Üçüncü Makale Namazla Birlikte Olan Şeyler Hakkındadır ve Onda da Birkaç Kısım Vardır Birinci Kısım Ezan ve Kametin Bazı Adabı Hakkındadır Bunda da Beş Bölüm Vardır Birinci Bölüm Ezan ve Kametin İcmali Adabı ve Toplu Sırrı Hakkında
Bil ki Allah’a doru seyr-u sülûk eden bir kimse ezanda mülki ve melekuti güçlerin sultanı olan kalp ile mülk ve melekut aleminin dağınık yönlerine yayılmış diğer kuvvetleri Hakk’ın huzurunda hazır ilan etmelidir. Huzur ve mülakat zamanı yaklaştığı için de, onları öyle bir hazırlamalıdır ki, eğer müştak ve aşık iseler, ani bir cilve ile kendinden geçmesinler ve eğer örtülü kimselerden iseler, sebepsiz ve adapsız olarak huzura girmesinler. O halde ezanın icmali sırrı mülki ve melekuti kuvvelerin ve ilahi orduların huzuru için bir ilandır. İcmali edebi ise makamın büyüklüğünü, tehlikesini ve huzur ile hazırın azametini derketmesidir. Zillet, fakirlik, ihtiyaç, noksanlık, mümkün varlığın bu işi yapmaktan acziyeti ve huzura erme kabiliyetine sahip olmayışıdır. Elbette bu yüce ve celil olan Hakk’ın rahmet ve lütfünün insanın elinden tutmadığı ve noksanlıklarını telafi etmediği durumlardadır.
Kamet getirmek ise Allah’ın huzurunda mülki ve melekuti güçleri ayakta tutmak ve onları huzurda hazır bulundurmaktır. Edebi ise korku, haşyet, haya, utangaçlık, sonsuz rahmete sağlam bir ümid bağlamaktır. Sâlik kimse ezan ve kametin bütün bölümlerinde kalbine huzurun ve hazırın azametini bildirmeli, zillet, acizlik ve kusurunu göz önünde bulundurmalıdır ki, bir korku ve haşyet hasıl olsun ve diğer taraftan da geniş rahmet ve yüce lütufları kalbe göstermelidir ki sağlam bir ümit hasıl olsun.
O halde aşk dolu kalplere şevk ve cezbe hali galip gelir, sevgi ve aşk adımıyla ünsiyet dergahına ayak basar, kalpleri namazın sonuna kadar o gaybî cezbeyle huzur ve hazırın aşkı içinde Hakk’ı zikreder, düşünür ve onunla sarmaş dolaş olur.
Bir hadiste Ali b. Ebi Talib (as) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en üstünü; ibadete aşık olan, onunla sarmaş dolaş bulunan, kalbiyle seven, cesediyle dokunan ve kendini tümüyle ona veren kimsedir. Böyle bir kimse dünyasını zorluk içinde mi yoksa kolaylık içinde mi geçireceği hususunda endişeye kapılamaz.”1
Korkan kalplere, azamet sultanı tecelli eder. Kahhariyyet cezbesi onlara galebe çalar. Onları kendinden geçirir. Kalplerin haşyet ve korkusu onları eritir, zatî kusurları zillet ve acizlik algılayışları onları her şeyden alı-koyar.
Bir hadiste yer aldığına göre Musa b. Cafer (a.s) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah’ın, kalpleri haşyetinden kırılan, kendilerini konuşmaktan alıkoyan ve bu haşyetin kendilerini konuşmaktan alıkoyduğu kulları vardır.” 2
Hak Teala kamil velileri için bazen lütfi tecelli ile tecelli eder ve onlara hubbi (sevgisel) cezbe ve aşk kılavuzluk eder. Bir hadiste de yer aldığı üzere Resulullah (s.a.a) namazı gözetliyor, aşk ve şevki artıyor ve müezzin olan Bilal’e şöyle buyuruyordu: “Ey Bilal bizi rahata erdir.” 3
Hak Teala bazen de azamet ve saltanat tecellisiyle tecelli eder. Bu defa da kalplerde korku ve haşyet hasıl olur. Nitekim Resulullah (s.a.a) ve hidayet imamlarından da bu korkuya dayalı haletler nakledilmiştir. Bazen de kalplerin dayanma gücü ve kapasite büyüklüğü miktarınca ehadi cem’i tecelli, tecelli eder. Biz dünya ile meşgul olan örtülü, tabiat zindanında mahpus, şehvet ve arzular zincirine vurulmuş, akli ve ilahi saadetlerden mahrum ve tabiat uyuşukluğunun ezel sabahına kadar uyandıramadığı derin uykudan diriltemediği kimseler ise bu sınıfların haricinde ve bu beyanın sınırları dışındadır. O halde bizler için diğer bir takım huzur adabı vardır. Kalbi görevleri yerine getirmenin de başka bir şekli söz konusudur. Ama her şeyden önce İblisin büyük ordularından insan ve cin şeytanlarının ilkalarından olan Allah’ın rahmetinden ümidini kesmeyi kalbimizden dışarı çıkarmalıyız. Bu makamların bazı özel şahıslara özgü olduğunu arzularımızın elinin kısa olduğunu beşerin oralara ulaşamayacağını sanmamalıyız. O halde tümüyle hataya kapılmamalı tabiat yerinde gevşeklik ve soğukluk içinde kalmamalıyız. Hayır böyle hayale kapılmak doğru değildir. Ben de diyorum ki, ehlullahtan kamil ve has kimselerin makamı, hiç kimse için mümkün değildir; ama manevi makamların ve ilahi marifetlerin sonsuz ve bir çok mertebeleri vardır. O makamlardan, marifetlerden ve hallerden çoğu bizim gibiler için mümkündür. Elbette soğukluğu ve tembelliği terketmek, cehalet ve inat ehlinin bağnazlığının Allah’ın kullarının kalbinden el çekmesi ve şeytan onların sülûkuna engeli olmaması şartıyla.
O halde bizim gibiler için huzur adabı her şeyden önce, henüz zahiri hisler mertebesini geçemediğimiz için, dünyevi celal ve azamet dışında bir şey göremediğimiz, ilahi gaybî azametlerden habersiz olduğumuz hasebiyle Hakk’ın huzurunu tıpkı kalbin azametini derkettiği azametli sultanın huzuru gibi kabul etmeli, kalbimize bütün bu azamet, celal ve kibriyanın bu aleme inen melekut aleminin azametinin bir cilvesi ve melekut aleminin de gaybî alem karşısında hissedilir bir değeri olmadığını anlatmamızdır. Böylece kalbe, alemin Hakk’ın mukaddes huzuru olduğunu, Hak Teala’nın bütün mekanlarda hazır bulunduğunu anlatmış oluruz. Özellikle de huzura girmenin özel izni, mülakatın özel görüşme zamanı ve ahadiyyet hazretiyle muaşeretten ibaret olan namaza çok önem vermeliyiz. O halde, kalbimiz azamet ve huzuru derkedince ilk önce zor bile olsa kalp, ünsiyet elde edecek ve bu mecaz, hakikate dönüşecektir. O halde zahiri adab ile malik'ul müluk Sultan'us Selatin ile muamele etmeye kalkıştığımızda zahiri huzur adablarını yerine getirdiğimizde kalpte bir takım etkiler oluşacak, kalp azameti hissedecek, yavaş yavaş insanın istediği sonuçlar ortaya çıkacaktır. Aynı şekilde sevgi ve aşk duygusu da, ilim elde etmek ve rıyazetle hasıl olmaktadır.
O halde ilk önce, Hak Teala’nın zahiri rahmetlerini ve hissi lütuflarını kalbe göstermek, rahmaniyet, rahimiyyet ve men'iyyet (yasaklayış) makamını kalbe ulaştırmalıyız ki yavaş yavaş kalp ünsiyet elde etsin, zahirden batına bir etki hasıl olsun, batın memleketi cemalin etkilerinden nuranî olsun ve istenilen sonuç hasıl olsun. İnsan eğer, bunu yerine getirmeye çalışır ve Allah yolunda cihad ederse, Hak Teala da elinden tutar, onu tabiat aleminin karanlıklarından gaybî eliyle kurtarır. Kalbin karanlık yerini cemal nuruyla aydınlatır. Onu ruhi göklere dönüştürür: “Kim güzel bir iş işlerse onun güzelliğini arttırırız. Doğrusu Allah bağışlayandır, Şükrün karşılığını verendir.”1
Dostları ilə paylaş: |