115
Özet
Şîa’nın lafzî ve ıstılahî anlamlarını tanımlayabilmek.
Şîa, Arapça’da
taraftar, yardımcı, partizan, destekçi manalarında kullanıl-
makla birlikte, ilk dönem İslâm toplumunda bu terimden kesinlikle bir
mezhep anlamı kastedilmemiştir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz.
Ali’yi halifeliğe en layık kişi olarak gören ve
onu meşru halife kabul eden,
ondan sonraki halifelerin de onun soyundan gelmesi gerektiğine inanan bir
grubu ifade eden mezhep anlamını ise daha sonra kazanmıştır.
Şiîliğin ortaya çıkışında, siyasî ve dinî Şiîliği birbirinden ayırt edebilmek.
Şiîliğin ne zaman zuhûr ettiği konusundaki karışıklığın
en önemli sebebi,
Şiîliğin siyasî ve dinî tarihinin iyi kavranamamış ve hangi cephesinin ne
zaman ortaya çıktığının sağlıklı bir şekilde değerlendirilememiş olmasıdır.
Mezhepsel kaygılar bir tarafa bırakıldığında, Hz. Ali’nin imâmetini
benimseme ve diğer insanları ona davet etme düşüncesinin dinî değil, siyasî
bir tercih olarak başladığı, fakat daha sonra dinî bir içerik kazandığı
görülecektir. İlk-Şiî hareketler olarak isimlendirilen Ehl-i Beyt odaklı isyan
hareketlerinin ortaya çıkışında, İmâmiyye’nin anladığı manada nass ve tayin
nazariyesinin belirleyici olduğunu söyleyebilmek oldukça güçtür.
Şiîliğin kökeniyle ilgili nazariyeleri değerlendirebilmek.
Şîa’nın belirli görüşlerini merkeze
almak suretiyle, bunları Arap, Fars,
Yahudi, Hıristiyan, Zerdüştîlik gibi unsurlardan sadece bir kökene bağlamak
indirgemeci bir yaklaşımdır. Bu yüzden İslâm toplumunda ortaya çıkan siyasî
ve itikadî bir fikrin, sistemin ve fırkanın kaynağını, içinde bulunduğu dinî,
siyasî, toplumsal ve coğrafî şartları dikkate almadan, bütünüyle İslâm dışı din
ve inançlara bağlamak ve indirgemeci bir tutum takınmak isabetli
görülmemektedir.
İmâmet anlayışı ve itikadî-amelî görüşleri bakımından, Zeydîliğin diğer Şiî
fırkalardan çok farklı olduğu konusunda tartışabilmek.
Ortaya koyduğu mutedil imâmet anlayışı ve Şiî fırkalar arasında
Ehl-i
Sünnet’e en yakın olması sebebiyle bazı müellifler tarafından Şîa’nın dışında
tutulan Zeydiyye, bazı farklılıklarla birlikte, itikatta Mu‘tezile’yi, amelde ise
Hanefîliği benimsemiştir. Zeyd’e göre, Ali’nin Fatıma’dan gelen neslinden
âlim, zâhid, cömert ve zulme karşı gelen kim olursa olsun imamdır. O, bu
görüşüyle, imâmeti sadece Hüseyin’in soyuna tahsis eden İsmâiliyye ve
İmâmiyye’ye muhalefet etmiş bulunmaktadır.
“Her zâhirin bir bâtını vardır” düşüncesini sistemlerinin merkezine oturtan
İsmâiliyye’yi diğer Şiî fırkalardan ayırt edip alt kolları arasındaki görüş
farklılıklarını mukayese edebilmek.
Özellikle ilk İsmâilîler, kutsal kitapların ve şer’î hükümlerin zâhir ve batını
arasında ayrıma giderek her zâhirî ve lafzî mananın bir bâtınî ve hakikî
manası olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle onlara göre zâhir, her
dönemin peygamberine göre değişkenlik arzederken, bâtın değişmeden ve
evrensel anlamda geçerliliğini koruyarak kalır. Bu mezhebe göre Muhammed
b. İsmail, İslâm’ın yasalarını yürürlükten kaldırarak
yedinci ve son devri
başlatmış ve böylece dinî hükümlere ihtiyaç kalmamıştır. Günümüze kadar
değişik evreler geçiren bu inanışın, İsmâilîler’in Nizârî ve Musta‘lî olarak
116
ikiye ayrılmasından bu yana tezahürleri farklı olmuştur. Musta‘liyye de
esasta bâtınî inancı ve daîlik sistemini benimsemiş olmakla birlikte,
Nizâriyye’ye göre daha mutedil görüşlere meyletmiştir. Nizârîler ise, Allah’ı
tanımanın zamanın imamını tanımak olduğunu söyleyip onun sözünün
Allah’ın sözü olduğunu
iddia etmişler ve namaz, zekat, oruç, hac gibi
ibadetleri bâtınî anlamlarııyla yorumlayıp dinî kavramların içini tamamen
boşaltmışlardır. Buna rağmen takiyye pratiğini istihdam ederek birçok insanı
kendi görüşlerine çekmeyi başarmışlardır.
Dostları ilə paylaş: