batılı ülkelere tanıdığı kapitülasyonlar ile aynı özelliklere sahip olduğundan bu ayrıcalıklar ile bir başka deyişle Batı emperyalizmi Japonya’da kanuni dayanağını elde etmiş olur. Ancak, Japonya ve Osmanlılar, Batılılara verilen antlaşma ayrıcalıkları sisteminin bir parçası oldukları halde, emperyalizm ve sömürgeciliğin 19. yüzyıldaki tarihinde, sömürgeleştirilmeden egemen güç olarak varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Özellikle 1838 İngiltere Osmanlı Ticaret Antlaşması, Osmanlı ekonomisinin kapılarını batı emperyalizminin dönüştürücü etkilerine açmış olup, bu Batı emperyalizminin Doğu Asya’ya girişini belirleyen Çin’in 1842 Nanking Antlaşması ve Japonya’nın 1858 antlaşmalarından birkaç yıl öncedir.7
Japonya ve Osmanlı arasındaki ilişkiler, 1871 yılında Batı başkentlerine 1858 antlaşmalarını düzeltme amacıyla gönderilen Iwakura heyetiyle başlamıştır. Heyetin Avrupa’yı ziyareti sırasında, Prens Iwakura sekreterlerinden biri olan Fukuchi Gen’ichirh’ya İstanbul’a giderek, Japonya’nın “eşitsiz anlaşmalar”dan doğan zor durumuna benzer olan Osmanlı’nın Kapütilasyonist antlaşmalarının şartları üzerinde çalışmasını emretmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki antlaşmaların uygulanışı üzerine raporlar bulunup, özellikle konsolosluk mahkemelerinin yargı yetkileri Japon otoritelerin özel olarak ilgisini çekmiştir.8 Japonya-Osmanlı ilişkileri açısından 1871’deki Fukuchi raporu imparatorluğun şartları hakkında bilgi verme konusunda tatmin edici olmamıştır. Bunun sonucu olarak Dışişleri Bakanı Terajima Munenori, Japonya’nın İngiltere’deki diplomatik temsilcisi Ueno Kagenori’ye Türk-Londra sefiri ile ilişki kurarak o ülkedeki şartları incelemesini ve Japonya’yla Osmanlı Türkiye’si arasında bir ticaret ve dostluk antlaşması imzalama olasılığını görüşmesini emretmiştir.9
Terajima’nın Ueno’ya mektubu, 19. yüzyılda Japon-Türk ilişkilerini sıkıntıya sokacak sorunun farkında olduğunu göstermektedir. Resmi bir antlaşmadan ziyade, Ueno renkli bir diplomatik dille alternatif bir formül getirmektedir:
“Türkiye birçok açıdan (dağları ve kayaları) bizim ülkemizi andırmaktadır ve biz bu ülkeye bir heyet ya da gözlemci gönderirsek birçok yarar elde ederiz….Bunu
akılda tutarak ve Türkiye ile henüz ticari ilişkilerimizin olmamasından dolayı, senin bizim iki ülkemiz arasında bir dostluk antlaşması yapmak için Londra’daki Türk sefirine ihtiyatla yaklaşmanı isterim.”
Siyasi dürtüler de Japonların Osmanlı İmparatorluğu’na olan ilgisini besleyen bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, Rusya tehdidine karşı bölgesel bir hattı güçlendirme kapsamında olup, özellikle Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu’nu koruma düşüncesiyle İngiltere tarafından cesaretlendirilen bir politikadır. Sürüncemede kalan antlaşma sorununa karşın İngiltere’nin, Japonya ve Osmanlı Türkiye’sinin Rusya’ya ilişkin ortak endişelerinin dolayısıyla daha sıkı ilişkiler kurmalarını teşvik ettiği gözlenmektedir. Bu strateji, güçsüz olmasına karşın Osmanlı’yı kendisi için 1854’teki Kırım Savaşı’ndan beri önemli bir bölgesel güç olarak gören İngiltere tarafından cesaretlendirilmiştir. Çok geçmeden, 1902’deki İngiltere-Japonya ittifakı ile yeni yükselen Asyalı güç Japonya’yı Rusya’ya karşı bir mendirek olarak görecek olan İngiltere’nin, Japonya ile Osmanlı arasında her düzeydeki ilişkileri desteklediği görülmektedir.
