Dünya bir şifahane ve tımarhanedir. Orada yaşayan insanlar deli hükmündedirler. Tımarhanede deliler için bağ ve zincir bulunur. Nefsin arzuları bağ, günahlarda zincir"
Dünya bir şifahane ve tımarhanedir. Orada yaşayan insanlar deli hükmündedirler. Tımarhanede deliler için bağ ve zincir bulunur. Nefsin arzuları bağ, günahlarda zincir"
Birisi Fudayl'a sordu:
Nasıl sabahladın? Fudayl, halkın bu suali genellikle ruh sağlığını değil de, vücûd sağlığını kasd ederek sorduğunu bildiğinden, bu tip suallerden hoşlanmazdı. Yine de:
Hayr üzere sabahladım, diye cevap verdi. Adam tekrar:
"Nasılsın?" deyince Fudayl,
Hangi halimi soruyorsun. Dünyevi halimi soruyorsan, dünya bize meyletti de, biz onun bütün yollarından geçtik. Ahireti soruyorsan, günahı çok, ameli az, ömrü tükenmek üzere, ahirete ve ölüme hazırlığı olmayan bir adamın hali nasıl olur ki? diye karşılık verdi.
Fudayl bir defasında üzüntülü bir adam gördü ve;
Senin için Allah'ın dediğinden başka bir şeyin olmasından mı korkuyorsun? diye sordu. Adam:
Hayır, diye karşılık verince
Fudayl:
Öyleyse neye üzülüyorsun? Dünya insanı kendine kul yapmadıkça veya insan dünyaya kul olmadıkça yol kolaydır, dedi. Fudayl'a göre yol, ilimle başlayan amel ile devam edip ahlakla kemale eren yoldur.
FUDAYL, ilme bağlılığı sayesinde çağdaşları arasında en üst dereceye ulaşarak devrindeki alimlere vaaz edecek seviyeye erişmişti. Alimler, onun vaazlarını takdirle ve mahcubiyetle başlarını öne eğerek dinlerlerdi. Mesela Sufyan bin Uyeyne, islamî ilimlerde zirveye ulaşmış bir kimse olmasına rağmen Fudayl' ın önünde ilim ve irfan için diz çökerdi. Fudayl, ona benzeri alimlere: "Ey alimler, sizler İslam beldelerini aydınlatan kandiller gibiydiniz. Şimdi neden ışıklarınız söndü. Siz ümmete yol gösteren yıldızlardınız, şimdi siz neden yolunuzu şaşırdınız. Siz ümeranın kapısına gidip onların nereden kazandıkları bilinmeyen servetinden istifade etmekten dolayı Allah'tan haya etmiyor musunuz?" der, sonra sırtını mihrab duvarına yaslayarak hadis rivayet etmeye başlardı. Süfyan da başını öne eğerek:
Estağfirullah ve etûbu ileyh, derdi.
SÖZ hafızlardan açılınca şöyle konuşurdu: "Kur'an hafızının halka, halifelere veya daha aşağıdakilere ihtiyacı olmamalı, bütün insan ona muhtaç olmalı." "Allah için okuyan kurralar, hudû ve huşu sahibidir. Kadılar ve devlet ricali için okuyanlar ise kibir ve gurur sahibidir." "Kur'an okuyan herkes, kıyamet gününde peygamberlerin tebliğden sorguya çekilmesi gibi, sorguya çekilecektir. Çünkü ehl-i Kur'an, peygamberlerin varisleridir.
Fudayl, ilimden ve ulemadan bahsettiği konuşmalarında bazan halka, bazan da ulemaya yönelik sözler söylerdi. Halka yönelik sözleri şu mealde olurdu:
Ahiret aliminin ilmi gizlidir. Dünya aliminin ilmi ise açık. Siz, ahiret alimine tabi olun ve dünyalık alimlerle oturmaktan sakının. Çünkü bu tip alimler sizi, gururları ve yaldızlı lafları ve amelsiz kuru iddiaları veya sadakat ve ihlassız amelleriyle yanıltıp fitneye düşürürler.
Alimlere yönelik konuşmalarında şöyle derdi:
Şayed ehl-i ilim olsalar, dünyaya karşı zahid olurlar, zalimler onlara boyun eğer, halk onlara teslim olur. Halbuki onlar, ilimlerini dünyalık insanların dünyalıklarından nasib almak için kullanıyorlar ve bu yüzden zillete duçar olarak insanların gözünden düşüyorlar. Zahidliğin alameti odur ki, zahid, ümeranın ve diğer insanların yanında cehaletle itham edilince kızmaz; üzüntü duymaz, aksine sevinir
Fudayl, bid'atçilerede kızar ve şöyle derdi: "Bid'atçilerle oturup kalkan hikmetten nasib alamaz." Bid'atçinin yüzüne bakmak manevî körlük doğurur."
Fudayl'e göre, masiyet ve günahlar, musibet ve elemlerin sebebidir. Nitekim Allah Teala, bazı peygamberlerine: "Beni tanıyan kimse, bana isyan edecek olursa, ben ona beni tanımayan kimseleri musallat ederim." diye vahyetmiştir. "Nitekim ben, Allah'a asî olduğumu hizmetçimin kötü davranışlarından ve eşeğimin bana isyanından anlarım."
Allah'a giden yol, şu iki şeyin dengesiyle müstakim olur: Allah sevgisi ve Allah korkusu. "Allah'ı korku olmadan muhabbet yoluyla tanıyan sevgi ve şımarıklıkla helak olur, gider. Allah'ı sadece korku yoluyla tanıyan ise O'ndan ürkerek uzaklaşır, gider. Allah'ı sevgi ve korku yolları müşterek olarak tanıyanı Allah sever, kendine yaklaştırır, temkin sahibi yapar ve ona bilmediklerini öğretir. Allah'ı gerçek marifetle tanıyan dalaletten uzak olur. Ölümün derecesini ve gerçek yüzünü bilen ondan gafil olmaz."
"Allah'a karşı muameleniz gönlünüzden ona karşı sadakatle olsun. Çünkü yükselmek ancak Allah'ın yükseltmesiyle mümkün olabilir. Allah bir kulunu sevdiği zaman onun sevgisini mahlûkatın kalplerine de yerleştirir."
"Sevgisi, korkusu ve ölüm düşüncesi tam olan gerçek tevazua kavuşur. Gerçek tevazu, Hakk'a boyun eğip itaat etmek, nereden ve kimden olursa olsun hakkı kabul etmektir." "Nefsinin değeri olduğunu zannedenin tevazûdan nasibi yoktur."
Şayed bana: "Emiru'1-müminin yanına geliyor" denildiğinde ben sakalımı, kılık kıyafetimi düzeltecek olursam münafıklar defterine yazılmaktan korkarım."
Fudayl ile Şuayb bin Harb tavaf esnasında karşılaştılar. Fudayl, Şuayb'a:
Şu makamın senden ve benden daha kötü birilerini gördüğünü zannediyorsan, büyük bir musibete uğramış sayılırsın, dedi. Hasan bin Ziyad, yanına geldiğinde ona da:
Ya Hasan! Sen Mescid-i Haram'da benden ve senden daha fena bir adam gördüğünü sanmıyorsan yanılıyorsun, demişti.
Sözlerinden bazıları:
"Bize göre kemale eren kişi, çok namaz kılan ve çok oruç tutan değil, nefsini sehavete, sadrını selamete erdirerek ümmete nasihat edendir."
"Allah'tan rızaya en layık olanlar, marifet ehlidir. Allah, sadece muttakileri ummadıkları yerden rızıklandırır, başkalarını değil."
"Üç şey kalbi kasvetlendirir: Çok yemek, çok uyumak ve çok konuşmak."
"Gönlünde bir takım arzuları bulunduğu halde ubûdiyyet iddiasında bulunan yalancıdır."
"Senin Allah'tan korkman ölçüsünde, halk da senden korkar. Allah'tan korkana bir şey zarar veremez. Allah'tan başkasından korkana da bir şey fayda vermez."
Nefsini azarlayarak şöyle derdi: "Neden korkuyorsun, aç kalmaktan mı? Boş yere korkma;çünkü sen, bu konuda çok aşağılardasın. Aç kalabilen ancak Muhammed (a.s.) ve ashabıdır."
"Allah sevdiği kulunun derdini çoğaltır, buğz ettiği kulunun dünyasını genişletir, onu zengin kılar."
"Gerçek fazilet sahipleri, fazilet ve meziyetlerini görmeyenlerdir." "Fütüvvet dostların kusurlarını hoş görmektir. Çünkü kusursuz dost arayan dostsuz kalır."
"Kötü huylu bir abidin bana arkadaş olmasından çok, güzel huylu facir (günahkar) birinin arkadaş olmasını isterim."
"Konuştuğu zaman sözünün dinlenmesinden hoşlanan zahid olamaz." "Zühdün aslı Allah'tan razı olmaktır."
Bişr Hafî, Fudayl'a sordu:
"Zühd mü daha üstün, rıza mı? Fudayl şöyle cevap verdi: "Rıza zühdden daha üstündür. Zira rıza halinde olan bulunduğu makamın daha yukarısını temenni etmez."
"Gerçek sevgi, Sevgili' yi uzakta ve yakında iki cihana tercih etmektir."
"İnsanlardan uzaklaşıp Rabbına yakın olmaya çalışan ve günahına ağlayan kimseye ne mutlu!"
"Ahir zamanda öyle insanlar gelecek ki, zahiren kardeş, batınen düşman olacaklar."
"Kızdığında sana yalan söyleyenle kardeş olma!"
"Bugün kardeşlik öldü. Eskiden bir adam kardeşinin evladlarını uzaklığına rağmen korur, kollar ve buluğa erinceye kadar onlara kendi evladları gibi bakardı."
"Senden istediği bir şeyi vermediğin zaman sana kızıp darılan senin kardeşin değildir."
Fudayl, insanlara halktan kaçıp Hakk'a sığınmalarını tavsiye eder ve şöyle derdi, insanlardan kaç, fakat cemaati terk etme!"
Ehl-i sünnet hakkında:
"Allah'ın öyle kulları vardır ki, beldeleri ve insanları ihya ederler. Onlar sünnet-i seniyyeye bağlı olan kimselerdir."
Ehl-i beyt hakkında:
"Ehl-i beytten birini gördüğüm zaman ashab-ı kiramdan birini görmüş gibi olurum." derdi.
FUDAYL, insanın kalbinde bulunan huşûdan ziyadesini üzerinde bulundurmasından hoşlanmaz, halk için ameli riya, halk için ameli terk etmeyi de şirk sayarak: "İhlas Allah'ın seni bu iki beladan korumasıdır." derdi. O'na göre, "riyakarım" diye yemin etmek, "riyakar değilim." diye yemin etmekten daha hoştu.
KONUŞANLAR:İsmail Lütfi Çakan, Mustafa Eriş, Ahmet Maraşlı, Abdullah Sert, Hasan Kamil Yılmaz
"Kur'an Sanki Şimdi Nazil Oluyormuş Gibi..."
Abdurrahman Gürses hoca, Beyazid Camii eski imamı. Bu defa, Altınoluk yazı heyeti olarak bu muhterem hocamızı ziyaret ediyoruz. Diyanet işleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi Müdürü muhterem Mahmut Özakkaş Bey'in delaletleriyle gerçekleşen bu ziyaret bize gerçekten Kur'an'la dolu bir insana, kısa süre de olsa refakat edebilmenin unutulmaz hazzını veriyor.
40 yıl boyunca binlerce müslümana imamet etmiş, daha küçük yaşta, babasının dizinin dibinde Kur'an'la buluşmuş ve ondan sonra Kur'an'ı eşsiz bir hazine gibi içinde taşımış, onunla hemhal olmuş bir insan...
İşte Abdurrahman Hoca. Bu, bizim için müstesna ziyaretten aldığımız notları sizlere imkan nisbetinde vermek istiyoruz.
Bir yandan hocamızın hayatından çizgiler sunarken, diğer yandan Kur'an çevresinde bir hasbihali de nakletmeye çalışacağız.
KUR'AN DÜNYASINA GİRİŞ
Önce, Abdurrahman Hoca'mızın Kur'an dünyasına nasıl girdiğinden başlamamız lazım. Zaten bu muhterem Hoca'nın daha küçük yaştan itibaren hayatlarını, safha safha anlatmaları demek. Öyleyse, hocamızdan hayatları ile ilgili notlar istirham edelim.
Abdurrahman Hoca "euzü besmele" çekiyor. "Rabbi Yessir'i okuyor ve tane tane anlatıyor:
İsmim Abdurrahman Gürses. Babamın ismi Hafız Said. Babam merhum, cami imamı idi. Hayatı imamet ve hitabet ile geçti. 1325 tarihinde (miladi 1909) Hereke'ye bağlı Soğuksu köyünde doğdum. Çocuk yaşta Kur'an'ı babamdan hıfzettim. Takriben 13-14 yaşlarımda Kur'an-ı Azîm'in hıfzı bitti. Kendi köyümde, babamın vazife gördüğü camii şerifte, hıfzı bitirdiğim vakti müteakip 1-2 sene kadar Ramazan aylarında teberrüken mukabele okudum.
CAMİLER VE KUR'AN GELENEĞİ
Mukabele, cemaat huzurunda cemaate karşı okunan Kur'an'dır. Ramazanda. Bu, İstanbul'da çok yaygın bir adettir. Asırlardan beri İstanbul'da mukabele okunur. Anadolu'da da vardır bu.
Daha çok hangi vakitlerde okurdunuz hocam?
-Namazdan evvel, namazdan sonra, gündüz. Öğle ve ikindi namazları öncesinde ve sonrasında.
-Hocam, diğer İslam ülkelerinde de, bu tarz mukabeleler okunuyor mu?
-Türklerde çok yaygın olmakla birlikte başka yerlerde de var. Ben Mısır'da bulundum bir müddet. Orada, İmam Hüseyin Camiinde sıra mukabelesi okuyorlardı. 7-8 kişi bir araya geliyor, sıraya giriyor, önce en yaşlısı okuyor, sonra sıra ile devam ediyor, sonuna doğru daha gençler okuyor.
Bu arada şunu da söylemek icab eder: Camilerde sabah namazından sonra Yasin-i Şerif okunur. Öğle namazından evvel Sure-i Feth okunur. İkindiden evvel Sure-i Mülk okunur. Yatsı namazından evvel Süre-i Vakıa okunur. Cuma namazından evvel bütün İslam aleminde Süre-i Kehf okunur. Bunun hakkında hadîs-i şerif vardır. Bu, köylere kadar yaygındır. Bizim köyde bile okurduk. Halen de Sure-i Kehf'in okunduğu yerler vardır. Biz Bayezid Camiinde de devam ettik. Ayrıca bazı camilerde vakfiye icabı olarak hatmi şerifler okunurdu. Mesela Bayezid camiinin iki tane hatm-i şerifi vardı. Bu, cuma gününe mahsustu. Cuma namazından bir-bir buçuk saat evvel başlar, ezana kadar okunurdu.
Bayezid Camiinde, vakfiye icabı senede iki hatm-i şerif yapılırdı. Muayyen bir vakitte başlar, muayyen bir vakitte biterdi. Mesela bir tanesi, Kadir'den evvelki cuma günü iner, diğeri de hatırımda yanlış kalmadı ise Rebiulevvel ayının haftasında, yani Veladet Kandilinin haftasında inerdi. Bitince yenisi başlardı.
ABDURRAUF HOCA'DA "TALİM" OKUMA GÜNLERİ
Hoca, Kur'an geleneği ile ilgili bu açıklamalardan sonra, hayatım anlatmaya yeniden devam ediyor:
- İki sene mukabeleden sonra Hendek'e gittim. 15 yaşlarındaydım. Hendek'te camii şeriflerde sure okuyorum. Tabiî gençlik var. Okuma hevesi var. Abdurrauf Hoca diye, bir hocaefendi vardı. Mübarek bir zat. Rahmetullah-i aleyh. Bir çok hoca efendi, kendisinden besmele çekmiş. Camilerde beni dinleyince, eniştem olan Yeni Cami imamı Hoca Osman Efendi'ye "Bu çocuğun istidadı var. Buna talim okutayım" demiş. Benim ağzım düzgündü. Talimim de iyi idi. Çünki babam ehl-i Kur'andı. Fakat tabi talimi başından sonuna kadar okumak usuldendir. Abdurrauf Efendi, bu tarihte mahkeme-i şer'iyyede aza idi.
Aynı zamanda Rüştiye mektebinde Gülistan okuturmuş. Uzun boylu, insan güzeli bir zat. Dihyesi de size benzerdi. (Abdurrahman Hoca burada, sohbetimize iştirak eden Büyükçınar Hoca'yı gösteriyor tebessümle) Yukardan kalkıp mahalleden geçtiği zaman herkes ona hürmet ederdi.
Orada, çarşıda 3 tane cami var. Cemaat her sabah cami değiştirir. O sabah bu cami, öbür gün öbür cami, ertesi gün öbürküsü, böyle cami değiştirirler. Bu oraya mahsus bir adet de değil. İslamî bir rükündür. Çünkü bir kimse, bir caminin içerisinde, aynı yerde namaz kılmayı itiyad edinirse bu mekruhtur. Diğer camilerin sevabından da müstefid olmak gibi düşünceleri vardı. Cami değiştirmenin manası bu.
-Bir hocayı takip etmek gibi bir düşünceyle değil sadece öyleyse hocam?
- Hayır. Kasabanın şark tarafında Yeni Cami, orta tarafında Orta Cami, aşağıda batı kısmında da Ulu Cami vardır. O, Yeni Cami'ye gelir, ben de oraya giderim. Sabah namazından sonra okutur. Ertesi gün Orta Cami'ye gelir. Ben de oraya giderim. Orada okuruz. Üçüncü günü de Ulu Camide okuruz. Hoca bir sayfadan fazla dinlemez. Azami bir sayfa dinler. Böyle ağır bir şekilde okuduk. Bir misal vereyim: "Allahüekber" üzerinde on gün on beş gün çalıştık. Talim böyle okunur. Besmelesi, tekbiri, tahmidi hepsi böyle uzun. Ondan sonra "Vedduha"dan aşağıya iner. Sonra tekrar çıkar. Tekrar iner, tekrar çıkar, pişirir. "Amme" suresini okur, ondan sonra Düha, sonra "Fatiha"dan, yukarıdan başlar. Bu talim çok mühimdir. Öyle okunduğu zaman hayat boyu devam eder. şimdi "selamünaleyküm, aleyküm selam". Şöyle-böyle gelişigüzel, bana ver de gideyim" diyorlar.
"Hoca, efendi ben geldim. Okumaya"
"İyi, hoş geldin. Ne okuyacaksın?"
"Talim okuyacağım."
BİZİM USULÜMÜZDE REDDETMEK YOK
Bizim usulümüzde kimseyi reddetmek yok.
"Peki, buyrun gelin bakalım." Ya gider ya kalır, belli olmaz. Alnında yazı yok ya. Gelir ertesi gün bulursan al. İki gün gelir, beş gün gelir, bir hafta gelir... Bazen üç ay, beş ay, hatta altı ay gelir okur. Ondan sonra bir daha görünmez. Müsade de istemez. Şimdi böyle.. Yine de ben kimseyi reddetmem. Çünkü vaziyet öyledir. İhtiyaç var. Zarar yok, fayda var. Bir Fatiha'yı öğrensin, kârdır. Biz ondan bir şey beklemiyoruz. Bizim meselemiz niyet meselesi. Bizim niyetimiz hayırdır. İsterse bir besmele öğrensin, bir harf öğrensin.
"Men allemenî harfen, fekad seyyara nî abden" Hazreti Ali'ye isnad ediyorlar. "Bir kimse bana bir harf öğretirse onun kölesi olurum" buyurmuştur, Hazreti Ali. şimdi bir harf olsun isterse, biz onu kâr sayıyoruz.
ABDURRAUF HOCA HEP FATİHALARIMDA
Velhasıl, Abdurrauf Hoca merhumdan çok şeyler öğrendim. Namazdan sonra onu mutlaka hatırlarım. Çünkü onların hizmetleri de Allah rızası içindi. Para-pul hiç öyle maddi bir şey yok. Bana söylemiştir zaten, hocam, "Ben senden bir şey beklemiyorum. Sadece bir fatiha ile hatırla yeter. Başka bir şey istemiyorum sizden" demiştir. Her zaman o fatihayı ismini yadederek gönderiyorum.
İSTANBUL VE FEHMİ EFENDİ
Talimden sonra bir kaç sene Hendek'te kaldım. Sonra da İstanbul'a gelerek medreseye girdim. Medreselerde okuduktan sonra gene Hendek'e döndüm. Hendek'te birkaç sene okuduktan sonra 1934 senesinde tekrar İstanbul'a döndüm. Bir müddet Üsküdar'da ikamet ettim. 5-6 sene. İşte o müddet zarfında, Üsküdar'da, Selimiye hatibi meşahir-i huffazdan, üdebadan, Allah rahmet eylesin - Fehmi Efendi hazretlerinden kıraat okudum. Fehmi Efendi merhum, 55-60 sene, vefatına kadar vazife görmüştür.
HER BİRİ EDEB ÖRNEĞİ
- O devreden hatırladığınız başka isimler var mı hocam? Hocalardan?
- Çok, hangisini söyleyeyim? O zaman Fehmi Efendi, hattat Necmeddin Efendi, Boyabatlı Mustafa Efendi, Atik Valide Camii imamı, Yeni Cami İmamı o gibi zevat. İstanbul'da Fatih imamları Bekir Efendi, Rasim Efendi başta, ondan sonra Aksaray Camii imamı Kamil Efendi v.s... Hepsi büyük hocalar... Yalnız bir edeb var hepsinde.. Tamam mukri durumunda, yani talebe okutacak seviyede olmalarına rağmen herkes başkasına havale eder. "Git Rasim Efendi'den talim oku" der. "Kamil Efendi'ye git" der. Öyle idi. Hürmeten ve edeben.
40 YIL BİR GÜN GİBİ
Velhasıl Fehmi Efendi'den okumaya başladım. Üç sene devam ederek kıraati bitirdim. Ondan sonra 1938 senesi içerisinde Fatih'e geçtim. Orada otururken vazife meselesi çıktı. Edirnekapı Mihrimah Camiine imam oldum.
-İlk vazifeniz miydi İstanbul'da?
- Evet. m1938'de resmen. Fakat aynı zamanda Teşvikiye Camiinin münhal olan imamati için müsabaka imtihanına girmiştim. Her ikisinde de önde gelmişiz. Beyoğlu Vakıflar Müdürü beni illa ki Teşvikiye'ye götürmek istiyordu. Cerbezelif bir adamdı. Yazdı, çizdi sonunda Mihrimah Camiinde vazifeye başladığıma bir ay olmadan Teşvikiye'ye geçtim. 1939 senesinde Teşvikiye Camiinde vazifeye başladım. 1944 senesine kadar orada kaldım. 1944 senesi, 22 mayıs bir perşembe günü, ikindi namazına Beyazıt'a naklen geldim ve vazifeye başladım. 6 Haziran 1979 senesinde emekli olarak ayrıldım. 36 sene. öbür tarafta da beş sene. 40 sene yapıyor. 40 sene bir şey değil. Geldi geçti ilk gün gibi.
İSLAM CEMAATI HEP HAYIRDIR
Beyazıt Camiisinde vazifeye başladığım sene ve müteakip senelerde gördüğüm cemaatten, imamlardan, hatiplerden, vaizlerden, müderris ve müftilerden hiçbiri şimdi dünyada yok. Hepsi rahmet-i Rahman'a intikal etmiştir. Allah hepsine rahmet eylesin.
Orada iken aynı zamanda talebe okuttum. O zaman sadece Nuru-osmaniye'de Kur'an kursu vardı. Başka yoktu. Biz başladık, devam ettik. Orada okuyanların isimlerini bile bilmiyorum. Yolda görsem tanımam. Çoğu emekli olmuş, çolukları çocukları olmuştur.
- Hocam, bu uzun hizmet döneminizde İstanbul'daki cemaatin durumu neydi? Artması, azalması, kalitesi, dini hizmetlere ve dine bağlılık açısından...
-Cemaat o zamanda böyledir demem. Bunu yapmam. Cemaat cemaattir. Cemaati islamiyyedir. Hepsi hayırdır.
REİS-İ KURRA'LIK MÜESSESESİ
-Hocam, rels-i kurralık diye bir müessese var. Bu konuda bilgi verebilir miydiniz?
- Reis-i kurra'lık, bildiğim kadarıyla kıdeme tabidir. İlm-i kıraati okuyup icazet alan bir kimse, tarihen kıdemli ise o reis-i kurra olur. İtibari bir şeydir. Müftülük falan karışmaz. Kurra'nın kendi içerisinde yürüyen bir mekanizmadır. Tayinle gelmez. Bilinir ki, kimin kıdemi varsa o gelir, oturur. Mesela Sakıb Efendi vardı -Allah Rahmet eylesin- Eyüb Camii Şerifinin imam-ı evvel ve hatibidir. Sakıb Efendi, babası, dedesi, dedesinin babası, 7 ceddi, benim kitabımın kenarında yazılıdır ki 7 ceddine kadar reis'ül-kurra olarak gelmişler. Sakıb Efendi'ye yetiştik. Sakıb Efendi vefat ettikten sonra araştırma yaptılar. Şimdi hatırıma gelmedi, mübarek bir zat vardı, o kıdemli imiş. Beyazıt Camisinde Münir Dede vardı, onun hocası idi. O reis'ül kurra oldu.
Fakat çok geçmeden vefat etti. Ondan sonra Hamdi Efendi oldu. Varnalızade Sultan Selim Camiinin imamı, kıymetli bir zat idi. O da vefat etti, bir müddet Ali Efendi reis'ül-kurra oldu ve böylece bu iş bitti. Bilen de kalmadı.
TOPKAPI VE KUR'AN TİLAVETİ
- Hocam, Topkapı Sarayı'nda bir Kur'an tilaveti var. Yavuz Selim'den beri okunan. Zatialiniz de, yeniden ihyası sırasında görev aldınız. Buradaki hislerinizi anlatmak ister miydiniz?
- Hissi ifade etmek çok zor bir şeydir. Tabiî hissiyet işe göre kendini belli eder. Güzel bir şey Kur'an okunması. Bir ara yeniden ihya edilmek üzere başlandı, Sonra tekrar bırakıldı.
KUR'AN İLE YAŞAMAK NASIL BİR ŞEY?
- Hocam, size bir de Kur'an ile yaşamak nasıl bir şey, diye sormak istiyoruz. Bütün hayatınız Kur'an ile dolu. Çocukluğunuzdan itibaren Kur'an ile haşır neşir olmuşsunuz. Kur'an'ın bir temizlik gerektirdiğini biliyorsunuz. Böylece bir temizlik disiplini söz konusu. Sonra onun muhtevasını düşünüyorsunuz. Bu, insana çok farklı bir hassasiyet verir gibi geliyor bize. Bu konudaki duygularınızı; yaşadığınız şeyleri lütfeder miydiniz?
- Şimdi efendim, Kur'an-ı Azimüşşanı okumak isteyen kimsenin riayet etmesi lazım gelen şartlar vardır. Okuyan için de vardır, dinleyen için de. Ben besmeleyi çektiğim zaman, "şimdi Allah'ın kelamım okuyorum" diye düşünmem lazım.
Evvela, Kur'an-ı Kerim'in elaz-ı celîlesinin hususiyetlerine riayet etmek lazım: Tecvid meselesi. Başta buna riayet edecek. Ondan sonra manasını biliyorsa ne güzel, manasını düşünecek. Manasını bilmiyorsa, manasını biliyor gibi, onun manevi varlığı içerisinde farz edecek kendisini. Tecellisini düşünecek. Kur'an Kelamıdır. Allah'ın kelamını okuyan kimse, ne okuduğunu düşünürse tecellisi olur. Sanki Kur'an, şimdi nazil olmuş gibi farz edecek. "Bir Kur'an okudum. Cemaate şöyle tesir etti. Şu makamdan okudum, bu makamdan okudum.. Cemaat beğendi mi, beğenmedi mi" diye düşünmeyecek.
Bunları düşünmeye başladığı zaman Kur'an okur, aklı başka yerde olur. Bu olmayacak. Sonra dinleyenler de öyle. Cemaat, şimdi türlü türlüdür.
Kimisi okuyan kimsenin makamları nasıl yaptığım düşünür, ne musikîden haberi var, ne tecvidden, tilavetten. Ümmidir yani. Ancak bir şey var ki, o hepsinin üstünde gelir. O da "Bu Allah'ın kelamıdır" diye kendisini verdi mi, bakarsın, buradan damlalar iner. "Niye ağlıyorsun" diye sorsan, bir şey bilmez. Ama "Bu okunan Kur'an'dır. Onun için ağlıyorum" demek ister. Kimisinde ise bunun hiçbirisi yoktur. Uyuklar. Kimisi de büyük bir tesbih alır, şak şak şak, onu çeker. Hülasa edeyim, bu sözleri: Kur'an gaflet ile okunmayacak. Okuyan kimse uyanık olacak, dinleyen de öyle olacak. O zaman tesiri başkadır.
HASEKİ'DE 11 YIL
- Hocam, bu arada Haseki'deki görevinizden de biraz bahseder miydiniz?
-Haseki'de, elhamdülillah, 11 seneyi doldurduk. 11 seneden beri burada tedrisat vardır. Tedrisat iki kısımda yürüyor. Ulûm-i islamiyye ve kıraat. Ulûm-i islamiyye bellidir. Tefsir, Hadis, Fıkıh okunuyor. Allah daim etsin. İlm-i kıraat kısmı da 3-5 ay farkla açılmış. Nasib olursa bu Ramazan bayramından sonra dördüncü devre başlayacak. Beher devre üç senedir. Üç sene olmak üzere üçüncü devreyi bitirdik. İlm-i Kıraat müstakil bir ilimdir. Bu ilmin sahiplerinin hepsi rahmete ermiş hocalarımız. Fabrika kapanır ise, mevcut olanlar çabuk biter. Hoca efendiler, rahmet-i Rahmana intikal edince, mevcut olan kimseler birer ikişer eksildikçe bu işi bilen kimse kalmamış oluyor idi. bu raddeye gelmiş iken yani ilm-i kıraatin nasıl bir ilim olduğunu bilen bir kimsenin hemen hemen kalmayacağı bir zamanda Cenab-ı Hak murad etmiş ve burada yeniden ihyasına başlandı. İlm-i kıraatin ne olduğunu bilen bir cemaatin olması lazım. Bu farz-ı kifayedir. Hepsi terkederse, herkes mes'ül olur. şimdi elhamdülillah bu mes'uliyet kalkıyor. 1.2. ve 3. devrede mezun olanlar aşağı yukarı 56 kişi oldu.