Yeraltından
Notlar
’da Dostoyevski...”
“Gene sözünü keseceğim. Ne olur, oraya girmeyelim. Ben
kayboluyorum orada.”
“Oysa biraz okusaydın, sen de orta halli bir Dostoyevski
olabilirdin pek güzel. Orta çapta bir
humiliation
çıkardı or-
taya; bir hikâye filan yazardın. Geçinip giderdik.”
“Farkındasın değil mi?” diye sordu Turgut. “Sen o İngi-
lizce sözü edince, nasıl budalaca bir bilgiçlik gülümsemesi
kapladı suratımı.”
“Fakat, Turgutçuğum; sen Dostoyevski’yle Çehov’u karış-
tırıyorsun, bana kalırsa.”
“Olsun, bir daha denerim. Üzülürüm bu sözlerine; biraz
kendi kendimi yerim. Gene de iyi niyetle denerim bir daha.”
Selim güldü: “Bu biraz daha iyi oldu. Yalnız, kendi kendi-
ni yerken, bunu sen bile bilmeyeceksin, kendine bile söyle-
mekten korkacaksın. Bir gölge gibi, kapının altından süzü-
leceksin. Duvarda karafatmalar; gerçek karafatmalar değil
tabii. Daha kapıdan girerken hiçbir şeyin yoktu; oysa dere-
ceyi koyuyorsun: otuz dokuz ateş...”
“Dostoyevski için ölüp bittiğin halde bu sözleri söylemen
humiliation
bana kalırsa.”
“Turgut! Bu sözü, nasıl buldun? Farkında mısın önemi-
nin? Hayır, olamaz, bir yerde okudun bunu.”
“Selim, biliyorsun, biz Türkler, mahalle...”
“Hayır, sus konuşma, bozma. Bak, Turgut; hayatın bo-
60
yunca bir daha konuşmayacaksın bu sözünden sonra. Söz
veriyorsun değil mi?”
“Yoldan çıktığına göre ilhamını kaybetmiş olmalısın”
“Hayır, dostum. Ben, en acıklı anda bile güldürücü sözler
bulabilen bir insanım. Kendime acımam yoktur.” Silkindi,
gözlerini yumdu; sonra hemen açtı; değişik bir sesle devam
etti:
“Küçük yaşta, akranları arasında önder olması, onun bir-
çok aşağılık duygusundan kurtulmasına yardımcı olduysa
da manevi bakımdan kaçınılmaz bir fakirliğe sürükledi
onu. Bu arada, Ahmet Mithat Efendi gibi, kısa bir süre için
de olsa, okuyucularımızdan izin alarak mevzumuzu bir ya-
na bırakmamıza rağmen, bize bu fırsatı verenlere, bu arada
bu satırların yazarına, ayrıca bizzat gelemeyerek yarı yolda
kalanlara bilhassa teşekkür ederiz. Turgut, yukarıda zikre-
dildiği gibi, kısa pantalonlu yaşantısının bu erken başarısı-
na kapıldı; ondan sonra da her davranışında, Borjiya gibi
‘Zafer veya hiç’ düsturuna sadık kaldı. Bu orman yasasını,
üniversite kapıcısının o sırada başka yere bakmasından fay-
dalanarak mukaddes camiamızın içine de soktu. Evet bey-
ler! İştirakiyun mezhebinden de yıkıcı olan bu telakkiyi
aramıza sokan Turgut’tur. Turgut değil o hayduttur. Halbuki
‘Vermesini bilmeyenler alamayacaklardır.’”
“Hayatımdır bahis konusu olan. İncil’i karıştırma ulan,”
diye Selim’in sözünü kesti Turgut.
“Uygun bir kafiye bulamadığım için bu müdahaleni kar-
şılıksız bırakmak zorundayım.”
Turgut: “Her zamanki gibi işin sonunu kendine bağlamak
gibi kaçınılmaz bir eğilim görüyorum sende,” dedi.
“Mülahazat hanesine yazacaklarımız şimdilik bu kadar.
Gelelim Turgut’un okul ve dış dünyayla temaslarına.
“Turgut’un küçük yaştan beri geliştirdiği ve sonraları ar-
kadaşlarının başına ağır bir yük tahmil eden hususiyetlerin-
61
den biri de her şeyi mantıkî neticelerine kadar takip etmek
olmuştur. ‘Mantıki neticelerine kadar götürmek’ gibi kor-
kunç bir tabir daha düşünemiyorum. Bu hususiyet onda,
Selim Işık’ın aksine, sonradan olma bir vakıadır. Üniversite
hayatı sırasında bir umumiyet halini alan bu hususiyet, za-
manla büyük düşüşler kaydetmiştir. Esasında, herhangi bir
konuyu mantıkî neticelerine götürmek son derece tehlikeli
ve... yasaktır. Hiçbir vatandaşımızın bu oyuna kapılmasına
asla ve kat’a müsaade edilmemelidir. Bu, ancak oyun kabi-
linden ve Cumhuriyet Bayramlarında, maytapla birlikte
patlatılması caiz olan bir kaziyedir.
“Turgut, bu oyunu, önce işine geldiği için sevdi. Ben, her
sene sınıfın birincisiyim ve herkesten kuvvetliyim ve kızlar-
la konuşuyorum. Ama ne demişler: gülme Menderes gül-
me, senden büyük Allah var. Halbuki o ne diyor. ‘Gencim,
güzelim, matematikten de on aldım. O halde mantıkî neti-
celerden ne korkum olabilir? Komplekslerim yok ve elle-
rim terlemiyor. Bana kimse dokunamaz.’
“Bir insanı, diğerinden ayıran hususiyet nedir? Dış şartlar
mı? Olamaz. Nedir o halde? Kazanç ve kayıp hakkındaki
telakkisidir. Turgut da üniversite giriş imtihanını bin bir
zorlukla kazanınca bu hayati sualle karşı karşıya kaldı: ne
demekti bu? Kazanç mı, kayıp mı? Acele cevap verdi: ‘Ka-
yıp,’ dedi. Ah! İşte burada hata etti. Neden bu kadar acele
davrandı? Neden acısının biraz hafiflemesini bekleyip de
biraz daha soğukkanlı olabileceği bir zamana kadar dayana-
madı? Neden, neden? Bu vahim hükmü, ondan sonraki bü-
tün harekâtına da tatbik etmek gibi ikinci elim hatayı da
hemen yaptı. Koparıp atsaydı bütünlüğünü bozan bu acıklı
tarafını da geri kalanı kurtarsaydı hiç olmazsa. Yapmadı.
Kendini, rakipsiz saydığı konuların dışında, bir daha hiçbir
zaman tecrübe etmemeyi ve kuvvetsiz olmayı uygun buldu.
Tabii, mantıkî neticelere götürme oyunuda birdirbir ve lik
62
gibi bir çocuk oyunu olarak mazide kaldı. İşte, düşüşü de
bu anda başladı. Bu satırların yaratıcısı ve yakın arkadaşı,
onun bu metamorfozuna şöylece tarih düşürdü:
“Yıl bin dokuz yüz elli üç, baktı Turgut vaziyet güç; man-
tık yardım etmedi hiç. Oldu tam bir eyyamgüder. Bana gö-
re, oldu heder.
“Fakat, sonradan garson olmuş bir filozof ya da filozof ol-
muş bir garsona göre, insanlar karışık salataya benzer. Tur-
gut da, insan ruhundaki bu karışıklık yüzünden yeni şartla-
ra tamamen ayak uyduramadı. İnsancıllığı, arasıra görülen
eski yumuşaklığı, rahatsız etmeye başladı onu. Çare olarak
dinlenme anlarında, eski düşüncelerine uygun arkadaş...”
“Yeter artık sapıttın,” dedi Turgut. “Kendi elimle kendime
hakaret edemem. Müsaade edersen yazıyı otobiyografiye çe-
vireceğim.” “Müsaade etmem,” dedi Selim soğukkanlılıkla.
Turgut başını okuduğu satırlardan kaldırarak çevresine
baktı: eşyayı, tanımayan bakışlarla süzdü. Salonu koridora
bağlayan kapıya doğru bir iki adım attı. Durdu, öylece kaldı.
Öylece kal Turgut! Oyunun sonunda perde kapanırken
olduğu gibi. Yatak odasından koridora ışık sızıyordu. Yat-
mamış; beni bekliyor. Kalan kâğıtları yarın aramak daha iyi
olacak.
Ertesi gün, akşam üzeri eve erken döndü. Nermin mut-
fakta yemek yapıyordu. Karısını öptükten sonra yatak oda-
sına doğru kararsız bir iki adım attı. Önüne gelen ilk kapı-
nın tokmağına takıldı gözü. Tokmağı bir süre elinde tuttu,
kapının
Dostları ilə paylaş: |