Osmanlı hükümeti ise, kendi açısından Japonya ile ilişkiler kurmak konusunda olumlu bir tavır içinde olmuş, özellikle Sultan II. Abdülhamid, Rusya’ya karşı işbirliği yapma gündemini paylaşarak Doğu’nun bu başarılı modernleşen gücü ile işbirliği kurma arzusunu göstermiştir.
Rusya’ya karşı reel politik çıkarlar tekrar kendini hissettirdiğinde, 1876’da İngiliz siyasetçileri Osmanlı Sadrazamı Mithat Paşa’ya yaklaşarak Osmanlıların Japonya ile sıkı ilişkiler kurmasını önermişlerdir. Böylece, 1878’de Japon savaş gemisi Seiki taşımakta olduğu bahriye öğrencileri ile İstanbul’a on iki günlük bir ziyaret yaparak uygun törenlerle kabul edilmişlerdir.10
Ancak, Japonya ve Osmanlı Türkiye’si arasındaki resmi ilişkiler, Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda kendilerinin Batılı Güçler gibi edinmek istedikleri antlaşma ayrıcalıklarını istemeleriyle çıkmaza girmiştir. Osmanlı Devleti’nin tavrı ise, gelecekte kademeli olarak kaldırmak istediği, fakat, varlığını sürdüren ve artık istenmeyen kapitülasyonist uygulamaları güçlendirecek bir antlaşmadan ne pahasına olursa olsun kaçınmak, şeklindeydi. Görüşmeler, St. Petersburg’da Osmanlı sefiri Şakir Paşa ve Japon sefir Yanagihara Sakimitsu arasında sürdürülmüştür. Yanagihara, Şakir Paşa’ya imparatorluğun yargı, hukuk, yönetim ve ticari sistemleri üzerine ayrıntılı bir sorular dizisi sunmuştur. Japonların sorgusunun bir amacı yabancılara ilişkin dava mahkemelerinin uygulanması ya da karma mahkemeler olup olmadığı hakkında bir şeyler bulmaktır. Her iki konu, Japon kamuoyunda sert tartışmalara yol açmaktaydı ve Japonya’nın büyük güçlerle antlaşmalarını düzeltme görüşmelerinde Batılı Güçlerle çeşitli defalar müzakere sorunları açmaktaydı.11
Şakir Paşa cevabında yeni Osmanlı kanun reformları sonrasındaki hukuki durumu ve “en ziyade mazhar ülke” ilkesinin Kırım Savaşı sonrasında 1856 Paris Antlaşması’na göre sona erdiğini açıklamıştır. Yüzyıllar boyu çok uluslu bir nüfusa sahip Türk Müslüman imparatorluğu olarak Avrupa’nın geleneksel düşmanı olan, ancak, şimdi ilk defa olarak “ bir Avrupalı devlet” olarak tanınmış olan Osmanlılar, İngiltere’nin Rusya’ya karşı savaşında Batı kamuoyunda “Büyük Türk” imajı ile oluşan kısa popülaritelerinden yararlanarak kapitülasyon antlaşmalarının düzeltilmesi için bir dayanak kazanmaya çalışmışlardır. Böylece, Osmanlı yetkilileri, gelecekte yeni ülkelerle yapacağı antlaşmalarda “en ziyade imtiyaza mazhar ülke” ayrıcalığını tanımak mecburiyetinden serbest kalmışsa da, ancak, o ana kadar Batılı Güçlere vermiş oldukları antlaşma ayrıcalıklarını sürdürmeyi zorunlu olarak kabul etmişlerdir.
