Tekkedeki on üçüncü günümde Deniz Harb Akademisi'nden emekli olmuş bir profesör ile görüştüm. Şeyh Efendi'yi ziyarete gelmişti. Çok kibar ve insana güven telkin eden bir zattı. Esasen tekkedeki herkes insanda bu hisleri uyandırıyordu. Burada kaldığım müddet içinde münakaşaya veya en ufak bir sert konuşmaya rastlamadım.
Bu hal Şeyh Efendi'ye duyulan derin hürmet hissinden doğuyordu. Bu öyle derin bir saygı idi ki, onun huzurunda herkes alçak sesle konuşur, ayak parmaklarının ucuna basarak yürürdü. Tekkede de tıpkı camideki gibi sadece çorapla dolaşılıyordu.
BİR DERVİŞ
Tercümanımla birlikte otururken dervişlerden Hafız Efendi yemek getirdi. Kendisinden oturmasını rica ederek; zikirlerde neden ürperip bağırdığını ve ağladığını sordum. Çünkü kendisi her zikirde vecde gelenlerden birisi idi.
"-Anlatılacak gibi değil. Sanki içime bir ateş düşmüş gibi..."
"-Güzel şeyler mi görüyorsun? Hoş düşüncelere mi dalıyorsun?"
' "-Hayır."
"-Vecd halinde iken ne yaptığını biliyor musun? Veya yaptıklarının sebebini izah edebilir misin?"
"-Belli bir şey söyleyemem. Şeyh Efendi'nin kudreti beni kavrıyor. İçime ateş gibi giriyor, bu gücü uzaktayken daha çok hissediyorum."
"-Onlara ne hoş, ne hoş değildir denemez, sanki vücuduma ateş gibi çizgiler çizen çok kuvvetli tesirlerin idaresine giriyorum. İrademi bir kenara bırakıp ihtiyarın dışında o hareketleri yapıyorum. Adeta yükseklere çıkmış gibi oluyorum."
Bu bilgileri derin bir safiyet içinde anlatıyordu. Kendisine teşekkür ederek, istediği bir şey olup olmadığım sordum. Şeyh'in bir fotoğrafını istedi. Başka bir şey daha istemesi için çok ısrar etmem üzerine, küçük bir kutu enfiyenin kendisini memnun edeceğini söyledi. İkisi için de söz verdim. Elini kalbi üzerine koyarak, tam bir samimiyet ifadesi ile selam verdi.
Bu sırada aklıma memleketimdeki proleter-emekçi Avrupalıların bütün sosyal günahları ve sınıf çatışmaları geldi. İslam'ın evlatları arasında sınıf çatışması yok, onun yerine kardeşlik var.
Şeyh Efendi ile konuşmamızda kendisine tarikatın yaygınlık durumunu sordum. Anadolu, Bulgaristan, Bosna ve Arnavutluk içinde dağılmış halde kırk kadar halifesinin ve yüz binden fazla müridinin bulunduğunu söyledi.
Gelecek sayı: Carı Vett'in Dergah'taki son gecesi
ŞEYH EFENDİNİN MEKTUBU
MÖSYÖ KARLVET HAKKINDA
Sûbhân olan Allah'ın adıyla.
Din nasihattir, hadîs-i şerifini takdir eden muhterem meşayih ve ulema hazretlerine arz ve ifade olunur ki, elinde fakirane tavsiye yazımızı taşıyan Mösyö KARLVET batının tanınmış ve ilmiyle temayüz etmiş simalarından olup senelerden beri kendisini semavi kitapların değişik süfiyye asarînın mutalaasına vakfetmiştir. Bu sebepten Cenab-ı Hakk'ın birliğine Kur'an-ı Azimüiş-şan'ın Allah Kelamı olduğuna, Hz. Peygamberimiz'in son peygamber bulunduğuna inanmış bir kişidir.
