İkinci Bölüm Mekanın Mübah Oluşunun Bazı Adabı Hakkında
Allah’a doğru sülûk eden insan; mekanın mertebelerini kendi vücudî makamları ve neşetleri hasebiyle anlayınca, onların mübah oluşunun kalbi adabı hususunda çaba göstermelidir ki namazı aşağılık iblisin gasbedici tasarruflarından uzak olsun. O halde birinci aşamada ubudiyetin ve kulluğun zahiri adabını yerine getirmeli, kal-u belada ve anlaşma gününde önceden vermiş olduğu ahdine vefa göstermeli, iblisin tasarruf elini tabiat mülkünden uzaklaştırmalıdır ki evin sahibiyle dostluk kursun ve tabiat alemindeki tasarrufları gasbolmasın. Bazı ilahi zevk ehli kimseler batın hasebiyle: “Ey iman edenler! Ahitlerinize vefa gösteriniz. Sizlere hayvanlar helal kılınmıştır” 2 ayetinin anlamının hayvanların helal oluşunun, velayet ahdine vefa bağlılığı olduğunu söylemişlerdir. Hadislerde de yer aldığına göre “bütün yeryüzü İmam’ındır. Şii olmayanlar burayı gasbetmiştir.”3
Marifet ehli; veliyy-i emri, tüm vücud memleketlerinin, gayb ve şuhud derecelerinin maliki olarak kabul etmektedirler. İmamın izni olmaksızın onda tasarrufta bulunmayı caiz görmemektedirler.
Yazar şöyle diyor: Lanetli İblis Allah’ın düşmanıdır. İblisin tasarrufu ve her türlü şeytani tasarruf, tabiat aleminde gasp ve zülümdür. O halde Allah’a doğru sülûk eden kimse de kendisini o aşağılık şeytanın tasarrufundan çıkaracak olursa, tasarrufları rahmani olur. Mekanı, elbisesi, yemesi, nikahı helal ve temiz olur. İblisin tasarrufu olduğu miktarda da bu helal düşer ve şeytan oraya ortak olur. O halde eğer insanın zahiri organları iblisin tasarrufunda olursa, o organlar şeytani olur. Hak memleketini gasbetmiş sayılır. Nitekim melekuti kuvvelerin beden mescidindeki itikafı da, o kuvvelerin rahmani ordulardan olduğu durumda mübahtır. Aksi taktirde İblisin ordularına insani beden memleketinde tasarruf hakkı yoktur. Zira insani beden memleketi, Hak Teala’nın mülküdür. Şeytanın tasarruf elini Hakk’ın özel menzilgahı olan kalp memleketinden dışarı ittiği, kalbini Hakk’ın tecellileri için temiz kıldığı ve yol iblisi olan Hakk’tan gayrisinin oraya girmesine izin vermediği taktirde, onun için zahir ve batın mescidleri, mülki ve melekuti mekanlar helal olur ve namazı, marifet ehlinin namazı haline gelir. Bu ölçü üzere mescidin temizliği de belli olmaktadır.
Dördüncü Maksat Vaktin Kalbi Adabı Hakkındadır ve Bu Konuda da İki Bölüm Vardır Birinci Bölüm
Bil ki marifet ehli ve murakabe ashabı için mukaddes rububiyet makamı ve ismi yüce yaratıcının münacatına olan ihtiyaçları miktarınca, Allah ile münacat ve Hak’la mülakat zamanı olan namaz vakitlerinde, murakabe ve dikkat etme haleti olmuştur ve de vardır.
Güzel cemale cezb olan, ezeli güzelliğe aşık olan, muhabbet kadehinden mest olan ve “elestu” kadehinden kendinden geçen kimseler her iki alemden kurtulmuş, vücud iklimlerine göz yummuş, cemalullahın mukaddes izzetine bağlanmışlardır. Onlar için sürekli huzur makamı vardır; bir an olsun zikir, fikir, müşahede ve murakabeden mahrum değillerdir.
Marifet ashabı, faziletler erbabı, nefis şerafeti ve yüce tiynet sahibi kimseler hiçbir şeyi Hakk’ın münacatıyla değiştirmez, Hak ile münacat ve halvetten sadece Hakk’ı talep eder, izzet, şeref, fazilet ve marifeti Hak ile tezekkür ve münacatta bilirler. Bunlar aleme teveccüh ederlerse, her iki aleme bakarlarsa onların bu teveccühü arifçe bir bakıştır. Alemde Hakk’ı arar, Hakk’ı talep eder, bütün varlıkları Hakk’ın cilvesi ve cemilin cemali olarak bilirler: “Bütün aleme aşığım ki bütün alem ondandır.”1 Bunlar namaz vakitlerine canı gönülden dikkat eder, Hak’la münacat vaktini gözetlerler. Kendilerini Hak’la görüşmek için hazırlarlar. Kalpleri hazırdır ve huzurdan hazırı talep ederler. Huzura hazır için saygı gösterirler. Ubudiyeti mutlak kemalle muaşeret bilirler. Onların ibadet için iştiyakları bu babdandır.
Gayb ve ahiret alemine iman eden, azameti yüce Hakk’ın kerametlerine aşık olan kimse; cennetteki ebedi nimetleri, lezzetleri, daimi mutluluklarını, dünyevi düşük lezzetler ve geçici nakıs nasiplerle değiştirmezler. Uhrevi nimetlerin tohumu olan ibadetler, vaktinde kalplerini hazır kılar, iştiyak ve gönülden bu işe koyulurlar. Neticelerin husul ve azıklar kesbetme zamanı olan namaz vakitlerini gözetlerler ve hiçbir şeyi ebedi nimetlerle değiştirmezler. Bunların kalbi gayb aleminden haberdar olduğu ve ebedi nimetlere, ahiret alemindeki daimi lezzetlere kalbi imanları olduğu için, vakitlerini ganimet kabul ederler ve asla vakitlerini zayi etmezler: “Onlar cennet ehlidir ve nimet erbabıdır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”
Zikredilen bu grup ve zikredilmeyen diğer bazıları için de ibadetler, mertebeleri ve marifetleri miktarınca birer lezzettir. Onlar için asla bu görevler bir külfet değildir. Ama biz zavallılar arzular ve kuruntulara duçarız, heva ve hevesin zincirine vurulmuşuz, tabiat aleminin zülmani denizinde boğulmuşuz, muhabbet ve aşk kokusunu alamamışız, irfan ve fazileti kalbimize tattıramamışız, ne irfan ve mükaşefe ashabıyız ve ne de iman ve itminan! Dolayısıyla da ilahi ibadetleri teklif ve külfet olarak kabul etmekteyiz. Hacetleri gideren Allah ile münacatı bir zorluk olarak saymaktayız. Hayvanların otlağı olan dünya hakkında hiçbir şeye sahip değiliz. Sadece zalimlerin yeri olan tabiat alemine bağlanmış durumdayız. Kalbimizin basiret gözü güzel cemalden kör; ruh tadımız, irfan tadından uzaktır.
Evet, marifet ehlinin önderi, muhabbet ve hakikat ashabının usaresi, “Rabbimin yanında sabahladım, beni yedirdi ve içirdi”1 diye buyurmaktadır. Allahım! Muhammed’in (s.a.a) seninle ünsiyet halvetinin diyarında yaptığı bu sabahlama nedir? Senin kendi elinle bu değerli varlığa tattırdığın ve bütün alemden kurtardığın bu yemek ve içmek nedir? Bu yüzden de o değerli varlık şöyle buyurmuştur: “Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki ne mukarreb bir melek ve ne de mürsel bir peygamber orayı bilemez.”2 Acaba bu vakit dünya ve ahiret aleminin vakitlerinden midir? Yoksa: “İki yay kadar yaklaştı” halvetgahının ve iki alemin terkedildiği vakit midir? Musa Kelimullah kırk gün Musevi oruç tuttu. Hak ile görüşmeye nail oldu. Allah şöyle buyurdu: “Sonra Rabbinin görüşme zamanı kırk güne tamamlandı.”3 Buna rağmen Muhammedi görüşme vaktine ulaşamadı, Ahmedi vakit ile bir uyum içine giremedi. Musa’ya (a.s) görüşme zamanında, “ayakkabılarını çıkar” 4 denildi ve onu da muhabbet-i ehl (ehlini sevmek) olarak tefsir ettiler. Ama son Peygamber’e Ali (a.s) sevgisi emredildi. Kalpte bu sırdan öyle şeyler vardır ki ondan bahsetmeyeceğim sen kendin bu özetten detaylı hadisi oku.
Dostları ilə paylaş: |