BURSA SURESİ
-çağdaş destan-
SU AYETİ:
Yaşamın başlangıcında SU var
bitişinde de SU !
KORO:
“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi
su gibi akar zamana koşut...
I.
Buruk bir büyüyle canlandı her şey
garip bir efsunla, yıkılınca Atussa1
donunca zaman tek bir solukta
Prusa Bursa oluverdi ansızın.
Gök kubbede duran ışık
çağladı,ağdı Ova’ya
bir damla su daha sızdı
revakta duran kovaya.
Bu yüzdendir belki de toprağındaki bereket
bu yüzdendir gizemindeki soylu kan
ve kutsanmışlığındaki talan
bu yüzdendir mutlaka
“Billur bir avize(dir) Bursa’da zaman.”2
Hannibal’dan3 Hacivat’a
Karagöz’den Mezitler’e
Her mevsim erguvan4
her gün erguvann....
II.
KORO:
İlk suyu Pınarbaşı verdi Bursa’ya
Hisar’da tavlandı demir çeliğe
kalemin yerini kılıç alınca
kılıcın önüne kalkan gelince
Orhan’ı bu görkem çekti Bursa’ya
Susurluk,Adırnaz,Nilüfer derken
Olympos’un göğsü aktı Bursa’ya
Apolyont,İznik,Dalyan gölleri
suyun güvenini sundu Bursa’ya.
III.
Gökyüzünden yeryüzüne
ağıp geçen uygarlıklar
bir böceğe ulaştılar
hükmüne diz çöktüler
gizine secde ettiler
su olup kozanın yüreğine akınca
Bursa çekmesi’ne5 ilmik attılar
İpekçe dokudular tarihi
Bu yüzden ipekçe söyleşir Bursa
ipekçe gülümser ipekçe güler
ipekçe sevişir ipekçe sever.
IV.
“Bursa,sudan ibarettir vesselam!”6
tam da bu yüzden
çok su götürür
o görkemli serüven
ve su
dolaşıp zamanın çıkmaz sokaklarını
bir nokta olur tarihinde Bursa’nın:
“Yeşil” bir nokta:
varsayılan iki dünya
kendini Bursa’dan saymış
bu dünyalar birbirine
yeşil bir yolla kavuşmuş
müziğin mistik yanında
tasavvufa keman olmuş
V.
KORO:
Yaşamın bir rengi de çınarcadır Bursa’da
İnkaya’nın giz yükü canımı çeker alır
seviyi anlatır bana her bahar sevdalanır
her yazın gölge verir, her lodos ırgalanır.
Kule-i Cihan’dan7 bakan görür rüyasını
Sultan Ahmet Camisi’nin altı minaresini
Karcıbaşı kar getirir İstanbul üzre satar
Şeyh Küşteri8 bir oyunla gösterir hünerini.
Kirazlıyayla’ya gittiğim bir gün
ben de içtim badesini sevinin
sevda defterime konan kuşlarla
ben de uçtum Bakacak’tan9 aşağı.
VI.
KORO:
“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi
su gibi aydınlık,su gibi uzun
ta Thedora’nın10 ıslak bedeninden
sağarak şehvetli sıcağını
Pythia’da11 örneğin bir Eski Kaplıca’da
bu kentin ağrısı suya dökülür
acısı,sızısı suyla sökülür
Sarıkız’dan12 alıp esin dilini
bin yıldır sulara türkü yakılır:
“Bursa’nın üçtür kurnası”
Çekirge’den Oylat’a dek
um yerine sular akar
sular cana canlar katar
derince bir felsefedir
sular hep uygarlık kokar.
VII.
KORO:
“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi
akar Marmara’ya suyla buluşur
iyotun gizini söyler tuzlu su
yakamoz gösterisinden alıp fosforu
getirip Bursa’ya bir çeşni sunar:
Suyun büyüsü yayılır
harelenen dalgalarla
deniz kızları oynaşır
ebruli zamanlarla.
VIII.
Ahşap oymanın dili var
minberden mihraba kadar
su gibi konuşur hem de
Ulucami’de kabartmalar.
İznikli çiniler selam alırlar
çininin dilinden selam verirler
İncil’den,İsa’dan,
“yarin yanağından başka
her şeyde hep beraber” diyen
Şeyh Bedrettin ustadan...
gönül alır gönül verirler...
IX.
Beyce’den13 öteye yollar
dağdan dağa ulanırlar
Bursa’nın çağdaşlığınca
onlar çağ dışı kalırlar.
“Sürgün lacivert”in14 yurdu
Harmancık’tan gelir kendi
krom madeninde yazgı
kahredici kara yazgı:
Bindirilir Mudanya’dan gemiye
uzun sürgünlere açılır yolu
denizler aşırı gider
ben de giderim ardından
yüreğim,aklım da gider:
Al olaydı gül olaydı
göllenip bizde kalaydı
bizim olan güzellikler
bizlerden saygı göreydi.
X.
KORO:
En güzel şiirlerini Bursa’nın
Bursalı bıçakçılar
bıçaklarıyla yazdılar
su vererek
zağ zağ ipildeyen mavi çeliğin ağzına
sonu hazin aşklarının
kozmik resmini kazdılar:
İncelttiler çeliğin beğenisini
bir yanı yaralı düşlerini de
katarak ağırbaşlı ellerine
sivrilttiler kınalı hançeri
yalana,dolana,yanlış olana
umuda sevdaya bileyip hıncı
yaşamın kör yanına sundular:
Her gün bir çıban deşilsin diye
sürsün diye suyun hükmü sonsuzca...
XI.
İlk adı Olyımpos,Zeus yaylağı
son adı Uludağ,tanrılar dağı
“gökyüzü senatosu orda toplandı”15
Tazecik gelindir kış boyu beyaz
baharda yeşilli,nazlı,zilli kız
yazın serin yaylasıdır sevdanın
sonbaharda binbir rengin yorumu:
Belki iç yüzü içimin
belki dış yüzü dışımın
bazen yangınıma körük
bazen de tuzu aşımın:
Kırk kat kültür ögesidir
evrensel çağrıya açık
nice bir ulu olsa da
bülbülü güle dolaşık.
XII.
Yüzlerce camisi var
minareden ormanı
yüzlerce meyhanenin
geçer kadeh kervanı
şarabın antik tadında
eder gönül harmanı
Prusa’yı Bursa yapan
bu evrensel çağrısı
özünü,tözünü bilen
bilmez yürek sayrısı.
XIII.
KORO.
Kibele’nin sütlü göğsü Mysius’da16 gül oldu
Süleyman uçarken gökte Keşiş Kayası’na17 kondu
Hannibal’in kaçak sesi boğa kanında boğuldu
İskender’in “büyük” gülü Hisar burcunda soldu
Timur’un hoyrat eli Bizantin’den el aldı
Selçuklu’nun adaleti Bursa’yı ziynet bildi
Yıldırım’ın yarım gözü Şüşter Bağı’nda18 kaldı.
Botanik Parkı’nda şimdi
güller gülleri çağırır
ne o güller antik şimdi
ne de ötüşen bülbüller.
“Misk-i amber diyarında”19
duman,sis,kirli hava
estetiğin divanında da
yargılanır bu dava.
XIV.
“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi
akar gider yüzyıllardır serüven
Arkası gelmeyen kavim kardeş göçünden
ürktü,korktu,kimliğini yitirdi
Hüsn-ü Güzel20 rüyasını bitirdi.
Bitmedi bir türlü kentsel yolcuğu
demir filizleri el açıp göğe
minareler gibi duaya durdu.
Yasak konduların izbelerinde
binlerce ayıbın çığlığı kaldı.
Ovası elmasız,gülsüz, gülşensiz
dağları Hera’sız21,merasız kaldı.