Sırf dini bir gayret ve hamiyyetle bütün batılıların da bu hakikate nail olmaları için her türlü fedakarlığa razı ve doğuda bulunan din adamları ve tasavvuf ehlinin ilim ve irfanından derleyeceği bilgileri hem cinslerine yaymak üzere geniş bir geziye çıkmıştır. Bu cümleden olarak kendileri İstanbul'da bulunan Kelamî Dergahı'na gelerek on beş gün kalmış, ilmî sohbet ve araştırmalarda bulunmuştur. Doğu ile batı alemi arasındaki zıtlık ve ayrılığın ortadan kaldırılması konusundaki arzularını açıkladılar. Bu yüce gayenin tahakkuku için gereken gayretle Doğu'da bulunan tanınmış meşayih ve alimleri ziyaret maksadı ile bir müddet seyahatte bulunacaklarını söylediler. Cenab-ı Hakk ve Hadî-i Mutlak Hazretleri çalışmalarını şükre vesîle kılsın, amin.
Bilindiği gibi buna benzer hizmetler, dînî hamiyyet ve gayret sahipleriyle Hz. Peygamber'in manevi varisleri İslam münevverlerinin üzerine farz olduğundan karşılaştıkları kişiler tarafından kendisine hürmet ve yardım gösterilerek bunun İslam dininin yücelik ve kutsiyetine delil olacağını ümit ederim.
Sakın terk-î edebden küy-i mahbüb-i Huda'dır bu
Nazargah-ı İlahîdir makaam-î Mustafa'dır bu
Felekde mah-ı nev Babü's-Selam'ın sîneçakîdir
Bunun kandili Cevza matla'-î nur ü ziyadır bu
Habîb-i Kibriya'nın habgahîdir fazilette
Tefevvuk-kerde-i Arş-T Cenab-i Kibriya'dır bu
Bu hakin pertevinden oldu deycür-î adem zail
Amadan açtı mevcudat çeşmin tütiyadır bu
Mura'at-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergaha
Metaf-i kudsiyandır cilvegah-î enbiyadır bu
NABİ
*
1. Ey müslüman! Burası, Allah'ın sevgili kulunun beldesidir. Burası, Muhammed Mustafa'nın makamıdır. Cenab-ı Hak daima buraya nazar etmektedir. Aman edepli ol!
2. Gökteki yeni hilal Babü's-Selam'ın yüreği yaralı aşığıdır ve Cevza yıldızları buranın kandilleridir. Burası bütün cihanı aydınlatan nurun kaynağıdır.
3. Burası Yüce Rabbimiz'in Sevgili Kulu'nun istirahatgahıdır ve fazîlette Arş'tan daha üstün kılınmıştır.
4. Kainatı "yokluk" karanlığından kurtaran bu toprağın pırıltısıdır. Bu toprak, "varlık"ın gözünü açan bir sürmedir.
5. Ey Nabî, kendine gel! Bu dergaha bütün edebini topla da gir! Çünkü burası, meleklerin her an tavaf ettiği ve peygamberlerin daima ziyarette bulunduğu bir makamdır.
Mescid-i Nebevide Sultan Üçüncü Selimin Na'tı
MEDİNE-İ Münevvere'de, Mescid-i Nebevi'de bulunan hat sanatı eserlerinin en zarif numunelerinden birisi, Peygamber Efendimizin kabri saadetleri ile minberi saadetleri arasındaki sütunlara nakşolunmuş bulunan Na'tı şeriftir.
Buharı ve Müslimin rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Beytimle yahut, kabrimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir." buyurmuşlardır. Bu hadisi şerifin nassı, mihrabu nebevinin sol tarafındaki taht üzerinde celî sülüs ile yazılıdır.
Burada bulunan 12 sütun, Sultan Üçüncü Selim'in emriyle mermerle kaplanmış ve Peygamberimiz (s.a.v.) hakkındaki kasidesi yahut, Na'tı Şerifi Nebevisi bu sütunlara sülüs hattı ile yazılmış ve kabartma olarak nakşolunmuştur.
