İpek Kozasında Çakıltaşı: Kadın Yazarların Bursa Buluşması
PEN Kadın Yazarlar Komitesi, toplam 11 ilde gerçekleştireceği “Kadın Yazarların Anadolu Buluşması” projesine Bursa ile başladı. Bursa dışında etkinlik düzenlenecek iller: Antakya, Balıkesir, Diyarbakır, Konya, Mardin, Mersin, Kayseri, Konya, Trabzon ve Urfa
Bursa’daki etkinlik iki gün sürdü. 29 Kasım 2008 Cumartesi günü Nilüfer Belediyesi’nin Uğur Mumcu Sahnesi’nde düzenlenen panelden sonra ve 30 Kasım 2008 Pazar günü katılımcılarla dört oturumlu atölye düzenlendi. Buluşmaya katılan öykücüler: Müge İplikçi, Nalan Barbarosoğlu, Sezer Ateş Ayvaz, Özlem N. Yılmaz.
Dergiler:
Bursa’da daha önce yayınlanan ve öyküye yer veren dergilerden bazıları: Bursa Ant, Uludağ, Çatı, Alkım (Bursa Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü yayını), Elif(İnegöl’de yayınlanmış. 1961-5, 43 sayı), Bursa’da Zaman (1969 Haziran-1969 Kasım, 6 sayı), Çivi, Yarın Pazar, Hacivat, Hacıağa, Yalaza, Nilüfer (1885-1891), Yeni Nilüfer, Biçem(Mayıs 1990-Şubat 1993, 12 sayı), Yeni Biçem(Mayıs 1993- Nisan 1999, sayı, 72 sayı), Düşlem(Mayıs 1997-Nisan 1999, 24 sayı), Yansımalar (Yıldırım ilçesi Milli Eğitim Müdürlüğü yayını, 2002-2003, 11 sayı), KimseSiz (İki ayda bir)(Kasım 2002-Temmuz 2003, 5 sayı)
Güncel dergiler:
Öner – İlk sayısı 6 Kasım 1986’da yayınlandı. Aylık dergi. Ocak 2009’da 120.sayısı yayınlandı. http://www.onerdergisi.com
Onaltı Kırkbeş – 2006’da Şiir dergisi olarak başladığı yayın hayatını, öyküye de yer verecek şekilde genişleterek sürdürüyor. “Yılda sekiz defa yanıyor.”
Maviada -Ocak 2006’da yayınlanmaya başladı. Üç ayda bir yayınlanan Maviada dergisi öykülere de yer veriyor. http://site.mynet.com/adasanat/
Patikalar -Mustafakemalpaşa’da yayınlanan Patikalar dergisi aylık bir yayın ve öyküye geniş yer ayırıyor. Nisan 2007’de ilk sayısı, Ocak 2009’da 22. sayısı çıktı. http://www.mkpasakulsander.net/index.php?syf=17
Eliz - Ocak 2009 İtibarı ile Bursa’da yayınlanmaya başlayan Eliz dergisi de yayınladığı ürünler arasında öyküye yer veriyor. Dergi hakkındaki bilgilere http://www.siirakademisi.com/index.php?/site/icerik_goster/497 adresinden de ulaşılabilir.
Şiir Akademisi:
Emre Gümüşdoğan tarafından kurulan internet sitesi herkesin katılımına açık, Bursa merkezli bir site. Sitede öykü haberlerinin, yarışma ve etkinliklerin, öykü yazarları ve öykülerinin yanında güncel haberleşmenin sağlandığı bir forum da yer alıyor. www.siirakademisi.com
Kaynaklar:
1. Ünlülerin İlk Yazıları, Saadet Altay, Gür Yayınları, 1988
2. Yüz Yüze Edebiyat, Zeynep Aliye, Bilgi Yayınevi, 2001
3. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Behçet Necatigil
4. Bursa’da Edebiyat Günleri, 1.cilt, “Kuşbakışı Bir Görünüm: Edebiyatımızda Bursa
Bursa’da Edebiyat”, Nahit Kayabaşı
5. Bursa’da Edebiyat Günleri, 1.cilt, “Sait Faik’in Oluşumunda Bursa’nın Yeri”, Prof. Dr. Ali
Özçelebi
6. Bursa’da Edebiyat Günleri, 1.cilt, “Reşat Nuri Güntekin’de Bursa”, Nadir Gezer
7. “Bursa’dan da Geçti Nazım”, M. Ali İnan, Bursa’da Yaşam, Haziran 2007
8. Edebiyatımızın Yol Haritası, Feridun Andaç
9. Öykü Kitapları Zamandizini, Ali Şahin, karalamadefterim.azbuz.com
10. Yitikler Arasında Zaman, Nadir Gezer, Güldikeni Yayınları, 2000
Teşekkür:
Araştırmam sırasında benden yardımını esirgemeyerek yükümü paylaşan Esra Ersoy’a, hazine değerindeki kütüphanesini emanet eden Bedriye Sönmez’e, yaptığı katkılar için Fatma Dilek Koca’ya ve verdikleri bilgiler, paylaştıkları dokümanlar için Şaban Akbaba, Ramis Dara, Ahmet Emin Atasoy, Oyhan Hasan Bıldırki, Kemal Selçuk, Alper Can, Mehmet Bursa, Haluk Cengiz ve Tayfun Sirman’a teşekkür ederim.
AHMET EMİN ATASOY
BURSA ESİNTİLERİ* HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
Kişileri, toplumları ve ülkeleri birbirine yakınlaştıran ve zamanla onları sıkı fıkı dost eden etmenlerin başında kültür ge-lir elbette. Kültür olgusunun geniş yelpazesi içinde de, hiç kuşkusuz ki, edebiyatın çok saygın bir yeri vardır. Edebiyat binası ‘dil’ temeli üzerine inşa edilmiştir çünkü. İnsanlar da tüm duygu ve düşüncelerini dil aracılığıyla ifade ettiklerine göre; edebiyat yüzyıllar boyunca, topluluklar içindeki ilişkileri sağlayıp geliştirmek suretiyle, yaşamsal bir gereksinime hizmet etmiştir. Nitekim bunun en açık sentezini çok güzel bir Türk atasözü dile getirmektedir: ”İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa kok-laşa”.
Elinizdeki öyküler derlemesinin amacını da her şeyden önce bu görüşler bağlamında algılamak gerekir. Ülkelerle ulusları birbirine tanıtıp yakınlaştıracak kimselerden söz ederken, akla ilkönce devlet yöneticileriyle diplomatlar geliyor nedense. Oysa edebiyat, sanat, bilim, spor ve daha nice alanlarda uğraş veren kimselerin bu yöndeki katkılarının çok daha etkileyici olabileceğini bilmesine hepimiz biliyoruz da, yeterince değer-lendirmiyoruz sanki.
Biz, Bursa Esintileri kitabıyla böyle bir olanağı denemek ve değerlendirmek istedik.
İstedik ki, Türkiye ile Bulgaristan arasında, zıt ideolojilerin ve çıkarcı siyasetlerin yıllarca çıkmaz sokakta ve donma noktasında tuttukları ilişkileri, iki komşu ve uygar ülkeye yakışır bir düzeye çıkarma görevini, bayat bir alışkanlık üzere, Ankara’yla Sofya’ya ve sadece siyaset cambazlarına bırakıp aynı yanlışlıkların yinelenmesine meydan vermeyelim artık.
Bu görevin çok büyük ve çok kutsal bir iş, hatta bir mis-yon olduğu bilincinden hareketle, onun gerçekleştirilmesinde onur, vicdan ve sağduyu sahibi herkese belli bir sorumluluk yükü düştüğü inancındayız. Hele hele yazarlar, bizim âcizane kanımıza göre, böylesi bir iyicillik girişiminin hem itici, hem de çekici gücü olarak her zaman ön saflarda yer almalıdırlar.
Bursa yazarları, birer barış, dostluk ve kardeşlik elçisi olarak bu işin startını verdikleri için, her türlü övgüye ve alkışlanmaya layıktırlar. Onların, Bursa gibi, Türkiye’nin kültür ve sanat yönünden en önemli merkezlerinden biri sayılan, büyük bir kentin temsilcileri sıfatıyla, Bulgaristan okurlarına ilk olarak takdim edilmiş olmalarının başlıca nedeni, bu kentte yaşamakta olan Rumeli göçmenlerinin büyük yoğunluğu ve bu bağlamda özellikle Bugaristan’ın Bursalılara hiç de yabancı bir ülke olma-dığı gerçeğinde gizlenmektedir. Aslında, sıla özlemi çeken bu insanlarla doğup büydükleri ve sonra da bazı nedenlerle terk etmek zorunda kaldıkları topraklar arasında, manevi bir bağ oluşturma çabasının bir ürünü gözüyle de bakılabilir bu kitaba.
Bursa Esintileri’yle ilgili olarak kısaca belirtilmesi ge-reken şeylere gelince, denilebilir ki, bu derleme, Türk edebiya-tının yakın dostu, değerli çevirmen Aygül Gavazova’nın önerisi üzerine, özel olarak Türk öyküsüne ilgi gösteren Bulgar okurları için hazırlandı. Önce, Bursa’da yaşayan günümüz yazarlarının öykülerinden oluşan küçük bir seçki biçiminde olması düşünül-müşü. Ne ki böyle bir kitapçığın birçok yönden okurların istem-lerini karşılayamayacağı göz önünde bulundurularak, öykü sayısını bir taneye indirmek suretiyle yazarların çoğaltılmasının amaca daha uygun olacağı kanısına varıldı. Bunu yaparken de, yazarların Bursalı olmaları, en azından Bursa’da bir süre yaşamışlıkları, ama mutlak surette bu kentle yakın ilgileri bulunması koşulu getirildi. Seçilen öykülerde de Bursa’dan, yahut da yöresinden söz edilmiş olması özelliğine birinci öncelik tanındı. Rumeli ve göç sorunlarına odaklandırılmış olan öyküler de bi-linçli olarak ayrıcalıklılar arasında tutuldu. Bütün bunlarla birlikte öykülerin seçilişinde, görece sayılsa bile, ölçüt olarak, seçilen yazarın yurt içinde ve dışındaki popüleritesi, yapıtta günümüz Türkçesinin ustaca kullanılışı, kurgu ve sanat tekniklerinin özgünlüğü yönünden belli bir düzey yakalanmış olması gibi hususlara, olanaklar çerçevesinde, dikkat edildi. Kitapta en genç kuşak temsilcilerine yer verilmesi de gerekli ve uygun görüldü.
Seçkiye giren öyküler, genel çizgileriyle, aşk konusunu işleyenler (İpek Mendil, Selam, Uzun Hava, İzadora); sıradan insanların yazgılarını ele alanlar (Bir Boğaz Sabahı, Bu Dağlar Ezi Dağlar, Gatil Garaca); göçmenlerin karmaşık sorunlarına yönelik olanlar(Hortlak, Soydaş Pazarı, Anahtarlı Hayalet, Bir Düşüşün Düşündürüşü); romantik ve masalsı öğelerle beslenmiş kurgular içerenler (İblisin Başkomutanı, Altın Temrenli Oklar, Göl, Resimleşen Bir Sesin Öyküsü); güncel yaşamın çokboyutlu gerçek yüzünü sergileyenler (Kirazlar, Gâvur, Naciye, Koşu, Bebek); anlatıda modern, hatta postmodern arayışlarıyla dikkat çekenler (Akşamın Ahşap Kulübesinde; Basamaklar; Sokaklar, Evler, Pencereler; Ay Battı: Svetlana) şeklinde belirli ortak özelliklerine göre çeşitli öbeklerde ele alınabilirler
Bu haliyle Bursa Esintileri yeni ve çağdaş Türk öykü-cülüğünün genel görünümünü yansıtan bir mini derleme olarak da algılanabilir. Çünkü kitaba giren yazarlardan Reşat Nuri Güntekin, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Orhan Kemal ve Aziz Nesin çoktan, yalnız Türk edebiyatının klasikleri arasında hak ettikleri yeri almakla kalmayıp, dünyanın birçok ülkesinde sevilerek okunurken, onları en layık bir biçimde izleyen Bursa kökenli günümüz yazarlarından bazıları da (Nezihe Meriç, İsmet Tokgöz, Cemil Kavukçu, Mehmet Zaman Saçlıoğlu vb.) öykü türünün en seçkin ustaları olarak gelişmiş, en yüksek düzeyde çeşitli ödüllere değer görülmüş ve ülke çapında adlarından en çok söz ettiren yetenekler olarak ün yapmışlardır.
Kitaptaki yazarlardan 8’i bugün yaşayanlar arasında de-ğildir. 7’si halen Bursa ve ilçelerinde, öteki 10’u ise Ankara ve İstanbul’da yaşayıp yaratıcılıklarını sürdürmektedirler.
Bulgar okurlarının beğenisini kazanacağını umduğumuz bu derlemenin, özellikle ilgilenenlere, Türk öykücülüğünün dünü ve bugünüyle ilgili, en azından genel bir tasavvur edinme fırsatı vereceğine de yürekten inanmak istiyoruz.
Bursa Esintileri’nin hazırlanışı seyrinde her tür yardım-larından yararlandığımız Bursalı şair ve yayıncı Nahit Kayabaşı ile Uludağ Üniversitesi Kütüphenesi eski müdürlerinden sayın Aziz Gönül Beye ve öykülerin çevirisi üzerinde büyük bir titizlik ve özveriyle çalışan Aygül Gavazova’ya teşekkürlerimizi sunmaktan büyük bir keyif duymaktayız.
Meraklısı için bazı ek bilgiler:
1952 -1973* Yılları Arasında Türkiyeli Yazarların Bulgaristan’da Yayımlanan Öykü Kitapları
Fahri Erdinç Âsi 1952
Sabahattin Ali Hikayeler 1954
Aziz Nesin Orkestra Adam 1960
Yaşar Kemal Teneke 1962
Sabahattin Ali Hikayeler ve Şiirler 1963
Sait Faik Zemberek 1963
Mahmut Makal Bizim Köy 1964
Fahri Erdinç Memekimi Anlatıyorum 1964
Fahri Erdinç Diriler Mezarlığı 1964
Mahmut Makal Hayal ve Gerçek 1965
Aziz Nesin Kör Döğüşü 1965
Sabahattin Ali Şiirler ve Hikayeler 1966
Fakir Baykurt Topal Arkadaş (Hikayeler) 1967
Derleme (P.Paruşev) Umut Dünyası 1967
Fahri Erdinç Canlı Barikat 1973
___________________________
* 1973 yılında Bulgaristan’daki Türkçe kitap yayını totaliter Jivkov rejimi tarafından durdurulmuştur.
-
Yılları Arasında Türkiyeli Yazarların Bulgarca Olarak Yayımlanan Öykü Kitapları
Fahri Erdinç Akrepler 1951 4 000
Fahri Erdinç Âsi 1956 4 000
Aziz Nesin Deliler Boşandı 1963 13 000
Yaşar Kemal Teneke 1964 20 000
Fakir Baykurt Ham Meyveyi Kop. Dalından 1966 19 560
Aziz Nesin Ah, Biz Eşekler 1967 15 100
Sait Faik Bir Takım İnsanlar 1968 5 100
Haldun Taner Kızıl Saçlı Amazon 1968 5 100
Nevzat Üstün AkrepÜretim Çiftliği 1968 5 100
Mahmut Makal Bizim Köy 1973 15 000
Necati Cumalı Acı Tütün ve Susuz Yaz 1976 12 125
Fahri Erdinç El-İksir 1976 20 125
Halikarnad Balıkçısı Şerhaba Akdeniz 1976 16 100
Bekir Yıldız Kaçakçı Şahan 1976 20 149
Fahri Erdinç İstridiye Kabuğu 1977 8 100
Aziz Nesin Sizinle Bir Yerden Tanışıyoruz 1978 20 200
Burhan Arpad Bir Boğaz sabahı 1981 10 000
Yaşar Kemal Sarı Sıcak 1982 29 000
Nedim Gürsel Uzun Sürmüş Bir Yaz 1982 25 000
Fahri Erdinç Uçan Köpekler 1987 3 000
Derleme (D. Melamed) Türk Hikayeleri 1951 3 000
Derleme (İ. Tatarlı, Par. Par.) Türk Öyküleri 1966 10 090
Derleme (İ. Tatarlı) Tanrıların Yargısıi 1973 7 000
Derleme (İ. Tatarlı) Türk Deniz Hikayeleri 1980 25 120
NURSEL ARAS
ŞABAN AKBABA ÖYKÜCÜLÜĞÜ
Karşılıklı yaptığımız bir söyleşinden kısa bir alıntı yaptığımda; Şaban Akbaba, kendi söylemiyle, Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğmuş olması nedeniyle, bembeyaz karın, ısırgan gibi dalayan ayazın kavruk çocuğu; yaz sıcaklarının cehenneme çevirdiği bozkırların yalnız atlısı; çiçeğin çiçeği çağırdığı bahar çayırlarının ve yabani haşhaşların süslediği yayla meralarının hüzünlü oğludur.
Caminin, Kur’an’ın, Mevlüt’ün, ilahilerin teslim aldığı bir çocukluk ve gençlik dönemi yaşadıktan sonra Kars Eğitim Enstitüsü’nü bitirerek, Anadolu’nun yoksul köylerinde ilkokul öğretmenliğine atanır.
İşte asıl masal da burada başlar Şaban Akbaba için… Sürekli okur. İslam dinini İhya-i Ulumud-Din’den, Fizilal-il Kur’an’a, Necip Fazıl şiirinden, Minyeli Abdullah romanına kadar… Ardından metafiziği, daha sonra da materyalizmi öğrenme bilincine ulaşır. İlk bağlama çaldığı yıllarda yazdığı ilk şiiri “Eğitim Mücadelesi Dergisi”nde yayımlanır. Toplumcu gerçekçiliğinin ilk ciddi şiirleri ise, “Güneşin Konağı” kitabıyla okurun karşısına çıkar.
12 Eylül 1980 faşist darbesi kıyımının sürdüğü yıllarda, köylerde ilkokul öğretmenliği yapan Şaban Akbaba, çocuklar için yazılmış kitapların da cezalandırıldığını; üstlerine “tahditlidir” damgası vurdurularak okullara sokulmasının yasaklandığını ya da toplatıldığını görünce çok üzülür. Çocuklar kitapsızdır artık. Okuyabilecekleri kayda değer nitelikli hiçbir eser kalmamıştır ortalıkta. Yazan kişi olarak sorumlu hisseder, durumdan vazife çıkarır ve büyükler için yazdığı şiirlerin yanı sıra çocuklar için de yazmaya başlar. Yazdıklarını önce öğrencilerine okur, onlardan aldığı eleştiriler doğrultusunda geliştirdiği metinleri, şiir, öykü ve roman olarak kitaplaştırır. Ancak çocuk şiirlerini ve çocuk öykülerini daha fazla önemser. Çünkü bir saptamasına göre; edebiyatımızın en zayıf halkası çocuk edebiyatı, çocuk edebiyatının da en zayıf halkası öykü ve şiirdir.
Çocuk edebiyatımızdaki bu halkaları iyice zayıflatan olgulara gelince… Bu konuda da ilginç ve biraz da sert bir bakış açısı sunuyor Şaban Akbaba. “Bir emperyalist sanat anlayışı ve saldırı aracı olan Postmodernizmin hegemonyasına teslim olan yazar ve şairlerimiz, deve kuşu örneği başlarını kuma gömüp yaptıklarının, ürettiklerinin sanat olduğunu sanarak avunuyorlar. O kadar ki, bu anlayışın kalemşorları çocuklar için öykü şiir üretemedikleri gibi, kitleler için, onların önünde okuyabilecekleri öykü ve şiir de üretememektedirler. Kaldı ki, emperyalizm sanatı bir uyutma, sömürme aracı olarak bunlar eliyle kullanırken bunlar sanatın bir işe yaramaması gerektiğini savunuyorlar. Bundan büyük aymazlık olamaz!” diyor.
“Gülderen’in Dedesi” ve “Kafessiz bir Dünya” adlı çocuklar için yazdığı kitaplarında yer alan öykülerin kahramanları çoğunlukla yine çocuklardan oluşur. Burada amaçlanan şey; bilişsel, duyuşsal, devinişsel gelişim özellikleri göz önüne alınarak, çocukları çocuklara anlatmaktır. Onların hayal dünyasına girerek, özensizce geliştirdiğimiz çarpık kentlerimizde; caddelerden, sokaklardan, ara yollardan men edilen, hatta yasaklar ve ayıplar içerisinde büyümeye mahkum edilmiş çocuklarımızın beyinlerinde somut gerçeklikle soyutun bağlantılarını kurmalarına katkıda bulunmak isteğiyle yazıyor. Onlara hilesiz, katıksız, yalansız, ama bol ışıklı, umut veren bir dünya oluşturmanın dinamiklerini sunuyor. Bunu yaparken, yaşanan ve çoğuna çocukların yakından tanık olduğu yaşamın acımasız yanlarını göstermekten de kaçınmıyor. Çünkü gerçekten de yaşam, çocuklar için de o kadar saf, yalnızca iyiliklerden, güzelliklerden ibaret değildir.
Yazarın toplumcu gerçekçi anlayışının izlerini öykülerinin hemen hemen tümünde görmek mümkün. Ancak bunu didaktik söylemlerle ya da açık politik tavırlarla değil, sanatsallığın gerektirdiği ölçülerde hissettiriyor ve bildiri kadar sanata, sanat kadar da bildiriye önem veriyor. Temel kaygısının insana ve çocuğa dair olduğunu hemen görebiliyoruz. Kısası; çocuk edebiyatı alanında bile suya sabuna dokunur türden ürünler veriyor.
Sonrasında büyükler için yazılmış iki öykü kitabı... “Nazik kız” ve “Che Sevgisi.”… Nazik Kız’da sekiz, Che Sevgisi’nde ise yirmi iki öykü yer alıyor. Toplamda otuz öyküye baktığımızda, Şaban Akbaba öykülerinin temelinde, üç faklı coğrafyanın izlerini görüyoruz. İlki; Bardaklı köyünde doğduğu ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde/ köylerinde öğretmenlik yaptığı için genel anlamda Anadolu coğrafyası, ikincisi; uzun süredir Bursa’da yaşadığı için Bursa ve civarı, üçüncüsü ise; Türk çocuklarına öğretmenlik yapmak üzere 5 yıllığına gittiği Almanya… Hamburger Yazılar adlı düzyazılar tolplamında ve Che Sevgisi adlı öykü kitabında, hem Almanya’dan, hem de ülkemizden insanlara ait öyküler yer almaktadır. Pek çok edebiyatçı gibi kendi edebiyatını yaratmaya çalışan Şaban Akbaba için de eserlerinde kurgu ve dil kullanımı kadar önemlidir mekân… Çünkü yazıda derinleşmek ancak böyle mümkündür. En fantastik öyküleri anlatırken bile yaşantının kendisine, insanî olana, olabildiğince yakınlaşma olanağını bulur.
Coğrafi mekân sözkonusu olduğunda belirtmeden geçemeyeceğim bir ayrıntı da Şaban Akbaba’nın öykülerindeki Bursa gerçekliğidir. Onun öykülerindeki mekânlar arasında Kars’ın, Hamburg’un, ama en çok da Bursa’nın öne çıktığını görüyoruz. Çocuklar için de, büyükler için de yazdığı öykülerinde Bursa çok yönlü özellikleriyle ve mekân olarak sıkça yer almaktadır. Şaban Akbaba’nın öykülerini okurken, kent yapısıyla Gülderen’in Dedesi’nde, kırsal yapısıyla da hem Nazik Kız’da, hem de Che Sevgisi’nde Bursa’nın ince ayrıntılarında geziniriz.
Çehov, Brecht, Goethe, Neruda, Vasili Şukşin, Sabahattin Ali gibi çağdaş, toplumcu yazarlardan aldığı etkiyle Şaban Akbaba öyküleri teknik anlamda bir yanıyla batılı gibi görünse de asıl yanıyla doğuludur. Doğuludur, çünkü; kültürel kökeninde, farklı kültürlerin kavşağı olan Kars ve mesleği nedeniyle yıllarca gezinmek zorunda kaldığı Anadolu var. Doğu insanının yaşam biçimi, kadim anlatıları, meselleri, yöresel yemekleri, türküleri- ağıtları, acıları, sevinçleri, yoksullukları, gelenek- görenekleri ve konuşulan değişik şiveler/ ağızlar, onun öyküleri aracılığıyla okura ulaşır. Bunun diğer bir anlamı da, bir bakıma onun, yaşadığı metropol kent olan Bursa’dan, ülkemizin en kırsal yerlerinden biri olan Kars’a kadar yaptığı içsel yolculukların öyküsel anlatımıdır. Bu yolculukların tümü kentle köyün yakıcı bireşiminin ağır yükünü taşır. Bursa’da yüreğini kavuran yangın ateşinin harflere dökülmesi/ dönüşmesi, sanki, Bardaklı köyünde yaşayan insanlara adanan bir ağıt gibidir (Che Sevgisi, Bursa’da Yangın)…
Bölümlendirilmiş, ölçülebilir kısacık zaman dilimleri arasına sıkıştırılan, hatta adına da modern yaşam denilerek, insanları; ailesinden, dostlarından, arkadaşlarından, aşklarından, sevdiklerinden, anılarından uzaklaştıran, onları doğanın dışına atan ve hem kendine hem de doğaya yabancı varlıklar haline getiren sanayinin, makinelerin aksine Şaban Akbaba öykülerinde; doğaya ait her şeyi bir kez daha görebiliyor, doğanın nefes alıp verdiğini hissedebiliyoruz. Böylesi bir devinim içinde olduğumuzu anımsayarak sistemlerin ürettiği korkulardan, hurâfelerden, hortlaklardan sıyrılabilmek için gerekli olan kendi düşünce yeteneğimizi de görebiliyoruz.
Öykü üzerine teorik yazılar da yazan Şaban Akbaba’nın, öykücülüğümüze şematik yaklaşımla kattığı bakış açısı bana ilginç geldi. Ona göre Türkiye öykücülüğünün gelişim serüveni “beş taşlar” üzerine oturan halkalar halindedir. Birinci, ikinci, üçüncü beştaşları vardır öykücülüğümüzün. Dördüncü halkada taş sayısı ikiye, üçe düşmekte ve giderek son halka “öykücülüğümüz tekdüze”leşmektedir. Beştaşların her birinin, değişik düşün, yaşam, algı ve sanatsal üretim kanallarını temsil ettiğini belirten Şaban Akbaba, öykücülüğümüzün “beştaşlar” adını verdiği dönemlerinin, aynı zamanda harmanlama, sentez yapabilme yeteneğinin de olduğu dönemler olduğunu ileri sürmekte ve günümüz egemen öykücülüğünün tümüyle bu yeteneğini yitirdiğini, postmodernizmin egemenliğine girdiğini, yozlaştığını, hatta büyük oranda hiçleştiğini savlamaktadır.
Tam da buradan baktığımızda Şaban Akbaba öykücülüğünün iki önemli özelliğinin olduğunu görüyoruz: Bir, öykücülüğümüzün geleneğinde olan eleştirel ve toplumcu damarların bireşimi; iki, postmodern öykü anlayışıyla toplumcu öykü anlayışının bireşimi…
Sanatta içerik(özle) biçim(sanatsal kalıbın) diyalektik bütünlüğünün başarılması gerektiğini hassasiyetle savunan Şaban Akbaba kendi öykülerinde bunu başarmaya çalışmaktadır. Özellikle Che Sevgisi adlı kitabındaki kısa öyküler bu bağlamda onun amacına ulaştığının kanıtı gibidir; okurken sanat tadı aldığımız kadar, birey, toplum, evren sorunsallarının da içine dalıyor, oralardaki ayrıntılarda geziniyoruz.
Hayatın kendisinden, sanatın ve öykülerin kaynağına gitmek, böyle bir şey olsa gerek…
EK-C:
CUMHURİYET ÖNCESİ
BURSA DOĞUMLU
ŞAİRLER
RUŞENİ (15.yy.) :
Her yere Bursa'dan iner behre,
Güvenayın bunun gibi şehre
Gün gibi ademisi ruşen-dil,
Dil-rübâsı kamu Kamer-çehre
Kendu Firdevs bağına benzer,
Cuyu Bağ-ı Irem'deki nehre.
Ab-ı hayvana benzeten suyunu,
Çeşme-i Hızr'ı benzedir zehre.
Zühre hoş-hanlarının âvâzın
İşüdüp gökte cûş eder Zühre,
Ruşeni'nin duası bu her dem,
Verdiğünce Hüda şeref dehre
Ya latif, eyle lütfunu izhâr
Bursa'yı mazhar eyleme kahre.
(Bursa Medhiyesi)
Eşrefoğlu Rûmi(15.yy.):
“…..
Çok yiyendir doğru yola gitmeyen
Çok yiyendir bir işi başarmayan
……………….
Çok yiyenlerin olur teni ağır
Çok yiyenlerin kulakları sağır
Çok yiyenler gaflete dalmış durur
Çok yiyenler dünya dalmış durur
………………………
Çok yiyenlerin gözü görmez yolu
Çok yiyenlerin zikir etmez dili
Çok yemeklik ki ulu mihnetdürür”
“……………..
Az yiyenlerin olur nefsi hâlim
Az yiyenlerin olur kalbi selim
Az yiyenler söylese hikmetdürür
Az yiyenin baktığı ibretdürür
……….
Kim ki az yer az söyler az uyur
Eylüge yavuzluğu devşirilir
…………”
Abdurrahim Tırsi(16.yy.):
“Yücelerden döndüreyim
Alçaklara gönül seni
Alçaklardan alçaklara
İnidreyim gönül seni.
Yürüyeyim yane yane
Aşk odun urayım cane
Bakmayayım mâsiveye
Geçireyim gönül seni.”
Âşık Halil(18-19.yy.):
“Yine nefr-am oldu uzun saçlılar
Arkası feraceli koynu taşlılar
Yüzleri yaşmaklı yaprak başlılar
Vurun aslanlarım erlik sizdedir.
……………….
Okkayla terazi kalktı pazardan
Bezirgânlar gelmez oldu dışardan
Gayr-i din-ü iman gitti kibardan
Vurun aslanlarım beylik sizdedir.
Hatt-ı şerif geldi Sultan Selim’den
Hiç bilmez mi Bursalının halinden
Heman dua size Aşık Halil’den
Vurun aslanlarım daylık sizdedir.”
(koçaklama)
Dostları ilə paylaş: |