Ya da bir zamanlar İngiltere’nin “ticaret sömürgesi” olan Arjantin (şimdi öyle değil tabi, yüzyılın başından beri ABD emperyalizmin etki alanına girdi) Falkland adaları için, üstelik emperyalizmin kuklası durumundaki askeri rejim döneminde, emperyalist İngiltere ile savaşa bile girebildi.Ve önemli bir ayrıntı; bu savaşta kukla askeri rejimin arkasındaki güç olan ABD emperyalizmi İngiltere yanlısı bir tavır aldı. Yine bir başka ayrıntı; emperyalizmin yeminli ve sadık uşağı faşist askeri rejim, bu savaşı Arjantin’in “ulusal çıkarları” adına yürüttüğünü iddia ederek, yığınların hoşnutsuzluğunu bir süre için bu yolla dizginlemeyi hedefliyordu. Emperyalist bir devlete bu ani efelenmesinin gerisinde bu hesap vardı. Fakat işler umduğu gibi gitmedi ve hesap ters tepti. Bu gibi durumlara geçmişten ve bugünden çok sayıda örnek verilebilir. Fakat yeterince açık bir konu olduğuna göre bu çok da gerekli değildir. Bunlar bağımlı devletler ile egemen devletler arasındaki çelişkilerdir. Bu çelişkileri elbette görmek ve mümkün olan her durumda bundan yararlanmak gerekir. Bunlar taktiğin sorunlarıdır. Genel anti-emperyalist mücadele içe(232)risinde taktik önemi olan dolaylı imkanlardır. Genel bir anti-emperyalist perspektifin formüle edilmesinde, bunun herhangi bir biçimde yeri olamaz. Bu tür çelişkiler üzerine sözde anti-emperyalist stratejiler kurmaya kalkmak, onulmaz bir oportünizmdir, tam bir gericiliktir. Bilindiği gibi ‘70’li yıllarda “Üç Dünya Teorisi” ile, şimdilerde “Kuzey-Güney” edebiyatıyla bu yapılabilmektedir. Türkiye’de Perinçekçi akımın konumu budur. Dolayısıyla sorun sanıldığı gibi önemsiz ve zararsız değildir. Bu tür teorileri meşrulaştırma çabasına İran, Libya vb. ülkeler, yani çok kendine özgü konumları olan ülkeler dolgu malzemesi olarak kullanıldıkları ölçüde, bu teoriler daha sinsi, dolayısıyla daha tehlikeli bir mahiyet kazanabilmektedir. Perinçekçi akım bugünün Türkiye’sinin en büyük tekelci gruplarını “iç piyasadan, “milli pazar”dan yana “sanayiciler” olarak sunmakta, bunların karşısına mafyalaşmış bir rantiye burjuvazisi kategorisi koyarak birincileri savunmaktadır. Onun TÜSİAD’ın ordusunu, bu ordunun TÜSİAD ile en sıkı bir işbirliği içinde anti-RP bir operasyon yürüttüğü bir sırada tutup yüceltmesinin gerisinde aynı zamanda bu bakış vardır. Emperyalizm, özellikle bu iki kutuplu dünya denilen ilişkilerin de sona ermesi ile birlikte, çeşitli ulusların iç yaşamına, çok daha sınırsız, çok daha hoyrat, çok daha küstah bir müdahale yoluna gitmektedir. Yeni Dünya Düzeni dedikleri, bu türden dayatmacı müdahalelelere dayalı bir emperyalist çizgi demektir aynı zamanda. Çeşikli ülkelerin işbirlikçi egemen burjuvazisi belli durumlarda, belli sınırlar içinde ve çoğu kere belli hesaplarla bu tür müdahalelere karşı sesini yükseltmek, belli tavırlar göstermek zorunda kalabiliyor. Hiçbir devlet, bu işbirlikçi bir sınıfın devleti bile olsa, kendi iç işlerine sınırsız bir müdahaleye durduk yerde seyirci kalmaz. Seyirci kalanın, gerek uluslararası kamuoyu içinde ve gerekse kendi egemenliği altındaki halk yığınları karşısında otoritesi ve saygınlığı kalmaz. Herşey bir yana bu faktör bile, işbirlikçi rejimlerin(233)emperyalizmin kaba ve keyfi müdahalelerini reddetmelerini gerektirir. İhsan Sabri Çağlayangil, bu ülkedeki burjuvazinin en sadık, en yıllanmış temsilcilerinden biri ve gedikli bir dış işleri bakanı idi; “yıllarca CİA dibimizi oymuş da haberimiz yokmuş” diye yakınabildi kamuoyu önünde. 12 Mart’ın CİA tarfından tezgahlandığını açıklamak durumunda kalabildi. Bağımlı bir ülkenin devleti ya da onun tek tek politik temsilcileri emperyalizmin onur kırıcı şu veya bu müdahalesini reddedebilir. Bunlar çokça rastlanan olaylardır ve ne şaşırtıcıdır, ne de Perinçeklerin atfettiği türden bir Güney’in Kuzey’e karşı direnme dinamiği sözkonusudur burada. Bugün düzenin en has politikacılarından olan Ecevit’in temelde emperyalist egemenliğe, Türkiye’nin emperyalizme çok yönlü bağımlılığına bir itirazı yoktur. O bunu, “çağdaş dünya”nın olağan bir gerçeği sayar. Ama öte yandan bir dizi sorunda, özellikle Türk burjuvazisinin çıkarlarıyla emperyalist odakların çıkarlarının belli bakımlardan çeliştiği durumlarda, “onurlu” ve “kişilikli” dış politika üzerine konuşmaktan geri durmaz. Ki böyle yaparken, bir çok durumda, Pentagon’a göbekten bağımlı ve NATO’nun Ortadoğu bekçisi Türk ordusunun hislerine tercüman olmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Temelde bunlar emperyalist devletlerle onlara bağımlı devletler arasında iç çelişkiler kapsamına giren sorunlar. Bu çelişkilerden elbetteki yararlanmak gerekir; zira bu çelişkiler, sistemi kendi içinde sıkıntılara sokar, karşı-devrim cephesini zayıflatır.
Kaldı ki bağımlı devletlerin işbirlikçi burjuvazisi yerine göre, kendi çıkarlarının gerektirdiği yerde, emperyalistler arası çelişkilerden kendisine göre yararlanır. Daha da dikkate değer olan bir başka olgu var. İşbirlikçi rejimler ‘89 yıkılışına kadar, emperyalist Batı sistemi ile Sovyetler Birliği arasındaki çelişkilerden bile yararlanabildiklerini sayısız örnekle gösterdiler.(234)Bu ‘60’lı yıllarda Türkiye şahsında da, basbayağı Amerikancı Demirel hükümetleri döneminde bile yaşandı. Seydişehir Alüminyum Fabrikası, İskenderun Demir-Çeiik Fabrikası, Aliağa Petrol Rafinerileri gibi büyük sanayi kompleksleri hep Demirel hükümetleri döneminde, Sovyetler Birliği ile girişilen ilişkiler sayesinde kuruldu. Bunlar Sovyetler Birliği’nin sağladığı teknik ve kredi imkanları ile kurulan büyük işletmeler. Bu nasıl mümkün oldu? Batılı emperyalist devletler ya kârlı görmediklerinden, ya da işlerine gelmediği için, bu yatırımlar için gerekli tekniği ve krediyi vermekten kaçındılar. Sovyetler Birliği ise kendisine etki alanı açmak için bu tür ilişkileri özellikle geliştirmek istiyordu. Türk burjuvazisi bu çelişkilerden yararlanarak bu tür işletmeleri kurdu. Peki, bizim bundan anti-emperyalist mücadele stratejisi için çıkaracağımız herhangi bir özel sonuç olabilir mi?
Soruda, “anti-emperyalist mücadeleyle bağlantısını açıklar mısınız?” deniliyordu. Bunu açıklamalar içinde yanıtladım. Biz bu çelişkilerden, sözünü ettiğim türden çelişkilerden, elbetteki yararlanmaya bakarız. Bu çelişkiler karşı tarafı zayıflatır, ilkin bu açıdan değerlendiririz. İkinci olarak, bu sorunları, bu tür krizleri, bu tür anlaşmazlıkları vesile ederek, yığınların anti-emperyalist bilincini geliştirmeye bakarız.
Soru: Bütün toplumsal sorunları anti-kapitalist mücadelenin bir parçası olarak görüyorsunuz, bu eksene bağlıyorsunuz. Peki bu durumda özel olarak anti-emperyalizmden sözetmenizin bir mantığı var mı?
Dostları ilə paylaş: |