MESCİD-i Nebevî hakkında Nüzhetü'n nazirîn isimli bir eser telif eden ve Mescid-i Nebevi'deki Osmanlı eserlerinden şükranla bahseden Seyyid Berzenci bu kadirşinas eserinde diyor ki:
"Osmanlı padişahlarından Sultan Üçüncü Selim'in eserlerinden olarak bu 12 sütunun mermerle kaplanması Ravzayı şerife'nin güzel bir belleği oldu. Yani hadisi şerifte beyan olunan yer bu 12 sütun mermerle kaplanarak tebarüz ettirilmiş oldu. Bunlarla beraber kabri saadetin minber tarafındaki üç direği de kaplanmıştır. Sütunların üst taraflarına Türkçe lisanıyla Sultan Selimi Salis Hazretlerinin Şefaat-i uzma sahibi Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)'e tevessülen yazdığı kaside nakşolunmuştur. Yazılar kabartma olarak işlenmiş olup tamamlandıktan sonra altın suyu ile boyanmıştır. Bu sütunlara nakşolunan na't-ı nebevî minberin sol tarafına düşen direkten başlayarak devam eder. Bir sırada dört sütun olmak üzere üç sıra mevcuttur. Na'tın birinci sıradaki dört sütunda nakşolunmuş kısmı her sütunda sekiz mısra olmak üzere otuz iki mısra; ikinci sıradaki dört sütunda nakşolunmuş kısmı, bir sütunda dört mısra olmak üzere onaltı mısra; dördüncü sıranın üç direğinde on iki mısra, müezzin mahfeline bitişik olan son direkte ise iki mısra mevcut idi. Bunlardan bugün çok azı mevcut bulunmaktadır."
1. Es-selam ey mehbit-î vahy-î emin
Can ile aşık sana Rûhu'l-Emin
Asumâne fahr eder yerden göğe
Cayi cism-i pâkin olmakla zemin
Tak-i gerdûn-î imad-ı şevketin
Oldu ma'nîde zehî rükn-î rekin
Dest-gîri ol Selîm Hân'ın meded
Kim kavîm ola kıyam-ı mülk ü din
2. Ey kerem mülküne sultân-ı kerîm
Kulluğun fahr bilir Şâh Selîm
Yapışıp kaaime-i Arş gibi
Şer'in erkânına eyler ta'zîm
Bende-i hastır ihsân eyle
Du cihanda bana ya lütfi amîm
Ravzâ-i pâkine yüz bin salâvât
Her biri başına yüz bin teslîm
3. Ey gül-î ravzâ-i dîn-i İslam
Sana her demde hezarân selam.
Nice reşk-aver-i yakut olmaz
Kasrına oldu sütun seng-i ruham
Habbezâ Şah Selîm-i salis
Kıldı rif'atle bu hizmette kıyâm
Kerem eyle ana ey Ekrem-i Halk
Lutftur bendelere de'b-i kirâm
4. Muallâ Ravzâ-î Fahr-i Risâlet
Anın tahtındadır gülzar-ı Cennet
Sütun-î rif'atin Tuba göreydi
Olurdu cebhe-fersâyı darâ'at
Selim Han İbni Sultan Mustafâ'ya
Zehî devlet nasîb oldu bu hizmet
Ana dünyada himmet ahirette
Şefâat ya Resulallah şefâat
5. No'la fahr etse yazarken name na't-i hizmetin
Ol Resul-î Kibriyâ'nın vasf-ı zât-î devletin
Habbeza Mahbüb-i Hak'tır görmemiş mislin felek
Nurdan bir serve benzetmiş görenler kaametin
6. Hilkat-i dünyâya bais Zat-i Pâkî dir anın
Arş-i a'lâ ile nisbet kılma kadr ü rif'atin
Hamd ola Hakk'a bizi çün ümmetinden eyledi
Nîce mümkündür eda etmek bu şükrün ni'metin
8.İki âlem âfitâbı sensin ey Fahr-î Rusül
Pertev-î mihrinle buldu dîn ü dünya zînetin
Eylemezsin bu kulundan lutf u ihsanın diriğ
Ey şehinşah-ı cihan lutf et reva kıl hacetin
9. Mülhem oldum yazmaya ben nüsha-î evsafını
Eyledim bahr-ı şefaat na't-i pâki hizmetin
Şanına layık nice evsafa olsun kudretim
Layıkınca Hak eder tâ'zîm-i halk-ı izzetin
10. Ey kerem kânî zalâm-ı gamdan azâd et beni
Şahlar çün kim diriğ etmez kulundan re'fetin
Şem'-i şevkin pertevî her dem derûnumda yanar
Sîne-î pür-sûzun efzûn eyledi germiyyetin
11. N ü h-feleklerde melekler ins ü cin hep bendedir
Hizmetinde pâdişahlar buldu şan ü şöhretin
Daima zikr-i salatı ola evradım benim
Bahş ederse ol Şeh-î Taht-ı Risâlet himmetin
12. Bin salât ile selam olsun revan-ı pakine
Eyler ihamî recâ nakd-î şefaat ruhsatın
* * *
1. Ey kendisine gerçek ilahî vahyin indirildiği Yüce Peygamber, selam sana! Vahiy meleği Cibrîl-i Emîn sana candan âşık olmuştur.
Yeryüzü O'nun, üzerinde bulunmasından dolayı, kendisini gökyüzünden üstün görmekte yerden göğe kadar haklıdır.
Senin devletinin binası gönüllerde, ne kadar sağlam bir şekilde kurutmuştur!
Selim Han'ın elinden tut, ona yardım et ki, İslam dîni ve ülkesi de sapasağlam yaşasın ve kudretli olsun.
2. Ey cömertlik diyarının yüce sultanı! Şah Selim senin kölen olmakla iftihar eder.
Arşın direkleri gibi sapasağlam olan şerîatın esaslarına sımsıkı yapışarak, onları yüce bilir.
Ey lütfü herkesi kaplayan! Ben senin sadık kölenim, bana iki cihanda ihsanını bezlet.
Ey Nebî! Sana yüz bin salavat ve her bir salavat ile yüzbin selam olsun!
3. Ey İslam bahçesinin gülü olan Yüce Resul! Her nefeste sana binlerce selam olsun! Senin Ravzana sütûn olan mermerlere, yakutlar nasıl özenmesin! Padişah üçüncü Selîm'e ne mutlu ki, o da ancak bu hizmeti ile bir değer kazanabildi.
Küçüklere lütuf, büyüklerin adeti ola gelmiştir. Ey en güzel yaradılmış olan büyük Peygamber, sen de ona kerem eyle!
4. Peygamber Efendimizin bu bahçesi (kabri) ne kadar güzeldir! Cennetin gül bahçeleri ondan geride kalır.
Buradaki sütunları Tuba ağacı görseydi, kendi küçüklüğünü anlardı.
Sultan Mustafa oğlu Selim Han'a bu hizmetin nasib olması onun için ne güzel bir devlettir!
Aman ya Resulallah! Sen de ona dünyada himmetinle yardım ve ahirette şefaat eyle! Şefaat...
5.Yüce Peygamber'in na'tini yazan kalem bu hizmetiyle öğünse çok mudur.
Aman yarabbi! O Hakk'ın ne eşsiz bir güzelidir! O'nun bir benzerini cihan görmemiştir.
6. O'nun kıymet ve yüceliğini Arş-ı ala ile mukayese etmeye kalkışma; çünkü kainatın yaradılışına sebep olan, zaten O'dur.
Allah'a hamd olsun ki, bizi Onun ümmetinden eyledi. Bu nimetin şükrünü eda etmek mümkün değildir.
O'nun ayağının bastığı toprak bir cevherdir; benim gözümü açan bir sürmedir. O'nun yolunun kirpiklerimize sürülen toprağı haşir gününün karanlığını bizlere aydınlık edecektir.
8. Ey Peygamberin övüncü! Din ve dünya senin nurunla canlandı, güzelleşti.
Ey cihanın yüce padişahı! Bu kulundan lutuf ve ihsanını esirgeme, merhamet et; onun da hacetini gider.
9. Ben O'nun vasıflarını yazma hizmetine talip oldum, ve Onun temiz zatının zikrini kendime bir şefaat denizi edindim.
Ama ben bu aczimle, O'nun şanına yaraşır vasıfları bulup yazmaya nasıl güç yetirebilirim? Onun aziz yaradılışının yüksekliğini, O'na yaraşır şekilde Cenab-ı Hak tasvir etmiştir.
10. Ey iyilikler, güzellikler kaynağı Efendim! Şahlar, şefkatlerini kölelerinden esirgemezler, beni dertlerimin ızdırabından kurtar!
Sana olan iştiyakım her an içimde yanmaktadır. Onun alevleri gönlümdeki ateşin şiddetini artırıyor.
11. Dokuz kat göğün, bütün kainatın melekleri insanları ve cinleri senin hizmetkarındır. Padişahlar sana hizmet ederek şan ve şöhret kazanırlar.
Peygamberlik sarayının yüce sultanı lutf edip himmet buyursa, izin verse de, O'nu anmak, salat ü selam getirmek daimi virdim olabilse.
12- O'nun temiz ruhuna binlerce salat-ü selam olsun! Sevgili Efendim! Bu ihamî kölen Şefaatine nail olmak için ruhsat dilenmektir.
Kelami Dergahından Hatıralar
Bir Danimarkalının Kaleminden / Kelâmî Dergahından Hatıralar
Carl Vett / Terc: İ. Edhem Bilgin / Yayına haz.:M.Ertuğrul Düzdağ
ŞEYH EFENDİ'YE "keşif" ve bunun mertebeleri hakkında sorarak, bu hususta biraz bilgi lutf etmesini istedim.
"-Biz bundan bahsetmeyi pek uygun görmeyiz. Yeni başlayanlar ekseriya fevkaladelikler ve kerametler görmek isterler. Fakat bunlar, manevî tekamülle hemen hiç alakası olmayan şeylerdir. Mühim olan, ahlakın yükselmesi ve bunun kalpteki neticeleridir. Keşif ve kerametlere nail olan bir mübtedî, umumî olarak büyük kemâlât sahibi zannedilir. Fakat bu gibi şeyler herhangi birisinin inziva, oruç, namaz ve bazı riyazatlarla yapabileceği şeylerdir. Kemâl sahibi kimseler dışarıdan alelâde bir kimse gibi görünürler, herkes gibi yaşarlar."
Şeyh Efendi'nin bu bahisle pek ilgilenmek İstemediğini anlıyordum. Fakat "keramet" bahsi de Şark kültürünün ayrılmaz bir parçasıydı. Batılıların bu meseleyi iyice anlamadan Şark düşüncesini tam olarak kavramalarına imkan yoktu. Kendisine bunu anlattığımda şöyle dedi:
"-Evet keramet nakilleri halen devam etmektedir. Fakat bu gibi şeylerle uğraşmanın bir faydası yoktur. Çünkü Allah'ın kudreti ve mucizesi küçücük bir yaprakta veya böcekte de görülebilir, insan aynı şeyleri kendi nefsinde de bulabilir. Ancak bu gibi şeylerin Avrupalılara bir faydası olacaksa belki bahsedilebilir."
* * *
Şeyh Efendi'ye, önümüzdeki 1926 yılında Roma'da toplanacak olan "Avrupa Psişik Araştırmalar Kongresi"ne bir temsilci göndermenin mümkün olup olmayacağını, bu hususta ne düşündüklerim sordum.
"-Eğer bizzat gitmeye gücüm yetseydi, Allah rızasının bulunduğu böyle bir hizmet için kendim gitmek isterdim. Fakat burada da daha pek uzun zaman kalmayacak gibiyim. Bedenim böyle bir yolculuğa takat getiremez. Ama oğlum Ali Efendi gidebilir. Fakat bize daha önceden görüşülecek bahislerin bir hülasasın göndermelisiniz. Onları inceleyerek konferansa hazırlıklı gelmemiz icap edecektir. Orada, birleştiğimiz ve ayrıldığımız noktaları tesbit etmeli ve ondan sonra ayrılıkları gidermeye çalışmalıyız."
