Sakife'nin geride bıraktığı sonuçlarından biri de, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan İslâmî hilâfetin Allah-u Teala'ya hiçbir saygı gözetmeyen zalim ve azgın diktatörlerin eline düşmesi oldu. Bu zalim diktatörler, insanları kahr-u perişan ettiler, üzerlerine acı bir işkence sağanağı yağdırdılar. Raiyete hiçbir değer vermediler. Kumeyt'in ifadesiyle, onların gözünde insan topluluğuyla koyun sürüsü arasında hiçbir fark yoktu. Emevî siyasetin baş aktörlerinden olan Amr b. As diyor ki: "Verimli yeşil topraklar, Kureyş'in bostanıdır." Bu anlayışa göre verimli yeşil topraklar, raiyetin mülkü değil, Kureyş'in mülkü idi. Dolayısıyla da onu şehvetleri ve rağbetleri doğrultusunda istedikleri gibi harcayabilirlerdi; raiyetin onda hiçbir hakkı ve payı yoktu. Muaviye, kurt karakterli valilerini İslâm ülkelerine musallat etmiş, onlar da insanların servetlerini yağmalamış, onları fakirlik ve çaresizlik içinde bırakmışlardı. Ukbe b. Hübeyre el-Esedî, şu beyitlerde Muaviye'ye hitap ederek diyor ki:
"Muaviye! Biz de insanız, biraz yumuşak davran; dağ ve demir değiliz. Topraklarımızı yediniz ve onları (bitki örtüsünden) çıplak bıraktınız; bakın o topraklar üzerinde bir ağaç veya ekin görebiliyor musunuz? Hilâfetin zulmünü bırakın, namussuzları ve köleleri bize emir yapmaya son verin de doğruluğa gelin."1
Bu beyitler, Emevîlerin ülkeleri yağmaladıklarını, servetlerini boşalttıklarını ve Müslümanların topraklarının çoğunu ele geçirdiklerini anlatmaktadır. Ömer b. Abdülaziz, yağmalanan malları asıl sahiplerine geri vermek istedi. Emevîlere:
"Ey Mervan Oğulları! Sizler soy ve mal bakımında en yüce mertebedesiniz. Bu ümmetin mallarının yarısı, hatta üçte ikisi sizin elinizdedir…" dedi ve onlardan ellerindeki malları sahiplerine iade etmelerini istedi.
Onlar, Ömer b. Abdülaziz'e şöyle dediler: "Allah'a yemin ederiz ki, başlarımız bedenlerimizden ayrılacak da olsa, bu mallar asla sahiplerine iade edilmeyecektir."
Bunun üzerine Ömer onları tehdit etti ve şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki, eğer bu hakkı ehline geri vermekte bana yardımcı olmazsanız, sizi zelil eder ve isimlerinizi açıklarım…"2
Şair Nümeyrî, bir kasidesinde kavminin yaşadığı zulmü tasvir ederken Emevî yönetimin vergi memurlarının her şeylerini alıp götürdüklerini ve kendilerine karınlarını doyuracak bir lokma ekmek bile bırakmadıklarını dile getirmiş, Abdulmelik b. Mervan'a hitap şöyle demiştir:
"Ey Rahman'ın halifesi! Bizler tevhit ehliyiz ve sabah akşam secde etmekteyiz. Bir bilsen, memurların senin emrini dinlemeyerek başımıza ne büyük belâlar getirdiler! Başkanımızı tutup ellerini bağladılar ve kamçılarla belinin ortasını parçaladılar. Kemiklerinin üzerinde et kalmayıp aklı başından gidinceye kadar onu dövüp iki büklüm ettiler. Kamçılar onu nahif, cılız ve korkak bir hâle getirdi. Bineğini de elinden aldılar, artık yerinden hareket edemez oldu. Müminlerin emirini (halifeyi) imdada çağırıyor! Onun durumu, rüzgârların sağa sola savurduğu bir bez parçası ve okçuların kanadını kırdığı ve duyduğu her sesi güvercin sesi zanneden bir hüthüt kuşu gibidir. Ey Rahman'ın halifesi! Benim çalışkan aşiretim bitkin bir cemaate dönüştüler. Benim kavmim İslâm'a zekât vermeyi terk etmediler, kelime-i tevhidi kaybetmediler, bir güvercini bile öldürmediler. Fakat haksız yere adam öldürmüşçesine böyle cezalandırılıyorlar! İki aydır süt veren develeri, hazmedilmez acı ot ve pislikten başka yiyecek bir şey bulamıyor. Memurun Yahya geldi ve tüm Müslümanların ağır gördüğü bir yükümlülük altına soktu onları. Öyle bir anlaşma imzalattı ki, zengini fakirleştirdi, fakirin belini kırdı. Kavmimi bu hâlde bırakıp geldim. Şimdi bu sıkıntılarını sana şikâyet mi etsinler yoksa biraz beklesinler mi?!"1
Nümeyrî, bu şiirinde, vergi memurlarının, sabah akşam Allah-u Teala'ya secde eden ve Allah-u Teala'nın üzerlerine farz kıldığı zekâtı veren Müslüman kavmine yaptıkları bu korkunç zulmü ve dayanılmaz işkenceyi çok güzel tasvir etmiştir. Zalimler, kamçılarıyla sırtlarını iltihap kapmış yara bere içinde bırakmışlar, mallarını yağmalamışlar ve onları okçular tarafından kanatları kırılmış kuşlar gibi ölüm ile yaşam arasında karar kılmışlardır. Açlık, bedenlerini zayıf ve bitap düşürmüş; fakirlik, üzerlerine çullanmıştır.1
Devletin mallarını çalmak, memurlar ve görevliler arasında yaygın bir hâl aldı. Ziyad veya oğlu Ubeydullah, Temim kabilesinin şairi Hârise b. Bedr'i Irak'ın bölgelerinden birine emir ve vali olarak atayınca, Enes b. Ebu Ünas, Hârise'ye hitap söylediği bir şiirinde valiler ve hükümdarların halkın mallarını çaldıklarını alaylı bir dille şöyle tasvir etmiştir:
"Ey Hârise b. Bedr! Bir vilâyetin valisi oldun. O hâlde hıyanet eden ve çalanlar arasında bir tarla faresi ol. Çünkü bütün insanlar, ya yalanlayıcıdırlar ki canlarının çektiğini söylerler, ya da doğrulayıcıdırlar ki zan ve şüphe üzere konuşurlar. Eğer gidin araştırın denirse, araştırmazlar. Öyleyse âciz olma; çünkü âcizlik, binilmesi en kolay merkeptir. Bil ki, kazanca davet edilen herkes, kazanç elde edemez."2
Hârise de onun halkın mallarını yağmalama yönündeki tavsiyesine teşekkür ederek şöyle demiştir:
"İnsanların mutlak hâkimi, sana en iyi mükâfatı versin. Sen bana iyi ve yeterli bir öğütte bulundun. Bana mal biriktirmeyi emrettin. Eğer başka bir şey emretseydin, kesinlikle sözünü dinlemez, sana karşı gelirdim."3
Devlet mallarını çalmak, görevliler arasında korkunç bir şekilde yaygınlaşmıştı. Daha korkunç olanı da, bunun sultanların (halifelerin) desteğiyle yapılıyor olmasıydı. Çünkü onlar, bu mallarda valilerine ortak oluyorlardı. Von Fluton şöyle yazıyor:
"Halifeler -Ümeyye Oğulları halifelerini kastediyor- valilerini hesaba çekmenin tedbirlerini alacaklarına ve onları halka zulmetmekten men edeceklerine, onların böyle alçakça yollarla topladıkları mallarda onlara ortak oluyorlardı. Bu da, valilerin zulmüne ve halka kötü davranmalarına halifelerin rıza gösterdiği anlamına gelir. Buna ilâve olarak, halifelerden bazıları için birinci derecede önem taşıyan şeyin merkezî hükümetin hazinesi olduğunu gösterir."1
Durum ne olursa olsun, zulüm yayılmış ve tüm şehirlere egemen olmuştu.
Südeyf'in Duası
Müslümanların yaşadığı belâlar, mihnetler ve felâketler, Südeyf'in duasında şöyle tasvir edilmiştir:
"Allah'ım! Ganimetlerimiz daha önce taksim edilirken şimdi bazı kişilerin serveti oldu. Emirliğimiz daha önce meşveret ileyken şimdi galebe ile oldu. Yöneticimiz daha önce ümmetin seçimiyle belirlenirken şimdi babadan oğla geçen bir miras oldu. Yetim çocuklar ve dul kadınların payıyla eğlence ve çalgı aletleri satın alındı. Ehl-i zimmet Müslümanların canlarına musallat oldu. Müslümanların işlerinin başına her mahallenin fasıkı geçti. Ne bir koruyucu var, onları helâkten korusun; ne bir müşfik var, onlara rahmet gözüyle baksın. Ne bir defeden var, kendisine sığınandan zulmü defetsin; ne bir şefkat sahibi var, açlıktan sıkıntı çeken karnı doyursun. Sızlanıp telef olmakta, üzüntü çekip aşağılanmaktalar. Batıl ekininin biçim zamanı gelmiş, nihayetine ermiştir. Kovulmuşları bir araya toplanmış, düzeni kurulup müstakar olmuştur. Allah'ım! Ona (batıla) karşı hakkın biçen elini çıkar, hörgücünü kökünden koparsın, gücünü kırsın, topluluğunu dağıtsın, sözünü parçalasın; böylece hakkı en güzel şeklinde, en tam nurunda ve en büyük bereketinde ortaya çıkarsın."2
Südeyf'in duası, Emevî siyaseti tüm boyutlarıyla anlatmaktadır. Uzun süre raiyete zulmedilmiş, insanların hakları çiğnenmiş, tüm İslâmî ilkeler ve değerler inkâr edilmişti. Sultanlarının çoğu, küfrünü ve dinsizliğini açığa vurmuştu.
İbn Abbas diyor ki: "Ümeyye Oğulları, (ayaklarıyla) dinin kulağını çiğnediler (başını ezdiler) ve keskin bir bıçakla yüce Allah'ın kitabını boğazladılar."1
Dostları ilə paylaş: |