Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Orijinal adı: Adab’us Salat Merhum İmam Humeyni (r a) Yayımlayan: İmam Humeyni’nin (r a) Eserlerini


Dördüncü Bölüm Temizlemek Hakkındadır



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə13/68
tarix27.07.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#60516
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   68

Dördüncü Bölüm

Temizlemek Hakkındadır


Temizleyici şey, bu bölümde asıl olan sudur veya topraktır.

Bil ki sâlik insan için tümel olarak yüce maksada ulaşmak ve rububiyetin yakın makamına ermek için iki yol vardır. O iki yoldan evveliyet ve asalet makamı olan birincisi; mutlak rahmet makamına, özelikle de her varlığı layık olduğu kemale ulaştıran rahimiyyet rahmetine teveccühen, Allah’a doğru seyretmektir. Rahimiyyet rahmetinin zuhurlarından ve şubelerinden biri de peygamberler göndermektir. Bu peygamberler yol hidayetçileri ve geride kalanların elinden tutanlardır. Marifet ehli ve kalp ashabı nezdinde tahakkuk diyarı, ilahi rahmetin suretidir ve yaratıklar sürekli olarak Hakk’ın rahmet denizine gömülmüşler, ama ondan istifade etmemektedirler. İlahi gayb aleminden ve rububi yakınlıktan nazil olan; biz terkedilmişlerin istifadesi, tabiat zindanındaki biz mahkumların kurtuluşu ve arzu ve nefsani isteklerin karmaşık zincirine vurulmuş esirlerin necatı için lafız ve kelam suretine bürünen bu ilahi büyük kitap, ilahi mutlak rahmetin en büyük mazharındandır. Biz körler ve sağırlar ondan hiç istifade etmedik ve de etmemekteyiz. Rububi mukaddes huzurdan ve ilahi ünsiyet ve yakınlık mahfilinden bu gurbet ve vahşet konağına ayak basan, Ebucehil ve ondan daha kötüleriyle muaşeret etmek zorunda kalan “Bazen kalbim tozlanıyor”1 diyen feryadıyla marifet ve velayet ehlinin kalbini yakmış bulunan son Peygamber ve Mutlak Veli de ilahi mutlak keramet ve geniş rahmettir. Bu küçük kulübeye gelişi, en aşağılık alemde sükunet eden varlıklara rahmet olmak ve onları bu vahşet ve gurbet diyarından çıkarmak içindir. Tıpkı “arkadaşlarını kurtarmak için bela tuzağına düşen bir güvercini andırmaktadır.” 2

Allah’a doğru sülûk eden kimse; rahmet suyu ile temizlenmeyi nazil olan ilahi rahmetten istifade olarak kabul etmeli ve de rahmetten istifade etmek imkanına sahip olduğu müddetçe bu işe soyulmalıdır. Zatî kusur veya suç sebebiyle ulaşamayınca ve rahmet suyundan mahrum kalınca da kendi zillet, miskinlik, fakirlik ve yokluğuna teveccühten başka çaresi yoktur. Ubudiyet zilletini göz önüne aldığında; kendi zatî imkanına, fakirlik ve çaresizliğine teveccüh ederek gurur ve bencillikten dışarı çıktığında ise rahmet kapılarından bir kapı yüzüne açılır, tabiat yeri rahmet beyzasının yeri haline dönüşür ve iki temizleyiciden biri3 olan toprak haline dönüşür. Hakk’ın lütfüne ve acımasına mazhar olur. Bu bakış, yani kendi zilletine bakış insanda güçlenince de daha çok rahmete mazhar olur. Ama eğer kendine ve ameline güven adımıyla bu yolu kat etmek isterse, helak olur. Zira, bu durumda elinden tutunmama imkanı vardır. Tıpkı yol gitme cesaretini kendinde bulan ve adımıyla gururlanan, gücüne itimat eden, bu yüzden de babasının inayetine mazhar olmayan ve kendi haline bırakılan bir çocuk gibi olur. Ama eğer çaresizliğini ve aczini merhametli babasının huzuruna sunar, kendine ve gücüne güvenden tümüyle çıkarsa babasının inayetine mazhar olur ve babası elinden tutar ve hatta onu kucağına alır ve kendi adımıyla ona yol yürütür. O halde Allah’a doğru seyreden kimse de kendi sülûk ayağını kırmalı; kendine, riyazetine ve ameline güvenden tümüyle uzak durmalı; kendinden, gücünden ve kuvvetinden fenaya ermeli, fena ve çaresizliğini sürekli göz önünde bulundurmalıdır ki inayete mazhar olsun. Böylelikle yüz yıllık yolu rububiyet cezbesiyle bir gecede katetsin; batın dili ve hali, rububuyetin kutsal huzurunda acizlik ve niyaz içinde şöyle arzetsin: “Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren mi?” 1

Beşinci Bölüm

Batın ve Kalp Hasebiyle Abdestin Bazı Adapları Hakkında


İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz kul abdestle emrolunmuştur ki Cebbar olan Allah karşısında durunca ve Hak Teala ile münacaat edince temiz olsun, kendisine emrettiği şeylerde, itaat etsin ve her türlü pislik ve necasetten temizlensin. Ayrıca yorgunluğun giderilmesi, uyuklamanın ortadan kalkması ve cebbar olan Allah karşısında durmak için kalbin temizlenmesi gibi diğer bir takım faydaları da vardır.”2

Buraya kadar İmam Rıza (a.s) abdestin kendisini beyan etmiştir. Marifet ehlini ve sülûk ashabını yüce ve celil olan Hak Teala’nın mukaddes huzurunda durmanın ve hacetleri gideren Allah ile münacatta bulunmanın göz önünde bulundurulması gereken bir takım adabları olduğu hususunda uyarmıştır. Hatta zahiri pislikler ve zahir gözünün yorgunluğu gibi şeylerle bile o mukaddes dergaha gitmemek gerekir; nerede kaldı ki kalp, pisliklerin kaynağı olsun ve bütün pisliklerin kökü olan manevi pisliklere müptela olsun. Nitekim rivayette de şöyle yer almıştır: “Allah-u Teala sizin yüzlerinize bakmaz belki kalplerinize bakar.” 1

İnsanın kendisiyle Hak Teala’ya teveccüh ettiği ve yaratılış aleminden celal ve azamet kibriyasına bakabildiği şey kalptir. Diğer organların bundan bir nasibi yoktur; ama buna rağmen zahiri temizliği de ihmal etmemek gerekir. Bu yüzden de Allah; taharetin suretini, insanın sureti ve batınını da insanın batını için kararlaştırmıştır. Bu hadis kalp temizliğinin abdestin faydalarından olduğunu belirtmiştir. Bundan da anlaşıldığı üzere abdestin bir batını vardır ve o batınla insanın batını da tezkiye olmaktadır. Ayrıca bu hadisten zahir ve batın ile şahadet ve gayb ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Hakeza hadisten anlaşıldığı üzere zahiri taharet ve şekli abdest de bir ibadettir ve Rabb’e itaattir. Bu açıdan zahiri taharet de batının temiz olmasına sebep olmaktadır. Zahiri taharetten kalbin temizliği hasıl olmaktadır. Özetle Allah’a sülûk eden kimse abdest alırken Hazret-i Kibriya’nın mukaddes huzuruna yönelmek istediğini hatırlamalıdır. Sahip olduğu bu kalp ahvaliyle Allah’ın huzuruna varma liyakatine sahip değildir ve hatta rububiyet izzetinin dergahından kovulmuş bir haldedir. Dolayısıyla paçalarını sıvamalı, zahiri tahareti de batına sirayet ettirmeli, Hakk’ın nazar ettiği, hatta Hazret-i Kuds’ün menzilgahı olan kalbini Hakk’tan gayrisinden temizlemeli, Firavun ruhunu ve bütün pisliklerin aslı olan bencilliğini aklından çıkarmalı ve böylece mukaddes makama layık bir hale gelmelidir. Daha sonra İmam Rıza (a.s) abdeste özel bir takım organların göz önünde bulundurulmasının sebebini beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz abdest yüz, iki el, baş ve ayağa farz olmuştur. Zira kul Hazret-i Cebbar’ın huzurunda durunca abdestin farz olduğu şeyler zahir ve keşfolur. Zira kul yüzüyle secde ve huzuda bulunur, eliyle dilekte bulunur, rağbet eder ve Hakk’a bağlanır, başıyla rüku ve secdede Hakk’a yönelir ve ayaklarıyla oturup kalkar.”

İmam Rıza’nın (a.s) bu sözlerinin özeti şudur: “Bu organların Hakk’ın ubudiyetinde bir payı vardır ve bu da bu organlardan ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan bu organların temizlenmesi emredilmiştir. Daha sonra da İmam Rıza (a.s) onlardan zahir olan şeyleri beyan etmiştir. İbret alma ve istifadede bulunma yolunu ehline açmıştır. Marifet ehlini bunun sırlarıyla tanıştırmış ve onlara ubudiyetin zuhur ettiği yerlerin Hak Teala'nın mübarek huzurunda temiz olması gerektiğini bildirmiştir. Bu anlamdan eksik bir nasibi olan zahiri organlar, taharet olmaksızın bu makama layık değildir. Huzu gerçek anlamda yüzün bir sıfatı değildir. İstemek, rağbet etmek, Hakk’a bağlanmak ve yönelmek gibi haletlerin hiç birisi zahiri organların işi değildir. Ama bu organlar onların mazharı olduğu için de onları temizlemek gerekir. Dolayısıyla ubudiyetin gerçek mahalli ve bu anlamların gerçek merkezi olan kalp temizliği daha da önemlidir. Kalp temizliği olmadığı taktirde, zahiri organlar, yedi denizle yıkansa bile, asla temizlenmez. Bu makama liyakat elde edemez. Aksine şeytan orada tasarrufta bulunur ve insan izzet dergahından kovulmuş olur.

İlel’uş Şerayi’de kendi senediyle naklettiği bir rivayette şöyle yer almıştır: “Bir Yahudi Resulullah’a (s.a.a) gelerek ondan bazı şeyleri sordu, sorduğu şeylerden biri de şuydu: “Ey Muhammed! Bedende en temiz organlardan olduğu halde neden abdestte bu dört organ yıkanmaktadır?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Zira şeytan Adem’e (a.s) vesvese ettiğinde ve Adem de ağaca yaklaştığında oraya baktı, böylece yüzsuyu dökülmüş oldu, daha sonra kalkıp ona doğru gitti, böylece hataya doğru attığı ilk adımdı, daha sonra eliyle o ağaçta olan şeyi yedi, böylece ziynet ve süs bedeninden uçtu, Adem ellerini başının üzerine koydu ve ağladı. Allah-u Teala onun tevbesini kabul edince de ona ve zürriyetine bu dört organları temizlemeyi farz kıldı. Aziz ve celil olan Allah ağaca baktığı için yüzün yıkanmasını emretti. İki eliyle ağaçtan yediği için de dirseklere kadar ellerin yıkanmasını emretti. Elini başına koyduğu sebebiyle de başının meshedilmesini ve hataya doğru adım attığı için de iki ayağın meshedilmesini emretti.” 1

Orucun farz oluşunun sebebi hususunda da hadis-i şerifte yer aldığı üzere Yahudiler şöyle sormuşlardır: “Hangi sebepten dolayı Allah senin ümmetine günlerden otuz gün oruç tutmasını emretmiştir?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Adem (a.s) o ağaçtan yeyince otuz gün karnında kaldı, böylece de Allah Adem’e ve soyuna otuz gün açlık ve susuzluk çekmesini emretti ve geceleri yemelerine izin vererek de kendilerine ihsanda bulundu.” 1

Bu hadis-i şeriften de işaretler ehli ve kalp ashabı kimseler şunu istifade etmişlerdir: “Adem’in (a.s) hatası diğerlerinin hatası gibi değildi. Hatta belki de doğal bir hata veya tabiat ağacı olan kesrete teveccüh hatası veya zatî fena cazibesinden olan esmai kesrete teveccüh hatası olduğu halde, Allah’ın seçkini, Allah’a yakınlığa ve zatî fenaya özgün kılınmış Adem (a.s) gibi birinden bu hataya düşmesi beklenmiyordu. Bu yüzdende Hakk’ın mukaddes zatının hubbi (sevgisel) gayreti gereğince isyanı ve aldatılması bütün aleme ve bütün peygamberlerin diline yayılmış oldu, bu yüzden Allah şöyle buyurmuştur: “Böylece Adem Rabbine isyan etti ve aldandı.” 2

Dolayısıyla hem kendine ve hem sulbünde mevcut olan ve hatasına ortak olan soyuna bütün bu yıkanma ve tenzih gerekli bir iştir. Nitekim onun soyu sulbünden çıktıktan sonra da bu suç ortaklığını sürdürmüştür.

O halde Adem ve ademoğlunun hatasının mertebeleri ve makamları olduğu gibi; asıl olan babanın hatasından çıkmayı sağlayan temizlik, tenzih, taharet, namaz ve orucun da, hata mertebeleri ile uyumlu bir çok mertebeleri vardır. Nitekim bu hatanın ilk mertebesi esmai kesrete teveccüh, son makamı ise yasaklanmış ağaçtan yemektir. Üzerinde meyve olan şey de o ağacın melekuti suretidir. Mülki sureti ise tabiat ve tabiattaki şeylerdir. Bu soyda var olan nefis ve dünya sevgisi de o ağaca meyletmenin ve ondan yemenin ürünleridir. Bu beyandan da açıkça anlaşıldığı üzere ademoğlunun bütün zahiri günahlarının türleri ağaçtan yemek ile ilgilidir. Bundan temizlenmenin de belli bir şekli vardır. Onların bütün kalbi günah türleri de o ağacın işlerindendir. Onun temizliği de ayrı bir şekildedir. Onların ruhsal günah türlerinin de belli bir temizliği vardır.

Zahiri organları temizlemek kamil insanlar için ruhsal ve kalbi taharetin gölgesidir. Sülûk ehli için ise bir emir ve vesiledir. İnsan, organların ve taharetlerin tecessümü örtüsünde olduğu müddetçe ve o aşamada kaldığı sürece sülûk ehlinden değildir ve kendi hatasında bakidir. Zahiri ve batınî taharet mertebeleriyle meşgul olup zahiri taharetleri manevi taharetlere vesile kılar. Bütün ibadetlerinde onların kalbi nasiplerini göz önünde bulundurur. Onlardan nasiplenir, batini yönlerine daha çok önem verir ve çok büyük önem gösterirse insanlık yolunun sülûk kapısına girmiş olur. Nitekim Misbah’uş Şeria’da yer alan bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: “Organlarını suyla temizlediğin zaman kalbini de takva ve yakin ile temizle.”1

O halde sülûk eden bir insan için önce ilmî bir sülûk gereklidir. Ehl-i Zikr’in (a.s) bereketiyle ibadet mertebelerini teşhis ederek, zahiri ibadetleri kalbi ve ruhi ibadetlerin bir düşük mertebesi olarak kabul eder. Daha sonra da sülûkun hakikati olan ameli sülûku başlatır. Bu sülûkun gayeti ise nefsi; Hak’tan gayrisinden temizlemek, zatî ve esmai tecelliler için boşaltmaktır. Sâlik olan kimse bu makama erişince de sülûku nihayete erer. Kendisi için, kemali seyrin nihayeti hasıl olur. Böylece de ibadetlerin sırlarına ve sülûkun inceliklerine nail olur. Taharetin sırları, celaliye tecellileri ve diğer ibadetlerin gayeti de cemaliye tecellileridir. Bunun geniş açıklaması ise bu sayfalara sığmayacak kadar uzundur.


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin