Osmanli toplumunda zindiklar ve müLHİdler yahut dairenin dişina çikanlar (15. 17. YÜzyillar) ahmet yaşar ocaq



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə5/39
tarix30.05.2018
ölçüsü1,86 Mb.
#52171
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   39

bir biçimde yansıtan eserlerdir.95 Bu eserler, otuz altı yaşında hayatına son verilen

genç biri için epeyce bir yekûn oluşturur. Bu durum bu genç ve enerjik edibin,

mensubu bulunmakla iftihar ettiği güçlü eski kültürü, yeni intisap ettiği Müslüman

kimliği içinde hiç sakınca görmeden sürdürme çabasının tipik bir örneği olması

itibariyle, benzerlerinin ruh haletini anlamada bize yardımcı olabilir.

İbnü'l-Mukaffa'ın eserlerinden yola çıkarak onun zındık olduğuna dair kesin bir

kanaate ulaşmak, daha doğrusu onu Müslüman kabul etmemek bir hayli zor

görünüyor. Nitekim Ebû Avz, İbnü'l-Mukaffa'ın çevirdiği kitapların fikriyatını paylaştığı

gibi bir sonuca ulaşmanın kesinlikle doğru olmayacağını, dolayısıyla onu samimi bir

Müslüman olmamakla suçlamanın anlamsız olduğunu düşünür.96 İbnü'l-MukafFa'ın

gerçek anlamda bir zındık olduğunu ispat etmek için Salih b. Abdi'l-Kuddûs, Abdullah

b. Ubeydillah, Abdullah b. Davud gibi meslektaşlarıyla birlikte Kur'an-ı Kerim'e nazire

yazmaya giriştiklerine dair bir olay nakledilmişse de97 bugüne kadar bunun

doğruluğu ispatlanamamıştır. Ayrıca, içinde Kur'an-ı Kerim'e ve Hz. Muhammed'e

eleştiri yöneltip meydan okuduğu ileri sürülen bir eserinden söz edilmiştir. Aslı

bugüne kadar ortaya çıkmayan bu eserden parçaların, Zeydiye imamlarından

Tercümânüddin Kasım b. İbrahim el-Hasani (ö. 860) tarafından esere yazılan

Kitâbü'r-Redd 'ale'z-Zindikı'l-La'in İbni'l-Mukaffa' isimli bir reddiyenin içinde bulunduğu

söylenir.98 Gabrieli bu parçaların otantik olup olmadığını tartıştıktan sonra, pek de

güvenilir olmadıkları, dolayısıyla İbnü'l-Mukaffa'ya aidiyetinin şüpheli olduğu

sonucuna varmakta, eseri yayımlayan M. Gu-idi'nin de onun bir zındık olduğu

düşüncesini paylaşmadığını söylemektedir. O, bu velûd edibin eserlerinin Sâsâni

kültürünü gerçekten güçlü bir şekilde yansıttığı, özellikle Kelile ve Dimne'nin eski

Hind ve İran siyasi kültürünü aktardığı kanaatini taşımakta, İbnü'l-Mukaffa'ın bu

kültürü İslam toplumuna kazandırmakla da büyük bir hizmet gördüğünü

vurgulamaktadır.99 D. Sourdel ise, özellikle Belâzüri ve Cahşiyâri'den naklen verdiği

metinlerin analizine dayanarak, İbnü'l-Mukaffa'ın zındık olabileceğini, ancak hayatını

bu yüzden değil, ihtiyatsızlığının ve bir intikamın kurbanı olması yüzünden kaybettiği

sonucuna varır.100 Dolayısıyla, gerek F. Gabrieli'nin, gerekse Ebû Avz'ın ulaştıkları

sonucu da dikkate alarak diyebiliriz ki, zendeka ithamıyla birçok insanın ölüme

yollanmasında gerçek anlamda bir inançsızlıktan çok, zamanın iktidarının siyasi

mülahazalarının rol oynadığını düşünmek gerekiyor.

Edebi zendeka hareketleri çerçevesinde kendisinden bahsedilmesi gereken bir diğer

önemli şahsiyet de, İbnü'l-Mukaffa'ın yakın dostlarından şair Beşşar b. Burd'dur.

Baba tarafından Fars, ana tarafından Arap kökenli olup hayatı boyunca Farsi olmakla

övünen Beşşar b. Burd, P. K. Hitti'nin ifadesiyle, Bağdat ve Basra'da kökleşmiş "eski

şiir tarzının geleneksel kalıplarına karşı çıkan bir asi"ydi.101 Doğuştan kör olmasına

rağmen şiirdeki müthiş kabiliyeti ve getirdiği yeni üslup, onu diğer meslektaşları

arasında sivriltmişti.102 Emevi devrinin sonlarında yetişmiş, en olgun ürünlerini

Abbasiler'in ilk yüzyılında vermişti. Tarihçi İbn Kesir, onun yetmiş yıllık ömründe şiirin

her türünü büyük bir başarıyla söylediğini, zamanında hiçbir şairin onun seviyesine

ulaşamadığını belirtir.103 Şiirlerinin bir kısmı, İbn Kuteybe'nin KitabüyŞiVi ile, Ebû'l-

Ferec İsfahâni'nin Kitabü'l-Efjânisi vasıtasıyla bize ulaşmıştır.104

778 (veya 783) tarihinde halife el-Mehdi'nin emriyle öldürülen Beşşar b. Burd'un

zındıklığı da, bazı şiirlerindeki ilk bakışta zendeka olarak yorumlanabilecek açık

noktalara rağmen, yine de sonuçta İbnü'l-Mukaf-fa'ınki gibi şüpheli görünmektedir.

Nitekim inançları konusunda kaynaklarda çok değişik fikirlerin ileri sürüldüğü dikkati

çeker. Hz. Ali'ye dair şiirlerindeki bazı sert kanaatlerinden dolayı, Kâmiliyye koluna

mensup bir Rafızî olduğu iddia olunduğu gibi,105 Mani dinine mensupluğundan,

yalnızca gözünün gördüğüne inanan bir mülhid olduğuna kadar pek çok suçlamaya

rastlanmaktadır. Mesela Câhiz onun tenasüh (metempsycose) inancını kabul ettiğini

bildirir.106 Bunlara karşılık Ebû'l-Ferec îsfahâni ise, kendisini doğuştan kör yarattığı

için Beşşar b. Burd'un her vesile ile Allah'a şükrettiğini kaydeder.107 Yine aynı yazar,

ölümünden sonra evinde yapılan araştırmada, besmele ile başlayan ve içinde Hz.

Muhammed'e saygı dolu ifadeler bulunan yazılı bir tomarın bulunduğunu, bunu gören

halife el-Mehdi'nin pişmanlıktan ağladığını bildiriyor.108

Beşşar b. Burd'u çok iyi incelemiş bulunan G. Vajda, kaynaklarda hakkında ileri

sürülen bu çelişkili görüşleri eleştirmektedir.109 Gerçekten de bütün bu mütalaalar bir

yana, şiirlerine bakıldığında, son tahlilde dünyevi zevklere bu kadar düşkün bir

adamın ileri derecede bir zühd hayatı öğütleyen Maniheizm'e mensup olmasını

şüpheyle karşılamak gerekir. Ama o gerçek anlamda bir rasyonalist olarak

değerlendirilebilir. Öldükten sonra dirilmeye, dolayısıyla ahiret hayatına inanmıyor

görünmektedir. Hz. Adem'e secde etmediği için Şeytan'ı haklı görmekte, beş vakit

namaza pek iltifat etmemektedir. Fakat diğer yandan, kendisini kör yarattığı için de

Allah'a şükürde bulunmaktadır. En azından bu bile onun ateist olmadığını gösterir.

Ölümünden sonra evinde bulunan, yukarıda bahsi geçen tomar da bunu teyit

etmektedir. Ancak, ateşli bir şuûbiyeci olduğuna hiç şüphe yoktur. Kendisine karşı

takınılan katı tavırlarda, şiirlerindeki tekel-lüfsüz söyleyiş kadar, biraz da insanlara

tepeden bakan, onları aptal yerine koyan bir tavrın ve onlardan kaçışın payı olduğu

tahmin edilebilir. Öyle anlaşılıyor ki Beşşar b. Burd, hakkında söylenenler ve şiirleri

dolayısıyla zendeka ithamına hedef olmuş, bu yüzden de halife el-Mehdi tarafından

tevkif ettirilmiş ve kamçılanarak hayatına son verilmiştir.110

Beşşar b. Burd gibi zendeka ile itham olunmuş ünlü şairlerden biri de, kendisinin

amansız rakibi olup kısaca Hammad Acred diye tanınan Arap asıllı Kûfeli Ebû Amr

Hammad b. Yahya Acred'dir. Diğer meslektaşları gibi bürokrasinin içinden gelen

Hammad'ın, bir ara Musul'da Yahya b. Muhammed'in, daha sonra Bahreyn'de Ukbe

b. Selem'in kâtipliği görevlerinde bulunmuş olduğu görülür.111 Harun er-Reşid

tarafından oğlu el-Emin'in mürebbiliği için görevlendirilmek istenmişse de, zındık

olduğuna dair rivayetler yüzünden bundan vazgeçildiği ileri sürülür. Gerçekten

Hammad'ın, İbnü'l-Mukaffa' ve adaşları, meslektaşları olan öteki iki Hammad,

Hammad er-Râviye112 ve Hammad ez-Zübürkan ile olan dostluğu, Maniheist olduğu

izlenimini vermekteyse de, G. Vajda'ya göre onun gibi dünyevi zevkler peşinde olan

bir adam fiilen Maniheist olamaz, olsa olsa bir sempatizan sayılabilir.113

Aslına bakılırsa, Hammad Acred'in zendeka ile ithamında bunlardan daha çok

fevkalade başarılı ve etkileyici olduğu söylenen şiirlerinde sezilen dine karşı serbest

tavrı, ibadeti önemsememesi ve belki daha önemlisi, Kur'an-ı Kerim'in bazı âyetlerini

üslup bakımından eleştirmesi rol oynamıştır. Öyle görünüyor ki, bir benzerini yazmak

suretiyle Kur'an-ı Kerim eleştirisi, Abbasi döneminin serbest düşünceli edebi

muhitlerinde ve özellikle şairler arasında bir hayli ilgi çekiyordu. Yukarıda da işaret

olunduğu üzere, İbnü'l-Mukaffa'ın adı etrafında da böyle bir rivayet dolaşmaktadır.

Görüldüğü gibi, onun en yakın dostu Hammad'ın da böyle bir işe adı karışıyor. Hatta

aynı çevreden bir kelâmcı olan Abdullah b. Ebi'l-'Avcâ ve Yûnus b. Ebi Ferve'nin de

Kur'an-ı Kerim'e nazire yazmaya uğraştıkları görülüyor.114 Nitekim, ünlü filozof

İbnü'r-Râvendi'nin de böyle bir çaba içine girdiğini nakleden rivayetlerle ileride

karşılaşacağız. O devirdeki bütün bu "Kur'an-ı Kerim'e nazire yazma" çabalarının, hiç

şüphesiz onun "Allah kelâmı" değil, bizzat Hz. Muhammed'in eseri olduğunu

göstermek üzere, serbest düşünceli çevrelerde İslam'ı eleştirmeye yönelik en

kestirme, ama en tehlikeli yol olarak benimsendiğini ortaya koymaktadır.

Kaynaklarımız daha pek çok şairin tıpkı Beşşar b. Burd ve Hammad Acred gibi

zendeka ithamıyla tutuklandığını, bunlardan bazılarının affedilip bazılarının hapse

veya ölüme mahkûm edildiğini bildiriyorlar. Bu kadar çok insanın kendilerini bekleyen

akıbete rağmen inatla tavırlarını sürdürmesi ilginçtir. Bu ise bize, gerçekten Abbasi

rejimine karşı özellikle edebi çevrelerde yaygın bir protesto hareketinin olduğunu

gösteriyor. Hemen hemen hepsi de İbnü'l-Mukaffa'ın yakın çevresine mensup

bulunan Yahya b. Ziyad el-Hârisi, Bermekiler'in yakın dostu Aban b. Abdi'l-Humeyd

er-Rakkasi (ö. 816), yakın arkadaşı Muti b. İyas el-Leysi, Ebu'l-Atâhiyye,115 Ebû

Nüvas ve el-Ahtal gibi ünlü şairlerin bu hareketin içindebulunması, bu bakımdan çok

ilginçtir. Bunlara bir de, aşağıda kelâmcılar arasında sözü edilecek olan Salih b.

Abdi'l-Kuddûs'ü eklemeliyiz.

Edebi zendeka ile ilgili olarak burada asıl Ebu'1-Alâ el-Ma'arri (ö. 1057/1058)

üzerinde durmak gerekir. Asıl adı Ahmed b. Abdullah b. Süleyman et-Tenûhi olan

Ebu'1-Alâ, 973'te Halep yakınlarındaki Ma'ar-ratu'n-Nu'man'da doğmuştu, Şafiî

mezhebine mensup bir ulema ailesinden geliyordu.116 Târibu Bağdad (Hatib-i

Bağdadi), Kitabü'l-Munta-zam (İbnü'l-Cevzi), Mu'cemu'l-Üdebâ (Yakut el-Hamevi),

Tarihü'l-İs-lâm (Zehebi) ve el-Bidaye (îbn Kesir) gibi kaynaklara bakılırsa, dört

yaşındayken gözleri kör olan Ebu'l-Alâ'nın harika bir hafızaya ve kavrayışa, ince bir

zekâya sahip olduğu anlaşılıyor. Pek çok yer dolaşarak ve yalnızca dinlemek

suretiyle mükemmel bir tahsil yapma imkânını bulduktan sonra bir süre Bağdat'ta

kalmıştır. Daha sonra memleketine giderek bir daha ayrılmamak üzere yerleşen

filozof ruhlu şairin, her tabakadan ziyaretçisi olmuş, hayatını burada

tamamlamıştır.117 Aynı kaynaklar, onun kimseye minnet etmeden yaşadığını

kaydederler.Daha ziyade felsefi ve hikemi bir nitelik arz eden şiirleriyle tanınmış

Ebu'l-Alâ'nın, Lüzumu Mâ lâ Yelzem (yahut el-Lüzûmiyvat), Saktu'z-Zend, Zecru'n-

Nâbih, el-Füsûl ve'l-Gâyât fi temcidi'llah gibi pek çok eseri vardır.118 Bu eserlerindeki

açık ve serbest fikirliliği, hakimane üslubu sebebiyle zamanının uleması tarafından

zendeka ile suçlanmış, fakat delillerin yetersizliği sebebiyle olsa gerek, hiçbir cezai

müeyyide ile karşılaşmamıştır. Bu, ulema tarafından ona yöneltilen suçlamaların ikna

edici olmadığını gösterir.

Onun gerçek bir zındık olup olmadığı hakkında klasik kaynaklardaki-ler dahil, bugüne

kadar değişik fikirler ileri sürülmüşse de,119 çoğunluğun bu ithamları paylaşmadığı

söylenebilir. Bu konuda yeni bir incelemenin yazarı Sahbân Halifet, meseleye

yalnızca dini açıdan baktıkları için klasik kaynakların hükümlerine itibar edilmemesi

gerektiğini, ancak, bazı modern araştırıcıların da bu dar bakış açısından

kurtulamadıkları için aynı hataya düştüklerini haklı olarak belirtir.120 Gerçekten de

mesele yakından incelendiği ve özellikle şiirlerine tarafsız bir gözle bakıldığında, bu

ithamlarda, Ebu'l-Alâ'nın gerçekten "zındıkça" fikirler taşımasından çok, hasımlarının

kıskançlıklardan kaynaklanan tavırların hâkim olduğu gözlenir.121 Nitekim kendisini

ziyarete gelen çeşitli şahsiyet arasında zamanın bazı İsmailîye mezhebi reislerinin de

bulunması, bu ithamlara iyi bir vesile yaratmış görünüyor.122

3. Kelâmı (Teolojik) ve Fıkhi Zendeka

İslam dünyasında zendeka hareketlerinin bir yandan belirtilen istikamette gelişme

gösterirken, öte yandan ilhad boyutuna ulaşması ve aşağıda görüleceği gibi, felsefi

zendekada klasik hüviyetini kazanması, özellikle kelâmi zendeka hareketi içinde

gelişen fikirlerle başlamıştır denebilir. Ke-lâmi zendeka 8. yüzyılın sonlarında, esasen

bir şair de olan Salih b. Ab-di'1-Kuddûs ve özellikle Abdü'l-Kerim b. Ebi'1-Avcâ ile

ortaya çıkar.

İbnü'n-Nedim, Salih'i kelâma dair eserleri olan zındık mütekellimler-den sayar.123 I.

Goldziher Salih'e, ilhadın öncülerinden olduğu düşüncesiyle olsa gerek, özel bir

önem atfetmiş, onu çok iyi incelemiştir.124 Salih hakkında bilgi veren kaynakların en

önde gelenlerinden sayabileceğimiz Abdullah b. el-Mu'tezz'in (ö. 908) Tabakâtu'ş-

Şuarâ'sı, kendisinin karakteri hakkında ilginç bilgiler verir. Burada, inançları gayet

açık ve herkesçe malum olduğu halde, namaz kılmayı kesinlikle ihmal etmediği, niçin

inanmadığı halde böyle hareket ettiği sorulduğu zaman, kendisini emniyete almak ve

insanların hışmını üzerine çekmek istemediği cevabını verdiği naklolunur.125

Şiirlerindeki açık ifadeler ve muhtemelen İbnü'n-Nedim'iıı sözünü ettiği kitabı

sebebiyle halife el-Mehdi ve Harun er-Re-şid zamanında tutuklanmıştır. Fakat

cerbezeli konuşması, ikna kabiliyeti, bilgisinin derinliği ve yarattığı sempati sayesinde

ikisinden de yakasını kurtarmış ve tevbe ederek fikirlerinden vazgeçtiğini söylemek

suretiyle ölümden dönmeyi başarmıştır.126

Beşşar b. Burd, Salih b. Abdi'l-Kuddûs gibi ileri gelen kişilerden oluşan Basra'daki

entelektüel çevrenin Vâsıl b. A'tâ gibi önde gelen Mutezile kelâmcıları kesiminden biri

de, kaynakların söz birliğiyle zındık olduğunda ittifak ettikleri, önemli bir aileden gelen

Abdü'l-Kerinı b. Ebi'l-Av-câ'ydı.127 Gençleri sapıklığa teşvik edip kendi mezhebine

çektiği gerekçesiyle Basra'dan kovulan Abdü'l-Kerim, Küfe'ye gitmiş, fakat orada vali

Ebû Ca'fer Muhammed b. Süleyman tarafından tutuklanarak hapse atılmıştı. Ailesi

halife el-Mansur'a şefaatçi gönderip affını sağlamışsa da, vali elini çabuk tutmuş ve

halifenin af emri kendisine ulaşmadan mahkûmun boynunu vurdurmuştur (772).128

Öyle görünüyor ki, Abdü'l-Kerim mesleğinin başlangıcında İmam Cafer es-Sadık ve

Hasan el-Basri'nin öğrencisi olmuş, onlarla sık sık ulûhi-yyet üzerine tartışma fırsatı

bulmuş ve hep aksi fikirleri savunmuştur.129 Abdü'l-Kahir el-Bağdadî ve el-İsferâyinî

gibi kaynaklar, onun inançları hakkında açık bilgiler verirler. Bu müellifler, Abdü'l-

Kerim'in zındıklığını, 1) Müslüman görünmesine rağmen gizlice Mani dinine

mensubiyetini sürdürmesi; 2) tenasühe inanması; 3) imamet konusunda Râfızîler'in

iddialarım benimsemesi; 4) Kaderiye'ye mensup olması şeklinde başlıca dört

gerekçeye dayandırırlar.130 Ayrıca el-Beyrûni ve el-Bağdadî gibi inanılır ve güvenilir

kaynaklara bakılırsa, yakalandıktan sonraki sorgulaması sırasında öldürüleceğini

anlayan Abdü'l-Kerim, o zamana kadar bütün yaptıklarını açık açık anlatmış, bu

arada o güne kadar tam dört bin civarında hadis uydurduğunu, bunlarla

Müslümanlara haram olan şeyleri helâl, helâl olan şeyleri haram gibi kabul ettirmeye

muvaffak olduğunu da iftiharla itiraf etmişti.131

Erken Abbasi döneminin zendeka hareketlerinin gerçek anlamda ilhad, yani ulûhiyet

kavramını açıktan açığa reddediş şekline dönüşümünü çok açık bir biçimde

simgeleyen ve kendinden sonraki ilhad hareketlerinin öncüsü sayılabilecek olan bir

başka kelâma, hatta bir anlamda da feylesof, Ebû îsa Muhammed b. Harun el-

Varrak'tır (ö. 861). Ebû İsa, aynı zamanda, kendi gibi zendeka ve ilhad suçlamasına

muhatap olmuş bulunan bir başka ünlü feylesofun, İbnü'r-Râvendi'nin (ö. 903) de

hocasıdır.132 Rivayetlere bakılırsa, Mutezile mezhebine mensup olduğu halde,

ateizmi savunan fikirleri ve Maniheizm'e beslediği sempati sebebiyle mezhepten ihraç

edilmiştir.133 Ancak bu sonuncu ithamın gerçeği ne ölçüde yansıttığı şüphelidir.

Bundan başka imamet konusunda Şiiler'in tezine de yakınlık duyduğu için bir ara

Şiilik ile suçlanmıştır.134 H. Laoust, yaşadığı devirde ilahi vahyin amansız düşmanı

sayılmasına bakarak onu aynı zamanda serbest düşünceli bir ateist sıfatıyla İslam

felsefesinin öncülerinden kabul eder.135

8. ve 9. yüzyıllarda ortaçağ İslam dünyasının Abbasi İmparatorlu-ğu'nun hâkim

olduğu doğu kesiminde bu olaylar cereyan ederken, batı kesiminde neler oluyordu?

Zendeka hareketlerine burada da rastlanıyor muydu? Çalışmalarını İslam

dünyasındaki bid'at problemi üzerinde yoğunlaştırmış Maria Isabel Fierro Bello'nun

ve ilâhiyatçı Mehmet Özdemir'in makaleleri, 9. yüzyıldan itibaren Endülüs

topraklarında da bazı zendeka olaylarının vuku bulduğunu açıklıyor.136 Fierro

Bello'nun makalesi, 9. yüzyılda Endülüs Emevi hükümdarı II. Abdürrahman

zamanında (822-852) başlayan bu hareketlerin, 11. yüzyılın sonlarına, II. Hakem

devrine (961-976) kadar belirli aralıklarla sürdüğünü, ancak bu hareketlerin Abbasi

topraklarındakinden farklı alanlarda ve şekillerde geliştiğini gösteriyor.

İlk zendeka olayı II. Abdürrahman zamanında 844-848 yıllarına rastlamaktadır.

Suçlayanlar üç Mâliki fakihi, suçlanan ise Abdü'1-Alâ b. Vehb adında yine bir Mâliki

fakihidir. Ölüm cezasıyla yargılanmak istenmişse de, hükümdar tarafından faaliyetten

alıkonularak cezalandırılmış, fakat hü-40 kümdarın ölümünden sonra, yeni hükümdar

I. Muhammed görevini ona iade etmiştir.137 864-876 yılları arasındaki ikinci olayın

kahramanı ise Baki b. Mehled adındaki bir fakih ve muhaddis olup bid'atçılıkla

suçlanmıştır. Bu zat, fakihler arasındaki ashab-ı re'y - ashab-ı hadis kavgasında r'ey

yönünü kuvvetle öne çıkararak Mâliki fıkhıyla ters düştüğü için zendeka it-hamıyla,

üstelik ölüm talebiyle yargılanmak istenmiş, zor kurtulmuştur.138

895'te Emir Abdullah'ın oğlu Mutarrif e yöneltilen suçlamanın ise daha ziyade siyasi

bir kombinezon olduğu anlaşılıyor. Mutarrif bu kombineszonun kurbanı olmuş ve

ölümden kurtulamamıştır. 931'deki bir başka zendeka olayı, İbn Meserre adındaki

âlimin Mu'tezîlilik'le suçlanmasıdır. Bundan otuz yıl kadar sonra, 961'de, Muhammed

b. Yebkâ adlı bir başka fakih, İbn Meserre'nin doktrinini yaymak suçundan yine

zendeka ithamına maruz kalmıştır. 1064'te ise o zamana kadarkilerden tamamen ayrı

nitelikte bir zendeka olayıyla karşılaşıyoruz. II. Hakem zamanında, görünüşe göre

Ebu'1-Hayr adında bir Fatımî dâisi, Endülüs'e Şiiliği sokup yaymakla suçlanmış ve

yargılanarak idam edilmiştir.139 Ebu'l-Hayr'ın elde bulunan mahkeme zabıtları,

kendisi aleyhinde şahitlik eden bir düzineden fazla şahsın ifadelerini ihtiva eder ve

pek çok bakımdan ilginçtir. Doğruluk dereceleri tartışılabilecek olan bu ifadelerde,

onun yalnız Şiiliği yaymakla değil, İslam'ın bütün emir ve yasaklarını hiçe saymakla,

kısacası zendeka ve ilhad ile suçlandığı görülür.140

Endülüs'teki zendeka olaylarına şu toplu bakış bile bize, her şeyden önce bunların

Emevi ve Abbasi imparatorluklarındaki Şuûbiyye hareketi gibi siyasi-sosyal bir

harekete bağlı, eski İran dinlerine referans veren birer akım olmadıklarını gösteriyor.

Bir kere zendeka ile suçlananların hemen hepsi de ulema çevrelerine, özellikle de

fukaha kesimine mensuptur ve gizli din taşımaları söz konusu değildir. Üstelik

Endülüs Emevileri'nin resmi mezhebi olan Mâliki fıkhının dışındaki bazı nkıh

yorumlarını benimsemeleri yüzünden böyle bir ithamla karşı karşıya kalmaları,

buradaki mezhep taassubunun boyutlarını göstermek bakımından düşündürücüdür.

Bu sebeple Endülüs topraklarındaki zendeka olaylarım, Abbasiler'deki zendeka

hareketleriyle aynı türden mütalaa etmek doğru görünmüyor. Yine de itham edilenler

zendeka suçuyla yargılanmış ve ölüme mahkûm edilmişlerdir.

4. Felsefi Zendeka (yahut İlhad) Hareketleri

Aslında bir kelâmcı olmakla beraber, bir anlamda feylesof da sayılabilecek olan Ebû

İsa el-Varrâk'la beraber başlayan İslam düşüncesindeki felsefi zendeka, daha doğru

bir terimle ilhad hareketlerinin asıl temsilcileri, İbnü'r-Râvendi (el-Varrâk'ın

öğrencisidir), Ebû Bekir Zekeriyyâ er-Râzi ve Ebû Hayyân et-Tevhidi'dir. Bu üçü

konumuz açısından özel bir önem taşır, zira etkileri gerek 10. yüzyıldan sonra İslam

dünyasındaki, gerekse Osmanlı dönemindeki zendeka ve ilhad hareketlerinde

görülür. Etkileri öyle güçlü olmuştur ki, Ebu'l-Ferec Abdurrahman İbnü'l-Cevzi (ö.

1200) bu üçünü "İslam tarihinin en korkunç zındıkları" olarak nitelendirir.14!

10. yüzyılın ikinci çeyreği ile 11. yüzyılın ilk çeyreği içinde yaşamış olup epeyce uzun

bir ömür süren Ebû Hayyân et-Tevhîdî'nin (ö. 1023) hayatı hakkında fazla bilgi

mevcut değildir.142 Zamanına göre iyi bir tahsil gördüğü, Arap dilini kullanmada

büyük bir maharet gösterdiği, bu sebeple Rey ve Bağdat gibi büyük siyaset ve kültür

merkezlerinde yüksek bürokrat olarak görevde bulunduğu biliniyor. Esasında bir

felsefeci olarak önemli sayılması gereken Ebû Hayyân et-Tevhîdî'nin, aynı zamanda

tasavvufa da intisap ettiği, hatta daima derviş kıyafetiyle dolaştığı malum olmakla

beraber, bu alanda önemli bir isim sayılamaz. Bazıları bize kadar ulaşan mühim

eserleri mevcuttur.143 Yukarıda belirtildiği gibi, İbnü'l-Cevzi'nin Ebû Hayyân et-

Tevhîdî'yi "en tehlikeli üç zındık"tan biri olarak göstermesine, bu kanaatinin ez-Zehebi

ve es-Süyûti tarafından da paylaşılmasına rağmen,144 Tâceddin es-Sübki onun

eserlerinde bu konuda herhangi bir ize rastlamadığını beyan ederek itirazda

bulunur.145

İbnü'r-Râvendi'ye gelince, tam adı Ebu'l-Hüseyin Ahmed b. Yahya er-Ravendi olan

İslam düşünce tarihinin bu çok ilginç şahsiyeti, 10. yüzyılın ilk çeyreği civarında (820

veya 830) Merverruz'da doğmuş olup Fars (veya hasımlarına göre Yahudi) kökenli bir

aileden gelmektedir. Gençliğinin önemli bir kısmını Bağdat'ta geçirmiş, Mu'tezîle

mezhebine girmiş, fakat fazla akılcı ve materyalist fikirlerinden dolayı zendeka ile

suçlanarak tardedilmiştir. Mezhep mensupları işi hükümete kadar duyurunca,

muhtemelen eziyete maruz kalacağını anlayan İbnü'r-Râvendi, Bağdat'tan kaçmak

zorunda kalmış, büyük bir ihtimalle Kûfe'de 910 civarında ölmüştür.146

İbnü'r-Râvendi'nin fikir ve inanç hayatının Mu'tezîlilik'ten Şiiliğe, Şi-ilik'ten ateizme

(ilhad) aşama aşama uzanan değişim çizgisini, onun, asıl metinleri bugün elimizde

bulunmayan, ama (reddedilmek üzere) çağdaş muarızlarının kitaplarına aktarılmış

parçalar halinde bize gelen eserlerinden, adı geçen şarkiyatçıların çalışmaları

sayesinde rahatlıkla takip edebiliyoruz.147 Hocası Ebû İsa el-Varrâk'ın geniş ölçüde

etkisi altında kaldığı genellikle kabul ediliyor.148

Mu'tezîle mezhebinden ihraç edilmesini asla hazmedemeyen İbnü'r-Râvendi'nin, bu

mezhebe karşı amansız bir mücadele açtığı görülüyor. Fadihatu'l-Mu'tezile adlı kitabı,

bu mücadelesinin bir sonucu olmalıdır. Feylesof bu eserini Câhiz'in FaziletüH-

Mu'tezile'smc karşı kaleme almıştır. Burada pek de dürüst olmayan bir üslupla

Mu'tezîle'nin Ulûhiyet (Tanrı fikri), nübüvvet ve risâlet (peygamberlik) anlayışına

saldırır; bazı Mu'tezîle reislerini şiddetle eleştirir. Nitekim onun bu saldırıları hem

samimi birer Müslüman olan el-Hayyat ve Ebû Ali el-Cübbâî gibi ileri gelen Mu'tezîle,


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin