İkincisi, bu hareketin kendine göre, kendi çapında bir “öncü(306)savaş” anlayışı var. Korsan gösteri pratiğini, bir takım cezalandırma ya da bombalama eylemlerini, kitleleri örgütlemenin, kitleler içinde itibar kazanmanın, devrimci sempatizan tabanı arkasından sürüklemenin bir olanağı olarak görebiliyor. Böyle görmesinin gerisinde, pragmatizmle de birleşmiş bildiğimiz “öncü savaş” anlayışı var. TİKB’nin bu konudaki zaafları aslında çok belirgin. Hiçbir zaman bunun ciddi bir değerlendirmesini de yapmadılar. Yazık ki yapılmış bulunan eleştirilerimiz kapsamında biz de henüz bu meselelere giremedik. Aslında planlamada vardı, genel ideolojik çizginin eleştirisinin bir parçası olacaktı, ama bu eleştiri tamamlanamadı ve sorunlar ele alınmadan kaldı. Zannediyorum “devrimci şiddet” sorununu işlediğimizde bu meseleyi de ortaya koyacağız. TİKB’nin bu konudaki temel zaaflarını da nihayet ortaya koyabileceğiz. TİKB’nin bu yanını akılda tutmak gerekiyor. Bu açıdan çok ciddi kavrayış zayıflıkları ve çarpık pratikleri olan bir hareket. Bu açıdan Marksizmden, işçi sınıfı devrimciliğinden bir hayli uzak. Bu bir de pragmatizmle birleşiyor, bu tür çıkışlar kestirmeden durumu toparlamanın bir olanağı olarak görülebiliyor.
Bugün için ciddiye alınabilir devrimci örgüt konumuna sahip bu akımlara TKP-Kıvılcım, TDP, Direniş hareketi gibi devrimci demokrat kimliğe ve geleneğe sahip birkaç çevre daha eklenebilir. Fakat bunlar gelinen yerde gelişme güç ve olanaklarını yitirmiş birer önemsiz çevre durumundadırlar.
Bunun dışında ne bir önemi, ne bir ciddiyeti, ne bir kimliği olan, örgütsel varlığı ise hiç olmayan bazı dergi çevreleri var. Ben bunların varlığını sol hareketin bugünkü tablosunun anormal yönü sayıyorum. Elbetteki temel sol akımların yanısıra bir sürü irili-ufaklı grup ve çevrenin varlığında kendi başına bir anormallik yok. Bu bir yerde doğal bir siyasal olgudur. Gelgeldim bu sözünü ettiğim dergi çevreleri gerçekten bir anormal, bir ciddiyetsiz durum göstergeleridir ve bunun gerisinde ana akımların kendi konumlarını yeterince güçlü bir biçimde dolduramamaları olgusu var. Aynı şekilde, bunun gerisinde devrimci sosyal-siyasal mücadele açısından Türkiye’nin bugünkü durgun ortamı var. Gerçek bir siyasal hareketlenmede bu tür ciddiyetsiz ve dejenere çevreler(307)silinip gideceklerdir. Ama bugünün nesnel ve öznel ortamı yazık ki böyle çevrelerin sol ve sosyalizm adına ortaya çıkıp bir kısım genç devrimciyi amaçsızca kendi etraflarında oyalamalarına ve tüketmelerine elverebiliyor.
Soldaki üçüncü ana kanala, reformist sol kanala, sosyal-reformist akımlara geçiyorum.
Yazık ki, son on yıl içerisinde toplum genelinde büyük bir güç kaybeden Türkiye sol hareketi içerisinde sosyal-reformist hareket bugün çok özel bir ağırlık kazanmış bulunmaktadır. Gittikçe de bu ağırlık artıyor. Örneğin iki yıl önce böyle değildi. Gazi direnişinin patlak verdiği dönemde ilk bakışta reformist hareket tecrit olmuş gibi görünüyordu. Bugün Susurluk süreci sonrasına baktığımız zaman, devrimci hareketin kitle tabanından koptuğu (buna her zaman belli bir kitle gücü tutmuş DHKP-C de dahil), buna karşın reformist akımların belli bir kitle gücüyle ortaya çıktığını görebiliyoruz. Bunun belli nedenleri var, buna burada girmeyeceğim. Bu olguyu hem bugün için ciddiye almak, ama hem de abartmamak gerekiyor. Zira bu kof bir güçlenmedir. ÖDP’nin gücü çok kof bir güçtür. Özellikle düzen medyası ÖDP’ye desteğini veriyor, önünü açıyor, reklamını yapıyor. Bugün için ciddi bir devrimci hareket de onun utanç verici konumunun karşısına çıkamadığı ölçüde, tabandaki bir takım güçleri bu sayede tutuyor. Varlığını kendisini başarıyla üretebilmesine değil, önemli ölçüde düzenin doğrudan ya da dolaylı yollarla kayırmasına borçlu. Bu utanç verici bir durum kuşkusuz. Edindiği gücün kofluğu aynı zamanda buradan geliyor.
EMEP için de aynı şeyi söylemek mümkün. Bugün sınıf içerisinde katettiği mesafe, genel olarak kendi siyasal çalışmasında yarattığı bir takım mevziler, günlük gazete vb. şeyler ne olursa olsun, gerçekte o da kof bir hareket. Ayrıca da sorunları, iç zaafları, artık üstünü örtemediği iç gerilimleri gelinen yerde dışa da vuruyor. 220 imzalı bildiride ifadesini bulan çıkış bunun göstergesi. Bu bildirinin devrimci vurguları çok şey ifade ediyor. Bu, reformist akımların gerçekte bir kısım samimi devrimci güçleri tuttuğunu, devrimci akımların güçlenmesi ve reformizme karşı(308) mücadelenin gücü ölçüsünde bu güçlerin de reformist akımlardan kopartılacağını gösteriyor. Ayrıca bir çok öteki belirti EMEP reformizminin genel bir tıkanma ve gerileme süreci içine girdiğini gösteriyor. Uzun hazırlıklara konu edilen başarısız Merter Kurultayı’ndan üzerine yıllardır politika yapılan “dürüst sendikacı”ların artan mesafeli tutumuna kadar.
Gerek ÖDP ve gerekse EMEP’in bir özelliğine dikkat çekmek istiyorum. Bu iki partinin omurgasını yenilginin devrimden kopardığı güçler tutuyor. Yani yenilmiş ve yılmış eski devrimci yeni liberal akım ve çevrelerin yığıldığı, rengini ve ruhunu verdiği partiler bunlar. Bu, bir bozulma ve dejenerasyonunun ürünü olduklarını gösterir.
Her modern toplumda reformist hareketler olur, ama bunların oluşumunun bir doğallığı vardır. Nedir? Küçük-burjuva aydınları, orta sınıf aydınları, sosyalizmi kendilerine göre yorumlarlar; sosyalist düşünce içerisinde sınıfın yerini bilirler, sınıfa yönelirler, orada işçi aristokrasisi bulurlar, sendika bürokrasisi bulurlar. Çok doğal bir biçimde kendi konumlarına da uyan bir reformist kimliği buradan üretirler. Ama bu akımlar böyle değiller. Bu akımlar 12 Eylül karşı-devriminin yorduğu, yıldırdığı, umutsuzluğa düşürdüğü, devrimciliğine pişman ettiği akımlar. Yani bir tasfiyeci çürüme döneminin reformist ürünleri bunlar. Kendi ülkemizin bugünkü sosyal-reformist akımlarını değerlendirirken bu özelliği mutlaka göz önünde bulundurmamız lazım. Hem bu hareketlerin yapısını, karakterini, iç dengelerini doğru kavrayabilmek, bu noktadaki zayıflıklarını görebilmek için, hem de siyasal faaliyette, gündelik teşhirde bu yanını çok özel bir biçimde kitleler önünde açığa çıkarabilmek için bu gereklidir.