KONUŞMAMIZ, Batının da Doğudaki ruhî gelişmeleri anlaması ve bu güçlere sahip olması bahsine gelince, ben şöyle dedim:
"-Batılılar henüz bu güçlere sahipolmayahazır değiller. Elde edecekleri telkin ve tesir gücünü kötüye kullanarak, kalitesiz mallarını satabilmek için ticarete alet etmeleri ihtimali bile çok kuvvetlidir."
"-Evet, haklısınız. Eğer aynı zamanda ahlakî bir tekamül de elde edilemezse, bu hal faydadan çok zarar verir. Manevî tesirinin sayesinde cin ve huddam kullananlar gibi."
EVİMDE GİBİ
BU akşam benim tekkedeki son gecemdi. Bu sebeple tekkedeki iyiliksever kardeşlerimi memnun etmek için bütün namazlara ve zikre katıldım. Bu iyi kalpli kardeşlerim benim müslüman olacağıma artık iyice inanmışlardı. Bütün samimiyetimle düşündüm ve bu vefakar, şefkatli ve yardımsever doğuluları, modern batının karikatür tipli menfur insanlarından çok daha fazla kendime yakın hissettim.
Yatmadan önce de karanlık odamda oturup, gökyüzünü seyrettim ve düşündüm. Buradaki hatıralarım birer birer gözümün önüne geldi. Yaşlı şeyh Efendi, sanki karşımdaydı ve tasvipkar bir ifadeyle hafif hafif başını sallıyordu. Sonra Mehmed Ali Efendi: Babasının önündeki şilteye oturmuş, mahviyyet içinde diz çökmüştü. Şeyh Süleyman Efendi; Doğu Karadeniz vilayetleri halifesi, oda komşum... Sırayla tanıştığım bütün halifeleri ve diğer samimi ihvanı gördüm. İçimde, küçük zikir halkasında ve Cuma günkü büyük zikirdeki duygularım canlandı. Bu iyi insanlara baktım. Onların arasında kendimi evimde hissetmiştim. Sanki baştan beri bu tekkede ve onların arasında yaşıyor gibiydim.
* * *
TEKKEDEKİ on dördüncü ve son günümde Şeyh Efendi şöyle dedi:
"-Garpta bizleri anlayan, hürmet eden ve bizim de kendilerine dostluk ve yakınlık hisleri duyabileceğimiz kimselerin bulunduğunu, sizin sayenizde anlamış bulunuyoruz. Erişmek istediğiniz hedeflere varabilmeniz için sizlere yardım etmekten memnuniyet duyacağız. Avrupa'dan, sizin gibi ciddî niyetli kimseleri bize gönderebilirsiniz. Onlar da birer kardeş gibi burada misafir edileceklerdir. Onlar da huzur içinde bizimle kalıp incelemelerini yapabilirler. Eğer sizden bir mektup getirirlerse, kapımız onlara da açık olacaktır. Hepimiz sizi hayırla anacağız. Buradaki çalışmalarımız ve bizimle birlikte ibadetlere katılmanızı daima hatırlayacağız. İstisnasız bütün ihvanımızın size karşı sevgi ve dostluk hisleri beslediklerini bilmelisiniz. İstediğiniz mektubu yazdım. Oğlum Ali Efendi onu sizin için Arapça'ya ve Farsça'ya çevirebilir Şimdi siz de unutmayınız ve bize birleştiğimiz ve ayrıldığımız bahisleri hülasa eden bir yazı gönderiniz. Böylece Batıda hakikati arayanlarla faydalı bir işbirliğine girebilelim."
BEN DE çok mütehassis olarak, gerçekten hissettiğim hürmet duyguları içinde Şeyh Efendi'ye teşekkür ettim. Bütün bu zaman içinde tekkede bulunmaktan çok duygulanan tercümanım, Şeyh Efendi'den kendisini de mürid olarak kabul buyurmasını istirham etti. Ben de tercümanıma bu kadar zamandır gösterdiği yakın alakadan dolayı çok minnettar idim.
