Bu, demokrasi sorununu burjuvazinin sınıf egemenliğini devirmek sorununa, yani sosyalist devrime bağlıyorsunuz; bu durumda özel olarak siyasal demokrasi uğruna bir mücadeleden sözetmenizin bir anlamı var mı demek gibi bir şey. Temel bir perspektif ile bu kapsam içinde ele alınması gereken şu veya(235)bu özel sorun ya da sorunlar demeti arasındaki ilişki, hem demokrasi sorunu ve hem de konumuz çerçevesinde enine boyuna açıklandı. Bir soruna ilişkin temel devrimci perspektif ile bu devrimci perspektifin gerçekleşmesini olanaklı kılacak çeşitli türden mücadeleler birbirini gereksiz kılmak bir yana, tersine zorunlu kılar ve tamamlar. Bu, geleneksel halkçı akımların büyük bir kavrayışsızlık, büyük bir anlama yeteneksizliği gösterdiği sorunlardan biridir. Bu “emperyalist ekonomizm” denilen eğilimin bir tür tersyüz edilmiş şeklidir. Emperyalist ekonomistler temel gerçeklere, sorunların temeldeki çözümüne işaret etmek adına, bu temel perspektif içinde ele alınması gereken tek tek siyasal sorunları küçümsüyor, ya da görmezlikten geliyorlardı. Türkiye’nin geleneksel halkçı akımları ise, tek tek siyasal sorunları kendi içinde mutlaklaştırıyorlar, taşıdığı özel öneme işaret etmek adına, bu siyasal sorunların bağlandığı temel çözüm eksenini gözden kaçırıyorlar. Siyasal sorunların çözümünü proleter devrim perspektifi içinde göreceklerine, örneğin “demokratik kapitalizm” içinde tanımlayabiliyorlar. İlk ciddi sarsıntının ya da yenilginin ardından devrimci perspektifi tümden yitirmeleri, toplumun burjuva temeller üzerinde demokratikleştirilmesi çizgisine kaymaları bu açıdan rastlantı değildir. Hala devrimci konumda bulunan halkçı akımlar, geleneksel çizginin neden hep kautskist akımlar ürettiği sorunu üzerinde düşünmek zorundadırlar. Bunun üzerinde gereğince düşünmeyenlerin ve bundan gerekli sonuçlar çıkarmayanların akibeti de farklı olmayacaktır. Bizim bu konuda öngörülerimiz TDKP şahsında doğrulandıysa eğer, bu kahin olduğumuzdan değil, geleneksel halkçı çizginin Kautskizm üretmeye yatkın yapısına ilişkin sağlam bakışımızdan dolayıdır.
Soru:Ulusal mücadeleler esas olarak emperyalizme karşı yönelmektedirler. Bu içerde kapitalizm öncesi ekonomik yapıların dağıtılması da demektir. Anti-emperyalizmin bu bağlamda anlamı(236)ne olabilir?
Bunu dünkü konuşmalarımda ortaya koydum. Yüzyılın başındaki sömürge ve yarı-sömürge ülkelerindeki durum buydu ve bunun ne anlama geldiğini gördük. Bu, sömürge ve bağımlı ulusların burjuva demokratik gelişme süreçlerini yaşaması, bu ulusların modern tarih sahnesine çıkması anlamına gelmektedir. Bu uluslar nitekim bu süreci çok çeşitli türden önderlikler altında yaşadılar. Bütün bir 20. yüzyıl bu ulusal kurtuluş süreçlerine sahne oldu ve bugünün modern dünya ulusları oluştu. Dünün basit sömürge ulusu Libya ile bugünkü Libya’yı kıyaslamak mümkün müdür? Dünün bir takım aşiret reisleri tarafında yönetilen Irak’ı ile bugünkü Irak’ı kıyaslamak mümkün müdür? Dünün Suriye’si ile bugünün Suriye’sini kıyaslamak mümkün müdür? Bunlar az-çok modern ilişkilerin geliştiği, ulusal kimliğin, kültürün, ulusal gururun oluştuğu, bir ulusal yaşam ve direnme kapasitesinin oluştuğu toplumlar haline geldiler. Ama bu toplumlarda burjuva demokratik gelişme sürecinden arta kalan bir dizi temel sorun hala da var. Bu sorunlar kendi sınırları içinde, yeni devrimci siyasal çıkışlarla mı çözülecektir, yoksa artık egemen sınıf iktidarının devrilmesi, yani sosyal kurtuluş mücadelesi sürecinin içinde mi çözülecektir? Bu bir tartışmadır; her toplumun somut bir tahlili ile bir sonuca bağlanır.
Biz Türkiye için gerekli olan artık proleter devrimdir derken, herhangi bir soyut formülden ya da genel şablondan hareket etmedik. Biz hep Türkiye’nin kendi mevcut somut durumuna baktık ve hep de Türkiye’nin bu somut durumu üzerinden konuştuk. Türkiye devriminin sorunlarına hep bu açıdan baktık ve bu çerçevede belli sonuçlara ulaştık. Şu veya bu ülkedeki devrimin sorunlarını doğru çözümlere bağlamanın bundan başka bir yolu yoktur. Oysa geleneksel akımlar, ne Türkiye’nin somut gerçeklerine doğru dürüst baktılar ve ne de bilimsel bir dünya görüşü olan Marksizmi, onun devrimci teorisini doğru(237)bir biçimde anladılar. Onlar belli şablonları ya da formülleri önsel olarak benimsediler ve sonra da buna kendilerine göre bir içerik verdiler. Zaman içinde bu içerikler olayların ve gerçeklerin basıncıyla değişti, ama genel formül olduğu gibi kaldı. Şu veya bu akım şahsında, aynı formülün ‘70’li yıllardaki içeriği ile ‘90’lı yıllardaki içeriğini karşılaştırmaya kalksanız, şaşırtıcı, yer yer eğlendirici durumlarla karşı karşıya kalırsınız.
Bir başka soruya geçiyorum. Bir Meksika örneği vermiş yoldaş sorusunun birinde. “Bu ülkede burjuvazi artık kendi ulusal mâliyesi üzerinde dahi söz sahibi olamıyor. Bu koşullarda anti-emperyalizmi anti-kapitalizm çerçevesinde ele almak mümkün mü?” deniliyor bu soruda.
Aslında Meksika örneği bir noktada gerçekten çok açıklayıcıdır. Çünkü Meksika, Arjantin ve Brezilya’nın yanısıra, Latin Amerika’da dev bir kapitalist gelişmeyi yaşayan ülkelerden biridir. Dikkat edin, uzun yıllar kendine göre nispeten bağımsız bir politika izlemeyi başaran bu ülke, kapitalist ilişkilerin gelişmesi ölçüsünde emperyalist egemenlik altına girmiş, gelinen yerde emperyalizmin basit bir kuklası durumuna düşmüştür. Yani hızlı kapitalist gelişme bu ülkenin emperyalizme bağımlılığını azaltmadı, tersine pekiştirdi. Ki bağımlılık ilişkileri içindeki tüm ülkeler için geçerli olan bir kuraldır bu. Birkaç yıl önceki ekonomik ve mali çöküntüden sonra Meksika’nın mâliyesine Amerikan emperyalizmi doğrudan el koydu, onu bizzat yönetmeye başladı.
Diyeceksiniz ki, ama bu ülkede Chiapas köylüleri toprak ve özgürlük için ayaklandılar. Kuşkusuz. Ama bunun şaşırtıcı bir yanı yoktur. Meksika dediğiniz Türkiye’nin ikibuçuk katı büyüklüğünde koca bir ülke. Ve her kapitalist ülke gibi Meksika da iç gelişme dengesizliklerini aşırı biçimde yaşayan bir ülke. Chiapas’taki köylüler hala daha toprak ve özgürlük sorunu ile, Zapata’nın 80-90 yıl önce uğraştığı sorunlarla yüzyüzeler. Ama Meksika aynı zamanda modern kapitalist bir ülke. Nüfu(238)sun dörtte üçü kentlerde yaşıyor. Kapitalist ilişkilerin alabildiğine geliştiği, modern bir işçi sınıfının oluştuğu, modern bir burjuvazinin egemenliği altında bir ülke.