İzmir İktisat Kongresi: İktisadiyatın Düzenlenmesi ve “Yeni Türkiye İktisat Mektebi”
1923 yılının iktisadi açıdan en önemli olaylarından birisi de İzmir’de 17 Şubat’ta toplanacak olan İktisat Kongresi’dir. Kongre’ye İktisat Vekaleti’nce bir davet yapılarak, dört toplumsal kesimden (çiftçi, zanaatkar, tüccar ve ameleler) temsilcilerin gelmesi sağlanmıştır. Kongre’ye katılan farklı kesimlerin hükümete milli bir iktisat için yol göstermesi gibi bir amaçtan söz edilmektedir. Kongre’nin temel özelliği ilk defa ulusal iktisadi aktörlerin bir araya gelerek iktisat hakkında görüşmeleridir. Kongre sadece ulusal bir ekonomik yapının nasıl kurulacağını konu edinmemektedir. İşçi haklarından zirai sorunlara kadar çok sayıda tartışma da yapılmıştır. Aynı zamanda ulusal bir siyasi yapının inşası ve iktisaden ve siyaseten bağımsızlık da Kongre’nin temel tartışma konularındandır. Kongre’nin 1135 delegeyle toplandığı dikkate alınırsa katılımın dönemin şartları içerisinde yüksek olduğu söylenebilir.
Kongre’nin bir diğer önemi, sonraki yıllarda izlenecek iktisadi yöneltilere de ışık tutmasıdır. Özellikle yabancı sermaye ve özel sektörle ilgili alınan kararlar ve yapılan konuşmalar dikkat çekicidir.65 Kongre’de özel sektör ve devlet girişimini bir arada bulunduracak bir iktisadi yapının işaretleri verilecektir.
Programı, İktisat Vekaleti’nce ilgili yerlere Ocak ayı başında gönderilen Kongre’nin66 Meclise yansıması ilk olarak 5 Şubat günlü içtimada cevaplanan bir soru önergesiyle olacaktır.67 Ali Şükrü Bey, 3 Şubat tarihli sorusunda “İzmir'de büyük bir İktisat Kongresi akdedileceğini” gazetelerden okuduklarını ve hakkında pek bilgiye sahip olmadıklarını ifade etmektedir. Mebus Kongre’yi kimin düzenlediği, bir gündemi olup olmayacağını, temsilci olarak mebusların katılmasının Meclis toplantılarını etkileyip etkilemeyeceğini sormaktadır.
İktisat Vekili Mahmud Esad Beysöz konusu Kongre’nin yaklaşık bir buçuk ay önce İktisat Vekaleti’nce yayımlanan tamimle vilayet ve livalara duyurulmuş olduğunu, konunun bir gazete haberi olarak anılmasının doğru olmayacağını belirtmektedir. Ayrıca Kongrenin Heyeti Vekile ile doğrudan ilgisinin bulunmayıp İktisat Vekaleti’nin girişimi ve teşvikiyle ilgili kesimlerin toplantıya çağırıldığını ifade etmektedir. Sonrasında kısaca İktisat Kongresi’nin amacını ve nasıl ortaya çıktığını anlatan Vekil, uzun senelerden beri iktisadiyatın ihmal edildiğini ve konu hakkında “memleketimiz iktisat âmillerinin68 bir araya gelerek düşünmelerini”, görüşlerini Meclise ve Hükümete bildirmelerini ve “teşebbüsü şahsiyeleriyle orada yapılması lâzımgelen işlere derhal orada karar vererek harekete geçmelerini” uygun gördüğünü söyleyecektir. Sonrasında Mustafa Kemal’e 21 Kasım’da bir telgraf çektiğini, telgrafta iktisat amillerinden bahisle “(b)u meslek adamlarını dinlemek ve onların dileklerine göre bir İktisat Programı vücuda getirmek, doğrudan doğruya memleketin vicdanını ve kalbini dinleyerek bir program vücuda getirmek” konusunun önemli ve “hayırlı” olacağını bildirdiğini söylemiştir. Mustafa Kemal’e bu işin fahri başkanlığını (riyaseti fahriyesini) önerdiğini belirtecektir. Mustafa Kemal’in de memnuniyetle konuyu kabul ettiğini ve Kongre’nin açılış konuşmasını yapacağını söyleyen Mahmud Esad Bey, “esas itibariyle halkçı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisinin riyaseti fahriyesinde İktisat Kongresinin açılmasını Hükümetimizin ve Meclisimizin prensipleriyle de çok uygun” bulduğunu belirtecektir.
İktisat Kongresi’nin “esas maksadı”nı anlatan Vekil, İstanbul’daki tüccar ve çiftçilerin yabancı tüccar ve çiftçileri tanıdığını ama Anadolu’daki tüccarları veya çiftçileri bilmediğini; bu Kongre’nin yardımıyla “yekdiğerini tanımıyan memleketin öz evlâtları birbirlerini ve memleketin iktisat ihtiyaçlarını bir kere de bir arada” düşünüp tartışabileceklerini, “bir arada toplu olarak iktisat işlerini” halledebileceklerini söyleyecektir. Eğer onların yetkilerinin yetmediği durumlar ortaya çıkarsa da Meclisin ve Hükümetin o konuda dikkati celbedilecektir.
Soruyu yanıtlamaya devam eden Vekil Kongre’nin gündeminin belli olup olmadığına ilişkin soruya gündemin Kongre’nin kendisi tarafından oluşturulacağını, Vekalet’in sadece yol gösterici olduğunu vurgulayacaktır. Genel çerçevenin belirlendiği bir kitapçık bulunduğunu belirten Vekil belli başlı konuların bu kitapçıkta dile getirildiğini, gerekli görülmezse gündeme alınmayacağını vurgulayarak önemli bazı konuları sıralamaktadır. Bunlardan birisi “itibari mali ve şahsi” konusudur. Köylünün nakdi sermayeye ihtiyaç duyduğunu ve bunun için nakdi kredi konusunun düzenlenmesi gerektiği; buna koşut olarak Banka meselesi ve “köy bankası” veya Ticaret Bankası gibi bankalar konusunda tartışma yürütülmesinin önemli olduğunu belirtecektir. Bir diğer konu olarak istihsal ve istihlak [gelir ve harcamalar] meselesi ve onun içinde orman, maden, sanayi gibi konuların da bulunduğu ve onun da Kongre gündemine dahil olursa faydalı olacağını ifade edecektir. Vekil, şirketler, sendikalar ve köylünün durumu gibi konular üzerinde de durulmasını “önermektedir.” Mahmud Esad Bey, yabancı basının, Türkiye’nin yabancı sermayeye karşı olduğunu ima ettiğini ama bunun böyle olmadığını Chester projeleri üzerinden açıklamaktadır.69
Diğer konulara da kısaca değinen Vekil’den sonra sözü sual takririnin sahibi Ali Şükrü Bey alacak ve konuya ilişkin açıklamalarda bulunacaktır. Ali Şükrü Bey, söz konusu Kongre’nin meslek temsilcilerinin belirlenmesinde hükümetin ön ayak olduğunu ve emirler vererek temsilciler talep ettiğini söyleyecek ve buna benzer bir şeyi sadece Mussolini’nin yaptığından bahsedecektir. Açıklamalarına devam eden mebus, böyle kongrelerin yapılması gerektiğini ama söz konusu kongrelerde Meclisten ya da hükümetten birilerinin bulunmasının doğru olmayacağını ifade edecektir. Meslek gruplarının farklı ve belki de birbirleri aleyhinde çıkarlarının bulunduğunu, bu grupların toplanarak bazı temennilerde bulunabileceğini ama söz konusu temennilere ve izlenecek politikaya Meclisin ve hükümetin egemen olması gerektiğini, bu nedenlerle siyasetçilerin böyle kongrelerde yerinin olmadığını anlatacaktır:
Yakında gazetelerde gördüğüm, İtalya Başvekili Mussolini'nin yapmak istediği bir İktisat Kongresidir. Fakat onun mahiyeti âdeta iktisadi bir Meclisi Mebusan şeklinde olduğundan gayet şiddetli ve fena bir hücumla karşılanmıştır. Zannediyorum ki, o da suya düşmek üzeredir… Bu tarzdaki kongreler yalnız istişari mahiyette toplanırlar ve kararları sırf temenniyattan ibarettir. Bu temennilerin içinde hiçbir vakit resmî bir elin bulunmaması lâzımgelir… Memlekette mütevazin [dengeli] bir iktisat siyaseti temin etmek, mütevazin bir nafıa siyaseti temin etmek vazifesi ile muvazzaf olan kongre bu Meclistir, meşru ve resmî bir mahiyeti de haizdir. Hariçte yapılan toplanmalar sırf hususidir ve buna Hükümet parmağının girmesi katiyen doğru değildir.
Ayrıca iktisatçıları toplayıp onlardan politika talep etmenin de sakıncalı olduğunu, “ben bir şey düşünmedim, siz düşünün de bana bir şey verin demenin, ben bu işi yapamıyorum, demek” olduğunu ifade eden mebus, bir esas etrafında toplanmış bir kongre yapılması gerektiğini söyleyecektir. Bundan “daha ufak, daha basit birtakım mesail” olduğunu ve bunların yapılmamasından zarar doğacakken kongreyle mesainin boşa harcandığını ifade edecektir. İktisat Vekili de tekrar söz alarak iktisadı da halka danışabileceklerini, “memleketin öz iktisat evlatlarının iktisat siyasetine dair söyleyecekleri şeyleri dinlemenin de Meclisi Âlinin en mukaddes vazaifi dâhilinde” olduğunu söyleyecektir. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, mebusların Kongreye gitmesi durumunda Meclisin toplanıp toplanamayacağına ilişkin soruya cevap verecektir Meclisin toplanmasını engelleyecek herhangi bir karar alınmayacağını belirtecek ve bu nedenle kendi yörelerini iyi bilen mebuslar yerine yöreden temsilciler seçildiğini söyleyecektir. Kongre öncesinde konu bu boyutuyla Meclise gelecek ve Mecliste konu hakkında daha ayrıntılı bilgi verilmiş olacaktır.
Kongrenin açılışı 17 Şubat’ta olacak ve açılış, İktisat Vekili’nin de ifade ettiği gibi Mustafa Kemal’in nutkuyla gerçekleşecektir.70 Nutukta iktisatla ilgili konuların yanında bazı siyasi meselelere de değinilmektedir. Temsilci olarak gelenlerin halkı temsil ettiklerinden bahseden Mustafa Kemal “sizler doğrudan doğruya milletimizi temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından müntehip [seçilmiş] olarak geliyorsunuz.” diyecektir. Bağımsızlık ve müstakil bir devletin kurulması, imtiyaz ve kapitülasyonların kalkması gerektiğini belirtecektir. Osmanlı döneminde verilen imtiyaz ve kapitülasyonların Osmanlı Devletini esir bıraktığını ifade eden Mustafa Kemal, devlet ve hükümetin “Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey” yapmadığını söyleyecek ve bunların kaldırılmasıyla müstakil bir devletin ancak kurulabileceğini ifade edecektir. Tam bağımsızlık için ise hakimiyeti milliyeye vurgu yapan Mustafa Kemal, kazanılan zaferlerden söz ederek bu zaferlerin iktisatla tamamlanacağını söyleyecektir. Ulusal egemenliğin temininin sözlerle ya da kağıt üzerindeki düsturlarla olamayacağını bunun için kuvvetli bir iktisadiyat gerektiğini “Dahil olduğumuz halk devrinin, milli devrin milli tarihini de yazabilmek için kalemler, sapanlar olacaktır. Bence halk devri, iktisat devri mefhumu ile ifade olunur” diyerek vurgulayacaktır.
Ekonominin gelişmesi için kısa dönemde sermayeye de ihtiyaç olduğunu belirten Mustafa Kemal Paşa, sözlerinden yabancı sermayeye karşı olunduğunun çıkarılmaması gerektiğini, yabancı sermayenin Türkiye kanunlarına uyduğu müddetçe Devletin, yatırımlarda gerekli teminatı vereceğini vurgulamaktadır:
Konuşmasında Lozan’a da değinen Mustafa Kemal, sulh meselesindeki tıkanıklığın, yabancıların iktisadi konularda Türkiye’nin meşru/doğal haklarını vermek istememelerinden kaynaklandığı söyleyerek, devletin hakimiyeti milliyesini temin etmesi durumunda kuvvetli bir temel üzerinde yerleşmiş olacağını ve yabancıların bunu istemediğini ifade edecektir. Ayrıca ülke genelinde yol ve demiryolu yapımının zorunlu olduğunu benzer biçimde tarım ve sanat ve ticarette de gelişme göstermenin zorunlu olduğunu ifade edecektir.
Kısaca ülkenin sınıfsal yapısına da değinecek olan Mustafa Kemal, birbirlerinin çıkarının karşısında olan değil ama birbirlerine muhtaç olan dörtlü bir ayrım yaparak çiftçi, sanatkar, tüccar ve ameleden oluşan bir toplum yapısı olduğunu vurgulayarak iktisadi gelişmenin bu fırkaların ayrı ayrı çalışmasıyla değil beraber hareket etmesiyle mümkün olacağını söyleyecektir.
Kongre’de İktisat Vekili Mahmud Esad Bey de bir açıklamada bulunup “iktisadiyat” hakkında bilgiler vermiştir.71 Vekil, iktisadi tarihi kabaca (Kuruluştan Hilafete, Hilafetten Tanzimata, Tanzimat’tan Teşkilatı Esasiye’ye, ve Yeni Türkiye olmak üzere) 4 bölüme ayırarak, son dönemi ayrıntılandırmaktadır.
Hakimiyeti milliyeyi “milli hakimiyet-i iktisadiye” olarak anladığını söyleyen Vekil, önceki dönemleri Halifelerin veya sultanların iradesinin egemen olduğu dönemler olarak tanımlamaktadır. Hakimiyeti milliye varken Sultanların, Halifelerin milletin iradesinden bir karış ileriye geçemeyeceklerini söyleyen Vekil, “Türk milletinin her ferdi daha anasından doğarken halkın başına taktığı ‘sorguç’la sultan olarak doğmaktadır” diyecektir.
Hükümet sistemleriyle ilgili sözlerinde, Anayasada kabul edilen sistemin hiçbir meşruti devletin sistemine benzemediği ve bu sistemin sorumluluk (mesuliyet) esasını kabul etmediği yönünde eleştiriler geldiğini söyleyen Mahmud Esad Bey, bu iki konuya cevap verecektir. Meşrutiyetle ilgili tartışmada “esasen hiçbir meşruti devletin sistemi aynen diğerinin eşi değildir ve olamaz” diyecek, her kavmin ihtiyacının farklı olduğunu ve hepsinin farklı sistemler geliştirdiğini ifade edecektir.72 Parlamentarizm ve güçler ayrılığı usullerinin de “bir zümre veya diktatörlük idaresinden başka bir şey ifade etmeğe kabil…” olmadığını ve bunların bazen de “münafi-i hakimiyet-i milliye” olduğunu ABD başkanı Wilson’a atıfla savunacaktır. Parlamentarizmi ise kuvvetler ayrılığı ile karıştırmamak gerektiğini, parlamentarizmde teşrii ve icrai kuvvetler arasında sıkı bir tedahül [iç içelik] olduğunu söyleyecek, kuvvetler ayrılığının ise hayali üç kuvvetin birbirlerine kontrol etme hakkı olduğunu ifade edecektir. Bu sistemin de “hakimiyet-i milliyeyi manâ-ı tâmmı ile ifade edememiş ve bir zümre devleti olmaktan ileri gidememiş” olduğunu vurgulayacaktır.
Sorumluluk meselesinde ise meşrutiyette gayenin mes’uliyet olmadığını, tersine “mes’uliyete meydan vermemek” olduğunu ifade edecek ve Meclisin halkın temsilcisi olarak sorumluluğunun bulunduğu ve kuvvetler üzerindeki kontrolü Meclisin sağladığını belirtecektir. Batının da sorumluluk meselesini meşrutiyetle çözdüğünün sanılmaması gerektiğini vurgulayacaktır.
Hükümet yapısının farklılığını anlatan Vekil sonrasında iktisadiyata da değinecek ve onu tanımlayacaktır. Burada da diğer sistemlerden ayrı olunduğunu ifade edecek ve diğer iktisat gelenek ve okullarından ayrılığı vurgulamak üzere, sisteme “Yeni Türkiye İktisat Mektebi” diyecektir:
Yeni Türkiye iktisadiyatı mevcut iktisat sistem ve siyasetlerinin hiçbirinin aynı olamaz. Memleketimizin iktisadi mana ve ihtiyacına, iktisat tarihimizin ruhiyatına muvafık başlı başına bir iktisat siyaseti takip eylemek mecburiyetindedir. Biz iktisat meslekleri tarihinde mevcut mekteplerinden hiç birine mensup değiliz. Ne (bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar) mektebine, ne de sosyalist, komünist, etatist veya himaye mekteplerinden değiliz. Bizim de yeni Türkiye’nin yeni iktisadi manasına göre yeni bir iktisat mektebimiz vardır. Buna ben (Yeni Türkiye İktisat Mektebi) diyorum… Yukarıda zikrettiğim mekteplerden… bunlardan istifade etmeyi de ihmal etmiyeceğiz… İktisadi teşebbüs kısmen devlet ve kısmen teşebbüs-ü şahsi tarafından deruhte edilmelidir. Mesele büyük kredi müessesatını, sanayi teşebbüsatını ilah… Devlet idare edecektir. Çünkü memleketimizin iktisadi vaziyeti bunu istilzam ediyor.
Özetle “bazı hususatta iktisadiyatımız devletleştirme usulünü takip edecek, bazı hususatta iktisadi teşebbüslerini şahsi teşebbüslere terk edecektir” sözleriyle karma bir yapıdan bahsederek himayeci yaklaşımın da bazı durumlarda sağlanacağını, bazı malların dışalım ve dışsatımının ise serbest bırakılmak durumunda olunacağını belirtecektir.
Toplumsal sınıf konusuna da değinen Mahmud Esad Bey, önceden beri ülke genelinde sınıfların kesin olarak oluşmadığını, tüccarın da, çiftçinin de, sanayicinin de amelenin de kısaca bütün iktisat amillerinin doğrudan doğruya yabancı sermayenin esir ve hizmetkarı olduğunu ifade edecektir. Bütün bu zümrelerin birleşmesini ve kendilerini bir teşkilata bağlaması gerektiğini söyleyen Vekil, yine de (Mustafa Kemal’in belirttiği gibi) yabancı sermayeye karşı olmadıklarını, “Türkiyelilerden fazla bir imtiyaz, bir hile ardında koşmamak şartıyla” yabancıların “bizi asri ve medeni bir millet olarak tanımaları ve ona göre bize karşı vaz-ı hakikilerini almaları” gerektiğini vurgulayacaktır.
Hakimiyeti milliyenin geçerli olması için sonraki iktisat politikalarının da iktisadiyatın “menafi-i âliyesi”ne bağlı olması gerektiğini ancak bu yolla “milli bir Türk (Halk Devleti)”nin kurulabileceğini söyleyerek Türkiye’nin bu güne kadar böyle bir devlet idaresi yaşamadığını belirtecektir.
İktisat için bir an önce faaliyette bulunulması gereken 6 konu belirleyen Vekil; (çiftçi dernekleri, amele ve tüccar sendikaları gibi) meslek teşkilatları, (teşebbüs-ü şahsi ile zirai, ticari vb.) ve kredi müessesatı kurulması gerektiğini, bir an önce makine devrine geçilmesinin zorunlu olduğunu, iktisat cidaline toplu çıkmak gerektiğini, bunun için kooperatif gibi kuruluşlara gereksinim olduğunu, kendi kendine yeten bir iktisadi yapı kurarak üretim, ithalat ve ihracat arasında düzen getirmek gerektiğini vurgulayacaktır. Böyle bir politika ve teşkilatlanmanın “Türkiye iktisat amillerinin haklarını harice ve dahile karşı koruyacak en kuvvetli siper, kalkan” olacağını söyleyen Vekil “yalnız Türkiyeliler için değil, bütün dünyanın mazlum iktisat amilleri için” de bunu temenni edecektir.
İktisat Kongresi, açılıştan sonra gruplar halinde toplanacaktır. Kazım Paşa’nın Kongre Reisi seçildiği Kongre’nin toplantıları 4 Mart’ta sona erecek ve “misak-ı iktisadiye” adında bir metin yayınlanacaktır. Metinde iktisadi plan ve programdan ziyade Türkiye halkının iktisadi ve ahlaki tutumu ile ilgili maddeler bulunmaktadır. İsraftan kaçınmayı ve milli varlıkları korumayı öğütleyen metin içinde sağlıktan nüfusun artmasına, kendine düşman olmayan milletlere dostluk güdülmesi gerektiğinden çalışkan olunmasına kadar çeşitli konulardaki maddeler, “1135 murahhasın iştirakiyle İzmir’de in’ikad eden ilk Türkiye İktisat Kongresi’nin müttefikan tesbit ve kabul ettiği Misak-ı İktisadî esasları” adıyla sayılmaktadır. Metnin memleketin “her köşesine ve en ziyade köylerinde” anlatılmak üzere dağıtılması, münasip mahallere asılması ve hutbelerde okutulması yönünde karar alınmıştır. Metnin temel özelliklerinden birisi iktisadi ve siyasi bağımlılıktan kurtulmaya ve “milli” iktisat ve topluma ilişkin atıflar içermesidir.
İktisat Kongresi’nin toplanmasındaki amacın hükümete bizzat iktisadi aktörler (milli iktisat amilleri) tarafından “öneri getirilmesi” olduğu ifade edilmiştir. Çok sayıda madde tüccar, sanayici, ziraatçı ve işçiler tarafından konuşulmuş ve oylanmıştır. Bu konular içerisinde bazıları ön plana çıkmaktadır; bunlardan belki de en önemlisi reji idaresi ve tütün inhisarı meselesidir. Reji idaresinin kaldırılması ve tütün ticaretinin serbest bırakılması yönünde bütün gruplar görüş bildireceklerdir. Benzer bir konu da yabancı sermaye ile ilgilidir. Hükümete öneri şeklinde düzenlenen metinde yabancı sermayenin zorunlu olduğu ama bunun ülkeye “muzır olmayacak şekillerde girmesinin temini”nin sağlanması, tamamen yerli sermayeye tahsis edilecek alanların belirlenmesi ve bu alanlardan yabancı sermayenin uzak tutulması, kanunen Türk addedilmeyen şirketlerin hükümet münakasa ve müzayedelerine iştirak edememeleri gibi önerilerde bulunulmaktadır.73
Bir diğer dikkat çeken konu da Kazım Paşa’nın Latin harfleri hakkında olumsuz yorumu olacaktır. Kongre’de Latin harflerine geçilmesi gibi bir önerinin hükümete duyurulması talebi üzerine Kongre başkanı olarak açıklama yapan Kazım Karabekir bu öneriye karşı çıkmış ve bunun önceden beri bazı düşünür ve yazarlarca dile getirildiğini hatta bazı memleketlerde uygulandığını ama sonucunun Arnavut ve Azerilerde hezimet olduğunu ifade etmiştir. Bazı yerlerde okuma yazmanın doğrudan aileler tarafından verildiği bu nedenle Latin harflerine geçmenin bunu da engelleyeceği gibi sebeplerle öneriye karşı çıkmıştır.74
Dostları ilə paylaş: |