Soru diyor ki, bu ülke bugün mâliyesini bile yönetemiyor! Evet, kapitalist gelişme Meksika’yı yıkıma ve iflasa götürdü. Meksika burjuvazisinin sınıf egemenliğinin iflasıdır bu. Bunun yerine geçecek daha ulusal karakterde bir burjuvazi de yok. Anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesinin dayanağı olabilecek bir orta sınıf Meksika’da var mı? Soru bu.
Meksika’nın bugün kendi mâliyesini bile yönetemez duruma düşmesi, anti-emperyalist perspektifi burjuva demokratik sınırlar içine çekmenin değil, tam tersine, onu proleter devrime doğru genişletmenin bir nedeni ve kanıtıdır. Meksika’da yıllarca emperyalizme mesafeli davranan burjuva siyasal yönetimler işbaşında oldu. 1910'lardaki burjuva demokratik devrimin şekillendirdiği kendine özgü tarihi Meksika’ya bu imkanı verdi. Ama kapitalist evrim ve burjuvazinin bu temel üzerinde pekişen egemenliği, Meksika’yı ‘50’li yıllardan itibaren emperyalizm ile daha sıkı bir bütünleşmeye itti. ‘80’li yıllarda neo-liberal politikaların uygulama sahası haline gelen bu ülke, ‘90’lı yıllarda NAFTA üyesi oldu ve sonuçta, gerçek bir iktisadi ve mali iflasla yiizyüze kaldı. Soru şudur: Buradan geriye, örneğin yeni “millici” burjuva sınıf iktidarlarına mı dönülecektir, yoksa kapitalist düzeni iflas etmiş Meksika’yı uluslararası mali sermaye ağının dışına çıkmak gibi temel tarihsel bir adım, yeni bir proleter devrim mi beklemektedir?
Burada anti-emperyalist mücadelenin sorunlarını devrim stratejisine ilişkin temel perspektifler içerisinde tartışıyoruz. Dolayısıyla şu veya bu özel sorun ya da duruma ilişkin yaklaşımlarımızı da bu çerçeve içinde ifade ediyoruz. Böyle olunca, ekonomisi ve mâliyesi çökertilmiş ve teslim alınmış bir ülkenin aynı sosyo-ekonomik temeller üzerinde daha kişilikli bir iç ve dış politikaya geçişinin sorunları ve imkanları bizi ilgi(239)lendirmiyor. Bu burjuva siyasetinin kendi iç sorunları kapsamına girer. Soruna buradan bakılacak olsa, geçtik orta burjuvaziden, Meksika’da ulusal mâliyenin bile Amerika’nın dolayısız bir etki alanı haline gelmesine itiraz eden büyük tekelci gruplar bile muhakkak ki vardır. Doğu Perinçek’in deyimi ile iç piyasa üzerine iş yapan bir takım tekelci gruplar bile vardır. Bu başka bir şeydir. Yani burjuvazinin bazı tekelci grupları uluslararası sermaye ile NAFTA çerçevesinde tam kaynaşma yanlısı iken, diğer bazıları işlerin bu ölçüye vardırılmasını henüz istemiyor, bu doğrultuda belli bir direnme ya da ayak sürüme gösteriyor olabilirler. Bu mümkündür. Nitekim Türkiye’de de var benzer bir durum. Gümrük Birliği çerçevesinde emperyalist ekonomi ile bu çapta bir kaynaşmayı hiç değilse bugün için kendi tekelci ayrıcalıkları bakımından sakıncalı gören tekelci gruplar var, biliyoruz. Nitekim T. Çiller; “Bazı tekelci gruplar, iç pazardaki ayrıcalıklarını korumak için bizim Gümrük Birliği’ne girmemize karşı çıkıyorlar, Koç grubunun bana açtığı savaşın gerisinde de bu var”, diyor. İddiasının bir mantığı ve temeli var, basit bir demagoji değil bu.
Soru: “Köylülük İMF’nin diktası altında ezilmektedir. Fakat onu anti-kapitalist mücadeleye çekmek ilk etapta çok olanaklı değildir. Bunun anti-emperyalist anlayışınızda bir yeri var mıdır?"
Yığınların ilk duyarlılıklarının nasıl oluştuğu ve hangi biçimler aldığı ayrı bir sorundur. Ona bakarsanız, geçtik köylülüğü, işçi sınıfı bile bugünkü en iyi, en ileri durumunda meseleyi henüz dar bir yurtsever çerçevede ele alıyor. Yani bu, yığınların geri bilinç düzeyini ya da henüz belirli bir bilinç düzeyini anlatıyor.
İMF politikaları toplumların yaşamında sosyal yıkım yaratıyor, işçi sınıfı üzerinde, köylülük üzerinde, kent yoksul(240)ları üzerinde ağır bir sosyal ve kültürel yıkım yaratıyor. Yığınların bu noktada emperyalizme karşı duyduğu tepkiyi biz en ileri noktada değerlendirmeye bakmalıyız.
Yığınların bilinçlenme ve mücadele süreçlerinin başlangıç evrelerinde anti-kapitalist bir perspektife kazanmak elbette olanaklı değil. Devrimin ileri aşamalarında bile olanaklı değil. Devrimci patlama dönemlerinde bile yığınlar “kapitalizme karşı ve sosyalizm için” diyerek eyleme geçmezler. Yani yığınların bilincinin aldığı biçim önemli değil, yığınların toplumsal hareketliliğinin gücü ve mantığı, nesnel olarak yöneldiği hedefler önemli burada.
Daha da önemli bir nokta var. “Köylülük İMF’nin diktası altında ezilmektedir” deniliyor. Bu tanım bile kendi başına çok şeyi anlatmaya yeter. İMF, uluslararası mali sermayenin dünya ölçüsündeki kapitalist egemenliğinin sembolü ve en güçlü mali kurumu durumundadır. Dolayısıyla sözkonusu tanım, gerçekte, köylülüğün uluslararası tekellerin kapitalist sömürüsü altında bulunduğunu dile getirir. Yerli ve yabancı tekellerin kapitalist sömürü ve yağması ile, bunun yarattığı yıkım ile yüz-yüze bir köylülüğe, biz bu durumda, kurtuluş yolu olarak ne önereceğiz? İMF politikalarının yarattığı yıkımın etkisiyle çoğu kere kendiliğinden harekete geçen ve “Kahrolsun İMF!” diyebilen bir köylülüğe biz ne diyeceğiz? Asıl kritik soru bu. Ben burada, Marx’ın daha 19. yüzyılın ortalarında, kapitalist sömürünün yarattığı yıkım karşısında köylülüğe kurtuluş yolu olarak ne gösterdiğini hatırlatmakla yetiniyorum. Bunu tamamlayan bir ufak hatırlatma daha: Kapitalist ilişkiler ve sömürüden sözedildiği bir durumda, artık genel olarak “köylülük” yoktur. Böylesi bir durumda “hangi köylülük?” sorusu sorulmaksızın, sorunu doğru bir biçimde anlamak ve çözüme bağlamak mümkün değildir.
Geçtik köylülükten işçi sınıfı dahi anti-kapitalist perspektife öyle kolay kolay kazanılamıyor. Önemli olan yığınların(241)kendi üzerlerindeki baskıya, sömürüye, zulme, bu arada kendi toplumlarının ulusal gururlarının bu denli alçaltılmasına karşı hassasiyetleri ve tepkileridir. Biz bu tepkileri sistemli bir biçimde değerlendirmeye, bundan hareketle yığınların devrimci bilincini ve eylemini geliştirmeye, giderek onu ana devrimci hedeflere yöneltmeye bakarız. Devrim koca bir tarihsel dönemdir. Bu tarihsel dönemde bizim yapmamız gereken görev de budur. Eğer emperyalizme ve sermayeye karşı sağlam bir perspektifimiz varsa, biz, yığınların bu kısmi mücadelelerini o devrim denilen genel tarihsel dönem içerisinde götürüp asıl amaca, asıl hedefe bağlarız. Yoksa ne olur? Yığınların tepkilerini döne döne düzenin içerisinde eritiriz. Alırız onun “Kahrolsun İMF, bağımsız Türkiye!” şiarını, örneğin Perinçekçilerin yaptığı gibi, iç piyasanın korunması türünden reformist perspektifler içerisinde döne döne tüketiriz.