Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Orijinal adı: Adab’us Salat Merhum İmam Humeyni (r a) Yayımlayan: İmam Humeyni’nin (r a) Eserlerini



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə46/68
tarix27.07.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#60516
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   68

Uyarı


Alemin” kelimesinin türevi ve anlamı hususunda büyük bir ihtilafa düşülmüştür. Bazılarının dediğine göre alemin kelimesi çoğuldur ve somut ve soyut tüm yaratıkların türlerini kapsamaktadır. Her tür alemdir ve bu çoğulun kendi türünden tekili yoktur. Bu meşhur olan görüştür.

Bazılarının dediğine göre ise “alem” kelimesi ismi mef’ul, “alim” kelimesi ise ismi faildir. “Alemin” kelimesi ise “me’lumin” (malum olanlar) anlamındadır. Bu görüş kendi çapında delilsiz ve uzak bir ihtimal olmakla birlikte, “Rabbu’l ma’lumin” ifadesinin kullanılışı da oldukça güvensiz ve uzak bir olasıdır. Bazılarına göre ise bu kelimenin kökü alamettir. Bu durumda bütün varlıklar hakkında kullanılmaktadır. Zira bütün varlıklar Zat-ı Mukaddes’in ayeti, nişanesi ve alametidir. Dolayısıyla “vav” ve “nun” harfleri ise akıl sahiplerini kapsaması ve diğer varlıklar hakkında daha çok kullanılması itibariyledir.

Bazılarına göre ise “ilm” kökünden türemiştir. Bu durumda da bütün varlıklar hakkında kullanılması doğrudur. Nitekim akıl sahipleri hakkında kullanılışı da uygundur. Ama “alem” kelimesi Allah’tan gayrisi hakkında da kullanılmakta, her tür ve ferdi kapsamaktadır. Eğer “alem” kelimesini, fert ve tür hakkında kullanan kimse, lügat ve örf ehli ise, her bireyin yaratıcının zatının alameti olduğu itibariyledir. “Her şeyde onun için bir ayet vardır”1 Ama eğer arif-i ilahi ise, o zaman da, her varlığın cami’ ismin zuhuru ve her hakikati, ehediyet-i cem zuhuru ve vücudun sırrı yoluyla kapsadığı itibariyledir. Bu açıdan bütün alemin her parçasını ehediyet-i cem makamıyla ism-i azam’dan saymak mümkündür. Yani isimlerin ve ayetlerin tümü, tümündedir.

Bu zikredilenler hasebiyle büyük filozof Sadr’ul Müteellihin’in, Beyzavi gibilerine yaptığı itiraz yerindedir. Zira onlar bu yolu tatmamışlardır. Ama irfan ashabının metoduna göre bu doğru değildir. Beyzavi’nin bu makamdaki sözü ve söz konusu filozofun kelamı çok uzundur. Uzun olduğundan burada zikredilmesi mümkün değildir. İsteyen kimse söz konusu merhum filozofun Fatiha suresinin tefsirine müracaat etmelidir.

“Rab” kelimesi sıfatî isimlerden olursa malik, sahip ve benzeri anlamlar ifade eder. “Alemin” den maksat ise Allah’tan gayri her şeyi kapsamaktadır. İster mülk aleminin varlıkları olsun; ister gaybî soyut varlıklar, hiç farketmez. Ama eğer ef’al isimlerinden olursa -ki bu daha zayıftır- “alemin” kelimesinden maksat sadece mülk alemidir. Zira bu durumda “rab” kelimesi mürebbi (terbiye eden) anlamındadır ve bu anlam bir tedricilik gerektirmektedir. Soyut alemler ise zamansal bir tedricten münezzehtir. Gerçi yazara göre bir anlamda tedric ruhu da “dehr” aleminde tahakkuk etmiştir. Bu bağlamda, zamanın ruhu ve tedric dehriyyeti anlamında soyut alemlerde zamansal hudusu (oluşu) da isbat ettik. İrfani meslekte de zamani hudusu bütün alemler için sabit kıldık. Ama mütekellimlerin ve hadis alimlerinin anladığı gibi değil.

Bir Başka Uyarı


Bil ki hamd cemilin karşısında yer almaktadır. Ayet-i şerifeden de anlaşıldığı üzere hamd ve övgünün, ism-i cami’ olan ism-i azam makamı için vaki olduğu istifade edilmektedir ve de alemlerin rububiyet makamına, rahmaniye ve rahimiye rahmetine ve din gününün maliki makamına sahiptir. Dolayısıyla da bu esma-i şerifeyi rab, rahman, rahim ve malik isimlerinin hamdda büyük bir etkisinin olduğunu kabul etmek gerekir. Biz daha sonra Allah-u Teala’nın “maliki yevmiddin” sözünün beyanında bu konuyu daha açık bir şekilde açıklamaya çalışacağız.

Şimdi ise alemlerin rububiyet makamının hamdetmek ile uyumu hakkında söz etmek istiyoruz ve bu iki açıdan münasiptir: Birincisi bizzat hamdedenin alemlerden biri olduğu, hatta tek başına bir alem olduğu açısından, hatta marifet ehli nezdinde varlıklardan her birisi tek başına bir alem olduğundan, kendisini rububiyet makamının terbiye eliyle zaaf, noksanlık, dehşet ve yokluk zulmetinden; kuvvet, kemal, itminan ve insanlık aleminin nuraniyetine çıkardığı hasebiyle; cismî unsuri, madeni, bitkisel ve hayvansal menzillerden düzenli bir sistem altında zatî ve cevheri bir hareket, fıtrî ve yaratışsal bir aşkla geçirdiği ve varlıkların en yüce makamı olan insanlık makamına ulaştırdığı sebebiyle Hak Teala’ya hamdetmesidir. Hak Teala bundan sonra da onu terbiye eder ve böylece insan, hayal bile edemeyeceği bir makama ulaşır.

“Böylece org gibi yok olurum,

İnna ileyhi raciun derim.” 1

Diğeri de felekî, unsurî, cevherî ve arazî (ilineksel) mülk aleminin düzenini yönetmek; kamil insanın varlığının ön şartı, hakikatte bu doğan varlığın tahakkuk aleminin üsaresi, alemlerin nihai hedefi, bu açıdan son yaratık olduğu, mülk alemi cevherî ve zatî harekete geçtiği ve de bu hareketin zatî ve kemale doğru yapılan bir hareket sayıldığı hasebiyle, vardığı en son yer yaratılışın ve seyrin nihayetidir. Genel olarak tümel cisme, tümel tabiata, tümel bitkiye, tümel hayvana ve tümel insana baktığımızda, insanın alemin cevheri ve zatî hareketinden sonra vücuda gelen ve kendisiyle sonuçlanan son yaratık olduğu hasebiyle, Hak Teala’nın terbiye eli bütün tahakkuk aleminde insanın terbiyesine koyulmuş ve böylece evvel ve ahir olan insan olmuştur.

Bu zikredilenler tikel fiillerde ve vücud mertebelerine bakıştadır. Aksi taktirde mutlak fiil hasebiyle Hak Teala’nın fiilî için, mukaddes zatından başka bir hedef yoktur. Bu kendi yerinde de ispatlanmış bir konudur. Tikel fiillere baktığımızda da insanın yaratılış hedefi mutlak gayb alemidir. Nitekim kutsî bir hadiste şöyle yer almıştır: “Ey ademoğlu! Eşyayı senin için yarattım ve seni de kendim için yarattım.”2 Kur’an-ı Kerim'de de Musa bin İmran’a (a.s) hitaben şöyle yer almıştır “Seni kendim için seçtim.”1 Hakeza şöyle buyurmuştur: “Ve ben seni seçtim”2

O halde insan Allah için yaratılan bir varlıktır ve Zat-ı Mukaddes için yaratılmıştır. Varlıklar arasında seçilen ve özgür olan odur. İnsanın seyrinin nihayeti ise Allah’ın kapısına ulaşmak ve Allah’ın zatında fenaya ermek ve Allah’ta, fena makamında sabit kalmaktır. Onun dönüşü Allah’adır, Allah’tandır, Allah’tadır ve Allah iledir. Nitekim Kurân-ı Kerim’de şöyle yer almıştır: “Şüphesiz onların dönüşü bizedir.”3

Diğer varlıklar insan vasıtasıyla Hakk’a döner, dolayısıyla onların dönüşü insanadır. Nitekim velayet makamlarının bir bölümünü izhar eden Ziyaret-i Camia’da şöyle buyurulmuştur: “Yaratıkların dönüşü sizedir ve onların hesabı sizin üzerinizedir.” Hakeza şöyle buyurulmuştur: “Allah sizinle (yaratılışa başlamıştır) ve sizinle sona erdirecektir.” 4 Ve Hak Teala ayet-i şerifede şöyle buyuruyor: “Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette bize aittir.”5 Ziyareti Camiada hakeza şöyle buyurulmuştur: “Yaratıkların dönüşü size ve hesapları sizin üzerinizedir.” Bu tevhid sırlarından bir sırdır ve de kamil insana dönmenin, Allah’a dönüş olduğuna işarettir. Zira kamil insan, mutlak fani ve Allah’ın bekasıyla bakidir. Kendiliğinden bir nesnelliği, sebatı ve benliği yoktur. Kendisi esma-i hüsna’dandır ve ism-i a’zam’dır. Nitekim Kur’an’da ve hadis-i şeriflerde de buna oldukça işaret edilmiştir.

Kur’an-ı Şerif o kadar tevhid inceliklerini, sırlarını ve hakikatlerini kapsamıştır ki, marifet ehlinin aklı hayrette kalmıştır ve bu, semavi ve nuranî sayfanın büyük mucizelerinden biridir. Sadece terkip güzelliği, beyan inceliği, fesahatin sonu, belagatın nihayeti, davet niteliği, gaipten haber, güçlü hükümler, aile düzeninin sağlamlığı ve benzeri şeyler açısından değil. Oysa bunların her biri de bağımsız olarak harikulade ve beşer gücünün üstünde birer mucizedir. Ama bu Kur’an-ı Şerif, fesahat güzelliğiyle meşhur oldu ve bu mucizesi diğer mucizeler arasında daha da yaygınlaştı. Bunun sebebi de ilk yıllarda Arapların bu konuda uzman olduğu ve sadece bu mucizeyi derkettiği sebebiyledir. Kur’an’da varolan daha önemli boyutlar, daha üstün mucizeler ve daha üstün öğretiler, o zamanki Arapların derkedemediği gerçeklerdi. Şuanda da onlarla aynı çizgide olanlar, bu ilahi latifeden sadece lafzi terkipleri, bedii ve beyani güzellikleri derketmektedirler. Ama marifetlerin inceliklerini ve sırlarını bilenler tevhit ve tecridin latifelerinden haberdar olanlar, tümüyle bu ilahi kitaba yönelmiştir. Bu ilahi kitaptaki bakışları ve bu semavi vahiydeki arzularının kıblesi, Kur’anî marifetlerdir. Diğer boyutlarına fazla teveccüh etmemektedirler. Her kim Kur’an’ın irfanına, Kur’anî marifetleri elde eden İslam ariflerine bakacak, onlarla diğer dinlerin alimlerini eserlerini ve marifetlerini mukayese edecek olursa, dinin en büyük temeli, peygamberlerin gönderiliş ve kitapların nazil oluş hedefi olan Kur’an ve İslam’ın marifetlerinin yüceliğini anlar, böylece de bu kitabın ilahi bir vahiy ve bu marifetlerin ilahi marifetler olduğunu onaylamak hususunda hiç bir zorluğa düşmez.


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin