152
Teşekkülü ve Tarihi Gelişimi
Nusayrîliğin tarihi arkaplanı uzun süre, büyük ölçüde gizli kalmıştır. Ancak
gerek tarih kaynaklarındaki gerekse 20. yüzyılın başlarında elde edilen
fırkanın temel kitaplarındaki bilgilerin birleştirilmesiyle tarihi seyir hakkında
önemli bilgilenmeler ortaya konulmuştur.
Fırkanın teşekkülünde ilk öne çıkan isim kuşkusuz Ebû Şuayb
Muhammed b. Nusayr en-Nemirî’dir. Bilinebildiği kadarıyla Basra, Kufe ve
Samarra’da yaşayan İbn Nusayr, Irak’ta öteden beri varlığını sürdüren ve
hulûl, ittihad, tenasüh gibi eski inanç ve geleneklerden beslenen düşüncele-
rini değişik şekillerde dillendirmeye başlamış, çok muhtemelen etrafında,
aynı kültür havzasından beslenen kesimlerden oluşan küçük bir zümre
oluşturmuştur. On iki imam Şiîliği’nce onuncu
imam kabul edilen Ali en-
Nakî ile on birinci imam kabul edilen Hasan Askerî zamanında yaşamış olan
İbn Nusayr, Ali en-Nakî döneminde onun ilahlığını, kendisinin de onun
tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia etmiş, tenasühü
benimsemiş, İslam'ın bazı haramlarını helal sayarak birtakım aşırı görüşler
ileri sürmüştür. Hasan Askerî zamanında ise onun "bâb"ı olduğunu iddia
etmiş, onun vefatının ardından on ikinci imam Muhammed Mehdî'nin
gaybete intikal ettiğine inanılmasıyla birlikte kendisinin onun sefiri (elçisi)
olduğunu söylemiştir.
İbn Nusayr’in 270/883 yılında ölümünün ardından fırkanın başına
Muhammed b. Cündüb, onun kısa zaman sonra vefatından sonra da Ebû
Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Cünbülânî geçmiştir. Bunlardan İbn
Muhammed Cünbülânî, Cünbülânî adıyla anılan bir tarikat kurmuş ve fırkaya
tasavvufî bir boyut katmıştır. Ayrıca bazı bölgelere seyahate çıkarak
hareketin yayılması için yoğun faaliyetlerde bulunmuş,
bu amaçla gittiği
Mısır'da Ebû Abdullah Hüseyin b. Hamdân el-Hasîbî'nin fırkaya girmesini
sağlamıştır.
Nusayrîlik tarihi açısından önemli bir şahsiyet olan ve bazan fırkanın
ikinci kurucusu olarak da anılan Hasibî, Cünbülânî'nin 287/900 yılında
ölümünden sonra hareketin başına geçmiş, fırkanın sistemleşmesi ve
yayılmasında büyük rol oynamıştır. Hasibî, akrabalık ilişkileri bulunan
Büveyhî hanedanlığına sığınıp desteklerini almıştır. Bu çerçevede kaleme
aldığı el-Hidâyetü’l-Kübrâ ve el-Mâide isimli eserlerini Büveyhî hükümdarı
Seyfüddevle’ye ithaf etmiştir. Ayrıca kaleme aldığı Kitâbü’l-Mecmû’ isimli
eser de fırkanın ana kaynağı olmuştur.
Hasibî ile birlikte teşekkülünü tamamlayan fırka, küçük gruplar halinde
Irak ve Suriye’nin belli bölgelerinde taraftar bulmuştur. Onun 358/969
yılında ölümünün ardından Bağdat ve Halep olmak üzere iki merkez
ortaya
çıkmış, Bağdat'ta Seyyid Ali el-Cisrî, daha büyüğü olan Halep'te ise
Muhammed b. Ali el-Cillî hareketi yürütmüştür. İlk merkez Hülagû'nun
saldırılarından sonra yıkılmış, Halep merkezi de Cillî'den sonra başa geçen
Ebû Said Meymûn b. Kasım et-Taberânî döneminde bugün Suriye içinde
bulunan Lazkiye'ye taşınmıştır. Taberânî fırka içinde ortaya çıkan küçük
ihtilafları çözmüş, başta mahalli hanedan Tenûhîler olmak üzere dağlık
bölgede yaşayan gurupların da bünyeye katılmasını sağlamıştır. Onun
426/1034’da ölümünden sonra, bir fikir
vermek üzere saymak gerekirse,
aralarında Muhammed b. Hasan Müntecibüddin (ö. 595/1198), Ebü'l-Feth
Muhammed b. İsmetü'ddevle (ö. 700/1300), Ahmed b. Câbir el-Gassânî (ö.
803/1400), Hasan el-Acrûd el-Aynî'nin (ö. 836/1432) de bulunduğu kimseler
topluma rehberlik etmiştir. Fırka Muhammed b. Yunus el-Kilâzî (1011/1602)
153
369) zamanında Kitâbü'l-Mecmû'daki Hz. Muhammed ve Hz. Ali'den bahse-
den bazı ibarelerin yorumu ile ilgili konularda ikiye ayrılmış, ana yapı
Haydarîlik (Şemsiye) adıyla, sayıca daha az olan kesim ise İbn Yunus el-
Kilâz'a nispetle Kilâziyye (Kameriye) adıyla anılmış, zaman zaman iki kesim
arasındaki soğukluklar birbirlerine düşmanca tutum sergilemeye kadar
varmıştır (Üzüm, 2007).
Tarih boyunca Nusayrîlik siyasi bir otorite
elde edememiş, varlığını
Büveyhîler, Karmatîler, Eyyûbîler, Selçuklular ve Osmanlılar’ın hakimiyet-
leri altında geçirmiştir. Bunlardan hiç kuşkusuz Hamdanîler dönemi, fırka
için en parlak dönem olmuştur. Karmatîler’in 10. yüzyılın başında Suriye’yi
ele geçirmesiyle fırka mensuplarının bir kısmı Suriye’de kalmaya devam
ederken bir kısmı Antakya bölgesine çekilmiştir. Haçlı istilasındaki Lazkiye
ve çevresinin Selahattin Eyyûbî tarafından kurtarılıp alınmasından sonra
(458/1188) ise bölge Eyyûbîler'in hakimiyetine girmiştir. Bu dönemin
sonunda İsmailîler ve öteki muhalif guruplarla mücadeleye giren fırka, Sincâr
dağlarından gelen Emîr Mekzûn es-Sincârî'nin 622/1223 yılında muhalifleri
yenilgiye uğratıp bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte belirli bir rahatlık
yakalamıştır.
Memlükler döneminde Nusayrîler'in yaşadığı Cebel-i Ensâriyye'nin
güneyindeki kaleleri İsmailîler'den alan Sultan Baybars, toplumun yaygın
İslamî anlayışa mensup zümrelere katılması için teşebbüslerde bulunmuştur.
Batınîlere karşı sert tutumuyla tanınan Sultan Kalavun (1277-1290)
döneminde fırkaya intisap etme yasaklandığı gibi, fırka mensuplarının
bulunduğu yerlere cami
yapma mecburiyeti getirmiş, ancak bu çabalar sonuç
vermemiş, kısa bir süre sonra camiler tamamen atıl kalmıştır.
Osmanlılar'ın 1526’da Mercidabık savaşı sonrasında ilgili bölgeleri
imparatorluğa katmasıyla birlikte Nusayrîler Osmanlı idaresine girmiş, uzun
dönem Halep eyaletine bağlı olarak, mahalli şeyhlerin denetiminde muhtar
bir hayat yaşamışlardır. Mısır'lı İbrahim Paşa'nın devlete karşı giriştiği
harekatta (1839) büyük kayıplar vermelerine rağmen devlete karşı sadık
kalan Nusayrî toplumu, siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak bazı
küçük çaplı isyanlara girişmişse de bunlar büyümeden bastırılmıştır. II.
Abdülhamid zamanında diğer batınî topluluklar gibi Müslüman ahali arasında
kabul edilerek mecburi askerliğe tabi tutulmuş, ayrıca bölgedeki Hıristiyan
misyonerlerinin propagandalarına karşı tedbir talepleri dikkate alınarak
destek vaadinde bulunulmuş, belli yerleşim merkezlerine camiler inşa edilip
imamlar tayin edilmiştir. Ancak bu tedbirler sınırlı oranda kabul görmüş,
Birinci Dünya Savaşı sonunda bölgenin önce İngilizler sonra Fransızlar
tarafından işgali sonrasında ise tamamen son bulmuştur.
Birinci Dünya
Savaşı’nın ardından Fransızlar'la Suriye'li yetkililer arasında gerçekleşen
görüşmelerden sonra 1920 yılında Alevî otonom bölgesi kurulmuş, 1936
yılında burası Suriye devletinin bir vilayeti kabul edilmiş, 1939 yılında
Fransa Lazkiye bölgesini Suriye'den ayırarak müstakil bir statü vermiş, aynı
tarihte İskenderun sancağı Türkiye'de kalmış, uzun görüşmelerin ardından
Lazkiye idaresi 1942 yılında resmi törenle Suriye'ye katılmıştır.
Nusayrî toplumu günümüzde Suriye, Türkiye ve Lübnan’da
yaşamaktadır. Suriye'de Lazkiye ve Cebel-i Ensâriyye
bölgesi başta olmak
üzere ülkede tahminî olarak % 8-12 arasında gösterilen bir nüfus oranına
sahiptir. Türkiye'de Hatay ile kısmen Adana ve Mersin'in çeşitli yerleşim
birimlerinde, Lübnan'da ise daha çok kuzey kesimlerde on bin dolayında
nüfusa sahip küçük bir gurup olarak varlığını devam ettirmektedir.
Dostları ilə paylaş: