Emperyalizme bağımlılığın toplumsal ve iktisadi temelle(211)rini ortadan kaldırmaya ilişkin genel devrimci perspektifi doğru bir biçimde ortaya koymak ile emperyalizme karşı mücadelenin bütün o ara sorunlarını, siyasal reformlar olarak tanımlayabileceğimiz istemlerini görmezlikten gelmek ya da bunlar uğruna mücadeleyi küçümsemek arasında herhangi bir ilişki yoktur. Devrimci perspektifi doğru koyunuz, bu devrimci perspektif içerisinde siyasal bağımsızlık kapsamına giren çeşitli alt ya da özel istemleri formüle ediniz, bunlar uğruna kararlı bir mücadele yürütünüz. Konuya doğru devrimci marksist yaklaşımın, sorunun çözümünü devrimci açıdan ortaya koymanın biricik doğru yolu budur. Bu, tıpkı demokrasi sorununun ele alınışı üzerine ortaya koyduğumuz bütünsel diyalektik kavrayış gibidir. Örneğin demokrasi sorununun temelde sermayenin sınıf egemenliğinin yıkılması çerçevesinde çözüleceğini, bu perspektif içinde ele alınması gerektiğini söylüyoruz. Ama bu, her türlü demokratik siyasal istemi ileri sürmemize, her türlü demokratik sorunu anında, gündelik mücadele içerisinde değerlendirmemize bir engel oluşturmaz, tersine bütünsel devrimci perspektif içinde özellikle gerektirir.
Bazıları zannediyorlar ki; en tam bir siyasal bağımsızlığı kazandığımızda, iktisadi ve mali bağımsızlığı da kazanmış olacağız, ama bu yine de henüz sosyalizm olmayacak. Oysa; eğer siz uluslararası sermaye cephesinin dışına çıkmamışsanız, eğer kapitalist burjuvaziyi devirip sosyalizme geçmemişseniz, en tam bir siyasal bağımsızlık kazansanız bile, hiçbir biçimde iktisadi ve mali açıdan bağımsız olamayacaksınız. Bunlar farklı sorunlardır. Siyasal bağımsızlık kavramının, sorun teorik açıdan alındığında, iktisadi ve mali bağımsızlıkla bu noktada bir ilişkisi yoktur. Siz bugünün çağdaş dünyasında (soyut konuşmuyoruz, yaşadığımız somut dünyadan, emperyalizm çağı gerçekliğinin belirlediği gerçek dünyadan söz ediyoruz), bu tarihsel-evrensel zemin üzerinde uluslararası sermaye cephesinin dışına çıkmadan, iktisadi ve mali bağımsızlıkla birleşmiş(212)bir siyasal bağımsızlığı elde edemezsiniz. Bu tür bir bağımsızlık bir proleter devrimin sorunudur, oysa salt siyasal bağımsızlık ise burjuva demokratik devrimin bir sorunudur. İktisadi ve mali bağımsızlık temeli üzerinde bir siyasal bağımsızlık, ancak ve ancak bir proleter devrimin sorunudur dedim. Neden? Çünkü bu tür bir bağımsızlığı elde etmek için içerde ve dışarda kapitalist ilişkilerin çerçevesi dışına çıkmanız teorik ve tarihsel bir zorunluluktur, bu ise proleter devrim olmaksızın, sosyalizme geçmeksizin olanaksızdır.
Yoldaşın kendisini halkçı ideolojik hasımlarımızın yerine koyarak formüle ettiği sorulardan bir ötekine geçiyorum: ‘‘Ülkemizde emperyalizmin ekonomik ve siyasal egemenliği ulusal gelişmeyi engellemektedir. Türkiye ABD emperyalizmimin bir kuklası durumundadır. Bu açıdan burjuvazinin egemen oligarşi dışındaki bazı kesimleri anti-emperyalist mücadelenin zorunlu unsurları olabilirler. Sizin soyut anti-emperyalizm anlayışınız mücadeleyi bu yönden de zayıflatmıyor mu?"
Dünkü konuşmalarda yeterli açıklıkta ortaya konuldu; ulusların tarihsel olarak bir ulusal gelişme aşamasından geçmeleri bir zorunluluktur. Bu, burjuva uluslaşma süreci dediğimiz süreçtir ve her ulus içinde bulunduğu tarihi koşullara bağlı olarak bu süreçten şu veya bu biçimde geçmiştir. Ama kapitalist pazar etrafında ulusal birliğini kurup ulusal devlette somutlayarak, ama emperyalizmin sömürgeci köleliğine başkaldırıp ulusal- siyasal bağımsızlığını kazanarak...
Feodalizmin, ortaçağın egemenliğinden kurtulmak, bir burjuva-ulusal gelişme ve serpilme dönemi yaşamak, modern bir ulus kimliği kazanmak için tarihsel bir zorunluluktur. Ulusal gelişme, ulusal kimliği ve kültürü oluşturma, bir burjuva demokratik devrim sorunudur. Bunu daha önce Batılı ülkeler üzerinden örneklemiştim. Buralarda nedir burjuva-ulusal gelişme? Feodal parçalanmışlıktan kurtulmak, kapitalist ilişkiler temeli üzerinde burjuva-ulusal bir kimlik yaratmak ve bunu(213)ulusal devlette somutlamaktır.
20. yüzyılın başında, sömürge ve yarı-sömürge ülkeler için burjuva-ulusal gelişme neydi? İçte feodal, yarı-feodal ilişkilerin, tefeci-tüccar sermayesinin (bu da feodal toplumun bir kategorisidir) ve işbirlikçi-komprador burjuvazinin egemenliğinden kurtulmak, köylülüğü toprak köleliğinden siyasal ve iktisadi bakımdan özgürleştirmekti. Bu aynı sürecin dış boyutu ise, içteki feodal egemenliğin dış dayanağı olan emperyalizmin egemenliğinden kurtulmaktı. Sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal tüm ülkeler için bunlar burjuva-ulusal gelişme için gerekli ve zorunlu tarihsel adımlardı. Bu ülkelerde sömürgeciliğe karşı, genel olarak emperyalizme karşı verilecek ulusal kurtuluş devrimi bir burjuva demokratik devrimdir. Bu, burjuva-ulusal gelişmeyi sağlar, bir ulusun gelişip serpilmesinin önünü açar. Burjuva uluslaşmanın maddi-iktisadi temeli kapitalist ilişkilerdir. Bu bütün tarihsel dönemlerde ve bütün toplumlarda böyledir. Alman ulusu kendi uluslaşma sürecini kapitalist gelişme temeli üzerinde yaşamıştır. Aynı şey örneğin bir Fransız ulusu ve tüm öteki modern uluslar için geçerlidir. Fransa’da ulus kimliğine, dolayısıyla ulusun yurttaşı olma kimliğine, Fransız burjuva devrimiyle ulaşılmıştır.
Bir ulusun burjuva uluslaşma, bir ulusal kimliğe kavuşma sürecinin önündeki engel Batıda feodalizmdi, Doğuda feodalizm artı emperyalizm oldu. Batı kendi burjuva-ulusal gelişmesini yaşadı, kapitalist egemenlik oluştu ve buna henüz kapitalist gelişme girdabına girmemiş ülkelerin sömürgeleştirilmesi süreci eşlik etti. Dolayısıyla onların iç gelişme dinamikleri bu noktada zaafa uğradı. Dahası, Batı sömürgeciliği bu ülkelerdeki feodal sınıflara ve onların temsil ettiği ilişkilere dayanarak, onları destekleyip yaşatarak bu ulusların kendi iç dinamiklerini ayrıca sınırladı. Dolayısıyla bu ülkelerde burjuva-ulusal gelişme, içte feodalizmin tasfiyesi ve dışta sömürgeci emperyalist egemenliğin tasfiyesiydi; bu çerçevede bu, bir burjuva(214)demokratik gelişmeydi.