Dini Kâmil Etme Ayetinin İnişi
Bu unutulmaz günde, "Bugün dininizi size kâmil kıldım, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam'ı size seçtim." ayeti nazil oldu.1
Muttakilerin imamı ve muvahhitlerin efendisi İmam Ali'nin velâyeti ile din kâmil oldu ve büyük nimet Müslümanlara tamamlandı. Âlemlerin Rabbine hamd olsun.
Peygamber (s.a.a), ümmetini ilelebet sapmalara karşı koruyacak olan doğru yolu önlerine koymuş oldu. Kendisinden sonra hilâfet meselesini iktidar ve saltanat düşkünlerinin istedikleri gibi oynayacakları bir konu olarak bırakmadı. Bütün kapıları yüzlerine kapadı ve içeri girebilecekleri açık bir pencere bırakmadı.
Peygamber (s.a.a), ümmetinin liderini ve önderini belirledi ve bu hassas konuyu ihmal etmedi. Bu konunun ihmali, Allah Resulü'nün şahsiyetine zarar verirdi. Çünkü hilâfet konusu, İslâm'ın en hassas ve önemli meselelerinden biridir.
Gadir günü İmam'a biat edilmesi, İslâm risaletinin bir parçası ve dinin rükünlerinden biridir. Allâme Alâilî'nin dediği gibi kim onu inkâr ederse, İslâm'ı inkâr etmiştir.
EBEDÎ FACİA
İslâm tarihinde, dünya tarihinin akışını değiştiren, insanın iradesi ve düşüncesini özgürleştiren ve onu bu hayatın cehalet çöllerinde bocalamaktan kurtaran Büyük Kurtarıcı Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından daha ürkütücü ve üzücü bir hâdise yoktur.
Peygamber'in Hastalanması
Peygamber (s.a.a) hac dönüşünden sonra şiddetli bir ateşe yakalandı. Ateşi o kadar şiddetliydi ki, ziyarete gelenler ve eşleri, ellerini ona sürdüklerinde ateşten yandığını hissediyorlardı.1 Yanına içinde soğuk su bulunan bir kap koymuşlardı. Peygamber (s.a.a) elini ona daldırır, sonra elini yüzüne sürer, böylece ateşini biraz hafifletmeye çalışırdı.
Bazı kaynaklara göre Peygamber'in hastalığı ve vefatı, Hayber'de Yahudi bir kadının kendisine sunduğu zehirli bir yemeğe dayanıyordu. Bu yüzden şöyle buyururdu:
"Hayber'de yediğim yemeğin acısını hâlâ hissediyorum. Şimdi o zehrin etkisinden şahdamarımın koptuğu andır."2
Müslümanların Kaygısı
Peygamber'in (s.a.a) hastalandığı haberi yayılınca Müslümanlar akın akın ziyaretine geldiler. Kimisi ağlıyordu, kimisi haberin şokundan donakalmıştı. Üzüntü ve kaygı, dalga dalga her tarafa yayılmıştı. Peygamber (s.a.a), ziyaretine gelenlere acı gerçeği haber vererek onları daha da üzmüş, yakında vefat edeceğini bildirmiş, Allah'ın kitabına ve Ehl-i Beyt'ine sarılmalarını vasiyet etmişti. Şöyle buyurmuştu:
"Ey insanlar! Ruhumun süratle alınması ve göçüp gitmem yakındır. Ben daha önce mazeretiniz kalmasın diye gerekeni söyledim. Bilin ki, ben sizin aranızda aziz ve celil Allah'ın kitabını ve öz soyum olan Ehl-i Beyt'imi bırakıp gidiyorum…"
Yine Müminlerin Emiri İmam Ali'nin (a.s) elini tutmuş, ziyaretine gelenlere dönerek:
"Bu Ali, Kur'an'la beraberdir; Kur'an da Ali ile beraberdir. Bu ikisi, Kevser Havuzu'nun başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar." buyurmuştu.1
Peygamber (s.a.a), ümmetini sapma ve yanılmaya karşı korumak için en önemli önlem olarak onlara, Allah'ın en doğruya kılavuzluk eden aziz kitabına ve İslâm'ın ışıkları, vahyin bekçileri, adaletin savunucuları, dinin koruyucuları olan Ehl-i Beyt'ine sarılmayı emretti. Ehl-i Beyt'in başında da Müminlerin Emiri İmam Ali gelmektedir ki, o Kur'an'la, Kur'an da onunla birliktedir.
Peygamber'in Baki Mezarlığı'nda Yatanlar İçin İstiğfarı
Peygamber (s.a.a), gecenin zifiri karanlığında Ebu Müveyhibe'yi çağırdı. Ebu Müveyhibe yanına geldiğinde ondan Baki Mezarlığı'na kadar kendisine eşlik etmesini istedi. Baki Mezarlığı'nda yatan Müslümanları ziyaret etmek istiyordu. Ebu Müveyhibe'ye dedi ki:
"Baki ehli için istiğfar etmem emrolundu. Bu yüzden seni çağırdım ki, benimle beraber gelesin."
Baki'ye vardığında ölülere selâm verdi ve durumlarından memnun olmaları gerektiğini söyledi. Şöyle buyurdu:
"Selâm olsun size ey kabirlerde yatanlar! İnsanların içine düştükleri duruma düşmediğiniz için ne mutlu size! Karanlık gecenin parçaları gibi fitneler birbirini kovalamakta, sonraki öncekini izlemektedir. Sonraki öncekinden daha kötü..."
Peygamber (s.a.a), ümmetini kasıp kavuracak olan fitneleri, duçar olacakları faciaları ve büyük olayları sezip bilmişti. Bu olaylar, Peygamber'in de en büyük musibetlerinden olacaktı.
Sonra Ebu Müveyhibe ile konuşmaya başladı. Şöyle buyurdu:
"Bana dünyanın hazineleri ve orada ilelebet yaşamak, ardından ondan sonra da cennet verildi. Ben, Rabbime kavuşmayı ve cenneti seçtim."
Ebu Müveyhibe hiç beklemeden:
"Anam babam sana feda! Neden dünyanın hazinelerini ve orada ilelebet yaşamayı, ardından ondan sonra da cenneti kabul etmiyorsun?" dedi.
Peygamber (s.a.a), Allah-u Teala'ya kavuşmaya olan şiddetli iştiyakından şöyle dedi:
"Hayır! Allah'a andolsun ki, ben Rabbime kavuşmayı seçtim."
Sonra da Baki'de yatanlar için bağışlanma dileğinde bulunup evine geri döndü.1
Üsame Ordusu
Peygamber (s.a.a), halifesi ve ilim şehrinin kapısı İmam Ali (a.s) aleyhine bir komplo düzenlenmekte olduğunu açık bir şekilde görüyordu. Bu yüzden isyan ve itaatsizlik ruhunu bastırmak için, direnenler ve diğerlerini Rumlarla savaşmak üzere cihat meydanına göndermeyi uygun gördü. Bir ordu hazırlanmasını emretti. Muhacirler ve Ensar'ın ileri gelenlerinin de bu orduya katılmasını istedi. Katılmasını istedikleri arasında Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde ve Beşir b. Sa'd de vardı.1
Ordunun komutanlığını henüz gençliğinin baharında olan Üsame b. Zeyd'e verdi. Böylece Üsame, bu yaşlı ileri gelenlerin de komutanı oldu. Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
"Babanın öldürüldüğü yere kadar git ve oraları atlarına çiğnet. Ben seni bu ordunun komutanı kıldım. Sabah erkenden Übna2 ehline hücum et ve onları ateşe ver. Haberiniz onlara ulaşmadan sen onlara ulaş. Eğer Allah onlara karşı sana zafer verirse, aralarında fazla kalma. Yanına yol rehberleri al. Gözcülerin ve öncü birliklerin olsun…"
Sefer ayının yirmi birinci günü Peygamber (s.a.a) ashabı arasında orduya katılmama ve emre karşı gelme eğiliminin baş gösterdiğini gördü. Hasta hâliyle evinden dışarı çıktı, orduyu hareket etmeye teşvik etti, sancağı kendi eliyle bağladı ve Üsame'ye şöyle buyurdu:
"Allah'ın adıyla ve Allah yolunda savaşa çık ve Allah'a kâfir olanlarla savaş."
Üsame, sancağı bağlanmış hâlde yola çıktı. Sonra sancağı Büreyde'ye verdi ve Cüref'te karargâhını kurdu.1
Ashaptan bazıları, orduya katılmakta ağır davranarak emre itaatsizlik ettiler. Çünkü Peygamber'in (s.a.a) hayatının son saatlerini yaşadığını anlamışlardı.
Ömer, Üsame'ye şöyle derdi: "Sen benim komutanım olduğun hâlde Resulullah (s.a.a) öldü."2
Üsame'yi komutan olarak atadığı için Peygamber'i (s.a.a) tenkit etmeye başlayıp orduya katılmakta ağır davrandılar. İncitici sözleri Peygamber'e (s.a.a) ulaştı. Ateşi yükselmiş, şiddetli bir baş ağrısı da başlamıştı. Peygamber (s.a.a) sinirlendi ve başını bağlamış, kadifesine bürünmüş olduğu hâlde evinden dışarı çıktı. Çok üzgündü. Minbere çıktı ve onlara ne kadar öfkelendiğini açığa vurarak tenkit edenlere seslendi ve şöyle dedi:
"Ey insanlar! Üsame'yi komutan yapmamla ilgili bazılarınızdan bana ulaşan sözler de ne?! Şimdi Üsame'yi komutan yapmama itiraz ettiğiniz gibi, daha önce de babasını komutan yapmama itiraz etmiştiniz. Allah'a yemin ederim ki o, komutanlığa lâyık biriydi. Ondan sonra da oğlu buna lâyıktır…"
Sonra minberden indi ve:
"Üsame'nin ordusunu donatın! Üsame'nin ordusunun hazırlıklarını tamamlayın! Üsame'nin ordusunu hemen gönderin! Allah Üsame'nin ordusuna katılmaktan vazgeçenlere lânet etsin!" buyurarak evine girdi.3
Fakat bu şiddetli emirler, onları harekete geçirmeye yetmedi. Peygamber'in (s.a.a) hayatının son saatlerinde bu ordunun yola çıkmasına verdiği bunca önem, onların yüreklerini yumuşatmadı. Orduya katılmamak için çeşitli mazeretler ileri sürdüler. Fakat Peygamber (s.a.a), bu mazeretlerin hiçbirini kabul etmedi. Bilakis, onlara sinirlenip öfkelendi.
Dostları ilə paylaş: |