Tekkedekilerin hepsi daha fazla kalmamı ayrı ayrı ve samimiyetle temenni ettiler.
Şeyh Efendi, gelecek Pazartesi günü için oğlu Ali Efendi'nin tekkesine davet edince oraya gelebileceğimi söyledim.
YEŞİLLİKLER İÇİNDE
PAZARTESİ günü arkadaşım (Mahmud Muhtar) Bey ile birlikte, şeyh Efendi'nin oğlu Mehmed Ali Efendi'nin tekkesine gitmek üzere Asya yakasına geçtik.
Ali Efendi'nin evi insanın hayal dahi edemeyeceği kadar güzel bir yerdeydi. Yeşillikler içinde bir yamacın üzerinde bulunuyor ve yedi tepesiyle bütün İstanbul'u seyrediyordu. Tepenin etrafında çam ve incir ağaçlarının gölgelediği küçük ve rahat ahşap Türk evleri vardı. Üsküdar mezarlığından ise bir servi ormanı yükseliyordu.
ALİ EFENDİ kollarını açarak bizi karşıladı. İki şirin çocuk, babalarının arkasına gizleniyorlardı. Bizi alarak şahane manzaralı geniş üst kata çıkardı. Çok geçmeden Şeyh Efendi hazretleri de yanında Süleyman Efendi ve diğer ihvandan birkaç kişi olduğu halde teşrif ettiler. Daha sonra ise bir çok misafirler geldi. İçlerinde bir milletvekili ile bir büyükelçi de vardı. Kendilerine takdim edildim. Hepsi beni iyi niyetimden ve İslam'ı incelememden dolayı tebrik ettiler.
İzmir'de resmî vazifesi olan biri ise şöyle dedi:
"Çoğu meslekdaşlarımız son zamanlarda dinî hususlarda lakayd davranmaya başlamışlardı. Kendilerini evime davet ederek, bir Avrupalının gelip tekkemizde kaldığını ve bu tesirle müslüman olduğunu anlattım. Hemen hepsi tekrar namaz kılmaya başladılar."
ONUN bu temiz kalbliliğine gülmek zorunda kaldım. Sonra da "Müslüman olmadığımı, dinler arasında bir ayırım yapmadığımı, Allah'a olan ibadetimi bir kilise veya bir camide yapabileceğimi" anlatmak zorunda kaldım. Bu izahatım misafirlerin keyfini biraz, kaçırdıysa da az sonra yeniden samimî bir hava içinde her şey unutuldu.
Öğleye kadar sohbete devam edildi. Yemekten sonra namaz ve zikir için tekkenin camiine geçildi.
Tekkeden ayrılırken, Bey, kendi köşkünde vereceği bir öğle yemeğine beni de davet etti ve Şeyh Efendi ile oğlunun da geleceklerini söyledi.
ÇİFTLİKTE SOHBET
DAVET gününde arkadaşım Bey'in, Haydarpaşa'dan birkaç İstasyon içerideki çiftliğine gittim. Oraya vardığımda, Şeyh Efendi, oğlu Mehmed Ali Efendi, Profesör dostum ve bir milletvekilini, şahane bir çam ağacının altında ve çok güzel bir halının üzerinde otururlarken buldum.
Sohbet her zamanki gibi dönüp dolaşıp manevî mevzulara geldi. Halbuki bu konuda sohbet yapılan yerleri Avrupa ve Amerika'da kolay kolay bulamazsınız. Bütün ilgisi manevî sahalara çevrilmiş olanların arasında bile, insan varlığının bu temel meselelerine, sohbetlerde nadiren temas edilir. Onların bambaşka problemleri vardır:
İş, edebiyat, ekonomi, siyaset veya şahsî meseleler... Türkiye'de ise sohbetlerde hemen meselenin özü olan lüzumlu şeylere giriliyor.
ŞEYH EFENDİ'NİN yanındaki bir çiçeklikte sardunyalar vardı Efendi bunlara sanki canlıymışlar gibi bakarak tefekküre daldı. Sonra müsbet ilmin temsilcisi olan profesöre bakarak şunları söyledi: