C.DİVANLAR-MESNEVİLER:
Bursa Osmanlı döneminde üç yüz kadar divan şairi yetiştirmiştir. “Bursalı Divan Yazıncıları” başlığı altında isimleri geçen şairlerin hemen hemen hepsinin Divan’ları olmamakla birlikte, yayımlanmamış olanları da vardır. Bilinenlerin başlıcaları şunlardır:
*Ahmed-i Dâi: Çengnâme, Vasiyet-i Nuşirevân(mesneviler), Fasça Divan, Türkçe Divan.
Süleymen Çelebi: Vesiletü’n Necât (Mevlid).
Üftade Divanı.
Celili: Celili Divanı.
Cinanı: Cinani Divanı ve Cila’ü-l Kulûb.
Deli Birader: Dafi’ü-l Gumûm ve Rafi’ül Humûm.
Rahmi: Gül-i Sad-berg’i ve Şah ü Derviş Mesnevi’si.
Şühûdi: Şühûdi Divanı.
Niyaz-i Mısri: Niyaz-i Mısrı Divanı ve Mavaidül İrfan’ı,
İsmail Beliğ: Güldeste-i Riyaz-ı İrfân ve Vefeyat-ı Danişveran-ı Nadiredân- Ayine-i Huban(Bursa Şehrengizi)’ı,
İsmail Hakkı Bursevi: İsmail Hakkı Divanı,
Eşref Paşa: Eşrefü’ş Şuara.
Senih Süleyman Efendi: Senih Divanı gibi…
D.ŞUARA TEZKİRELERİ(ŞİİR ANTOLOJİLERİ):
Şiir eleştirmeni konumunda sayılabilecek yazıncıların kaleme aldığı şiir antolojileridir. Şuara Tezkiresine alınan şiirlerin estetik düzeyinin yüksek olmasına dikkat edilmiştir. Şairlerin özgeçmişleri verilir, şiirlerinden seçmeler alınır ve ayrıca şiir anlayış ve biçemleri değerlendirilir, eleştirilir. İçinde Bursalı şairlerin bulunduğu bilinen şuara tezkirelerinden bazıları şunlardır:
*Şakaik-i Numaniye: Yazarı bilinmemektedir.
*Şakaik-i Numaniye Atai eki(13.yy.). 20’si Bursalı olan 73 şairi kapsamaktadır.
*Latifi Tezkiresi:Latifi(15.-16.yy.) Osmanlı yazınının en önemli antolojisi olarak kabul edilmektedir. Kitapta yer alan 310 şairden 47’si Bursalıdır.
*Tezkire-i Rıza:Rıza tarafından hazırlanmıştır.(16.-17.yy.) 12’si Bursalı olmak üzere 170 şairi kapsamaktadır.
*Tezkire-i Rıza eki:Safi.(17.18.yy) 41’i Bursalı 475 şairi kapsamaktadır.
*Şakaik-i Numaniye Şeyhi Mehmed eki(17.-18.yy.) 59’u Bursalı olan 433 şairi kapsamaktadır.
*Hatimetü’l Eşar:Fatin(18.19.yy). Safai’nin antolojisine ek olarak hazırlanmıştır. 39’u Bursalı 672 şairi kapsamaktadır.
*Şakaik-i Numaniye Fındıklı İsmet eki(18.19.yy.) 12’si Bursalı olan 42 şairi kapsamaktadır.
*Zübdetü’l Eşar:Kafzade Faizi.
*Zübdetü’l Eşar eki:Nubetü’l Asar li-Zeyli Zübdetü’l Eşar:İsmail Beliğ.
*Fatin Tezkiresine ek:İbnülemin Kemal İnal.
*Son Şairler: İbnülemin Kemal İnal(18-20.yy.) 25’i Bursalı 574 şairi kapsamaktadır.
*En yeni (ve tümüyle Bursa üzerine yazılmış şiirleri kapsayan) Şuara Tezkiresi de Nahit Kayabaşı’nın hazırladığı, (Bursa Ticaret Odası’nca kitaplaştırılan) “Cumhuriyetten Yarına Bursa Şairleri” antolojisidir. Antolojide 101 şairin 201 şiiri yer almaktadır. Bunlardan yalnızca 12’si Bursa doğumludur.
E.ROMAN-ÖYKÜ-ŞİİR-v.d YAZIN KİTAPLARI:
(Tamamı Bursa üzerine yazılmış çağdaş yapıtlar)
Balım Kız Dalım Oğul: Ceyhun Atuf Kansu
Çalıkuşu: Reşat Nuri Güntekin.
İnegöl Hey İnegöl: Ahmet Necdet.
Şair Baba ve Damdakiler, İz, Dağda Duruşma, Kalıba Sığmayanalar: Balaban.
Kemal Tahir’le Sohbetler: İsmet Bozdağ.
Hanife Nine’den Öyküler, Yürüyen Gece, Puslu Hüzün, Yürek Bağı, Boşluktaki Adam, Küçük Şirin Evin Gizleri: Nadir Gezer.
Kasabam İnegöl’den Şiirler, Tahtakuşlar, Uludağ I.II.:Yaşar Faruk İnal.
Pazar Güneşi, Mimoza’da Elli Gram: Cemil Kavukçu.
Memleketimden İnsan Manzaraları, Kurtuluş Destanı: Nâzım Hikmet.
Bir Sürgünün Anıları: Aziz Nesin.
Nâzım’la Üç Buçuk Yıl, 72. Koğuş: Orhan Kemal.
Nâzım’la 1933-38Yılları: A. Faik Bercâvi.
Yeşil Kent:Mustafa Şanlı.
Kolonya Kokulu Mendil(gençliğe roman): Şaban Akbaba
Seyahatnamelerde Bursa: Nurşen Günaydın-Raif Kaplanoğlu.
Saklı Zamanlar (Kent Yazıları), Düş Kazıları (Kent Yazıları), Bursa’nın Ufak Tefek Taşları (Kent Yazıları):Ramis Dara.
Cumhuriyetten Yarına Bursa Şairleri: Nahit kayabaşı.
Ahmet Hamdi Tanpınar Şiiri ve 2002 Bursa Şiirleri: Osmangazi Belediyesi
Bursalı Şair Yazar ve Ünlüler Ansiklopedisi:Raif Kaplanoğlu.
Bir Masaldı Bursa:Engin Yenal.
Seyahatnamelerde Bursa:Nurşen Günaydın-Raif kaplanoğlu.
Edebiyatın Penceresinden Bursa:Osmangazi Belediyesi.
Bursa Ansiklopedisi:Yılmaz Akkılıç.
F.YAZINLA İLGİLİ KURUMLAR:
Bursa’da bütün tarihi boyunca doğrudan ya da dolaylı olarak yazınla ilgilenen, (Ekim Sanat Atölyeleri ve Bursa Yazın Sanat Derneği dışında) neredeyse hemen hepsi de iktidar(sermaye) kaynaklı ya da iktidar yanlısı olan bu kurumların nicelik olarak çok az olduğunu biliyoruz. Bugün işlevsel olanlarına göz atalım:
*Ekim Sanat Atölyeleri.
*Konak Kültür Evi(Nilüfer Belediyesi).
*Tayyare Kültür Merkezi(Büyükşehir Belediyesi)..
*Bursa Büyükşehir Kültür Sanat Turizm Vakfı.
*Kitabevi Öykü Atölyesi.
*Nilüfer Yerel Gündem 21 Öykü Atölyesi.
*Kütüphaneler:Bursa’da yaklaşık 24 kütüphane vardır. Bunların 14’ü ilçelerde bulunmaktadır.
*Tiyatrolar:Bursa’da özeller de içinde, ondört tiyatro vardır.
*Bursa Ticaret Borsası: Yayımladığı yazınsal yapıtlarla Bursa yazınına katkı yapmaktadır.
*Alp Kültür Merkezi: Yazın insanlarını Bursalı sanatseverlerle buluşturmak ve Alp/Bursa Kültür-Sanat Bülteni ve Çinikitap adlı dergiler çıkararak Bursa yazınına katkı yapmaktadır.
*Karagöz Sanatevi: Bu sanatevi özellikle sözlü yazınla organik ilişkisi olan “Hacivat’la Karagöz” adlı Geleneksel Türk Gölge oyununu yaşatmak amacıyla kurulmuştur.
Bu bağlamda, Hayali Taceddin Diker’e ait aşağıdaki metni bir yazın örneği olarak değerlendirebiliriz:
Perde kurdum, ışık yaktım, açıldı Bursa’da bahtım
Gezerken cami yapısında, rastladım bir arkadaşa
Adı Karagöz hem derbeder, konuşunca etraf dinler
Uzayıp gidince bu hal, sordu padişah nedir ahval?
Neden yürümez iş acep? Dendi, iki kişi sebep
Duyunca padişah köpürdü, ikimizin de başı götürüldü
Sağlığımızda bizi bilen biri, Şeyh alim Küşteri,
Deriden yaptı suret, işte dedi, Karagöz-Hacıvat seyret
O gün bugün mekânımız perde, bu Türk oyunu kökleşti her yerde
*Bursa Bilim ve Sanat Merkezi(MEB)
*Türkiye Edebiyatçılar Derneği Bursa Temsilciliği.
*Türkiye Yazarlar Sendikası Bursa Temsilciliği.
*Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Temsilciliği.
*Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi.
*Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi: Bursa’da yaşayan, Bursa’dan nemâlanan bu iki kurumun da Bursa yazınına hiçbir katkı yapmadığını söylemek büyük bir haksızlık olmaz diye düşünüyorum.
*Mustafakemalpaşa Kültür ve Sanat Derneği: Nisan 1997 ‘de kuruldu. Başkanlığını Kekil Şimşek yürütmektedir. Bir de yayın organı var: Patikalar Dergisi. Dernek tiyatro gösterileri, paneller, söyleşiler, kitap imzası ve müzik etkinlikleri, doğa-çevre eylemleri, radyo, televizyon izlenceleri düzenlemektedir.
*Bursa Yazın ve Sanat Derneği: 2004 yılında kurulan ve kuruluş amacı; "Bursa'da bilim, sanat, yazın ve folklor alanlarında ürün verme çabası içinde olan amatör ya da profesyonel yazıncıları, sanatçıları, sanatseverleri bir araya getirerek; yazın-sanat atmosferi oluşturmak, yazın ve sanata ilgilerini artırmak; yazınsal ve görsel ürün vermeye özendirmek; ürünlerini ortaya çıkarmak, tanıtmak, basım ve yayın yoluyla okurlara ve sanatseverlere ulaştırılmasını sağlamak; çeşitli bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal etkinlikler yapmak, bunun için maddi ve manevi her türlü desteği bulmak, vermek" olan ve kısaca BUYAZ olarak bilinen derneğin son yıllarda Bursa yazınında ciddi etkileri oldu.
Her yıl şiir ve öykü dalında BUYAZ ONUR ÖDÜLERİ de veren dernek, hazırladığı yıllık yazın etkinlikleri takvimleriyle Bursa yazınında ilk kez bu kadar uzun süreli ve düzenli çalışan bir yazın-sanat kuruluşudur.
Kuruluşundan başlayarak Yönetim Kurulu Başkanlığını Şaban Akbaba’nın yürüttüğü BUYAZ, Bursa’daki yazıncıların hemen hepsinin desteğini ve katılımını almaktadır. Bu yönüyle Dernek, Bursa’daki parçalı yazın dünyasının bir bütünlüğe kavuşması ve bir bütünlük içinde devinmesi başarısını da göstermiştir. Bursa yazınında umudun ve direncin sözcülüğünü de yapan BUYAZ, Bursa yazın ve sanat atmosferine sahip çıkmak ve katkıda bulunmak amacıyla sürdürdüğü özverili çalışmalar nedeniyle; BURSA ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ, 2007 Kültür-Sanat Ödülü’ne değer görülmüştür.
*Bursa Kitap Fuarı: Tüyap bünyesinde yedincisi 2010 yılı Mart ayında onbirincisi gerçekleştirilen Fuarın Bursa’da kurumlaşma yolunda olduğu söylenebilir. Çünkü Fuar etkinliklerine gösterilen ilgi her geçen yıl artarak sürmektedir.
G.YAZINSAL ETKİNLİKLER:
İlki 1996’da düzenlenen Bursa Edebiyat Günleri’den önce Bursa’da bu düzeyde ve gelenekselleşmiş bir yazın etkinliğinin yapıldığına dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu alanda “ciddi” ama “cılız” diye nitelendirebileceğimiz, ancak geleneğini oluşturmuş ya da oluşturabilecek diye düşündüğümüz şu etkinliklerin varlığından söz edebiliriz:
*Bursa Edebiyat Günleri(1996-….)
*Buyaz Etkinlikleri:Kurulduğu yıldan başlayarak izlenceli etkinlikler yapan Buyaz, her yıla özgü ve özge izlenceleriyle dikkat çekmiştir.
*Kitabevi Edebiyat Akşamları.
*Ahmet Hamdi Tanpınar Yarışmaları.
*Şiirlerarası Yolculuk(Olay TV.,Akif Oktay)
*Alp Kültür Merkezi Edebiyat Akşamları(2007-...)
*Okuma Günleri(Nilüfer Bel. Yerel Günden21,Melih Elal)
*Öykü Atolyeleri.
*Mustafakemelpaşa Kütür Sanat Derneği Kültür-Sanat Etkinlikleri.
*Bursa Bilim ve Sanat Merkezi Etkinlikleri.
*Türkiye Edebyatçılar Derneği Bursa Temsilciliği Etkinlikleri.
*Türkiye Yazarlar Sendikası Bursa Temsilciliği Etkinlikleri.
*Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Temsilciliği Etkinlikleri.
*Bursa Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem 21 kültür-sanat etkinlikleri.
*Nilüfer Yerel Gündem 21 kültür-sanat etkinlikleri.
*Yılmaz Akkılıç Kütüphanesi Etkinlikleri.
*Bursa Kitap Fuarı Etkinlikleri.
Bursa yazın etkinliklerinde de dikkat çekici bir yan vardır: Bursa yazın etkinlikleri, (iletişim- mekân-konaklama-uygulama-sonuçlandırma bağlamında) Bursa yazınının kendi iç dinamiğinden değil, yine belli odaklardan destek alarak gerçekleştirilmiştir, gerçekleştirilmektedir. Bu gerçeği, Bursa yazınına uzun yıllardan beri değişik boyutlarda emek veren iki yazıncının yazdıklarına baktığımızda daha iyi anlıyoruz.
Birinci örnek:
“İlk etkinlik yapılırken Vakfın başında Sayın Ekrem Barışık vardı ve ilk kitabı (Edebiyat Günleri Bildirileri Kitabı.Ş.A) Ankara merkezli Edebiyatçılar Derneği başkentte bastırmıştı; ikinci kitabı Ekrem Bey görüşmelerimiz sırasında “Biz Bursa’da basalım” dediğinde doğrusu kulaklarıma inanamamıştım. Onu Sayın Ahmet Erdönmez, Ahmet Erdönmez’i Sayın Melek Apaydın izledi, şimdi de Vakfın genel sekreteri Sayın Banu Demirağ. Belirgin herhangi bir sorun çıkmamasının ötesinde Bursa Edebiyat Günleri gelişerek sürüyor bugün.”(Ramis Dara, Bir Gelenek: Bursa Edebiyat Günleri. Çınarlı Kentin Dili,BKSTV Yayınları,s.7,2002)
İkinci örnek:
”… Bursa Ticaret Odası Başkanı Sayın Rıza Aydın, kitabın yayımını üstlenerek Bursalılara armağan etme özverisini coşkuyla kabullendi. Kendisine, Borsa’nın bütün üyeleri huzurunda teşekkür ederek şükranlarımı sunuyorum.”( Nahit Kayabaşı, Cumhuriyetten Yarına Bursa Şiirleri, Bursa Ticaret Odası Yayınları,s.13,1997)
Bursa Edebiyat Günleri bu bağlamda en önemli örneklerden biridir. Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın akçalı ve sosyal desteğiyle gerçekleşen etkinliklerin ilk dokuzundan sonra Türkiye’de ve Bursa’da ideolojik(rejimsel) anlamda iktidar değişikliği olunca, 10.,11. ve 12 Bursa Edebiyat Günleri, daha önceki etkinliklere yön veren Bursalı yazın insanları tümüyle dıştalanarak yapıldı, yapılıyor.
2004 yılından beri izlenceli, yaygın, etkili etkinlikler yapan Bursa Yazın ve Sanat Derneği (BUYAZ) deneyimi, ülkemizde olduğu gibi Bursa’da da kapsamlı yazın etkinliklerinin maddi koşulları gereksindiğini ortaya koymuştur. Öte yandan BUYAZ deneyiminin kanıtladığı bir gerçek daha var: Bazı etkinlikler, örgütlenmenin getirdiği dayanışmayla gerçekleştirilebilir ve ancak (biraz zayıf da olsa) bu yöntemle kesintisiz, sanata daha yakışır, onurlu biçimde sürdürülebilir.
H. YAZIN DERGİLERİ:
A) Cumhuriyetten Önce Çıkan Önemli Bursa Dergileri:
Çaylak:Tevfik Bey tarafından 1890 yılında çıkarılır ve 1898’e kadar yayın yaşamını sürdürür.
Nilüfer:Bursa’da yayımlanan ilk edebiyat-sanat dergisi NİLÜFER’dir. 1886-1991 yılları arasında yayımlana derginin kurucusu Feraizcizade Mehmet Şaikir’dir. Dergide birçok şair ve yazarın yanı sıra sıklıkla ürünleri yayımlanan isimler şunlardır: Recep Vahyi, Ağlarcazade Mustafa Hakkı, Hersekli Arif Hikmet.
Gündoğdu: Yayın Yönetmeni Feraizcizade Mehmet Şakir olan dergi 31 Ağustos 1894’de ilk sayısı yayımlanır, üç sayı çıktıktan sonra kapanır.
Fevaid:Murat Emri Efendi’nin yönetiminde haftalık olarak çıkar (1892-1893.)
B)Cumhuriyetten Sonra Çıkan Önemli Bursa Dergileri:
1)2010’a Kadar Var Olan Dergiler:
Uludağ:Bursa Halkevi’nin “Dil-Tarih Edebiyat Kolu’nca yayımlanan dergi 1935’den 1950’ye kadar yayın yaşamını sürdürmüştür. Faruk taşkıran, M.Niyazi Akıncıoğlu, Emine Gür, Celal Sılay, Celal Sıtkı Gürler dergide ürün yayımlayanlardan bazılarıdır.
Demet:1944’te yayım yaşamına başlamıştır.
Nilüfer:Fahri Dalsar tarafından 1945 yılında yeniden yayımlanır, ancak ömrü kısa olur.
Gençliğin Sesi:5 Mayıs 1951’de yayım yaşamına başlamış ve ancak dört sayı yayımlanabilmiştir.
Yöre:Bursa’nın bir grup ilerici genci tarafından çıkarılan dergi,1960’da yayım yaşamına başlamış ve dört sayı yayımlanmıştır.
Elif:Bir İnegöl dergisidir. Yaşar Faruk İnal, Erol Akyüz, Sevim Polat ve Ertan Binzet tarafından aylık olarak yayımlanır. Kırk üç sayı(1961-1965) çıkmıştır. Yayım Yönetmenliğini Yaşar Faruk İnal’ın yaptığı dergi her yılın sonundan Elif Yıllığı çıkarmıştır.
Petek:Bursa Eğitim Enstitüsü’nün yayın organı olarak çıkmıştır.
Çatı:Elif’in devamı olarak 1963-1966 yılları arasında aylık olarak yayımlanmış bir dergidir.
Yeni Nilüfer:1975’te Selami Üney, Nevzat Çalıkuşu ve Kemalettin Berksu’nun çıkardığı ve sekiz sayı yayımlanabilen aylık dergidir
Duygu:1976’da Selahttin tanyıldız tarafından altı sayı çıkarılabilmiştir.
Biçem:Nahit Kayabaşı tarafından çıkarılan dergi, Nisan 1990’da yayım yaşamına başlamı ve on iki sayı yayımlanmıştır.
Ekspres Sanat:Bursa Hakimiyet Gazetesi’nin aylık sanat eki olarak 1991’de çıkmaya başlamış ve on beş sayı yaşamıştır.
Prometheus:Yücel Balku’nun çıkardığı bir dergi.1992.
Yeni Biçem: Ramis Dara yönetiminde 1993 yılında çıkmaya başlamış, 1999 yılına kadar yayın yaşamını sürdürmüş ve 72.sayıdan sonra kapanmıştır.
Düşlem:1997-1999 tarihleri arasında yayımlanan dergi 24 sayı çıkmıştır.
İpek Dili: Mart 1999’da İhsan Deniz’in yönetiminde çıkmaya başladı ve aralıklı olarak on beş sayı yayımlandı.
Bursa Defteri: Mart 1999’da Yılmaz Akkılıç’ın girişimiyle yayımlanmaya başlayan “üç aylık kent kültürü ve düşün dergisidir. Yayın yönetmenliğini Ramis Dara yapmıştır. Daha sonra kadro değiştiren dergi Nuri Kolaylı, Celil İnce, Sinan Tunç ve Hacı Tonak gibi i,simlerin yönetiminde yayın yaşamını sürdürmektedir. Bursa Defteri, Bursa ve çevresiyle ilgili incelemelere, denemelere, değinilere ve çok az da olsa şiire yer vermektedir.
Anonim Dergi:Ayrıntı bilgisine ulaşılmadı.
Diva:Ayrıntı bilgisine ulaşılamadı.
Kimse/Siz: Sahipliğini Fehmi Enginalp’ın, Yayın Yönetmenliğini de Şenol Yazıcı’nın yaptığı derginin ilk sayısı 15 Mayıs 2002’de çıktı. Dergi beş sayı yayımlandı.
Yıldırımdan Yansımalar: Yıldırım (Eski) İlçe Milli Eğitim Müdürü Zeki Baştürk’ün himayesinde ve Genel Yayın Yönetmenliğinde çıkan, Yayın Kurulu Başkanlığını Şaban Akbaba’nın yaptığı resmi bir dergi. Ancak yazın ağırlıklı olup geniş yelpazede ürün yayımlayan bu aylık dergi on beş sayı yayımlanmıştır.
Mavi Ada: Şenol Yazıcı’nın çıkardığı üç ayda bir yayımlanan kültür-yazın-sanat dergisidir.
Alp/Bursa Kültür-Sanat Bülteni: Sahibi Fehmi Enginalp, Yayın Yönetmeni Şaban Akbaba’dır. Ustalarla çırakların, öğretmenlerle öğrencilerin ürünlerine aynı anda yer veren okul niteliğinde bir dergidir. Alp Kültür Merkezi’nin ücretsiz kültür hizmeti olarak ve iki ayda bir olmak üzere yirmi sayı yayımlanmıştır.
On Altı Kırk Beş: Şair Metin Güven ve arkadaşlarının, Metin Güven’in ölümüne kadar (15 Ağustos 2010) kırkbeş günde bir çıkardığı şiir ağırlıklı dergidir.
Bursa’da Yaşam: Olay Gazetesi’nin Nahit kayabaşı yönetiminde hazırladığı dergi, altı ayda bir yayımlanmakta; çok fazla reklamlar arasında da olsa ciddi yazınsal (ya da yazınla ilgili) ürünlere yer vermiştir.
Ölmesiz Doğmasız:2008. Onur Tekin ve arkadaşlarının çıkardığı şiir ağırlıklı bir fanzindir. İki sayısı yayımlandı, yayımını sürdürecek.
2)2010 itibariyle yaşayan dergiler:
Akatalpa: Mayıs 2008 itibariyle 101 sayıya ulaşan derginin sahibi Melih Elal, Yayın Yönetmeni Ramis Dara’dır. Şiir ağırlıklı bir dergidir.
Patikalar:Bursa tarihinde ilçe dergisi olarak 1961 ve 1975’de iki kez yayım yaşamına girerek toplam 58 sayı yayımlanan Elif Dergisinden sonraki en önemli dergidir. Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde yayımlanmaktadır. Mustafakemalpaşa Kültür-Sanat Derneği’nin yayın organıdır. Genel Yayın Yönetmenliğini Kekil Şimşek’in yaptığı dergi ayda bir yayımlanıyor ve daha şimdiden adından söz ettirmeye başlamıştır. On iki sayı yayımlandı. Yayımı sürüyor.
Dem:Şiir Akademisi (sanal) sitesinin sanal dergisi olarak yayın yaşamını sürdürmektedir. Sitenin Yayın Yönetmeni Emre Gümüşdoğan, derginin Yayın Yönetmeni de Hilmi Haşal’dır.
Eliz: Yayın Yönetmenliğini Hilmi Haşal’ın yaptığı dergi Ocak 2009’da yayın yaşamına başladı. Derginin Yayın Kurulunda İhsan Üren, Nuri Demirci, Hilmi Haşal, Halûk Cengiz ve Nemci Selamet yer almaktadır. Aylık olartak yayımlan, şiir ağırlıklı Eliz Dergisi yayınını sürdürmektedir.
Bursa Araştırmaları: Bursa Araştırmaları Vakfı’nın çıkardığı derginin sahipliğini Mehmet Nuri Kolaylı, Yayın Yönetmenliğini de Raif Kaplanoğlu yapmaktadır. 2010 yaz sayısıyla 29 sayıya ulaşan derginin Bursa kent kültürüne ve özellikle de tarihine yaptığı katkı önemsenmesi gereken boyuttadır.
Çinikitap:Yayın Yönetmenliğini Nuri Demirci’nin yaptığı dergi, çıktığı dönem itibariyle Türkiye’de yazıncıların yayımladığı tek dergidir. Hilmi Haşal, Şaban Akbaba, Fehmi Enginalp ve Halide Yıldırım’ın Yayın Kurulu’nda yer aldığı derginin Kasım-Aralık 2010 tarihinde 6. sayısı yayımlandı.
İ.YAZINLA İLGİLENEN
GAZETELER-TELEVİZYONLAR:
Hudâvendigâr’la başlayan Bursa gazeteciliği serüveni içinde elli kadar gazete yayımlanmıştır.
Bazı gazetelerin zaman zaman sanat ekleri verdiği, ya da sanat sayfası yaptığı bir gerçek olmakla birlikte, Hakimiyet Gazetesinin önce “Ekspres Sanat”, sonra da 2000 yılında bir süre çıkardığı “Sanat-Kültür” dergi ekleri, Olay Gazetesinin “Yeni Gün” ve “Bursa’da Yaşam” ekleri ve 1990’lı yılların başında Gemlik’te yayımlanan Körfez’e bakış Gazetesi’nin Şaban Akbaba yönetiminde onsekiz ay kadar süren “Sanat Sayfası” dışında Bursa gazeteciliğinin Bursa yazınına ciddi katkısından söz etme olanağı yoktur.
Bursa televizyonlarına gelince… Olay Televizyonu’nda haftada bir yayımlanan ve genel yapısı itibariyle “manzume”den öteye geçemeyen çalışmaların okunduğu “Şiirlerarası Yolculuk” dışında, Bursa yazınıyla doğrudan ve sürekli ilgilenmek gibi bir kaygıları-izlenceleri yoktur. Zaman zaman bazı yazıncılar çağrılarak yapılan izlenceler “hiç yoktan iyi” olmakla birlikte Bursa adına yakışır yeterlikte ve düzeyde değildir.
Bugünkü etkin Bursa televizyonları da tıpkı etkin Bursa gazeteleri gibi “patron medyası” özelliği taşımaktadır çünkü.
III. BÖLÜM:
SONUÇ
Bursa yazını, Bursa’nın kendi iç dinamiğinden ve öz kaynaklarından beslenerek ortaya çıkan, ulusal ya da uluslararası düzeyde “çok üstün” sayılabilecek yazın değerleri üretememiştir.
Bu sonucun nedenleri belki de Bursa yazın altyapısının, Bursa yazınını besleyecek kaynakların algılanamaması, özümsenememesi, değerlendirilememesiyle ilgilidir.
Örneğin Bursa yazını, Bursa’nın uğradığı doğal yıkımları ve kentsel sorunları sürekli göz ardı etmiştir. Çarpık yapılaşma, çığ gibi büyüyerek gelen göç olgusu, varoş yaşamı ve kültürü, emek-yoğun sektördeki işgücünün sorunlarını yok saymıştır.
Özellikle Gemlik, ve Bursa merkezdeki yer altı dünyasına, onun toplumsal yaşama etkilerine, kapitalizmin gelişmesiyle ortaya çıkan, genelevin kapatılmasıyla sokaklara düşen kadın ticaretine, uyuşturucu sektörünün yarattığı insani yıkımlara ve sokak çocukları olgusuna girememiştir. Yağmalanan deniz kıyılarının, doğal yapısı, dengesi, florası bozulan efsanevi
Uludağ’ın, altı-üstü kazılan, siyanürle zehirlenen, tarla ya da turistik tesis edinmek için yakılan-yıkılan ormanlarının, şeftalisi, zeytini sökülüp atılarak yerine dünyanın en çirkin beton yığınlarının kondurulduğu ovasının hesabını tutamamıştır.
Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu’sundan çok fazla bir ayrımı olmayan Uludağ’ın güneyindeki yoksul, karabilmez yaşam alanlarını keşfedememiş, oralardaki “insan” unsurunun sorunları duyumsayamamış, duyumsatmak gibi bir kaygı taşımamıştır.
Bütün bunlara ek olarak; sağlıklı, güçlü, kurumlaşmış sanat örgütlerine, yayınevlerine, dergilere sahip olamamış, görece küçük kent yazını olmasından beklenen bütünsel yazın devinimini başaramamış, hatta zaman zaman yazın üretimini durdurabilecek boyutta kırılmalar, parçalanmalar yaşamış, estetik birikiminin ve geleneğinin oluşması sekteye uğramıştır.
Bütün bu olumsuzluklar Bursa yazın atmosferindeki olası sanatsal ekollerin gelişimini, sağlıklı yazınsal oluşumları engellemiş, kurumsallaşmaları törpülemiş, yazıncıların sayısının azalmasına yol açmış, üretimi nicelik olarak da, nitelik olarak da geriletmiştir.
Çok önemli bir başka nedeni de, Bursa yazınına egemen anlayışın bütün tarihi boyunca ulusal, ya da evrensel düzeyde var olan düşün yapılarının, sanat anlayışlarının içinde ya geleneksel-tutucu, ya da modern-seçkinci olanları seçmesi; sosyo-politik-kültürel yönelimini hep geçmiş özlemi, mistisizm, nihilizm ve postmodernizm sınırları içinde tutmasıdır.
Kısacası, Bursa yazını için çalan alarm zilleri hiçbir zaman susmamış, hatta son çeyrek yüzyıl içinde sesini daha bir duyurur olmuştur.
V.BÖLÜM:
DİPNOTLAR-KAYNAKLAR:
1.KAYNAKLAR:
*Bursa Ansiklopedisi:Yılmaz Akkılıç.
*Bir Masaldı Bursa:Engin Yenal.
*Seyahatnamelerde Bursa:Nurşen Günaydın-Raif kaplanoğlu.
*Edebiyatın Penceresinden Bursa: Osmangazi Belediyesi.
*Ahmet Hamdi Tanpınar Şiiri ve 2002 Bursa Şiirleri: Osmangazi Belediyesi.
*Çınarlı Kentin Dili:Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı.
*Cumhuriyetten Yarına Bursa Şiirleri:Nahit Kayabaşı.
*Bursalı Şair Yazar ve Ünlüler Ansiklopedisi:Raif Kaplanoğlu.
*Bursa’da Yaşam Dergisi:Olay Gazetesi Armağanı.
*Patikalar Dergisi:Mustafakemalpaşa Kültür Sanat Derneği(ilk 12 sayı)
*Tür Edebiyatında Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.
*Mizandaki Bursa:Özkan Eroğlu.
*Bursa Tarihi Kılavuzu: Mülazım Abdülkadir.
*Payitaht Bursa’da Kültür ve Sanat, SeMpozyum Kitabı: OsmanGazi belediyesi Yay.
*www.bursadakultur.com
2.EKLER:
EK-A:
BURSALI
DİVAN YAZINI
ŞAİRLERİ
Ahmed DAİ
(14-15.YY)
“………….
Ey bülbül-i dil-haste melûl olma kafeste
Kim menzilin ol bâğ u gülistân ola bir gün
Hem bâd-i sabâ ire bişâret vere gülden
Hem gonce dahi gül gibi handân ola bir gün
Hicran sonucu vasla dönüp şâdola Dâi
Bu gamdan anın derdine dermân ola bir gün
Cem SULTAN
(15.YY)
Gamzen hayâli çeşmüme hançer degül midür
Olan mukâbil ana dil-âver degül midür
İmâna davet eyleme zülf-i siyâhunı
Baş vire dine gelmeye kâfır degül midür
Hergiz katında kıymeti yok reng-i rûyumun
İksir-i cevrün-ile olan zer degül midür
Didi elümde şimdi ne var tutdı lalini
Bu geldi nâ-geh agzuma şekker degül midür
Didüm ki busene dil ü cân al gey iy peri
Bâzârumuz didi ki muhayyer degül midür
Dil bâl ü per şikeste-y-iken raks urur müdâm.
Işkun hevâsı-y-ıla kebûter degül mi dür
Cem sinesine şerha çekerse gamun n'ola
Işkun tecerrüdinde kalender degül midür
Gelmezse rah-ı ışkuna cândan n'ola
Lâ-büd tonuzlıgını komaz har degül midür
GAMMİ
(15.YY)
Sûz-i dil artar müdam ol rûy-i ateş-tâbdan
Ateş-i sûzan eğerçi sakin olur âbdan
Tır-i bârân atsa gamzen hoş gelür ölmek bana
Haste gönlüm hazzeder yağmurlu günde habdan
Ateş-i mihrinle ey meh dâğ-ı sûzânım benim
Rûşen olmuştur cihânda mihr-i âlem-tâbdan
Piste hayran olup ağzım açtı kaldı Gammi ey
Sen hikâyet eyler iken ol dûr-i nâyâbdan
ATAİ
(İvazpaşazade Ahi Çelebi,15.YY)
“Gül hayâdan kızarır dost çü gülzâre gele
kendinden serv gider yar çü reftâre gele
………………….
Görse cân-bahş lebin mucizesine sof-i şehr
Gaybın esrârına vâkıf olup ikrâre gele
……………………..
Lebine ahır erem derse Atâi cânı
Çıka bin def’a ümidiyle lebe vara gele”
AHMET PAŞA
(Veliyüddinzade,15.YY)
Karar ü sabrum alan zülf-i bikârarındır
Harâb eden beni şol çeşm-i pürhumârındır
Cihan şikârına şehbsaz-i zülfünü sala gör
Kebuter-i dil ü cân hep senin şikârındır
Aceb mi bağ kenarında dursa lâle hacil
Ki lâlezar-i cemalinde har ü zârındır
Nazar fakire kıl ey padişah-ı hüsn ü cemal
Ki devlet-i ezeli hüsn-i i’tibârındır
Dem-i baharın ile dü cihânı hurrem eden
Nesim-i galiye-i zülf-i müşg-bârındır
Mürûr-i vâ'de-i yâra inanma sen Ahmed Gama inan inanursan ki eski yârındır
Niyazi MISRİ
(17.YY)
“Bakıp cemâl-i yare çağırırım dost dost
Dil oldu pâre pâre çağırırım dost dost.
Aşkın ile dolmuşum zühdümü yanılmışım
Mest-i müdâm olmuşum çağırırım dost dost.
Mescid-ü meyhânede, hânede virânede
Kâ’be’de büthânede çağırırım dost dost
……………
Dünya gamından geçip yokluğa kanad açıp
Aşk ile dâim uçup çağırırım dost dost.
Aradığım cândadır, cânda hem tendedir
Bilir iken bendedir çağırırım dost dost
………………..
Hep görünen dost yüzü andan ayırmam gözü
Gitmez dilimden sözü çağırırım dost dost.
Deryâ olunca nefes pârelenince kafes
Tâ kesilince bu ses çağırırım dost dost.
……………..
Geldim o dost ilinden koka koka gülünden
Niyâzi’nin dilinden çağırırım dost dost.
(Bu gazel türkü formunda bestelenmiştir.)
SELİSİ(17.YY)
Gidip ağyâr, geldi yâr ile zevk ü safâ devri
Bilhamdillah bahar erişti vü gitti şitâ devri
Güzeller ham-be-ham kâkülleriyle gitti gülzâra
Yine geldi çemende seyr-i zülf-i dil-rubâ devri
Bu devr içre peri-rûylarda ey sofi vefâ yokyur
Meğer kim halka-i zikre girip ol vefâ devri
……………………….
Felek devreyledikçe devletiyle br-karar olsun
Selisi hoşdurur ol fazl-ı müşkil-küşâ devri.
İsmail BELİĞ
(Bursalı,17.-18.YY)
Bi-mezâk olmuş idi halk-ı zemân
Kise cem’itmek idi fikri hemân
Ol kadar olmuş idi rağbet-i mâl
Mühr-ü hemyâne idi mahz-ı kemâl
Nâ-revâc idi o denlü irfân
Bin hüner bir pula olmuş idi hemân
Öyle güm-kerde idi nâm-ı vefâ
Kayd-ı sim ü zer idi halka safâ
Yoğ idi hüsn-ü cemâle rağbet
Bi-bahâ olmuş idi vuslât
Mey- i dinâr ile ba’zı tarâr
Mest idüp dil-beri eylerdi kenâr
…………………..
Nazm-ı pâki acaba kim neyler
Şi’ri şimdi kim okur kim dinler.
LAMİİ ÇELEBİ
(15.-16.YY)
Gökdere:
Meğer gökden iner ol Nilüfer-câm
Onun için ona olmuş Gökdere nam
İki şakk eyleyip ol nehr şehri
Edipdir behresi sir-âb dehri
O cuy-ı Dicle'dir san Bursa Bağdad
Konulsa n'ola burc-ı evliyâ ad
Pınarbaşı:
Önünde Nil'e benzer çeşme-sârı
Başından avlamış seyret pınarı
Bürûdet günlerinden hâlis ü nâb
Hararet demleri oldukça berf-âb
Edip dolaplar su üzre devrân
Kılarlar yer ve gök ehlini hayrân
Ulucami:
Husûsan nâf-ı şehr ol Ulucami
Mataf-ı âlemin devletli câmii
Kemerler onda baş baş çatılmış
Kemandır her biri tiri atılmış
Kibâbı pest okur tâk-ı semâya
Salar kürsüleri arş üzre sâye
Sultan Çelebi Mehmed TÜrbesi:
Husûsan türbe-i gerdûn ni tâkı
Zümürrüddür kamu tâk u ni tâkı
Nazirin görmemiştir çeşm-i devrân
Kurulmuş sebz-çâdırdır felek-sân
Taşından reng uğurlar çerh-i ahdar
Tayınır sırçasından pây-ı sarsar
Sıcak sulu kaplıcaları:
Hudâyi şehr önü germâbelerdir
Suyu sermâ gamından bi-haberdir
Zeminden kaynayıp çıktıkça âbı
Salar hurşid ü çerh üstüne tâbı
Zer-i hâlis kılar bi-sim halkı
Gönülden yur gubârı şevk ü zevki
Kaplıca havuzu:
Husûsan çerh-veş şol havz-ı dil-keş
Ki vurmuştur güneş canına ateş
Girip içine her mâh-ı cihân-tâb
Ederler kendisini gün gibi pür-tâb
Döker ol havz didem gibi ceyhûn
Kabaklarla yüzer her la'l-i mey-gûn
Nilüfer çayı:
Birisi nehr-i lûlûlerdir onun
Çekilmiş resmidir devr-i zamanın
Kenan cüyâ vermiş cevdel-âyin
Katâr-ı lâlesi surh ile tezyin
Dil-i divâne gibi mest ü medhüş
Dem-â-dem ayn-ı âşık gibi pür-çüş
EK-B:
BURSA YAZININDA DÜZYAZI
HASAN ALİ YÜCEL
“BURSA BİR “DIŞ” DEĞİL BİR “İÇ”TİR
………………………
Bursa, hayat pınarını göğsünde taşıyan bir diyar... Su, nerede, ondaki kadar varlığını her zerresinden fışklrtır? Bursa'nın bütün yeşilleri, onunla yaşar ve onunla yeşerir. Belki de bunun için Bursa'nın ölüleri insana diri gelir.
Bize koskoca bir devlet veren Osman Bey ve Oğulları, türbelerinde değil evlerinde yatarlar. Emir-Sultan, bu maneviyat hükümranı; Süleyman Çelebi, bu Türkçeyi Allah evine sokan insan, ne kadar aramızda ne kadar bizimle beraberdirler. Ebedi istirahatgâhında yanına kimseyi istemiyen İkinci Murad'ı ziyaret ettiğim zaman bir türlü oradan ayrılamamıştım. Huzurunda kalıp uzun uzun onun iç menkıbelerini ve gönül cenklerini kendinden dinlemeyi arzulamıştım.
Bursa, bir tarih sergisidir. Hiçbir kitap, onun kadar 1299'Ia 1923 arasındaki olayları bize doğru haber veremez. Osmanlı Şahini, Uludağ'a kurduğu yuvadan havalandı. Kanadının tüyleri, Hint hudutlarından Hicaz ülkesine. Marmara kıyılarından İskenderiye koylarına, Volga boylarından Tuna membalarına kadar uçmaktadır. Hadiselerin rüzgârları, hatta fırtınaları onu yere düşüremedi.
Bursa, benim için bir "dış" değil, bir "iç"tir. Zevksiz eller ona kıyabildiği kadar kıysın. gözümde ve gönlümde hiçbir şeyini değiştiremez. Bu yurd bucağı, bu vatan köşesi, seyahati zaruri kılmayan bir çekicilikle her vakit yüreğimdedir. Bursa hakikati hayal yapan kutsal bir diyardır. Bursa, bir coğrafya gerçeği olmaktan çok bir tarih, hatta tarih olmaktan da ileri bir şeydir. Bursa, Türklüğün, Konya gibi beşiklerinden biridir. Her Türk biraz Bursa’da doğar. Onun için Bursalı olmıyan Türk yoktur; diyebiliriz.”
AHMET HAŞİM
GURABA-HÂNE-İ LÂKLÂKAN
On onbeş sene evvel, bir tatil haftasını geçirmek için Bursa'ya gitmiştim. Üç dört saatlik hazin, kirli, eğlencesiz bir vapur seyahatinden sonra, ovalar içinde iri bir tırtıl ağırlığı ile sürüklenen ufak bir şimendifer, beni aynı günün akşamında, karanlık bir duvar gibi semalara kadar yükselen Keşiş'in (Uludağ) eteğindeki yeşil şehre bırakmıştı,
O sırada İstanbul'un okur yazar gençleri arasında "mimari" bir milliyet-perverlik hüküm sürüyordu, Herkes evvelce işitilmemiş eski bir mimar ismini bulmakla iftihar ediyor; makaleler, ihtiyar mermerlerin mana ve asaletinden bahsediyor: şiirler, kemer ve sütunların güzelliğini söylüyordu, Edebiyat lisanı duvarcılık ve marangozluk tâbiratı ile dolmuştu. Türk medeniyetinin ölçüsü münhasıran "mimari" olmuştu. Mimari münakaşaları ile câ-be-câ dostluklar teessüs ediyor, düşmanlıklar vücut buluyordu. Ben bile bir akşam, Köprü'den İstanbul'a geçerken, ince ve hafif minareleri, altın semalara teressüm eden Yenicami'in mimarisine dair bir münakaşa yüzünden eski bir mektep arkadaşımla müddet-i hayat için bozuşmuştum, .
Milli şuurun uyandırdığı deruni kuvvetler henüz büyük felaketlerin çekiciyle dövülmemiş, bugünkü rüştünü bulmamıştı. Bu kuvvetler havai fişekler şeklinde, hayatın gecesinde, renkli ateşlerden seyyal nakışlar çizdikten sonra dağılıp gidiyordu.
O sıralarda Bursa'da benim de ne yapacağım tabii belliydi: Abideleri görmek, nakışlar ve çinilere dair tetkikatta bulunmak, sormak, düşünmek, not almak ve nihayet mimarinin "tarih" ve "bedi'i hakkında az çok uydurma yeni bir keşitle zengin, müstakbel münakaşalar için yerinde toplanmış kuvvetli vesikalarla silahlı olarak İstanbul'a dönmekti. Öyle yaptım.
Çekirge'de Hüdavendigâr türbesini ziyaret ettim. Türbedarın bana üçyüz senelik, diye gösterdiği bir Kuran'ın yazı ve tezhibine takdir ve hayretle baktım. Türbenin kutsi ulu 'su Sultan'ın ceylan derisinden bir seccade, bir zırhlı gömlek ve bir miğferden ibaret cengâverane metrukatına haşyetle ellerimi dokundurdum.
Muradiye'ye gittim. Türbenin rengarenk çini bahçesinde, erimiş yakuttan kırmızı lale ve karanfillerin havasında uzun müddet oturtarak düşündüm.
Diğer birgün Yeşil Cami'e gittim. Duvarları kaplıyan yeşil çiniler bu mabedin içine esrarengiz bir deniz altı aydınlığı veriyordu. O aydınlıkta kayyımla karşı karşıya oturarak nakışlar ve oymalar hakkında uzun uzun konuştuk.… Bana camiin Vefik Paşa zamanında, "Döpar Wille'" isminde bir Fransız mimarın nezareti altında, gömülü olduğu topraklardan çıkarılıp tamir edildiği zaman çalınmış olan çinilerden bahsetti. … Ziyaret için müsaade istemek üzere kendisine yazdığım mektuba aynı günde cevap aldım. Ferdası günü öğleden sonra Sedbaşı'ndaki evinde bana muntazır olacaktı.
……………………………….
Evvelâ köşkü gezdirdi. Bu köşkte Muradiye'nin çinilerini takliden Kütahya'da yaptırılmış renkli bir duvar parçasından başka
dikkate layık bir şey görmedim, Zaten Greguvar Bay, köşküne fazla kıymet vermiyordu. Hayatının şaheseri bahçenin mehcur bir köşesindeki "Guırabahâne-i Lâklâkanı" idi. Bu gülünç tesmiyenin sebebini Greguvar Bay bana sonra anlattı. Köşkten çıktık ve bahçenin her noktasında uzun uzun durup konuşarak dolaştık. Herbir adımda hane sahibi bahçesinin ayrı bir hususiyeti hakkında tafsilat veriyordu:
……………………………….
-Işte Guraba-hâne-i Lâklâkan! dedi. Biliniz ki bahçemin bu köşesi hakikat şeklini almış kendi hayalimdir. Bu harap üç odayla onları çeviren bu bahçe köşesinde ömrümün bu son günleri sükün ve tahayyül içinde geçiyor. Fırsat buldukça buraya iltica ederim. Zevcem bile bana burada refakat etmez. Bu inzivagâhta arkadaşlarım yalnız sakat ve ihtiyar bir iki leylektir. Bilmem Bursa'yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar Çarşısı'nın ortasında bir meydan var. Bu meydan malül bazı hayvanların dar-ül-acezesidir. Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör ve sağır baykuşlar burada halkın sadakası ile iaşe edilir, Haffaf esnafının aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar amelimanda bir ihtiyar, toplanan sadaka parası ile her gün işkembe alır, temizler, parçalar ve insan merhametine iltica eden bu zavallı kuşlara dağıtır. Haffaflar Çarşısı'ndaki sakat leyleklerin bir iki tanesini buraya aldım. Ben de artık bir ihtiyar sakat leylekten başka neyim? Bu köşe onlar ve benim için bir gurabahânedir. Son günlerimizi burada birlikte yaşayıp bitireceğiz. Onunçün paviyona "Guraba-hâne-i Lâklâkan" ismini verdim.
…………………………..
Uzaktan su ve ezan sesleri geliyor, hava akşam dumanlarının ailevi kokulari ile doluyordu. Yarasalar bize dokunacak kadar yakın geçiyordu. Uhrevi ve sert kokularını aha kuvvetle neşretmeye başlıyan bahçenin her tarafında şimdi yeşil Mevleviler daha vecd ile, daha rahatla dönüyordu...
Bursa'dan ayrıldıktan sonra Greguvar Bay'dan bir daha bahsedildiğini işitmedim. Bursa'da vefat ettiğini pek çok sonra öğrendim. 1928
AHMET HAMDİ TANPINAR
BURSA’NIN DAVETİ
Niçin Bursa'yı bu kadar seviyoruz? Bu sevgi hayatın dışında bir oyun mudur? Kendimize bir güzellik dini, geçmiş zaman kokulu bir âlem, çinilerden, su seslerinden, kemer ve oymalardan, eski kumaşlardan ve geçmiş modalardan, isim ve hatıralardan bir dünya yaratıp onun içinde, o yapma cennette bir takım zihni uyuşturucular veya coşturucular yaşadığımız zamandan uzakta sarhoş olmak mı istiyoruz?
Böyle bir şüpheyi taşıyanlar elbette yanılırlar.
Ne Bursa, ne de eski zevkimiz ve sanatlarımız biçim için bu cinsten bir afyon hokkası de~ildir. Bursa’ya zamanımızın gürültüsünden uzaklaşmak, bir hamam kubbesi çınlayışında kendimizi' kaybetmek için gitmiyoruz. Eskiyi zorla sanatkarca bir rüya temin için sevenlerden değiliz.
Zaten şiir ve sanat hiçbir zaman bu cinsten bir oymalı lâhd uykusu, yahut fildişi kule rüyası olmamıştır. Onun rüyası daima en verimli ve devamlı hareket, daima yaratıcı ve kurtarıcı hamledir. Çünkü asıl hareket dışta de~il ruhtadır. Dışarda seyrettiğimiz, bizi çabuk, beklenmedik gelişmeleriyle, kudretiyle o kadar şaşırtan, hatta zaman zaman büyüklüğüne haklı olarak hayran eden şey ya bu içerdeki itişin bir aksi, iş halinde tercümesidir, yahut da onun yokluğu, o şifasız ruh fakirliği yüzünden küçük realiteler tarafından zaptedilmenin, onlara kapanmanın, onlar üzerinde küçük ve miskin hulyalar kurmanın kendisidir.
Sanatta kaçış yoktur. Gayesine adeta dikine kanatlanma vardır. Goethe "bidayette hareket idi" derken bu içten gelen hamleyi söyler. Biyolojiden cemiyete ve ferde kadar bütün hamleler içerdendir. İçzenbereklerle kımıldanarak hayatı kurar ve fethederiz.
***
Bursa işte bu hareketin ta kendisi büyük rüyayı aksettiren çerçevelerden biridir. Onun ruhunun mizacına ermekte olan bir millet, birdenbire kendisinde bulduğu hakikatlerin ifadesi olarak
Yollarında dolaşırken, camilerini gezerken, çeşmelerinin sesini dinler ve ağaçlarının hışırtısında düşüncemi uyuştururken bu suallerin cevaplarını, velev müphem bir ürperme şeklinde olsa bile, kendimde duyduğum için Bursa'yı seviyorum. O içimizdeki aydınlığın aynasıdır.
Bu aynaya ve benzerlerine baktıkça sanatımız ferdi bir hüner veya küçük bir hülya olmaktan kurtulacak. Hayatın mucizesi olan devamı kendimizde bulacağız. Mimarimiz, resmi musikimiz, romanımız ve şiirimiz bizim olacak.
Bursa, şimdiye kadar sakladığı el değmemiş mazi rüyasıyle içimizde en geniş davettir.
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
MURADİYE’DE
Uhrevi sükunetin ve uhrevi rahatın ne olduğunu bilmek istiyenler Bursa'da Muradiye Türbesine gitsinler! Ölüm yalnız burada korkunç değildir. Mukaddes kitapların va'dettiği cennet bize yalnız burada mümkün görünüyor. Burada her dakika bir meleğin kanadı gibidir. Başımızın üstünden hayatın bütün hümalarını, gusselerini, şüphe ve endişelerini silen yumuşak ve nemnâk bir tüy temasiyle geçer. Ey bi-karar günül, dakikalara "dur!" diyebileceğimiz yer burasıdır.
Zira, buranın eşiğini aştıktan sonra bize saatlerin, bize günlerin, bize yarının, bize öbür günün lüzumu kalmıyor. Bu dakikaların her birinde edebiydin derin ve lâ-yetegayyer çeşnesini tadıyoruz. Artık hiçbir zevkin daha fazlasını istemiyoruz, burada zevklerin en cavedânisine eriyoruz.
Dışarda bıraktığımız şeyler ne kadar yakıcı, ne kadar acıdır! Sevgilinin bedeni ne çetindir! Dostun eli ne müziçtir! Ana şefkati ne kasvetli, evlât muhabetti ne zahmetlidir! Düşmandan intikam ve ikbalden kâm almak ne kadar gailelidir. Zafer ne zor, hezimet ne kadar müthiştir. Bed-baht burada kal, bu yeşilliğe gömül, bu havalara karış! Dehrin hay-ı huyundan sana ne!
***
Kendi kendimize böyle söyliyerek yarı belimize kadar gömüldüğümüz yeşilliğin içinde tabiatın hayatına karışırız. Ölüm, eğer bu yeşilliğin altında zerre zerre dağılıp erimekse, ölüm eğer, bizdeki özün bu otlardaki usareye damla damla karışması demekse, onu şimdiden özliyelim. Çünkü bu otlar bizden daha güzeldirler ve ömürleri bizim ömrümüzden daha uzundur: Tam altı yüz seneden beri her bahar bu türbeleri sarıyor. İçerde yatanlardan birisi niçin bu otları yetiştiren kara toprağı beyaz mermere tercih etmiş? .
Merkadinin kubbesinde niçin yağmurlara bir menfez bırakmış? Türbedar yavaş bir sesle bize bu sırrı anlatıyor:
- Bahar olunca bu toprağın üstüne bir avuç arpa atarım. Kubbedeki açıktan rahmet yağar, güneş vurur, birkaç hafta içinde mezarın ortası yemyeşil olur.
……………….
Şu vahşi ve coşkun otların arasında sanattan bahsetmek bir küfürdür. Burada hepimiz işlenmemiş bir zümrüt külçesi içinde birer damla ruhuz. Eğer hariçdeki seslerin bize kadar gelmesi mümkün olsa da bize sorsalar ki: "Güzellik nedir?" Hiç düşünmeden: "Bu yeşilliktir,” diyeceğiz. Çünkü biz burada, herhangi bir şeye dışından bakmak hassasını kaybettik; yalnız batıni değil, batın olduk. Biliriz ki hiçbir "eser-i sanat" bize bu hidayeti veremez.1923
ABDULBÂKİ GÖLPINARLI
BURSA’DA BAHAR
Baharın ikinci ayına girdik, Nisan bitmek üzere. Esen yel, cana can katıyor. Yağan yağmur, toprağı kabartıyor. Eski bir inanca göre Nisan yağmuru yağarken her yaratık, ağzını açarmış. Sedefin ağzına düşen katre, inci olurmuş, yılanın ağzına düşen zehir.
Büyük hakim Şirazlı Sadi bile; doğunun ikili inancının, fatalist kanaatinin bir sonucunu, "Tabiatındaki letafetten şüphe yokken gene de yağmur lâlelikte lâle bitirir, çalılık çırpılıkta çer-çöp"der. Halbuki çalılıklar, insan eliyle, insan emeğiyle lâlelik oluyor, elverir ki insan eli, tabiat gücünü hizmetine alsın.
Bırakalım felsefeyi; baharın kitap okunmuyor. Bu hava, insanı saran bu güzelim koku, düşünceyi dört duvar içine sokmuyor. Nabızlar atarken insan, içten gelene uyuyor.
Bahar, uyanış çağıdır. Tabiatın, geriniş zamanıdır dünyanın, göz açış demidir yaşayışın. Yorgun insan, derin bir nefes alır, bir an dinlenir, inanır kendisine, yeni bir hamle için kalkar. Uyanan kişi, göz açar, gerinir, boynuna, vücut yapısının üstünde şöyle bir devir gösterir, saçlarını parmaklarıyla tarar ve birden yekinir, dupduru ayaktadır artık. Bir vuslat anından sonra sere-serpe yayılan genç, ilk rehaveti geçirince tekrar duyar kendisini, tekrar sarılır sevgiliye, nabızları tekrar atar. İşte budur bahar; ölmeyen varlık, uyuyan gençlik, uyuşan yaşayış, baharda nefes almadadır, gerinmededir, yeniden hayata sarılmadadır.
Dikkat edin çamlara; koyu yeşil yaprakların uçlarında filizi yeşil, yeni, yepyeni türemeler, uzamalar göreceksiniz. Erguvanlara bakın; menekşe mavisiyle kırmızı arasındaki renkler, yavaş yavaş yeşille işlenmede; bir ay sonra yemyeşil olacak o dallar. Yağmurdan sonra güneş açınca kırları gördünüz mü? Gözle görürcesine, elle ölçülürcesine bir verim var tabiatta. Toprak gebe, doğuruyor. Cansız sandığımız şeylerde bile bir şeyler oluyor. Bir kayadan bir filiz, bir taştan bir selvi fidanı bitmede. Yaşamıyan, yaşayış potasında madde oluyor, yaşıyacaklara, yaşayış maddesi. Yaşama kabiliyeti, damarlarında atan, varlığında, yaşayış dolaşan, kudreti, yapısında duyan her şey, yenileniyor,yeniden doğuyor.
……………………
Bir an, göz yorulunca, bir an düşünce durunca, insan, nasıl kendi âlemine çekilirse ben de yaşadığım muhite çekiliyorum; fakat onlarda gördüklerimi sözle söyleyenlere, duyduklarımı özle anlatanlara rastlıyorum. Ne olurdu, bir makale kadrosuna, bu canları da sığdırabilseydim.
Bursa; tarihi dile getiren, bir devleti kuran, işlenen çiniye, yüzyıllar boyu emeğin göz nuriyle rengini katan, yeşilin, çeşitli görünüşlerini belirten, baharın türlü neşelerini işleyen, asırları canlandıran, modern resmi fotoğraftan ayıran şehir. Toprağından sular kaynıyan, rutubetiyle verdiği sızıyı, şifalı sulariyle iyileştiren, derdini, dermaniyle beraber bağışlıyan, temizliyen, varlığı yıkıyan, arıtan şehir. Konuşacağım Bursa, konuşacağım seninle ve senin için.(1955)
BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR
BURSA İÇİN
Farzedin ki Bursa’ya yol alan bir uçaktayız.Uçtu uçtu kuş uçtu, Adapzarı'ndan geçti, şimdi Geyve Boğazı'nı aşıyor. Bursa'ya yolcudur. Sıra tepeler rüzgârında hava kayığına binmiş gibi sallanıyoruz. Birden, köylerle benekli, ağaçlıklarla bezenmiş tabak içi bir ova, aşağıda beliriveriyor. Düzlüğe doğru süzülüyoruz. Topraktaki saban izleri esmer bir alındaki çizgileri andırıyor. Solumuzda benek benek karlı Uludağ, sağımızda tümsek tümsek çamlı yaylacıklar, ötede zümrüt düzlükler, aranan bulanık sular, okşıyan rüzgâr, saran sis ve yeşil, yeşil, yeşil!...
Toprağın çok büyük çukuru mavi su ile dolunca Akdeniz, Karadeniz, denir de toprağın çok büyük düzlügü yeşil nebat seliyle dolunca, neden "Yeşil Deniz" denmez de "Bursa Ovası" denir, aklımız ermez. Kımıl kımıl, pırıl pırıl, dalga dalga, fakat durgun ve mahmur bir bahar denizi. Ottan, ekinden başlayıp gülden, asmadan geçerek kestaneden selviye doğru kat kat yükselen bir yeşillik. Ovaya serilen bu yeşilliğin üstünden göğe dikilmiş bir beyazlığa doğru uçuyoruz. Gökte, Bursa Ovası'ndan Uludağ'a doğru mavinin içinde yeşilden beyaza. İşte Uludağ'a sürtünecek gibiyiz, çamlar altımızda yeşil kevenler. Kar suları gümüş zincirler. Kavaklarla servilerin arasında minarelerin boyatıp kubbelerin gelişmesi, tarihin değil baharın, insanın değil de tabiatın eseri gibi. Şimdi uçağı bırakmak, göğün maviliğini hiçe saymak, çekirge gibi ağaçtan ağaca, kubbeden kubbeye sıçrayarak Bursa'yı gezmek hevesinin ruhu deli ettiği zamandır. Oh işte Bakacak Tepesi. Geceleri ay Bursa'ya Osman’ın ruhu g1bi oradan doğar. Kitaplar der ki: "Kayıhan kabilesinin Başbuğu Osman Bey, biraz sonra ordusunun kolları arasında alacağı güzel şehri oradan bir zafer kartalı edası ile seyrederken masallarda peri kızlarına aşık olanlar gibi ilk görüşte Bursa'yı öyle benimsemiş ki Allah beni buradan ayırmasın demiş ve güneşte pırıl pırıl yanan bir gümüş kümbeti göstererek oraya gömülmesini istemiş: Bakacak'ta Osman'ın ruhu rüzgar olmuş esiyor; ovada ise mazlum cariye, fakat nazlı Sultan Nilüfer'in ruhu çay olmuş kıvranıyor. Bizi tarih havaya ulaşıp kucaklamakta, alıp yere bastırmaya çabalamaktadır. Tarih bizi göğün aydınlığından, yeşilin berraklığından çekip mazinin boşluğuna götürmek hevesinde. Bursa’da eskimemiş, yıpranmamış bir eski zaman nefes alıyor. Bursa yukarıda, havadan ince suların gümüş telleri, inişli çıkışlı kocaman göğsüne gerilmiş bir yeşil saz gibi; şırıltıdan, efiltiden nağmelerle kendiliğinden çalınıp duruyor…..
Biraz daha yükselerek Yeşil Caddesi’nin üstüne doğru geldiniz mi bütün Bursa Yeşil Cami’in alt kat namazgâhına, uçsuz bucaksız avlusuna serilmiş bir seccadedir.
………………………….
Aziz okuyucularım, Bursa'da gökten inmeye, yere ayak basmağa, büyülenip kalmaya, tutulup kekelemiye cesaretiniz var mı? Bursa'da ayak bastığınız her taş görünmez mahzenin acemice konmuş kapağı gibidir. Hayalinizin ayağı bir sürçtü mü, o taş altınızdan çekilir ve zaman, taşma vakti bekliyen büyük sular gibi dört bir yanınızdan fışkırıverir. Bursa'da yaslandığınız her sur parçası bir benttir ki, biraz sonra tarihin seli zorlayıp onu yıkacak, gelip sizi suyuna katacaktır.
Bursa'nın rastgele ağacında bütün bahar, rasgele evinde bütün Bursa barınır. Hangi eve girerseniz orada Bursa'nın bütün semtlerini bezlere oyalar halinde resmedilmiş olarak bulacaksınız. Muradiye'nin çınarları, Emir Sultan'ın servileri, Işıklar'ın pencereleri, şehirde bir semti ve oyada da bir çeşidi gösteren isimlerdir. Mehmet Çelebi çiniden baharının kucağında baygınlaşmış yatıyor. Cem 'in ruhu türbesinin çinilerindeki kırmızı karanfillerde tütüyor. Bursa eski yaratmalarla doludur; yeni yapmaların onları bozmamalarına, bastırmamalarına elbette dikkat edilecektir. Pek farkında değiliz ama, Bursa'yı sayıklarken zamanımız doluverdi. İyisi mi koca bir divandan yer yer mısralar okuyup da eseri acele ile incelemiş görünür gibi, Bursa'nın bir iki güzelliğine dokunup geçerek değil, taşına, toprağına, ağacına, tapmağına değerek gezmek için gelecek cumamızı ayıralım, Size Gönlüferah'ta sabahı, Muradiye'de öğle sonunu, Yeşil'de akşamı anlatmazsam neye yarar? Bursa'nın sisine bürünmek güzel... Ya havlusuna sarınmak, suyunun şırıltısını dinlemek güzel, ya kaplıcalarının ılıklığına girmek?
Bursa Ovası'nın yeşilinde öyle soğukkanlı ağaç sevgisi duymakla kalamazsınız; dallara ihtirasla sarılmak arzunuz tutar. Orada ahretlik serviler bile ibadette iken de gözleri ihtirasla parıldıyan azizeler gibi sizi baharın koynuna çağırırlar. Göğüs düşmeleri rüzgârla çözülerek, genç bacakları dikenle çimdiklenerek, bekâretini tabiata vermiş eski Yunan Kızı "Bilitis"in şarkılarını bilmezsiniz: "Bir yemyeşil ağacın en uç dalındayım; rüzgâr estikçe bu güzel ağacın yaşadığını duyuyorum. Gövdeyi saran bacaklarımı daha kuvvetle sıkıyor ve aralanan dudaklarımı körpe bir dalın yosunlu kabuğuna yapıştırıyorum." Dişi Bilitis'in şarkısını bırakın da genç Bursa aşığının türkünü dinliyelim:
Yar kendimi vermeye istekli işte deyip
Bir mevsim baş ucunda ayrılmadan bekleyip
Gözüm buğulanarak ilk günahı işlemek:
İlk dalında olgunlaşan ilk meyvayı dişlemek!
Bu bahardır dokunan nefes gibi derime;
Akıp omuzlarımdan dökülsün içerime;
Her dal ayrı şadırvan, her çiçek ayrı köpük..
Hâla kuru kalmaktan kollarım yana düşük,
Bilmez ki kök salacak bulmaya toprağımı
Beklerim seve seve daldırıp ayağımı...
1949
YILMAZ AKKILIÇ
SETBAŞI KÖPRÜSÜ
Bursa'nın Yıldırım ve Osmangazi ilçelerini birbirine bağlayan Setbaşı Köprüsü'nün ne zaman yapıldığı ve yaptıranı belli değildir. Ancak kadı sicillerine yansıyan onarım kayıtlarından, hiç değilse XV. yüzyıl sonlarından bu yana kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bursa araştırmacısı Kamil Kepecioğlu, Bursa kadı sicillerinde yaptığı araştırmalar sonunda, köprünün 1565, 1585, 1680, 1681, 1738 ve 1847 yıllarında onarım gördüğünü belirlemiştir.
XIX. yüzyıl sonlarında çekilmiş fotoğraflarda, ayaklarının kagir, tabliyesinin ise ahşap malzemeden yapıldığı görülen köprü, 1920'lerin sonlarında taş ayaklar üzerinde beton tabliyeli olarak yenilenmiştir. En son İhsan Sabri Çağlayangil'in valiliği döneminde (1954-1960), iki taraftaki kaldırımları da tabliyesine katılmak ve iki yana doğru askılı kaldırımlar yapılmak suretiyle genişletilmiştir.
TEFERRÜÇ
Bir zamanlar Bursa' nın gözde mesirelerinden olan Teferrüç, Mollaarap su deposunun 300 metre doğusundaki büyük bir çınar ağacının bulunduğu, havaya doğru geniş görüş alanı olan yerdir. 1960'lı yıllara gelinceye değin çevresi çimenlik ve ağaçlıktı. Teferrüç, Türkçede "gezinti, gezme" veya "açılma, ferahlama" anlamlarına gelen Arapça "teferrüc" sözcüğünden gelmedir. Bursa'nın bu ünlü mesiresi, gerçekten kuzeye ve batıya doğru kuş bakışı Bursa Ovası'yla Gemlik ve Mudanya sırtlarına değin alabildiğine geniş manzaralı bir mesire idi. Çevresinde yerleşme yoktu. En yakın binalar Işıklar Askeri Lisesi ile batısındaki Yenimahalle'nin iki katlı evleriydi.
Alanın kuzeyindeki bir çeşmeden ünlü Devrengeç suyu akardı.
HACI TONAK
BURSA'NIN DOĞU YÜZÜ
Yıldırım;
Bursa'nın doğu yüzü, doğulu yüzü!
Bileşenleri: Horasan, Belh, Buhara'dan soluksuz bir koşu içinde bin yaşında yağmurcular; Kafkas, Kırım, Balkan, Arap ve Acem'den bin yaşında yol yordam sahipleri; Luvi, Hatti, Hitit, Frig, Bityn ve Roma...
Uçup gelip konup pürüzsüz katıksız şaman, pürüzsüz katıksız tarikat, pürüzsüz katıksız imaret, medrese, cami, türbe, sultan, han ve halis muhlis ipek, koza, çelebi ve ahi olup Uludağ'ın kayaçlarına tutunup kök salıp yoksul evlerinde zengin gönüllerle, biraz ham, biraz dışlanmış, biraz itilmiş: Sultan Yıldırım'ın mirasçıları...
İsmi mi kaderini belirliyor, kaderi mi ismini?
Sorumlu olduğu dağınık, hırçın, sakin, eski, yeni, kimi durumda eciş bücüş, kimi durumda şaşılacak kadar düzenli yüzü, onun ruhuyla da "o" olmasından ne kadar sorumlu?
Yıldırım özge isim, biliniyor.
Bayezit ise Aramnca kökenli. Ermenice üzerinden ve tasavvufun içinden geçip yunup arınıp Türkçenin hazinesine isim olarak giriyor. Ardıl, mirasçı anlamında.
Birincisi: yol açmanın büyük ustasına; ikincisi, erenler bağının sularını bir büyük nehirde toplayıp bilimin, siyasanın ve erkin içinden geçirip arıtıp akıtan birikime tekabül ediyor.
Hükümdar'ın, Yıldırım'a adını veren ve dağı, ovayı ve şehri bir bakışta görebilen "makam"ını seçtiğinde, en yalın dileğinin unutulmamak olduğu söylenebilir.
Unutulmamak, hatırlanmayı gerektirir.
Bunun pek çok yolundan birden yürüdüğü inkar götürmez, ama o tepeden baktığında gördüğü, belki en bel bağladığıydı:
Şehrinin, bir hayalde yüzen yeni yüzü!..
***
Abdal Musa'nın dediği gibi "Kader okundan gizli yaydan"..
Ne var ki araya nice afet girecek, Sultan'ın Bursa için hep hatırlanmak üzere tasarladığı çehre bulanıklaşıp bozulacaktır.
Bir intikam selinden başka şey olan, ama hep öyle gelen Timur, ardından Fetret ve ardından Karamanoğlu ve ardından başkaları gelecek, bu çehreyi ve tasarımı, atların ayakları altında çiğneyecektir.
Timur'un askerleri, Ulu camiyi süvarilerinin ahırı yapacak, bununla da kalmayıp ateşe vereceklerdir; Yıldırım Camisi, imareti ve darüşşifası da yakılıp yıkılacaktı r.
Musa Çelebi, cansız bedenini şehrine getirdiğinde, nereye defnedeceğini bilemeyecektir bir süre.
Bursa kuşatmasında, İvaz Paşa'nın inatçı direnişine çarpar Karamanoğlu, kemiklerirni çıkarıp ateşe verecek, Musa’nın kaygısının yersiz olmadığını kanıtlayacaktır.
………….
MUSTAFA ARMAĞAN
ŞEHİR ASLA UNUTMAZ
İktidarların ellerinden alınmasına nasıl bir tepki gösterir şehirler? diye sorsam, eminim ki, çoğunuz benim şehri bir organizma, kanlı-canlı bir mahlük telakki etme yanılgısına düştüğüme hükmedeceksiniz, Ne var ki, bir gerçeğin altını çizmek bana önemli görünüyor: şehir asla unutmaz!
Tabii, bunu farketmenin yolu, şehrin hafızasının karanlık labirentlerinde ter döküp ilerlemeye çalışmaktan geçiyor. İlam medeniyetinin de içinde yer aldığı Doğu bilgeliği, ısrarla şehirlerin ruhundan bahseder. Kuruluşundaki tılsımdan nasıl yok olacağına kadar şehirlerin hayatları tıpkı bir insan hayatı gibi bir kader zinciri içersinde tasvir edilir. Şehirlerin hakikaten bir ruhu, aklı ve hafızası olduğuna inanlardan iseniz, Sultanahmet Meydanı'nda araba yarışçılarının canhıraş feryatlarının yeniçerilerin "istemezük"lerine karışıp dalgalar halinde içinizde kırıldığını, Davutpaşa Kışlası'nda taç giyen Bizans İmparatorlarına yapılan tezahüratın aynı yerden Şumnu'ya sefere çıkan Osmanlı askerlerinin hüzünlü gurbet türküleriyle sarmaş dolaş kulağınızda yankılandığını mutlaka hissetmiş ve mekanların karakterinin, üzerinde dolaşan insanlara ne kadar kuvvetle tesir ettiğin duymuş olmalısınız.
Baştaki soruya dönelim: Payitahtlığın kudret ve saadetini bir defa tadan eski başkentler, acaba ellerinden bu kudretin alınışına karşı bir tavır takınmışlar mıdır, yoksa boyunlarını büküp olan bitene razı mı olmuşlardır?
Bu soruya verilen cevaplar çoğunlukla eski başkentlerin bir maddi inkıraza paralel olarak bir moral çöküşe de uğradığı, servet ve kudretin merkezi olan yeni başkentin eskilerce kemal-i suhuletle baştacı edildiği yolunda olmuştur. Bir örnek vermek gerekirse, İtanbul'un başkent yapılışının, eski Osmanlı başkenti Bursa açısından bir nöbet devir-teslimi gibi idrak edildiği söylenir genellikle. Acaba hakikat bu merkezde midir'?
……………….
Bütün bu örneklerin de gösterdiği gibi, başkentler hiçbir zaman kimliklerini unutmuyor, kendilerine yaklaşan veya kendilerine yakın buldukları insanlar vasıtasıyla bu taleplerini zaman zaman dışarı vuruyorlar. Ve tıpkı Bursa gibi, birbuçuk asırlık bir şevket devrinin moral üstünlüğünü her fırsatta dile getiriyorlar. Üstad Tanpınar ne demişti: “Bir başkent daima beşkenttir. Ne kadar susturulursa susturulsun yine konuşur.”
ŞABAN AKBABA
BENİM BURSA’M
ÖTE YÜZÜDÜR BURSA’NIN:
Hem payitahttır, hem payitahta isyankâr. Cem Sultan’a mezarına gömülme hakkını da o vermiştir, Duğulu Baba’ya barışı temsil eden tahta kılıcını taşıma erdemini de. Celali Ayaklanması’nda da darbe yemiştir, Cumhuriyet’ten bir adım öncesinde de. Belki de bütün bu nedenlerle, tıpkı benim gibi hep kendini yenilemek derdindedir. Her silkinişinde alt üst olur, ama her altüst oluşundan sonra en güzel güneşlere uyanır.
İlk adımımı böylesi güneşli bir zamanında, erguvanların ışık çağlayanı gibi çiçeğe durduğu, kutsal ve “billur” bir anında atmıştım Bursa’ya. Ilık gökyüzünün ılık yağmurlarıyla ıslanmıştım. Islandıkça sevmiş, sevdikçe ıslanmıştım. Sırılsıklam olmuştum. Çünkü ta Evliya Çelebi’den beri “Su Ayeti”yle başlayan Bursa Suresi” (Ek:E) okunuyordu mistik atmosferinde.
Böceğini gördüğümde çok şaşırmıştım ipeğin. Ama sonra tohumdan çıkan binlerce minik yavrunun gül yaprağının üstündeki ilk buluşmalarına katıldım. Dolunay saydamlığında böceğe; hardal dallarına tırmanarak küçük kar topaklarına benzer biçimde kozaya dönüşüm süreçlerine tanıklık ettim. Yanıbaşlarında oturdum, yay gibi açılıp kapanarak yürümelerini izledim, bir tür senfonik müzik tadında dut yaprağı yemelerini dinledim. Anlıyordum ki İpeğin İpek Başkenti”ndeydim.
Dostları ilə paylaş: |