Hz. Ali Hilafet Makamına Daha Layık ve Evla İdi
Nitekim biz de bunlardan bazısına işaret ettik. O halde Hz. Ali (a.s)’ın diğer kemalatları ve hakkında rivayet edilen onca nasların yanı sıra, O’ndan menkul bu hüküm ve olaylar da, basiret sahibi herkes için O’nun imamet, hüccet ve diğerlerinden öncelikli olduğunun en büyük delilidir. Zira a’lemiyet (herkesten ilmi çok olmak) insanın diğer kemallere sahip olduğu takdirde, evla ve layık olmanın en büyük delilidir. Nitekim Yunus suresi 35. ayette açıkça şöyle buyurulmaktadır:
“Öyleyse hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?”
Elbette hidayet yolunu bilen, bilmeyenden ve hidayete muhtaç olan kimseye oranla insanlar için uyulmaya daha layıktır. Bu ayet, imamet, hilafet, dini ve dünyevi genel riyaset ve Peygamber (s.a.a)’in yerine geçme noktasında akli bir kaide olan mefzulun fazile (aşağı olanın üstün olana) tercih edilmeyeceğinin en büyük delilidir.
Nitekim Zümer suresi 9. ayette şöyle buyurulmaktadır: “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
İnsaflıca Hüküm Vermek Gerekir
Beyler lütfen Allah’ın rızası için adetlerinizi ve bağnazlığı bir tarafa bırakıp insaflıca hüküm verin. Her konuda ilmi kuşatıcılığı apaçık ortada olan, Şii/Sünni hatta dinden uzak kimselerin dahi kabul etmiş olduğu ve Peygamber (s.a.a)’in tavsiyede bulunduğu bir şahsın alaşağı edilmesi insafa sığar mı? Onu gerçekten hile ve siyasetle işten alıkoymadılar mı?
Acaba bütün ümmet ve ashap arasında,Peygamber (s.a.a)’in ilim kapısı, muttakilerin İmamı ve Müslümanların efendisi olacak ve hilafette herkesten öne geçirebileceğiniz başka bir kimse var mıdır? Eğer Peygamber (s.a.a)’den sonra ümmet arasında Ali’den daha bilgili takvalı ve zahit birisini bulamazsanız, o halde aklın hükmü gereği tasdik edin ki Ali hak üzere olan bir İmam, halife, Peygamber (s.a.a)’in vasisi ve hilafete en layık olan kimseydi. Ama ne yazık ki, böyle bir insan hile ve oyunlarla işten uzaklaştırıldı.
Şeyh: Efendimiz Ali’nin (k.v) ilmi ve ameli faziletleri herkesin ittifak etmiş olduğu bir şeydir. Bir avuç inatçı, bağnaz ve cahil kimse dışında hiç kimse bunu inkar etmemiştir.
Ama şu da kesindir ki Ali (k.v) bizzat halifelerin hilafetini kabul etmiş, onların öncelik hakkına teslim olmuştur. Biz neden, sizin tabirinizle kraldan çok kralcı olalım, 1300 yıl sonra birbirimizle savaşıp Ali (a.s)’ın hakkının gasp edildiğini soralım? Neden barış içerisinde olmayalım? Tarihin ve alimlerinizin de tasdik etmiş olduğu üzere Peygamber (s.a.a)’den sonra Ebu Bekir, Ömer ve Osman sırasıyla hilafete geçmişlerdir. Biz de Hz. Ali’nin Peygamber (s.a.a)’e olan yakınlığı, ilmi ve ameli üstünlüğünü kabul ederek bir arada yaşayalım. Diğer dört Ehl-i Sünnet mezhebi birbiriyle uyum içinde olduğu gibi Şia da bize yakınlaşsın, uzak durmasın.
Elbette biz de efendimiz Ali’nin (k.v) ilmi ve ameli makamını inkar etmiyoruz. Ama siz de tasdik edersiniz ki yaş, siyaset, ihtiyat, tahammül ve düşmanlar karşısında sabır noktasında elbette ki Ebu Bekir daha üstündü ve bu açıdan ümmetin de icmasıyla hilafete geçti. Ali ise genç ve tecrübesiz olduğundan hilafet gücüne sahip değildi. Nitekim 25 yıl sonra da hilafete geçince siyaset gücü olmadığı için onca kanlar döküldü ve ayaklanmalar oldu!
Davetçi: Birden fazla konuya girdiniz. Aldığım notlar esasınca hepsine ayrı ayrı cevap vermek zorundayım.
Evvela; Hz. Ali (a.s)’ın kendi rızayetiyle hilafeti kabul ettiğini beyan ettiniz. Burada aklıma bir şey geldi, örnek olsun diye arz edeyim. Eskiden İran’da meşrutiyetin ilk yıllarında yollar eşkıyalar tarafından emniyetsiz hale geldiği için mukaddes mekanların ziyaretçileri zorlukla gidip geliyorlardı. Ziyaret kervanı yolda hırsızların saldırısına uğruyor, esir alınıyor, malları paylaşılıyordu. İşte bu kervanların birinde yaşlı bir hırsız, mallar arasında kefen görünce sahibine bunun ne olduğunu sordu. Ziyaretçi o kefenin kendi malı olduğunu söyledi.
Hırsız; “Benim kefenim yok, bu kefeni bana bağışla ki helal olsun.” dedi.
Adam; “Bütün malım sizin olsun. Ama kefeni bana veriniz; çünkü ömrümün sonudur, bunu zorla aldım. Bu benim ümit vesilemdir” dedi.
Hırsız ne kadar ısrar ettiyse de adam vermedi. Hırsız kırbacı çekerek vurmak istedi ve; “Helal edinceye kadar seni döveceğim” dedi.
Biraz kırbaç yiyince zavallı adam; “Tamam helal ettim, annenin sütü gibi helal olsun” diye bağırdı. (Oradakilerin gülüşmesi.)
Elbette af edersiniz teşbihte hata olmaz, ben daha iyi anlayasınız diye bu örneği verdim. Herhalde daha önceki geceler söylediğim kesin tarihi delilleri unuttunuz. Halbuki İbn-i Ebi’l- Hadid, Cevheri, Taberi, Belazuri, İbn-i Kuteybe, Mes’udi ve diğerlerinin de tanıklık etmiş olduğu gibi Hz. Ali (a.s)’in evini ateşe verdiler. Onu başı açık abasız zorla camiye götürdüler, üzerine kılıç çektiler; “Biat et yoksa boynunu vururuz” dediler.
Allah aşkına insaflıca hükmedin, rızayet ve teslimiyetin manası bu mudur? Eğer ortalığı velveleye vererek, kapısını yakarak, kılıç çekerek, tehdit ederek biat almak rıza ve isteğin göstergesiyse, o halde zorbalık ve cebrin manası nedir?
İnşaallah eve gidince insaflıca, gazetelerde yer alan önceki açıklamalarımı bir daha dikkatlice okursanız Hz. Ali (a.s)’ın asla razı olmadığını açıkça görürsünüz. Bizi, o hırsızlar gibi başımıza vurarak “Hz. Ali razı idi” söylemeye mecbur edesiniz o başka.
İkinci olarak; 1300 yılın ardından dikkatli olmamız gerektiğini, kavga etmememiz icap ettiğini söylediniz. Evvela; biz de hiç kimseyle kavga etmedik, etmeyeceğiz. Sadece saldırılar karşısında kendimizi savunuyoruz. Ehl-i Sünnet kardeşler Şiilere saldırıyor, mallarını ve canlarını helal biliyor. Zavallı halka müşrik ve kafir olduğumuzu söyleyince biz de mecburen kafir ve müşrik olmadığımızı, muvahhid ve mümin olduğumuzu ispat etmeye çalışıyoruz.
Dini İnançlar Körü körüne Olmamalıdır
Üçüncü olarak; önceki gecelerde belirttiğim gibi dini inançlar taklit üzere olamaz. Tarihte de yer aldığı üzere dört halife, beyan ettiğiniz gibi sırasıyla hilafete geçtiler. Bizim de körü körüne adet ve geleneklerimiz etkisinde kalarak her şeyi kabul etmemiz asla doğru değildir. Halbuki akli ve nakli deliller de inançların araştırmalara dayanmasını, taklitten uzak olmasını gerektirmektedir.
Yine tekrar edeyim; ümmetin ekseriyeti ve büyük tarihçilerimizin yazmış olduğuna göre Peygamber (s.a.a)’den sonra insanlar ikiye ayrıldı. Bir grubu Ebu Bekir’e biat edilmesi gerektiğini söyledi. Bir grubu da hakkın Ali ile olduğunu ve Peygamber (s.a.a)’in; “Ali’ye itaat bana itaattir ve Ali’ye muhalefet bana muhalefettir.” buyurarak Ali için Müslümanlardan biat aldığını ifade etti.
O halde hepimiz iki tarafın da delillerini dinlemek, araştırmak ve incelemek zorundayız. Hangisini hak görürsek uyarız. Elbette akıl, nakil ve mantık üzere olan yol haklıdır.
Siz benim, atalarıma uyarak körü körüne Şia mezhebini kabullendiğimi mi zan ediyorsunuz? Hayır Allah’a and olsun ki kendimi tanıdığım günden beri sürekli hakkı araştırdım, önce Allah-u Teala hakkında dikkatli araştırmalar yaptım, materyalistlerin inançlarını gözden geçirdim ve sonunda Allah’a çok şükür tevhidi seçtim. Daha sonra Peygamberlerin risaletini ve davetçilerin yolunu araştırdım. Kitaplarını okuyarak her grubun alimleriyle tartıştım. Sonunda da delil ve burhan üzere ecdadım Resulullah (s.a.a)’in mukaddes dini İslâm’ı kabul ettim.
Peygamber (s.a.a)’den sonrası için de atalarımın etkisinde kalarak körü körüne yola koyulmadım. Şii ve Sünni’nin delillerini inceledim, yüzlerce muhalif kitaplar okudum. Allah’a and olsun ki sizin yüzlerce muteber kitaplarınız arasından Hz. Ali (a.s)’ın hilafet ve velayet gerçeğini tahkik ederek buldum.
İmamet ve hilafet hususunda, Şia alimlerinden çok Sünni alimlerin kitaplarını okuduğumu söyleyebilirim. Zira imametin ispatı noktasında Şii alimlerinin kitabında yer alan deliller, sizin kendi alimlerinizin kitaplarında mevcut olan delillerden daha kamil bir şekilde yer almıştır.
Ama siz maalesef o ayet ve rivayetleri yüzeysel okuyorsunuz. Biz dikkatlice okuyoruz. Siz atalarınıza uyarak Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti hakkındaki apaçık naslar olan ayet ve rivayetleri gülünç bir şekilde tevil ediyor, gerçek manasından uzaklaştırıyorsunuz.
Halbuki sizin kendi alimlerinizin kitabını dikkatlice okuyanlar, ister istemez Hz. Ali (a.s)’ın Allah’ın velisi, Resulullah (s.a.a)’in halifesi ve insanlara hüccet olduğunu tasdik edecektir.
Dördüncü olarak; Tarihçilerin sözüne uyup da Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı Ali’den öne geçirmemiz gerektiğini beyan ettiniz. Sizin bu sözünüz, akil ve nakile aykırıdır. Zira insanla hayvanın farkı, akıl, ilim ve fikirdir; körü körüne atalarını taklit edemez.
Örneğin: Bir müçtehit ölünce, yerine cahil birini geçirdiklerinde halkın körü körüne onu taklit etmesi gerekir mi? Özellikle de o şahsın fıkıh ve ilimden habersiz olduğu anlaşılırsa, akıl ve rivayetin de hükmettiği üzere onu taklit etmek haramdır. Bir alim varken cahili öne geçirmek câiz değildir.
O halde kaideler ve alimlerinizin nakilleri esasınca, Hz. Ali (a.s)’ın, var olan naslara ilaveten ilmi makamı sabit olursa, hilafet işinde önceliği de, akil ve nakil üzere sabit olmuş demektir. Peygamber (s.a.a)’in ilim kapısı olan Ali’den yüz çevirmek, aklen ve naklen kınanmıştır.
Ama tarihi vakıalar yönünden, elbette Peygamber (s.a.a)’den sonra Ebu Bekir’in 2 yıl üç ay, Ömer’in 10 yıl, Osman’ın 12 yıl hilafette kaldığını ve her birinin kendi yerinde bir takım hizmetler yaptığını da kabul ediyorum. Ama bunlar akil ve nakil esasınca da H<. Ali (a.s)’ı gerçekte onlardan sonraya atmamızı gerektirmez. Zira büyük alimlerinizden Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 38. Bab s. 112’de, “Onları tutuklayın çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”209 ayetinin tefsirinde, Firdevs-i Deylemi’den, Ebu Naim İsfahani’den, Muhammed bin İshak’tan, Hakim’den, Himvini’den, Harezmi’den ve Meğazili’den, İbn-i Abbas, Ebu Said Hudri ve İbn-i Mes’ud vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Onlar Hz. Ali (a.s)’ın velayetinden sorguya çekileceklerdir.”
Hakeza Sibt bin Cevzi Tezkire s. 10’da, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib 62. Babda, İbn-i Cerir o da İbn-i Abbas’dan bu ayetin tefsirinde, velayet hakkında sorguya çekileceklerini rivayet etmiştir.
Dostları ilə paylaş: |