Yine de, dönemin Sadrazamı Sait Paşa’nın hatıratı Japonya’nın imtiyaz istekleri hakkında halihazırdaki durumu ortaya koymaktadır. 1881’de Sait Paşa varlığını sürdüren antlaşma ayrıcalıkları konusunda Osmanlıların karşılaştıkları sorunları samimi bir dille aktarmaktadır. İlke olarak, Osmanlı Devleti’nde, Avrupa’nın ticari ve idari amaçlı kanunlarının adapte edilmesiyle 19. yüzyıl Osmanlı kanuni reformları yeni bir çerçeve oluşturmuş olsa bile, Büyük Güçlerden etkilenen reel politik durumda, Türkiye’de yabancıları ilgilendiren davalarda kabul edile gelmiş olan bu talihsiz konsolosluk mahkemelerine başvurma kötü alışkanlığına devam edecektir. Bu yüzden, Sait Paşa bunun kabul edilemez olduğu sonucuna varmışsa da Japonların uygulamada Büyük Güçlere tanınmış olan ayrıcalıkları istemesi anlaşılabilir demektedir. Sonuçta, yukarıda değinilmiş olan antlaşma ayrıcalıklarının Japonya’ya verilmesi, Osmanlı hükümetinin 1856 Paris Antlaşması ile kapitülasyon antlaşmaları ayrıcalıklarından kazanmış olduğu kısmi serbestlik yara alacağından, Sait Paşa Japonya ile bir antlaşma olasılığını nazikçe reddetmiştir.12
İngiltere’nin Müttefiği Japonya
19. yüzyıl sonlarında, İngiltere, Osmanlı ve Japonya arasında başlangıçta ilişkileri ısındıran anti-Rus gündem, İngiltere ve Osmanlı hükümeti arasındaki zıtlığın büyümesiyle çekişmeci bir hal alarak, Balkanlarda ve Yakın Doğu’da bölgenin eski yöneticisi Osmanlıların çı-
karlarını baltalayacak şekilde ortaya çıkan İngiliz emperyalist tavırları ile sona erer. Bu zıtlık, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde güçlü bir ideolojik değişimi beraberinde getirmiştir. Osmanlı tarafında Sultan II. Abdülhamid, Büyük Güçlerin değişmez iddiası haline gelen, Hıristiyan halkları koruma amacıyla imparatorluğun iç etnik ve dini sorunlarına karışmalarına karşı gitgide bir Pan-İslamcı bir dış politika geliştirmiştir. Başlangıçta, büyük bir Müslüman nüfusuna sahip olan Rusya’ya karşı geliştirilen bu politika, yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin arasının soğumasıyla Pan-İslamist koz olarak İngiltere’ye karşı da kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin menfaat çatışması 1881’de İngiltere’nin Mısır’ı ilhak etmesiyle su yüzüne çıkmış, aynı sıralarda, büyük bir Müslüman nüfusa sahip olan Hindistan’da İngiliz sömürge yönetiminin kuruluşu, İngiliz nüfuzunun Arap dünyasındaki sistematik genişlemesi, Osmanlı hükümetinin ciddi bir sorunu haline gelmiştir. 20. yüzyıla gelindiğinde Arap dünyasındaki İngiliz emperyalist genişleme, 1914 Birinci Dünya Savaş’ı sırasında iki güç arasında çatışmaya yol açmıştır. Bu durum, Arap ayaklanmalarının arka planında İngilizlerin rol almasını, savaş sonunda da Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması üzerine eski Arap bölgelerine İngiliz manda yönetimini getirmiştir.13
Bu dönemde, Japonya dünya politikasında, 1902 de imzaladığı İngiltere-Japonya İttifak Antlaşması’na sadık bir şekilde İngiltere ile aynı kampta yer almıştır. Özellikle, Japonya’nın 1895’te Çin-Japon Savaşı’nda zafer kazanmasıyla İngiltere ve Japonya’yı Asya’daki ortak çıkarların korunmasında işbirliği açısından yakınlaştırmıştır. Değinilmesi gereken önemli bir nokta, İngiltere’nin öncülüğünde, 1895’ten sonra Japonya ile yapılan antlaşmadaki düzeltme, yani kapitülasyonların kaldırılması, Japonya’nın 19. yüzyıl sonunda diğer tüm Batılı olmayan güçlerden daha önce “eşit olmayan antlaşma ayrıcalıkları”nı kaldırmasını sağlamıştır.
Konunun can alıcı noktası, Japonya ortak emperyalist çıkarları korumada İngiltere’nin sadık dostu haline gelirken, İngiltere’nin Hindistan’ı koruma stratejisinde Osmanlı’nın dışarı atılmış olmasıdır. Kendi açılarından, Osmanlılar da Japon dostluğu hatırına yürürlükteki antlaşma ayrıcalıklarını güçlendirmede pek hevesli değillerdi. İngiltere’nin Yakın Doğu’daki emperyalist stratejisinden tedirgin olarak İngiltere ile ilişkilerindeki diplomatik çizgisinde daha tarafsız bir tavır takınan Osmanlı, dönemin Meiji lider takımında güçlü bir destek bulamayacaktır.
