Özellikle yayın organlarımızın yayın çizgisi çerçevesinde söylüyorum; zaten yapısal zaaflar içerisinde çoğu sürekli bir gerileme yaşayan geleneksel devrimci akımlara zaman ayırmayı bir yana bırakalım, dikkatlerimizi büyük ölçüde reformist siyasal akımlara verelim. Gerek ideolojik mücadelede, gerekse siyasal teşhirde asıl gücümüzü, enerjimizi bunlara ayıralım. Siyasal mücadelenin önünü kimler tıkıyorsa onlarla uğraşmak zorundayız. Eğer bugün güçlenen reformist akımlarsa, herşeye rağmen sola, sosyalizme akan kitleleri asıl olarak bunlar tutuyorlarsa, o halde biz bunlarla uğraşmalıyız.
Mevcut tablodan geleneksel devrimci akımlar payına çıkarılacak sonuçlara gelince. Bu konuda gerekli sonuçları bir bakıma ‘96 yılının birlik deneyiminin ve son olarak da 1 Mayıs’ın sağladığı açıklıkların ışığında zaten çıkarmış durumdayız. Biz bir dönem, ‘96 yılı içerisinde, özellikle tabandaki süreçlerin de yarattığı birikimleri görerek ve gözeterek, devrimci güç ve eylem birliğini devrimci siyasal mücadele için önemli bir taktik imkan olarak düşündük. Buradan giderek birlik politikası çerçevesinde bu akım(315)larla birlikte iş yapmaya çalıştık. Ama bu politikadan sonuç alınamadığı, alınacak gibi olmadığı da pratikte görüldü.
Burada kritik bir nokta var. Birlikte ciddi bir iş yapmadığımız halde bu akımlarla birarada görülmek bizim yığınlar karşısındaki imajımızı da olumsuz etkiledi. Onlarla aynı kategoride, aynı değerlerin ve mücadele anlayışının temsilcileriymişiz gibi algılanabildik. Devrimci siyasal mücadeleyi güçlendirmek için birlikte gerçekten iş yapabilseydik, biz bu “yan sonuçlar”a katlanırdık da. Kaldı ki, gerçek bir ortak iş yapma sürecinde biz farklılığımızı ortaya koymakta yine zorlanmazdık. Ama birlikte ciddi bir iş yapamadığımız halde, çoğu buna samimiyetle yanaşmadığı halde, işin sadece görüntüsü ile oyalandığı halde, birlikteymişiz gibi göründük. Bunun imajımızı olumsuz etkilediğini, bizi bu akımların yapısal ve güncel zaaflarının oluşturduğu imaja ortak ettiğini görmemiz gerekir. Nitekim 1 Mayıs sonrasında bu akımlarla araya koymaya başladığımız belirgin mesafe aynı zamanda bu çerçevedeki bir değerlendirmenin de bir sonucudur.
Biz bu akımlardan iddiada, konumda, söylemde, değerler sisteminde ve pratikte farklıyız. Bunun kitleler tarafından anlaşılmasını kolaylaştıracak bir tutum izlemeliyiz. Bu geçen seneki birlik politikasının mahkum edilmesi anlamına gelmiyor. Bu politikayı o gün için izlemek güncel bir devrimci sorumluluktu. Tersi bir tutum, o günkü birikimleri, o günkü imkanları, o imkanlar kullanılırsa sağlanabilecek adımları gözetememek olurdu. Gelgelelim bu politika denendi, gösterdiğimiz tüm iyi niyete ve pratik çabaya rağmen, sonuçta umduğumuz karşılığı bulamadı. Yine de bu onun bir yanlış tutum olduğunu göstermez, zira denemek gerekiyordu. Karşılığını bulup bulamayacağı gerçekte biraz da pratiğin sorunuydu.
Bu akımları tanımıyor muyduk diyeceksiniz. Elbette tanıyorduk. Ama öte yandan da bizzat bu akımların tabanını oluşturan güçlerle pratikte oluşmuş birlik süreçleri vardı. Gençlikte bunu gördük, cezaevlerinde gördük, kamu çalışanlarında gördük, yurtdışında iyi kötü bu vardı, semtlerde iyi kötü vardı. Basın platformunda iyi kötü belli yakınlaşmalar ve ortak tutum almalar vardı. Özetle ortada bir taban birikimi, bir yerel güç ve eylem birliği(316)birikimi vardı. Bu olumlu pratik birikime dayanarak, bunu gözönüne alarak, merkezileştirilmiş bir güç ve eylem birliğinin olup olamayacağına somut olarak bakmak zorundaydık. Ve bu işin olup olamayacağını da pratikte görmek ve göstermek zorundaydık. Tersi bir durumda, birlikten kaçan sekter bir hareket konumuna düşerdik. Oysa bugün, birlik için en samimi çabayı harcayan, ama karşılık bulamadığı için de karşılık vermeyenlerin sorumsuzluğunu açıkça ortaya koyarak onlardan yolunu ayıran bir hareket konumundayız.
Son olarak ana akımlar arasında ara konumda bulunan gruplara ilişkin birkaç noktayı ekleyebilirim. İlkin bu grupların bir süreden beridir ya bir tıkanıklık içerisinde bocaladıklarını ya da sürekli gerilediklerini görmeliyiz. Bu bir yerde doğaldır da. Ana akımların gitgide daha belirgin bir konum kazandıkları, bu konuma daha güçlü bir biçimde oturdukları bir süreç, bu tür akımlarda bir zayıflama ya da çözülüşü kaçınılmaz bir biçimde zorlar. Bunu doğal karşılamak ve son tahlilde sağlıklı bir gelişmenin işareti saymak gerekir. Bir takım ara ve melez biçimlerin 20-30 yıldır aynı ara ve belirsiz konumu korumalarını devrimci siyasal mücadeleye çok da bir yararı yok. Ya da özellikle işçi sınıfının devrimci sosyalizm kanalının ideolojik ve pratik olarak tutulamadığı bir durumda bunun kuşkusuz bir anlamı vardı da gelinen yerde artık yok. Biz bu tür akımların durumuna tüm sosyalizm potansiyelinin tek bir devrimci sınıf partisinde birleştirilmesi ihtiyacı ve zorunluluğu açısından da bakmak durumundayız. İleriye çıkanlarla ileriden birleşmek için her türlü çabayı sarfederiz, bunun gerektirdiği bir takım esneklikler varsa gösteririz. Ama ara konumda ısrar eden, bu konumda tutuculaşanlara karşı tavrımız, gerektiğinde onları eriterek ya da parçalayarak, gerçekte sosyalizme ait olan tüm güçleri sınıf partisi çizgisine ve zeminine kazanma olmak durumundadır.
Devrimci demokrasi kanalını tutan DHKP-C türünden akımların, ideolojik ve sınıfsal yapılarındaki zaafların sonucu olarak, koşulları oluştuğunda reformizme duydukları eğilimi, son bir yılın olayları bir kez daha kanıtladı. Bu tür akımların küçük-burjuva devrimciliği denilen konumda çok da tutarlı ve istikrarlı olmadık(317)larını olaylar bir kez daha gösterdi. Bunun kapsamlı bir değerlendirmesi ve eleştirisi zaten yapıldığı için fazla girmiyorum. Şimdilik söyleyeceklerim bundan ibaret.
- Yoldaşın tanımladığı çerçeveye katılıyorum. Bu çerçevede bazı sorunları açmaya çalışacağım. Yanlızca son 1 Mayıs değil, geçen sene girdiğimiz eylem birliği sürecinin deneyimlerinin ve sol hareketin pratiğinin ortaya çıkardığı bazı sonuçlar var. Aslında Türkiye, çözümsüz sorunlar ülkesi olması nedeniyle, ha bire devrimci güç ve potansiyel imkanlar çıkarıyor ortaya. Bunu devrimci gruplar kısmen çekip alıyorlar da. Ama az-çok istikrarlı, doğru temeller üzerinde gelişen, sonuç almaya doğru gidebilen bir politik mücadele çizgisi izleyemedikleri ölçüde de, bu güçler bir taraftan geliyor, ama çok geçmeden de devrimci gruplardan umudunu keserek gerisin geri düzene akıyor. Bu hep böyle bir sirkülasyon olarak yaşanıyor. Bir kısır döngü bu.