1- Bu hadisin en sonunda yer alan “Ey Allahım! Bunlar benim ehlimdir” cümlesi ayet-i kerimede yer alan “ebna”, “nisa” ve “enfus” kelimeleri, onların Peygamber’in Ehl-i Beyt’i olduğu mülahazasıyladır.
2- Ayet-i kerimede yer alan ebna, nisa ve enfus kelimeleri daha önce de söylendiği gibi izafe olan çoğul kiplerdir. Dolayısıyla da Peygamber’in bütün çocuklarını eşlerini ve kendisi gibi sayılan kimseleri de beraberinde mübahale sahnesine getirmesini gerektirmektedir. Oysa Peygamber (s. a. a.) Çocuklarından sadece Hasan ve Hüseyin’i kadınlardan sadece Fatıma’yı ve nefislerden de sadece Ali’yi (a. s.) Getirmiştir. Bu konu, “Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir” ifadesi ışığında Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin sadece bunlar olduğunu ifade etmektedir ve dolayısıyla da Peygamber’in eşleri Ehl-i Beyt’ten sayılmamıştır.
3- “Ehl” ve “Ehl-i Beyt” kavramları “Al-i aba” ve “ashab-i kesa” olarak adlandırılan bu beş kişiden başka hiç kimseye delalet etmeyen özel bir anlama sahiptir. Bu konu tathir ayetinin tefsirinde ve diğer münasebetlerde Peygamber’den (s. a. a.) Rivayet edilen bir çok hadislerden de açık bir şekilde istifade edilmektedir.
İkinci Hadis
Fahr-u Razi, Tefsir-i Kebir’inde mübahale ayetinin hemen altındaki tefsir bölümünde şöyle demiştir: “Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s), Necrân Hıristiyanlarına deliller getirip, sonra onlar da cehalet ve tanımamalarında ısrar edince, Hz. Peygamber (s.a.a), onlara, “Eğer getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki Cenâb-i Hak bana, sizinle lânetleşmemi emretmiştir” dedi. Bunun üzerine onlar, “Ey Ebu'l Kâsım! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına varıp, bu hususu aramızda konuştuktan sonra, tekrar sana gelelim..” dediler. Gidip arkadaşlarıyla görüştüklerinde kraldan sonra gelen ve içlerinde söz sahibi olan kimseye: “Ey Abdulmesih, söyle bakalım ne dersin?” dediler. Bunun üzerine o, “Ey Hıristiyan topluluğu, Allah'a yemin ederim ki, siz Hz. Muhammed'in gönderilmiş bir Peygamber olduğunu anladınız. Yine o'nun, sizin sahibiniz (Hz. İsa) hakkında hak olan sözü ve görüşü getirdiğine de yemin ederim. Yine Allah'a yemin ederim ki, herhangi bir Peygamberle lanetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır, ne çocukları büyür (hepsi mahvolur). Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz ve nesliniz kurur ve tükenir: Ama, bundan kaçınır, dininiz üzere yaşamaya devam eder ve bulunduğunuz hali sürdürmeye devam ederseniz, o adamla (Hz. Muhammed) anlaşın ve memleketlerinize geri dönün!..” dedi.
Bu esnada, Hz. Peygamber (s.a.s) de, üzerinde siyah kıldan bir örtü, olduğu halde evinden dışarı çıkmıştı.. Hz. Hüseyn'i kucağına almış, Hz. Hasan'ı elinden tutmuş, Hz. Fatma Hz. Peygamber’in, Hz. Ali de Hz. Fatıma'nın peşindeydi... Hz. Peygamber şöyle diyordu: “Ben duâ ettiğim zaman, siz amin! Deyiniz.”
Bunun üzerine Necrân'in piskoposa, “Ey Hıristiyanlar, ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah'tan, bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden götürür. Binâenaleyh, lanetleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeryüzünde, kıyamete kadar tek bir Hıristiyan kalmaz.” dedi.
Hıristiyanlar sonra, “Ey Ebu'l- Kasım, biz seninle lânetleşmemeye ve dinin hususunda sana müdahale etmemeye karar verdik.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.a) de, “Lanetleşmediğinize göre Müslüman olunuz... Böylece de, Müslümanların lehine olan, sizin lehinize, aleyhlerine olan da sizin aleyhinize olur “ deyince, onlar bunu kabul etmediler, direttiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “En kısa zamanda sizinle savaşıp, işinizi bitireceğim” deyince, onlar, “Bizim, Araplarla savaşacak gücümüz yok.. Fakat sana, bini Sefer, bini de Recep ayında olmak üzere, iki bin takım elbise ile, demirden yapılmış normal otuz zırh vermek üzere bizimle savaşmaman ve bizi dinimizde serbest bırakman konusunda seninle anlaşma yapmak istiyoruz.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber onlarla, bu şartlar altında anlaşma yaptı ve şöyle dedi: “Canımı kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, helak o Necrânlılara öylesine yaklaşmıştı ki... Eğer onlar lanetleşmeye girmiş olsalardı, maymunlar ve domuzlar haline getirilecekler, bu vadi ateş olup onları yakacak ve Allah Necrân ve halkının kökünü kurutacaktı.. Ağaçların tepelerinde kuşları bile... Bir yıla kalmayacak bütün Hıristiyanlar helak olacaklardı...” Yine Hz. Peygamber (s.a.s)'in siyah örtü içinde evinden çıkıp, Hz. Hasan geldiğinde onu, o örtünün içine soktuğu; Hz, Hüseyin, Hz. Fatıma ve Hz. Ali (r.a) geldiklerinde de, aynı şekilde onları da örtünün içine soktuğu; daha sonra da “Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler” (Ahzâb/33) âyetini okuduğu rivayet edilmiştir.”
Fahr-u Razi bu hadisin sıhhati hususunda da şöyle demektedir: “Bil ki bu rivayet, gerek tefsir gerekse hadis âlimleri arasında, sıhhati konusunda âdeta üzerinde ittifak edilmiş gibidir.”1
Bu hadisten istifade edilen noktalar
1- Peygamber’in (s. a. a.) Ehl-i Beyt’inin mübahele olayındaki huzuru bu hadiste şöyle beyan edilmiştir: Peygamber (s. a. a.) En önde gidiyor, henüz bir çocuk olan Hz. Hüseyin (a. s.) Peygamber’in kucağında, Hz. Hüseyin’den biraz daha büyük olan Hz. Hasan’ın ellerinden tutmuş ve değerli kızı Fatıma (a. s.) Onun ardından Ali (a. s.) Da onun ardından hareket etmektedir. Bu sahne oldukça dikkat çekici ve göz alıcıdır. Zira bu heyet mübahale ayetinde yer alan ifadelerle uyum içinde tasarlanmıştır. Dolayısıyla bu uyumu aşağıdaki boyutlarda incelemek mümkündür.
A- Ehl-i Beyt’in gelişindeki bu düzen ayet-i kerimede yer alan düzeni yansıtmaktadır. Yani önce çocuklar sonra kadınlar ve daha sonra da nefisler. (kendileri).
B- Allah Resulü (s. a. a.) Küçük çocuğu Hüseyin’i (a. s.) Kucağına almış, diğer bir çocuk olan Hz. Hasan’ın da ellerinden tutmuştur, bu da ebnaena (çocuklarımız) ifadesinin açık bir tecellisidir.
C- Hz. Fatıma’nın (a. s.) Ortada karar kılması da “kadınlarımız” ifadesinin şahsına münhasır bir örneğidir. Hz. Fatıma’nın (a. s.) Ön ve arkadan korunmaya alınması da “kadınlarımız” ifadesinin ayetteki tecessümünü göstermektedir.
2- Bu hadiste Peygamber (s. a. a.) Ehl-i Beyt’ine şöyle buyurmuştur: “Ben dua edince sizde amin deyiniz.”1 Bu da mübahele ayetinde yer alan hakikatin kendisidir “…çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancıların üzerine lanet dileyelim.”
Burada “ibtihal” ifadesi sadece Peygamber’e (s. a. a.) İsnat edilmemiştir. Aksine ibtihal hem dua şeklinde bizzat Peygamber’e ve hem de amin söyleme şeklinde Peygamber’in beraberinde getirdiği değerli Ehl-i Beyt’ine isnat edilmiştir ki bu olayda yalancıların ilahi azap ve helake uğramasına neden olsun. Bu gerçeği daha önce beyan ettik.
3- Hıristiyan topluluğun Ehl-i Beyt’in fazilet ve makamını itiraf etmesi ve sonunda o nurani ve mukaddes çehreleri gördükten sonra mübahele olayından vazgeçmesi.
Dostları ilə paylaş: |