Dutları Çin kumaşı sardı
ipekböcekleri yapraksız kaldı
Duğulu Baba’nın22 türbesi öksüz
tahta kılıçları anlamsız kaldı
En güzel şiirlerin yazıldığı yer
Eski Tutukevi23 sahipsiz kaldı
yıkıldı ne varsa Nâzım’a değgin
Bursa Nâzım’sız,Nâzım Bursa’sız kaldı
Talana uğradı bağı bostanı
kokusu kayboldu, tadı bozuldu
bütün renklerini zamana verdi
yerine hazin bir destansı adlı.
KORO:
Bu kentin yazgısı benim de yazgım
ülkemin aynası, tenimde yangın!...
Artık, sular bile Bursa’ya dargın!
XV.
Şimdi oturup Koza Han’ın kalbine
demli bir çay içesim var dostlarım
içimdeki burukluğu atasım var dostlarım
akşam güneşine göğsümü açıp
nargilemden çekesim var dostlarım
dilimdeki acılardan kaçasım var dostlarım
çıkıp Tophane’ye Bursa’ya karşı
sevdalımı sevesim var dostlarım
Bursa’yı yaşamaya hevesim var dostlarım!
XVI.
KORO:
“Su” ayetiyle başlar Bursa Suresi...
Bursa,2002
EK-F:
YABANCI YAZARLARDAN
BURSA’YA DAİR
YAZILAR
ANDRE GİDE
BURSA, YEŞİL CAMİ
Huzur, aydınlık, muvazene yeri. Kutsal, kırışıksız bir mavilik; rûhun kemaliyle sağlığı!
Burada nefis bir tanrı sakindir ey cami! Burada nefis bir Tanrı sakindir ey cami!
Orada, şu yaygın taşın kubbe ve kesiği ortasında, işte tam orada, karşılaşması gereken iki eğriltinin keyfettikleri, duraklayıp dinleniyor oldukları, o gizli, etkili yerde, o buluşma ve sevişme yerinde, ruhâni muâllakiyeti öğütliyen ve mümkün kılan odur.
Ey ince gülümseme! Tam hürriyet içinde oynaşma! Ruhumun nezaketini ne de keyfince benimsiyorsun! .
Bu kutsal yerde uzun uzun düşündüm, ve sonunda anladım ki, burası ibadetlerimizi bekliyen tartışma yeridir, ve çağrısı arınma içindir.
..................................................
Çeviren: Akil Koyuncu
HENRİ DE REGNİER
BURSA
Asya topraklarında, beyaz minarelerinin ve daima yeşil selvilerinin yükselişini gördüğüm Bursa...
Emellerine ve elemlerine makes olarak, kalbimin bütün şehirler arasından seçtiği ilâhi şehir.
Manzarası tek bir günde ve ilk bakışta beni gaşyeden ve şimdi uzaklarda kalan güzelliklerin, hâtıramı büyülemektedir.
O günden beri mezarlarının sükununu daha da derinleştiren çeşmelerinin teranesini dinliyorum.
Çeviren: K Sezencan
GEORGES PERROT
………………..
Nikomedia/İzmit karşısında, körfezin güney sahilinde, dağdan geçmek için Paşa'nın ısrar ederek bize vermek istediği altı askeri buluyoruz. Bizi bekliyorlardı. Paşa 'nın iddialarına göre bölgede hırsızlar vardı. Zaten Hüdavendigâr denilen bu vilayet, imparatorluğun en kötü üne sahip vilayetlerinden biridir. İstanbul' a yakın olduğu için, başkentten kaçan tüm haydutların barındığı yerdir. Bu maiyetin eşliğinde İznik'e varmak için geçmek zorunda olduğumuz dağa yaklaşıyoruz. İçine giren bir vadiye ulaşmadan önce, saat bire doğru öğle yemeğimizi yemek için bir derenin kenarında ve ceviz ağaçlarının altında duruyoruz. İlk yaprakları henüz kırmızı, az önce tomurcuk halinde idiler. Sanki bizim gibi bu yumuşak Mayıs güneşinden yararlanıyorlardı. Altı koruyucumuz otlara uzanıp ekmek ve pırasa yiyor. Sonra onlardan biri eşyalarının içinde olan üç telli bir saz alıyor ve şarkı söylemeye başlıyor. Gölgede ve bir pınarın yanında olan bu menzil özellikle benim için ifade edilmesi zor bir zerâfet. Nitekim tekdüze ve medeni üç yıllık bir yaşamdan. sonra açık havada ve özgürlük duygusu içinde yediğim ilk yemek bu. Macera önümde. Kendimi birkaç yıl daha genç hissediyorum. Yunanistan' da yaşadığım tüm güzel günler aklıma geliyor. Ata binerek batıya doğru ilerlediğimizde, İznik yolunun kesiştiği vadinin çıkışında ve patikanın sağ tarafında, harap halde ve dikdörtgen şeklinde olan büyük bir kale görüyoruz. Söz konusu kalede açıkça Yunanlılar'ın askeri ve mimari gelenekleri bulunuyor. Bu yapı, İzmit'in İznik'te bulunan bir düşman tarafından tehdit edildiği devreye aittir. Herhalde Müslümanlar artık İznik'e sahip olduklarından dolayı Bizans İmparatorluğu'nun son saatlerini tehdit ediyorlardı. Bizanslılar sağlam kale yapımını son ana kadar sürdürdüler. Bu kaleler sayesinde imparatorluklarının ömrünü uzatıp çok sayıdaki düşmanlarına direndiler. Kuşkusuz Constantinople, mühendis ve işçilerin pratik sanatına birçok asırlık yaşam borçlu.
Burası vadinin kapısı gibidir. Bu viraneden sonra, tepeler birbirine yaklaşıyor. Oldukça yumuşak eğimli olan yamaçlar zirvelere doğru ağaçlarla dolu. Vadinin dibi işlenmiş. Burada özellikle mısır var. Saat dörde doğru, F. Cooper'in Kızılderililerin köylerinden verdiği betimlere benzeyen bir mezraya yaklaşıyoruz. Burada geceyi geçirmeyi planlıyoruz. Çünkü İznik gölünün kenarına kadar bu köyden başka bir barınak yeri bulunamaz….
ROBERT WALSH
BURSA, ULUDAĞ VE EMİRSULTAN
... Tüm nüfusun geçimini sağlayan ipekböceği yetiştiriciliği için yem sağlamak amacıyla her yere dikilmiş dut ağacının yaprağı kente ayrı bir karakter verir. Bu böceklerin ördüğü ağ çok değerlidir ve Bursa ipeği yalnızca tüm Doğu'da ünlü değil, Asya'ya giden gezginlerin, kendi ülkelerindeki arkadaşlarına gönderdiği, Doğu'ya özgü ilginç şeylerden de biridir.
Ama Bursa'nın en ilginç özelliği eteğine kurulduğu görkemli dağdır. "Hep parlayan" anlamına gelen Olympus sözcüğü eski zamanlarda, dağlar arasında, dikkat çekicilikte daha üstün olan birçok dağa verilmiş bir addır; ama bu devasa ve parlak dağa özellikle tam uyduğu görülmektedir. Bu dağ, çevresi yetmiş millik bir alan üzerinde, ovada tek başına ve tek bir kütleyle yükselir. Truva'nın yakın çevresinde olduğundan, bazıları Homeros'un,
"Zeus' un, gökyüzü senatosunu topladığı yer;" diye nitelediği ve doğasının güzelliği ve görkemiyle ilgili şiirsel kurgular sunduğu yerin burası olduğuna inanırlarım Kentten yukarılara doğru çıkan gezgin, hayret verici büyüklükte ağaçlardan oluşan muazzam bir ormana girer. Orman, dipsiz koyaklarla bölünmüştür ve gezginin yolu hep korkunç derinlikte uçurumların kenarı boyunca gider. Sonunda gezgin, yeşilliğin en zengin olduğu, geniş bir düzlüğe çıkar; bu düzlük, şimdi karşısında devasa bir duvar gibi yükselen karlı dağdan hızla inen, büyükçe nehirlerle bölünmüştür. Bu nehirler Küçük Asya'nın başka hiçbir yerinde bulunmayan besleyici balıklarıyla ünlüdür. Bu bölgenin soğuk sularına özgü bu balıklar akıntıyla aşağıdaki sıcak iklime inince ölürler ve oralarda bulunmazlar. Gözüpek gezgin, önünde uzanan karlı engeli tırmanıp aşınca, sonunda, karlı bölgenin geniş bir kuşak gibi çevrelediği çıplak ve açık bir doruğa çıkar. Bu koninin tepesinde, ova seviyesinden 10.500 ayak yükseklikte, Asya ve Avrupa'nın muhteşem bir manzarasını görür; hemen altında Karadeniz ve Ege, onları birleştiren boğazlar ve denizlerle, nehirler gibi kıvrılmaktadır ve "uzaklan gören Zeus"un, aşağıdaki dünyada olan biteni tepeden görebileceği, bundan daha isabetli bir nokta bulamayacağını hisseder….
POLONYALI SIMEON
VİYANA, 1936
...İstanbul'dan gemi ile hareket ederek ikinci günü, bir iskele olan Mudanya'ya vardık. Burada birkaç hane ermeni ile bir papaz vardı. Fakat kiliseleri yoktu ve bir evin içinde ayin icra ederlerdi. Orada beş gün kalarak, İncilci İoannes'in ve Prokhoron'un çalıştıkları hamamı görmeğe gittik. Bu hamam şimdi câmi'e çevrilmiştir. Mudanya'da pek çok rum vardı.
Mudanya' dan hareket ederek, şimdi Bursa denilen Efesos şehrine kadar olan kara yolunu birbuçuk günde kat ettik. Geniş bir şehir olan Bursa'da üçyüz hane ermeni, beş papaz ve küçük bir ahşab kilise vardı. Burası çok latif ve bol meyvalı bir yer olduğundan bir ay kaldık. Şehrin civarı kâmilen bağ ve bahçelikti; ortasından küçük bir çay akıyordu. Fakat havası çok sert, suları da hastalıklı idi. Orada eski binalar ve büyük yapılar ve cami' e çevrilmiş kubbeli kiliseler vardı. İri taşlarla yapılmış çok büyük bir mescidi Nero'nun yaptırmış olduğunu söylediler.m
Şehir dışında, kral yapısı muazzam, şifa-verici ılıcalar ve kaplıcalar vardı. İçlerinde havuzlar, şadırvanlar bulunan ve müteaddid yerlerden sıcak ve şifalı sular fışkıran bu kaplıcalara bir def'a giren, suyun bolluğundan duyduğu rahatlığa kapılarak bir daha dışarı çıkmak istemez. Kaplıca duvarları kamilen çini ile kaplanmış, zemini mermerle döşenmiş, üstlerine de kilise gibi büyük kubbeler bina edilmişti. Kaplıcaların içi o kadar pak ve berrak tutuluyordu ki bir kıl bile göze çarpmıyordu. Bu büyük binaların biraz ötesinde onu mütecaviz küçük kaplıcalar vardı. Bunların içine girince rahatlıyor ve bütün sıkıntı ve gurbet acılarını unutuyordum.
Şehrin öbür tarafında, Yedi Genc'in ölüm uykusuna daldıktan sonra tekrar dirildikleri ve mezarlarının hala mevcud bulunduğu Keşişdağı denilen Olkos dağı vardır. Dağın zirvesinde halen harap bir kilise vardır. Erciyes' den daha büyük ve yüksek olan bu dağda, yazın ve kışın daima kar bulunur; fakat karın bozulup kurtlanmış olduğu rivayet ediliyor. Kilisenin bulunduğu yere kadar dağa çıktık; fakat daha yukarıya gidemedik, çünkü yaz olmakla beraber şiddetli bir fırtına vardı ve hava çok soğuktu. Oradan, şehrin yarısının Celâliler tarafından yakılmış ve tahrib edilmiş olduğunu müşahede ettik.
Bursa'dan hareket ederek, sahil yolunu takiben Mıhalıç kasabasına geldik. Burada bir ay beş gün kaldık: çünkü orada yüz hane ermeni ve iki papaz vardı. Mıhalıç'tan sonra, bir günlük yolculukla, bir liman şehri olan Bandırma kasabasına vardık...
Tekirdağ'dan Karamürsel İskelesi'ne geldik. Burada az sayıda ermeni ve İhtiyar bir papaz vardı. Böylelikle, gittiğimiz her yerde ermeniye rastlıyorduk; çünkü toz gibi dağılmış ve yer yüzünde serpilmiş bulunuyorduk. Dört gün Karamürsel' de kaldık.
Karamürsel'den Nikya 'ya geldik. Bu şehre şimdi Çinik İznik denir; çünkü burada türlü türlü çini, fincan ve sürahi imal edilir. İznik büyük bir şehirdi; fakat şimdi büyük bir kısmı harab olmuştur; havası da fenadır. Şehrin dışında şayan-ı hayret binalar, yapılar, temel bakıyeleri ve İstanbul'daki gibi bir dikmetaş vardır. Rivâyete göre, şehir vaktiyle bu taşın bulunduğu yere kadar uzanıyordu ve mel 'un Arianos bu sütunun altında can vermişti. Burada onbeş hane ermeni ve iki papaz bulunduğundan oniki gün yanlarında kaldık. Şehrin yanıbaşında büyük bir göl vardır ki Lusavoriç'in oğlu patrik Vırtanes suları öküz ve sapanla sürmüş, gök yüzünü de yarmış ve yağmur yağdırmıştı. Suyun üzerinde sapan izleri hala görülmektedir. 318 aziz patriğin ictima ettiği mevki, şehrin ittisalinde ve gölün kenarında bulunur. Bir az ötede de kubbeli büyük bir kilise vardır. Arianoscular bu kiliseyi bir vakit ortodokslardan gasp etmişlerdi; fakat aziz Basilianos'un duaları sayesinde tekrar ibadete açılmış ve Arianoscular mahçup olmuşlardı. Şimdi çok eskimiş bir halde olan kilise rumların elindedir. Şehrin etrafında büyük surlar ve müteaddid burçlar vardı. Burcların içleri kilisede olduğu gibi, aziz tasvirleri ile süslenmiştir. Girdiğimiz her kulenin de aynı surette tezyin edildiğini gördük; fakat bunlar bugün metruk bir haldedirler. Şehrin kapısında muazzam iki söke taşı vardı. Bunların birisinin üzerinde çok tiksindirici bir vaziyette mel'un Nestor'un, diğerinde de karnı deşik ve eması dışarı sarkmış bir vaziyette Arios 'un resimleri hakkedilmişti. Nestor'un resmi, ağzı açık ve dili boğazına sarkmış olup, korkunç bir manzara arz ediyordu. Şehrin havası çok sert ve fena olduğundan, şehirde gerek yerli ve gerek dışarıdan gelmiş bütün insanların yüzleri sararmıştı. İznik'ten hareket ettikten sonra, otuz hane ermeni ve bir papazları bulunan Sakarya adlı bir köye geldik...
ŞİHABEDDİN EL- ÖMERİ
(XIII - XV YY)
BURSA MEMLEKETİ
Burası ikinci kuşağın üçüncüsüdür. Bunun sahibi,
Orhan bin Tuman (Osman) dır. Buranın merkezi Bursa şehridir. Bunun mevkii Murad'ed-din Hamza İli'nin doğusunda olup Samsun ve Sinop' un biraz batı tarafına düşmektedir. Cebeli Kassis (Kassis Dağı) bunun batısındadır. Bu il sahibinin elli şehri vardır. Kaleleri ise bundan daha çoktur. Askeri kırkbin atlı kadardır. Piyade askeri bilhassa isteyip toplayacak olursa sayılmayacak kadar çoktur. Fakat denilir ki askerlerinin zenginliği azdır, görünüşü kadar heybetli ve azametli değildir.
Adı geçen Orhan kendi komşularıyla ekseriye sulh halirıde yaşar. Kendisirıe yardım eden olursa o da ona yardım eder. Bununla beraber savaştığı hallerde bazen galip geldiği ve bazen de mağlup olduğu anlar olduğu gibi, birçok harblerinde birtakım adamların burunlarını yere sermekte sebat ve azmi vardır. Askerindeki zenginliğin az olması, halkının doğru dürüst insanlar olmaması ona mücavir olan memleketlerin düşman ve asi olmalarından ileri gelmektedir.
Diyorlar ki, bu Orhan'ın idaresi altında yaşayan halkı fena kişilerdir. İçleri hep kin ile doludur. Sarıklarımekir ve desise üzerine sarılarak dolanmıştır. Bu il'in Dirhemi, tam ve bütün dirhemdir. Halis gümüşden dökülmüştür. Muddu Germiyan'ın muddu gibidir. Eşya fiatı çok zaman ucuzdur. Bu memlekette tam üçyüz ılıca vardır ki, bunlardan sıcak su çıkar. Öksürük ve fek hastalıklarına düçar olanlar bu ılıcalara gelerek orada yıkanırlar ve şifa bulurlar. Ben derim ki, bu ılıcalardan dünyanın her yerinde pek çoktur. Fakat bu şehirdeki gibi hepsinin bir yerde toplandığını başka yerde görmedim. Bunun sebebi de bu arazinin kükürtlü ve bataklık olmasından ileri gelmektedir.
Çev. Prof. Dr. Yaşar YÜCEL
EVLİYA ÇELEBİ
(Mehmet Zılli Oğlu)
SEYHATNAME’DEN…
“Bursa sudan ibarettir veselam.”
……………………
Zülâl kurdu suyunun hassası
Bir erkek cima'dan veya bir kadın çocuk yapmaktan kalsa bu kurdu yiyince Allah'ın emriyle döl döker. İktidar sahibi olur. Gayet kuvvetlidir. Gözleri de kuvvetlendirir. Velhasıl, vücutta bulunan çeşitli hastalıkları tedavi edip insanı anasından yeni doğmuş gibi yapar. Bunu bulmak, kimya bulmaktan da güçtür. Meğer padişah istesin... Amma Elbürz dağında köpek kadarı da olur derler. Normal dört ayağı olup, kar içinde yaşar. Dışarıya çıkıp biraz nefeslenir, yine kar içine girermiş. Günahı söyleyenin boynuna.. Ben görmedim.
Keşiş Dağı'nda Süleyman Han Pınarı'ndan yukarısı karsız ve ağaçsız çemenzârdır. Fakat çiçekleri yoktur. Çıplak dağlardır. Oradan tam beş saatte Kule-i Cihan'a vardık. Burası Keşiş Dağı'nın zirvesidir ki, göklere baş kaldırmıştır. Aşağıda, bulutların şehir üzerinden geçtiği görülür. Bursa'dan tam iki günde bu kuleye çıkılır amma çok zordur. Yüksek bir dağ olduğundan kar ve ağaç durmaz. Çıplak, kayalık bir tepedir ki kıble tarafında Kütahiyye Dağı, şark tarafından Söğüt Dağları görünür. Garp tarafından deniz aşırı, Rumeli tarafında Gelibolu Dağları görünür.
Bulutsuz havada güneş, İstanbul Kalesi üzerine vurunca Yedikuleleri, Sultan Ahmet Camii'nin altı adet minareleri ve Ayasofya Camii görünür. Öyle yüksek bir dağdır ki, insan bir kaya arkasına gizlenmese, rüzgâr insanı yorgan pamuğu gibi havaya atar. Çok sert rüzgarı vardır. En tepesinde bir mezarı vardır. Dört tarafının iri taşlarla çevrilmesinden büyük bir adam mezarı olduğu anlaşılır. Bu mezar "Lenduha'nın oğlu Sağdâ'nın mezarıdır." Hz. Hamza'nın korkusundan bu dağda yerleştiği halk arasında söylenir. Bu mezarın yakınında yeraltında bir mağara vardır. Yokuş aşağı hayli gider bir karanlık mağaradır. İçinde yetmiş-seksen kadar mağara vardır. Kefere zamanından İstanbul'da, Ayasofya kubbesinin üstünden papazlar uçarak bu mağaralarda otururlarmış. Bazı kayalarda, ikibin yıllık tarihli hatlar vardır. Teferrüce çıkan erbab-ı maarif'in dahi hüsnü hatları vardır. Seyretmeye değer yüksek bir dağdır.
Bu seyir ve safalardan sonra, yokuş aşağı inerek oniki saatte Kadı Yaylası'na varıp çadırlar dikerek bir gün zevk ve safalar ettik. Oradan aşağı karcılar yoluyla tam on saatte Bursa şehrine geldik, vesselam...
RICAUT
AMSTERDAM, 1686
"Hızreviler hakkında... "
Otuz beş yıl devleti yöneten ve seksen üç yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Orhan'ın devrinde, imparatorluğun merkezi olan Bursa'da Hızır adında çok ünlü bir derviş yaşardı. Çoğu zaman sağa sola gider, kedi ve köpekleri beslemek için koyun, sığır ciğeri alırdı. Fakir bir hayat sürer, oruç tutarak iradesini güçlendirir ve öyle içten ağlardı ki gökteki melekler yeryüzüne inerek ortaya koyduğu nefse eziyeti seyrederlerdi. Ününü duyan Sultan Orhan, kendisini görüp, ağzından hayat hikâyesini dinlemek istemişti. Huzura çıkan Hızır, bir zamanlar Hz. Muhammed'in soyundan gelen bir kral olduğunu, Nil, Fırat ve Dicle'nin suladığı topraklarda adaleti ve kılıcı ile hüküm sürdüğünü, adını duyunca herkesin ürperdiğini anlatmıştı. Fakat dünya nimetlerinin boşluğunu anlayınca bütün servetini, ikbalini terk etmiş ve münzevi bir hayat yaşamaya başlamıştı. Bu hikayeyi duyan Sultan Orhan hayretini gizleyememiş, deli veya garip görünüşlü kimseleri küçümsemenin doğru olmadığını, bu görünüşleri altında büyük bir bilgelik saklı olduğunu belirtmişti. Bu yüzden Türkler delilere ve garip görünüşlü kimselere saygılı davranırlar, onların gökten ilham aldıkları için diğer insanlar gibi olamayacaklarım söylerler. "
"Bu Hızır kimya sanatında çok üstündü, tarikatına girenler akça yerine altın verirdi. Yeşil bir cüppe giyer, gayet kanaatkar bir hayat sürer, elbiselerini kendi onarır ve tekkesi için gerekli eti kendi temin ederdi. Cami kurulması için büyük yardımlarda bulunmuş, Kahire' de, Bağdat'ta imarethaneler kurmuştu. Türbesi Bursa' da bulunur ve her gün büyük bir kalabalık tarafından ziyaret edilir." İşte şeyhlerden öğrendiklerim bundan ibarettir.. .
Çev. M. Reşat UZMEN
Dostları ilə paylaş: |