Rıza Kardan Çeviri: Kadri ÇELİk tatbik ve Tashih Mecme-i Cihani-i Ehl-i Beyt (a s.)


Mübahele Ayetinde Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin Azamet ve Makam Yüceliği



Yüklə 0,76 Mb.
səhifə6/43
tarix26.07.2018
ölçüsü0,76 Mb.
#59402
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43

Mübahele Ayetinde Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin Azamet ve Makam Yüceliği


Müfessirlere göre ibtihal kelimesi duada yalvarıp yakarma veya lanetleme anlamına gelmektedir. Bu her iki anlamın da birbiriyle çelişir bir yanı yoktur. İbtihal kelimesi her iki anlamda da göz önünde bulundurulmuş olabilir.

Ayet-i Kerimede iki şey söz konusu edilmiştir. Birincisi “nebtehil” kelimesinden istifade edilen ibtihaldir, diğeri ise Allah’ın lanetinin bu konuda yalan söyleyenlerin üzerine karar kılınmasıdır. “Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.” Ayeti de buna delalet etmektedir. Bu her iki hususun da dış alemde özel bir kavram ve öznesi bulunmaktadır. Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olmasını ifade eden ikinci husus, ilk husus olan ibtihal konusuna terfi ve nedenselliğe delalet eden “fa” harfi ile atfedilmiştir. O halde bu açıklama üzere Peygamber (s. a. a.) Ve Ehl-i Beyt’inin (a. s.) İbtihali bir “neden” görevini yapmaktadır. Allah’ın lanet ve azabının yalancıların üzerine alması ise bu neden üzerine terettüp eden “sonuç” konumundadır. Bu oldukça yüce bir makamdır ki kafirlerin helak olması ve cezalandırılması Peygamber (s. a. a.) Ve Ehl-i Beyt’inin takdiri ve karar kılması ile gerçekleşmektedir. Bu da Ehl-i Beyt’in, Allah’ın velayetine denk bir tekvini velayetini ifade etmektedir.

Eğer “Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.” İfadesindeki “Fa” harfinin, her ne kadar tertip anlamında olsa da, bu gibi örneklerde ilk cümleye oranla sonraki cümlenin tefsirine delalet ettiği ve “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: ““Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir.1 ayetinde olduğu gibi fa harfinin delalet ettiği tertibin zikri bir tertip olduğu –ki ayette “fe kale” cümlesi “fe nada” cümlesinin açıklayıcısıdır- diye söylenecek olursa bunun cevabı da şudur:

İlk olarak söylemek gerekir ki “fa” harfinin delalet ettiği şey tertip ve tefri’dir. Bu her ikisinin (tertip ve terfi2) hakikati ise şudur ki “fa” harfinin birbirine ilişkilendirdiği iki cümle öylesine iki içeriğe sahiptir ki ikinci cümlenin içeriği, birinci cümlenin içeriğine terettüp etmektedir. Bu ise “fa”nın hakiki anlamı ve terfiin gereğidir. “Fa” harfinin zikrî bir tertibe delaleti, iki içeriğin dış alemdeki tertibi anlamında değildir. Aksine lafız ve kelamda tertibi ifade etmektedir.

Dolayısıyla bu konuda bir delil olmadığı takdirde sözü ona yüklemek mümkün değildir. Bu durumda ayet-i kerime Peygamberi Ekrem’in (s. a. a.) Ehl-i Beyt’inin yüce makamına delalet etmektedir. Zira Ehl-i Beytin duasının ve ibtihalinin, Peygamberi Ekrem’in dua ve ibtihaline eşit olduğuna ve sonuçta ilahi azap ve helak olmayı bu olayda yalancıların üzerine indirdiğine delalet etmektedir.

İkinci olarak “Sonra dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lanet dileyelim.” Cümlesinde, “fa” edatından sonraki ifade, “dua edelim” diye ifade edilen önceki cümlenin açıklayıcısı ve tefsiri olamaz. Zira dua eden bir kimsenin rolü Allah’tan istemek ve talep etmektedir; yalancıların üzerine lanet karar kılmak değildir. Bu açıklama üzere tekvini bir karar kılmaktan ibaret olan lanetin karar kılınması evvela Peygamber’e ve Peygamber’in değerli Ehl-i Beyt’ine isnat edilmiştir, ikinci olarak da fa-i tefri edatı ile onların duasına bağlı kılınmıştır.

Adeta bu hakikati Necran Hıristiyanlarından olan o grup da derk etmişti. Bu bağlamda Fahr-u Razi’nin kendi tefsirinde yer verdiği bir hadisi buraya aktarmak istiyoruz: “Necran papazları (Hıristiyan alimleri ve büyükleri o nurani çehreleri görünce büyük bir etki altında kalmış ve şöyle demişlerdir: “Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle bir çehreler görüyorum ki eğer Allah’tan bir dağın yerinden koparılmasını dileyecek olsalar, o dağ yerinden sökülür. Bu açıdan onlar ile mübaheleye girişmeyin ki helak olursunuz. Kıyamet gününe kadar artık yeryüzünde bir tek Hıristiyan kalmaz.”1

Ayetin içeriği hususunda dikkatlice düşünülecek olursa şu hususlar apaçık bir şekilde görülür:

1- Peygamber (s. a. a.) Değerli Ehl-i Beyt’ini (s. A) kendisiyle beraber götürmüş ve kendi yanında bu kader tayin edici duaya katılmalarını sağlamıştır. Mübahele Peygamber ve değerli Ehl-i Beyt’i (s. A) tarafından ortak bir şekilde yapılmalıdır ki yalancılara azap ve lanetin karar kılınmasında etkili olsun.

2- Peygamber’in ve Ehl-i Beyt’inin risaletin içeriğine ve davetine olan iman ve yakini bu vesileyle ortaya çıkmış oldu.

3- Bu olayda Peygamber-i Ekrem’in Ehl-i Beyt’inin Allah’a yakınlığı ve yüce makamı bütün insanlar için apaçık bir şekilde ortaya çıkmış oldu.

Şimdi de Peygamberi Ekrem’in (s. a. a.) Çocuklarından (ebnaena), kadınlarından (nisaena) ve nefislerinden (enfusena) kimleri beraberinde götürdüğünü bir görelim.”



Üçüncü husus

Peygamber (s. a. a.) Mübahele için kimleri götürdü?


Şii ve Ehl-i Sünnetin ittifak üzere naklettiğine göre Peygamberi Ekrem mübahele için sadece Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i (a. s.) Beraberinde götürmüştür. Bu konuda şu birkaç önemli hususun mutlaka incelenmesi gerekir.

A- Peygamber’in (s. a. a.) Ehl-i Beyt’inin mübahele sahnesinde hazır olduğunu beyan eden hadisler.

B- Bu hadislerin itibarı ve sudur/çıkış sıhhati.

C- Bazı Ehl-i sünnet kaynaklarında nakledilen ve büyük bir ilgi gören rivayetler.



Peygamber’in (s. a. a.) Ehl-i Beyt’inin mübahele sahnesinde hazır bulunduğunu beyan eden hadisler.

1- Ehl-i sünnetin hadisleri


Bizim bu kitaptaki en büyük muhatabımız Ehl-i Sünnet Müslümanlarıdır. Bu yüzden nakledilen hadisler daha çok Ehl-i Sünnetin hadis kaynaklarından nakledilmektedir. Bu konuda birkaç örnek zikretmek istiyoruz:

Birinci Hadis


Sahih-i Müslim1, Sünen-i Tirmizi2 ve Sünen-i Ahmed’de3 bu hadis yer almıştır. Müslim’de yer alan hadis şöyledir:

“(...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ederek dediler ki : Bize Hatim (bu zat İbn-i İsmail'dir) Bükeyr b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Muâviye b. Ebî Süfyân Sa'd'a emir verdi ve “Ebû't Türab'a sövmekten seni ne menetti? Dedi. O da : “Benim söyleyeceğim üç şey var ki; bunları onun için Resulullah (s. a. a.) Söylemiştir. Binâenaleyh ben ona asla sövemem.

Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbuldür. Ben Resulullah’ı (s. a. a.) Gazalarından birinde onu yerine bıraktığı, Ali de ona, “Yâ Resulullah! Beni kadın ve çocuklarla beraber mi bıraktın? Dediği zaman; “Benden Musa'ya nispetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra Peygamberlik yoktur.” Buyururken işittim. Hayber gününde de, “Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de kendisini seven bir zata vereceğim.” Buyururken işittim. Biz sancak için hepimiz uzandık. Fakat o, “Bana Ali'yi çağırın!” buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Resûlüllah (s. a. a.) Onun gözüne tükürdü ve sancağı kendisine verdi. Allah da ona fethi müyesser kıldı. Bunun üzerine “De ki : Gelin, bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım...” Ayetin inince Resûlüllah (s. a. a.) Ali'yi, Fatıma'yı ve Hasan'la Hüseyin'i çağırarak: “Allahım! Benim ailem bunlardır.” Diye buyurdu.”


Yüklə 0,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin