18.SUAL: Tavsiye edildiği üzere, Risale-i Nur’dan istifade ve istifaza edebilmenin şartları veya tavsiyeleriniz var mıdır?
CEVAP:Risale-i Nur’un meziyetlerini, mahiyet ve hakkıyetini bir derece anlayabilmek, Risale-i Nur’u sadıkane, halisane, müdakkikane ve sebatla okuyup taallüm ve tefeyyüz etmek derecesine bağlıdır. Evet, Kur’an (29:43), (34:6) ve emsali ayetlerin bildirdiği gibi,Kur’anî hakikatları, hakiki manada ehl-i hakikat anlar.
Risale-i Nur’u kolay anlayıp tefeyyüz edebilmek ve ettirebilmek için halis bir niyetle ve cehd ü gayretle okumaya teveccüh etmek ve ettirmek ve Risale-i Nur’un Kur’andan tereşşuh ettiği haysiyetiyle sahib olduğu kudsiyetini telkin etmek ve nazarları kemal-i ciddiyetle ona çevirici takriz, teşvik ve tezekkürlerle alakaları uyandırmak ve okuma ciddiyetini zayıflatan şahıs ve cazip şeyleri şa’şaalandırıp nazarları harice dağıtmamak gerekiyor. Bir asra yaklaşan Nurculuk faaliyetinde cari olan tarz budur, sadeleştirmek değildir. Nurlardan istifade etmek ve ettirmek sadeleştirmekle olsaydı, başta Hz.Üstad olarak has dairedeki hakiki ve fedaî nurcular, 60 senelik Nur hizmetleri içinde bu sadeleştirmeyi çoktan yaparlardı veya en azından yapanlara mani olmazlardı. Hatta bazı sadeleştirme teşebbüslerine; külliyatın tamamında değil, külliyatın cüz’i bazı bahislerinde, hatta mevkutelerde dahi izin verilmemiştir.
Dine karşı en üstün derecede teveccühleri bulunan sahabeler hakkındaki bir mevzuda Üstad Bediüzzaman, tabirat-ı diniyeden istifade ve istifaza etmenin veya edememenin sebebini şahıslardaki bazı haletler olduğunu anlatırken diyor ki:
“Kur'an-ı Hakîm'in envârıyla hasıl olan o inkılâb-ı azîm-i içtimaîde, ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken; şerler bütün tevabiiyle, zulümatıyla ve teferruatıyla ve hayır ve Kemâlât bütün envarıyla ve netâiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette ve müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih , bütün mânâsının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir Sûrette ifade ettiği gibi; o inkılab-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyatını, letâif-i mâneviyesini uyandırmış; hattâ vehim ve hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir Sûrette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddid mânâları kendi zevklerine göre alır.. emer. İşte, şu hikmete binaen bütün hissiyatları uyanık ve letâifleri hüşyar olan sahabeler, envâr-ı îmâniyeve tesbihiyeyi câmi' olan kelimât-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânâsıyla söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı. Halbuki o infilâk ve inkılâbdan sonra, gitgide letâif uykuya ve havas o hakaik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı mübareke, meyveler gibi gitgide, ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Âdeta sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki; kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iade edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.” (S:491)
Mezkûr ifadede Hazret-i Üstad tabirat-ı diniye ve kelimat-ı mübarekeyi anlayıp zevkedebilmek için sadeleştirip basitleştirmeyi değil, tefekküri bir ameliyat yani okumada manaya cehd ve teveccüh etmek gerektiğini nazara veriyor. Evet tekamül kanunu olan mübareze-i iman ve küfür, ehl-i dalaletin hayat ve düşüncelerinin çirkinliği hissedilmekle ciddiyet kazanır. Yoksa onlarla ihtiyatsız ihtilat ve hayatlarını taklid ile, hassasiyet-i vicdaniye ve hissiyat-ı diniye zayıflar ve bid’atların çirkinliği hissedilmez ve tekamül kanununa bedel tedenniye kapı açılır. Arife işaret yeter.
Risale-i Nur Külliyatında bu meseleyi te’yid eden çok bahisler ve ikazlar vardır. Ezcümle Onuncu Lem’a olan Şefkat Tokatlarında yedinci şefkat tokadı şöyledir.
“Şamlı Hafız Tevfik’tir. O kendisi diyor: ... Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlâs ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki: Ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hâle maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilâta mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikâz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.
İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hâle hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlâs ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.” (L:43)
Mezkûr ikaz hadisesi gayet manidardır. Evet hizmet ehli istisnaları aşarak ehl-i dünya ile ihtilat ve tabasbuskarane bir tarzda onlara hoş görünmek tavrı, Nurların manen darılıp kaçmasına sebebdir. Gerçi bazılara bu hal zahiren hoş görünür,fakat manen hizmete zarardır.
Şimdi mühim bir noktaya dikkat gerek. Mezkûr şefkat tokatında Risale-i Nur’dan istifade edemediğini söyleyen zat Risale-i Nur’un bütün kelime ve tabirlerini mükemmel bilen bir şahsiyet olduğu halde, neden istifade edemedi ve edemediği nazara verildi? Demek meseleyi aklen anlamak, irşad için yeterli değil. O halde Risale-i Nur’dan istifade ettirmeyi samimi manada isteyenler, insanları ve bilhassa gençleri gaflet esbabı olan asrın içtimaî hayatına itmezler ve itmemelidirler. Bu hususlara dair Risalelerde pekçok ikazlar bulunduğu okuyanlarca malumdur.
Baştan buraya kadar Risale-i Nur’dan birkaç nümuna tarzında nakledilen bahislerden, sadeleştirmenin caiz olmadığı sarahatla görüldüğü gibi; böyle bir hareketin de Risale-i Nur’un kudsiyet ve mana şümuliyetini tenkis, ahenk ve müessiriyetini ihlal gibi zararlara yol açacağı da görüldü.
Şimdi bu durum karşısında bizzat Risale-i Nur’dan olmak şartıyla Mezkûr sarih beyan ve ifadeleri nakzedecek derecede, yani ‘’Risale-i Nur sadeleştirilmelidir, lisanını herkes anlayamıyor.’’ Gibi beyanlar ortaya konulamadığı halde, beşerî mülahazalarla maslahat var deyip sadeleştirmeye girmek veya iddialarda bulunmak, Risale-i Nur’u kendine merci edinmemek ve ölçü tutmamak manasında bir hareket olur. Samimi bir Nur şakirdi böyle bir hareketin manevi mes’uliyetinden kaçar, asla tasvip etmez.
19.SUAL:Bediüzzaman eserlerinde pek çok Osmanlıca kelime, terkib ve tabirleri, bilerek ve kasden mi tercih etmiş; yoksa öz Türkçeye tam âşina olmadığından mıdır?
CEVAP:Bediüzzaman Hazretleri, asıl Türkçe olan fakat şimdi Osmanlıca dediğimiz lisanın muhafazasını istemiş ve o kelimeleri bilerek tercih etmiştir. Risale-i Nur’da Osmanlıca kelime ve tabirlerin muhafaza edilmesinin çok hikmetleri vardır. Üstad Hazretleri bu kelimelerin öz Türkçelerini bildiği halde değiştirmemiştir. Nitekim metinlerde bir çok öz Türkçe kelimeler, daha önce geçen Osmanlıca kelimelerin manalarını izah edecek şekilde ardarda veya başka cümlelerde onların yerine kullanıldığı görülmektedir.
Bunun çok sayıda örnekleri vardır.Misâl olmak üzere birkaçını zikrediyoruz. Bu misaller ‘’Sözler’’den alınmıştır. (Parantez içindeki rakamlar, Envar Neşriyatın son baskısındaki sahifeleri gösterir.)
-anahtar(535),miftah(536)
-tahammül edemez ve yüklenemez(537)
-istinad eder.....dayanır(627)
-ince ve dakik (627)
-müstağni ve hiç kimseye ihtiyacı olmayan (628)
-tezyin ettiği gibi süslendirip(654)
-sever,muhabbet eder(620)
-gerek,lazım(621)
-mâhir,usta(623)
-tevkif ve durdurma(624)
-istab’ad....akıldan uzak ve muhal görür(65)
-nihayetsiz,gayr-i mütenahi(552)
-âlem-i ahiret(531),öteki alem(556)
-me’yus,ümitsiz(584)
-umum,bütün(586)
-kanat,cenah(589)
-küreyvat-ı hamra,yuvarlak kırmızı mevcut(592)
-lisaniyle,diliyle(592)
-beden-i insani(593),insanların bedeni(594)
-şuunat,işler(595)
-zaptetmek,ele geçirmek(596)
-semanın(603),göğün(603)
-yüz,sima(606)
-istiğna-yı mutlak var,hiçbir cihetle ihtiyaç yok(607)
-ekl,kelam ve fikirdir,yani yemek,söylemek ve düşünmektir.(608)
-elinde,kabzasında(609)
-gölgesi,zılali(611)
-geniş,vüs’atli (508)
-vahşî,hiç şehir görmemiş (508)
-hâlidir,boştur (508)
-hakir,küçük (508)
-âkil-ün nebat,ot .....yerler (508)
-âkil-üs-semek,balık.....yerler (508)
-nardan,ateşten(508)
-nurdan,ışıktan (508)
Demek oluyor ki; Hazret-i üstad bilerek ve kasden Osmanlıca kelimelerin unutulmayıp muhafazasını istiyor. Ehl-i insafça biliniyor ki; lisan tahrifi ve Osmanlıca’yı unutturma gayretleri geniş sahada icra olunmuş ve hayli tahrifat ve tahribat yapılmıştır. Risale-i Nur asrın her türlü tahribini tamirle mükelleftir.
Dostları ilə paylaş: |