Ertuğrul Deniz Faciası
Türk-Japon ilişkilerinde iyi niyet taşıyan dostça söylemin oluşmasını en fazla etkileyen olay, her ne kadar resmi bir diplomatik ziyaret olmasa da, bir “iyi niyet ve dostluk ziyareti’ için yaptıkları zorlu yolculuk sonrasında batan Osmanlı İmparatorluğu firkateyni Ertuğrul’un felaketidir. Osmanlı Devleti ile Japonya arasında yaşanan antlaşma sorunu sonrasında, ilk önemli temas İmparator Meiji’nin kardeşi Prens Komatsu ve eşinin 1886’da Avrupa’ya yolculukları sırasındaki ziyareti olmuştur. Komatsu çifti, 1887 yılında sonbaharda İstanbul’a varmışlar ve bu olay daha sıkı ilişkiler kurma arzusunu yeniden canlandırmıştır.
Prensin ziyaretini Japonya’yla olan ilişkileri alevlendirmek için bir fırsat olarak kullanan II. Abdülhamid, artık Osmanlı Devleti ile Doğu’nun yeni yükselen yıldızı Meiji Japonya’sı arasında yakın ilişkiler kurmak için ikinci bir girişimde bulunur. Osmanlı hükümeti, imparatorluk firkateyni Ertuğrul’u Kumandan Osman Paşa ve 609 mürettebatı ile birlikte Japonya’ya göndermeye karar verir. Osman Paşa, Sultanı temsil etmekle yetkilendirilir ve sıra dışı yetkilerle donatılır. Gemi ve mürettebatı Prens Komatsu’nun 1887 yılındaki ziyaretine karşılık olarak Japon İmparatoru’nu ziyaret etmek üzere Mart 1889’da yola çıkar. Yolculuk, artarda gelen kaza ve aksilikler yüzünden acıklı bir hal alır. Bu dönemde, Osmanlı bahriyesinde teknik yardım için bulunan bir İngiliz mühendisin görüşüne göre, yolculuğa uygun olmayan geminin son derece zayıf bir durumda oluşundandır. Aksilik ve zorluklarla dolu bir yıldan fazla süreyle Asya sularında yol aldıktan sonra, Ertuğrul Haziran 1890’da Japonya’ya ulaşmıştır. Osman Paşa ve mürettebatı, imparatorluk ailesi ve yetkililere ziyaretlerini başarıyla tamamlamaya çalışmışlardır. Dönüş yolculuğuna Eylül’de yola çıkan Osmanlı firkateyni 16 Eylül günü sert bir tayfun nedeniyle batmıştır. Gemi, Japonya’nın güneybatısındaki Wakayama ilinin Kashinozaki kıyılarında tehlikeli sivri kayalıklara vurmuştur. Hayatta kalan 69 kişi dışında paşa ve adamlarını Pasifik Okyanusu’nun dalgaları yutmuştur. Bu üzücü felaketi anlatan resmi kaynaklara göre, trajik olaydan son derece üzüntü duyan Japon hükümeti, İmparator Meiji ve Japon hükümetinin taziyeleri ile birlikte hayatta kalan çok az sayıdaki kişiyi Japon firkateynleri Hiei ve Kongo ile İstanbul’a geri göndermiştir. Ekim’de yola çıkan Japonlar, 2 Ocak 1891’de komutanları hyama Takanosuke ile İstanbul’a ulaşmışlardır. Bu yolculuktan bir yıl sonra, İstanbul’da ikamet edecek ilk tüccar olacak ve daha sonraki yirmi yıl Japonya’nın gayrı resmi elçisi olacak olan
Yamada Torajirh’da, Japon halkının topladığı taziye yardımını Bab-ı Ali’ye takdim etmek için İstanbul’a gelecektir.14
Bu zorlu Osmanlı firkateyninin ziyaret amaçlı yolculuğu, ayni zamanda, son yıllardaki Pan-İslamizm’e olan ideolojik dönüşümü yansıtmaktadır. Sultan II. Abdülhamid, Sunni İslam’ın Halifeliği unvanını, Batılı güçlerin Asya imparatorluklarındaki Müslüman kitlelerine yönelik bir dışişleri politikası geliştirmek için kullanmaya başlamıştır. Ertuğrul firkateyninin komutanı Osman Paşa, İngiliz ve Fransız sömürge limanları olan Bombay, Singapur, Saigon ve Hong Kong’da önde gelen Müslümanlarla karşılaşma fırsatını kullanmıştır. Yerel Müslüman gazeteler halifenin gemisinin şehre geldiğini ve Osmanlı bahriye mürettebatının Müslüman topluluklarının ibadetine katıldıkları haberini kapaktan vermiştir.15 Sonuçta, Japon-Osmanlı ilişkileri İngiltere-Japonya ittifakı çerçevesinde İngiltere tarafından cesaretlendirilirken, Osmanlılar da Japonya’ya İslam dünyasının müttefiği olması için yeşil ışık yakmaktadır.
Japon Asyacıların Türklere
Yönelik Romantizmi
İstanbul’a yerleşen Japon-Türk ilişkilerinin öncüsü Yamada Torajir’nun Ertuğrul faciası ile ilgili yazdıkları kayıtlarda, Japonların Osmanlı İmparatorluğu ve Türklere olan ilgisini ortak soylu savaşçı mirasa sahip Asyalıların dostluğu şeklinde yeni bir hava içerisinde açıklamaktadır. Daha önceki kısa temaslardan farklı olarak, uzun dönemli yakın kişisel temaslar kurma amacıyla Osmanlı Devleti’ne Japon Dişişleri Bakanlığının desteği ile yollanan Yamada Torajirh (1866-1957) büyük olasılıkla da Osmanlı Türk kültürü üzerine ilk Japon uzmandır. Yirmi üç yaşında genç bir adam olan Yamada, Japon firkateynlerinin Ertuğrul’dan hayatta kalanları eve getirmesinden bir yıl sonra 1892’de Japonya’ya ulaşmıştır. Yamada, Osmanlılarla olan Japon temaslarını canlandırmak isteyen yeni dışişleri bakanı Aoki ShÑzh tarafından desteklenen resmi bir heyetle gönderilmiştir. Yamada, Osmanlı hükümeti tarafından, Osmanlı Türkiye’si ile Japonya arasındaki temasları sürdürecek, gayri resmi bir aracı olarak çabucak kabul edilmiştir. Sonraki yıllarda, Yamada Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret konusunda tek isim haline gelmiş ve bu genç Japon’dan oldukça hoşlandığı sanılan Osmanlı Sarayı ve Osmanlı elit çevresi ile olan yakın ilişkilerinin avantajını kullanarak Japon ziyaretçiler için gayrı resmi bir konsolos gibi hareket etmiştir.16
Osmanlı-Japon İlişkilerinde
Antlaşma Sorunu
Ertuğrul konusu resmi ilişkilerde derin ve coşkun bir bağın öznesi olurken, 1891’den sonraki yıllarda Japonya tarafı Osmanlı Devleti ile bir ticaret ve alışveriş antlaşması yapmak için tekrar girişimlerde bulunmuştur. Bu sefer, Japon yetkililer kapitülasyon ayrıcalıkların Büyük Güçlerle aynı şekilde kendilerine de tanınması için Yamada’yı bir örnek olarak kullanmaya çalışınca, Yamada bazı ihtilaflara konu olmuştur. Fakat, Osmanlı yetkilileri, özellikle, Sait Paşa, daha önce belirtildiği gibi, Osmanlı Devleti’nin yeni bir devlet ile kapitülasyon imtiyazlarını içeren bir antlaşmayı imzalamasını kesinlikle reddettikleri için bu girişimler boşa çıkmıştır.
Osmanlı belgeleri, 1908 II. Meşrutiyet, Jön Türk Devrimi’nden sonra da devam eden Japon Dışişleri Bakanlığı’nın ticaret antlaşması girişimlerini, gene aynı dilde, Osmanlı Hariciyesi’nin, Osmanlı Devleti’nin, kapitülasyon sisteminden, Kırım savaşından sonra imzaladığı 1856 Paris Antlaşması’nda elde etmiş olduğu kısmi bir bağımsızlığı, tehlikeye sokacağını düşünerek reddettiğini açıklamaktadır. Hariciye’nin görüşüne göre, Japon İmparatorluğu’nun Siyam Krallığı’na önce kapitülasyon antlaşması imzalattığı, sonra savaş gemileri yollayarak bu anlaşmanın şartlarını zorla uygulatması, Japonya’nın Büyük Güç’ler gibi davrandığının açık bir göstergesidir. Bu durumda, Japonya ile tekrar gümrük vergileri ve konsoloslukların hukuki imtiyazlarını pekiştirecek nitelikli bir antlaşmayı kabul etmek, Osmanlı Devleti’nin çıkarlarına karşı olacaktır.
Gene belgelere göre, İstanbul’da gayri resmi bir sıfatla iki devlet arasında bir nevi konsolosluk görevini üstlenen Yamada ise, hiçbir yazılı antlaşmaya gerek kalmadan, dönemin deyişi yazışmalarının veciz bir deyişi ile, Türklerin iyi dostu olan Mösyö Yamada’nın, Sarayın “koruması” altında olduğu, böylece Avrupalı tüccarlar gibi “ayrıcalıklara” ihtiyacının olmadığı, şeklinde bir açıklamayla, bu antlaşma meselesinin, kısa fakat diplomatik bir dil ile, tabiri caiz ise, mükemmel bir şekilde bertaraf edildiği anlaşılmaktadır.17
1904 Rus-Japon Savaşı
ve Osmanlı Dünyası
Ocak 1904 tarihinde patlak veren Rus-Japon Savaşı, Türk toplumunun bugüne kadar süren Japonya sevgisi ve dostane yaklaşımını belirleyen önemli bir mihenk ta-
şı olmuştur. Bu dönemin dergi ve gazetelerinde, düşünür ve yazarlarının hatıratları ve eserlerinde güçlü bir Japonya hayranlığı sergilemektedir. Mehmet Akif, Abdullah Cevdet ve Halide Edip gibi yazarların eserlerinde, Japonya’nın bu beklenmedik zaferi, Osmanlı Devleti’nin en son 93 (1877-78) harbinde yenilgiye uğradığı Rusya’nın yenilgisinin ardından gelmesi açısından genel olarak toplumda yarattığı bir memnuniyetin ötesinde, Japon modernleşmesinin Osmanlıların ıslahat amacına bir örnek veya en azından bir ilham kaynağı olması gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir. Halide Edip (Adıvar) oğluna ünlü Japon Amiral’ı Togo’nun adını verirken, Türkçü yazar ve düşünür, Ziya Gökalp, muasır medeniyet ve ulusal kültürün beraber geliştirilmesinin gereğini Japon örneğini örnek vererek vurgulamaktadır.18
Japonya ile Osmanlı Türkiye’si arasındaki antlaşma konusundaki ihtilaf gittikçe hafifleyerek kaybolmuş ve Yamada yerel otoritelerin onayı ile İstanbul’daki kariyerine devam etmiştir. Yamada, 1904-1905’teki Rus-Japon savaşı sırasında iki hükümet arasında önemli bir kanal olmuş ve Rus Karadeniz filosunun Uzak Doğu’daki savaşa katılmak üzere Boğaz’dan geçişini Viyana’daki Japonya sefiri Makino’ya bildirerek önemli bir görevi yerine getirmiştir. Yamada, başkentte yaklaşık olarak yirmi yıl kalarak, Abdülhamid döneminin tutucu modernistliğine ve sonraki 1908 Jön Türk Devrimi ile İkinci Meşrutiyete geçişin sarsıcı olaylarına tanıklık etmiştir.19
Yamada’nın İstanbul ve bu eski dünya İmparatorluğu sakinlerine ilişkin izlenimlerini aktaran eserlerinde, Türkler ve imparatorlukları, bu dönemde Avrupalıların Oryantalist algılanışının “dostça” bir versiyonu seklinde, romantik bir anlayışla Asya ve Doğu’ya tekrar yüzünü dönen yeni Japon düşünürlerinin görüşlerini sergilemekte olup, Osmanlılara ve Türklere karşı yeni, dostça ve hayran bir Japon tavrı ortaya koymaktadır.
Dostları ilə paylaş: |