Ankara’nın Başkent Olması
Ankara’yı başkent yapma düşüncesi senenin başında gündeme gelmiş; öneri bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından 16-17 Ocak tarihli İzmit konuşması sırasında dile getirilmiştir. Mustafa Kemal, İstanbul başkent olamayacağına göre Ankara’nın uygun olacağını belirtmiştir.37 Ankara’nın başkent olması ise 13 Ekim’de gerçekleşecektir. Ankara dışındaki seçeneğin İstanbul olması ve hatta Mecliste bunun bazı mebuslarca önerilmiş olması, durumu ilginç kılmaktadır. Zira İstanbul’un tahliyesi olarak anılan Türk askerlerinin İstanbul’u sembolik olarak geri alması da aynı günlerde gerçekleşmiştir. Ankara’nın başkent olması için İsmet Paşa tarafından yapılan öneriyle38 İstanbul’un tahliyesinin (6.10.1923) arasında çok kısa bir süre bulunması iki konu arasında bir ilişkinin varlığını akla getirmektedir.
Konunun Hakimiyeti Milliye’de ilk gündeme gelişi 8 Ağustos’tur. Habere göre hükümet merkezi tartışmaları sürmekte, birçok kişi birçok yer hakkında görüş bildirmekte ise de Hakimiyeti Milliye’ye ulaşan bilgiye göre Ankara, Meclis açıldıktan sonra, ki Meclis 11 Ağustos’ta açılacaktır, başkent ilan edilecektir.39 Sonra gündeme gelen bir diğer haber ise önerinin verildiği gün çıkacaktır.40 Buna göre 9 Ekim’de toplanan Halk Fırkası’nda konu görüşülmüştür. Yapılan önerilerden ilki başkentin Anadolu’da olması yönündedir. Bu kabul edildikten sonra başkentin Ankara olması önerilmiş ve bu öneri de kabul edilmiştir.
Halk Fırkası’nın kararından sonra yukarıda da ifade edildiği gibi 10 Ekim günü İsmet Paşa’nın verdiği teklifle konu Meclise yansımış ve teklif Meclisten Layiha Encümeni’ne sevk edilmiştir. Teklifin Encümen’den Meclise dönüşü ise 13 Ekim’de olacaktır. Başta konunun müstacelen müzakeresi önerilse de görüşülmekte olan Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulmasıyla ilgili düzenleme ertelenmemiş, yine de konu aynı gün ikinci celsede görüşülebilmiştir.41
İsmet Paşa ve arkadaşlarının verdiği teklifin esbabı mucibesinde Lozan Antlaşmasının mütemmimlerinden olan Tahliye Protokolünün uygulanması sonucunda “ecnebi işgalinden, kurtulan Türkiye'nin fiilen tamamiyeti tahakkuk” ettiği bildirilmektedir. Bu nedenle Türkiye devletinin makarr-ı idaresinin [hükümet merkezi, başkent] belirlenmesi zamanı geldiği bildirilmektedir. Başkent olacak yerin, “coğrafya ve sevkulceyşiyenin [askerin sevki veya geri çekilmesinin yönetimi]”gereği olarak Anadolu’nun merkezinde yer alması gerektiği, İstanbul’un boğazlarla ilgili antlaşmadan kaynaklanan durumu nedeniyle başkent olmaya uygun olmadığı bu nedenlerle Ankara’da karar kılındığı anlatılmaktadır.
Kanun layihası tek maddeden ibaret olup “Türkiye Devletinin makarrı idaresi Ankara şehridir” biçiminde düzenlenmiştir. Madde düzenleniş itibariyle bir Anayasa maddesini hatırlatmaktaysa da Anayasada bir değişiklik yaratmamıştır. Kanunlaşma sürecinde kanun layihasına ilişkin Kanuni Esasi Encümeni mazbatası kabul edilmiştir. İlgili mazbatada “Me(z)kûr teklifi kanunîde münderiç [var olan] maddei kanuniyenin bilâhara tanzim ve kabul kılınacak mufassal [ayrıntılı] Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun silsilei mevaddı meyanına ithali temenniyatının Heyeti Umumiyeye arzına müttefikan karar verilmiştir” ifadesi yer almaktadır. Oturumun sonunda, düzenleme onaylanırken Bozok mebusu Avni Bey, oylamanın tayini esamiyle [isim oylaması] yapılması gerektiğini söylemişse de oturumu yöneten Meclis Reisisanisi Ali Fuad Paşa, Kanuni Esasi Encümeni mazbatasının oylandığını ifade ederek “Kanunu Esasiye bir madde ilâve etmedik. Encümen mazbatasını reyi âlilerine vaz'ettim. Encümen mazbatasını dikkatle okuyunuz” diyecektir.
Kanun layihası ve encümen mazbatalarının okunmasında sonra söz alan Gümüşhane mebusu Zeki Bey sert bir çıkış yaparak düşman işgalinde kalan İstanbul’un neden başkent yapılmadığını eleştirmiş ve İstanbul’un işgali yaşamasının yanında bir de böyle bir mahrumiyet yaşamaması gerektiğini belirtmiştir. Mecliste ayrıca iktisadi ve ticari olarak İstanbul’un en gelişmiş şehir olduğu savunulmuş, başkentlerin artık askeri açıdan değerlendirilmediği ve yerlerinin bu açıdan pek önemli olmadığı ifade edilmiştir. Cevaben Gelibolu mebusu Celal Nuri Bey söz alarak, bu konulardaki görüşlerini dile getirmiştir. Hükümet merkezi olacak vilayetin her zaman iktisadi olarak en gelişmiş şehir olmasına gerek olmadığını ABD’den örnekleyerek açıklamış, ayrıca İstanbul’un uzun yıllardan beri başkent olduğunu ama artık ülkenin büyük kısmının Anadolu’da kaldığından stratejik ve politik olarak Ankara’nın olması gerektiğini söylemiştir. Ayrıca Ankara’dan ülkenin geri kalanının halinin daha iyi anlaşılacağını savunmuş ve kararın uygun olduğunu vurgulamıştır.
Bu çerçevede süren tartışmalar sonrasında müzakerenin yeterli olduğu konusunda takrirler gelmesi üzerine Meclis Reisisanisi, Kanuni Esasi Encümeni mazbatasını oylamaya sunmuştur. Ankara’nın makarrı idare olmasını öngören encümen mazbatası oybirliğiyle (müttefikan) değil oyçokluğuyla (ekseriyetle) kabul edilmiştir.42Ayrıca düzenleme kanun olarak değil mazbatanın kabul edilmesiyle heyeti umumiye kararı olarak geçerlik kazanmış43 Anayasaya girmesi yukarıdan anlaşılacağı üzere Anayasa değişikliğine bırakılmıştır.
Lozan Antlaşması: Eşitlik ile Siyasal ve İktisadi Bağımsızlık Belgesi44
Lozan Antlaşması, yılın özellikle ilk yarısında en fazla gündemde kalan konu olup iktisattan uluslararası ilişkilere kadar çok farklı alanlarda yenilik getiren bir antlaşmadır. Bizim açımızdan önemi ise antlaşmanın imzalanmasına kadar var olan savaş ihtimalinin Antlaşmayla sona ermesidir. Böylece idarenin normal seyrine dönmesi ve düzenli bir teşkilatın örgütlenmesi mümkün olabilmiştir. 1923 yılı bu nedenle bir geçiş yılıdır. Dikkat edilirse geçici (muvakkat) yüksek mahkemelerin yerine düzenli ve süreklilerin kurulması, düzenli işleyen bir İcra Vekilleri Heyeti’nin tesisi gibi konular ancak Lozan’dan sonra gündeme gelebilmiştir. Lozan aynı zamanda nüfus mübadelesini düzenlediğinden, yeni bir de bakanlığın kurulmasını getirecektir. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, kamu düzeninin ve iç güvenliğin tesis edilmesi çabaları, İstiklal Mahkemeleri ve muhalefetin üzerine gidilmesi ve ortak kullanılan bir iktidardan yavaş yavaş Mustafa Kemal’in daha etkin ve tek olduğu bir düzene geçilmesi de Lozan’la mümkün olacaktır.
Lozan görüşmeleri ve antlaşması Türkiye’nin hem siyasal olarak tanınmasını ve hem de iktisadi ve yine siyasal olarak bağımsızlığını ifade etmektedir.45 Lozan, sınırların büyük ölçüde belirlendiği ve iktisadi veya mali açılardan da Türkiye’nin diğer ülkelerin statüsüne eriştiği bir antlaşmadır. Bu nedenle Antlaşma’yı siyasi ve iktisadi bağımsızlık metni olarak görmek doğru olacaktır. Antlaşmayla, büyük sorun teşkil eden kapitülasyonlar kalkmış, imtiyaz sahibi yabancı şirketlerin ancak Türkiye’nin kabul ettiği hukuki düzenle faaliyet göstermesi şart olarak kabul edilmiş ve benzer konularda çok sayıda düzenleme onaylanmıştır.
Meclis işleyişi açısından Lozan’la ilgili görüşmelerin gizli oturumlarda (hafi içtima) görüşülmesi dikkat çekicidir. Hatta bu konuda bazı haberlerin dışarı sızması nedeniyle tartışmalar olacak, mebuslar isim vermeden hainlik ithamlarında bulunacaklardır. Gizli oturumlarda görüşmeler hakkında bilgi verilmekte, yıl içerisinde kesintiye de uğrayan görüşmeler Lozan’daki temsil heyeti üyelerince (ya da bizzat baş görüşmeci İsmet Paşa tarafından) bir biçimde Meclise rapor edilmektedir. Konunun Meclise yansıması genellikle böyle olmakla beraber Hakimiyeti Milliye’de antlaşma imzalanana kadar her gün Lozan’la ilgili haberler çıkacak, dört sayfalık gazetenin bir ya da iki sayfası Lozan ya da uluslararası gelişmelere ayrılacaktır. Meclis içindeki tartışmalar genel olarak antlaşma görüşmelerinin seyriyle ilgili olup bilgi verme amaçlıdır. Bu çerçevede çok sayıda içtimaya bu tartışma konu olacaktır.46 Bunun yanında Lozan konusuyla bağlantılı olmak üzere, yıl içerisinde iki temel konu daha fazla ön plana çıkmıştır denebilir. Bunlardan biri Lozan’da imzalan esirlerin mübadelesi hakkındaki protokoldür. Protokolle önce askeri esirler sonraysa sivil esirler serbest bırakılacaktır. Protokolün uygulanmasındaki eksiklik ve anlaşmazlıklar 1923 yılında hâlâ savaşın etkilerinin devam ettiğini göstermektedir. Diğer konu ise Lord Curzon’ın Lozan görüşmeleri sırasında Kürtlerle ilgili yaptığı açıklamalardır. Aşağıda bu konulara da değinilecektir.
Temel itibariyle Lozan görüşmeleri, yıl içerisinde bağımsızlık konusunun işlendiği görüşmeler olmuştur. Meclisin temel kanaati Lozan imzalanmadan tam olarak bir bağımsızlık ilan edilmemiş olacağı ve diğer milletlerle aynı seviyeye gelinemeyeceği yönündedir.
Yıl içerisinde Lozan görüşmeleri kesintilere uğramış, bazen konu hararetlenerek Meclise yansımış bazense görüşmeler basında tartışılmış, ama antlaşmanın imzalanmasına kadar ilgili görüşmeler gündemde kalmıştır.
1922 Kasımında başlayan antlaşma görüşmeleri 1923’te devam etmiş ve Temmuz ayında antlaşma imzalanmıştır. Yıl içerisinde barış görüşmeleri iki kısma ayrılmaktadır: İlk kısım görüşmelerin Meclise yansıması özellikle Ocak ve Şubat aylarında yoğun olacaktır. Anlaşmaya varılamaması ve fiili bir sonuç doğmaması nedeniyle görüşmeler kesilecek ve Heyeti Murahhasa geri dönecektir.47
İsmet Paşa Heyeti Murahhasa Reisi olarak Mecliste bir içtimada barış görüşmelerinin durumunu ve görüşmelere neden ara verildiğini açıklayacaktır.48 Genel olarak üç önemli konu olduğunu söyleyen İsmet Paşa ilkinin siyasi meseleler olduğunu ve içinde arazi, hudutlar, boğazlar ve azınlıklar ile başka küçük konuların olduğunu, ikinci grupta mali ve iktisadi meselelerin olduğunu, son meselenin de kapitülasyonlarla ilgili olduğunu ifade edecektir.
Genel durumu açıklarken, birinci grup meselelerle ilgili, özellikle Batı sınırı konusunda Yunanlıların ve diğer devletlerin de konuyu takip ettiklerini, Trakya’da bir sınır çizilmesi hususunda anlaşılamadığını bildirecek olan İsmet Paşa, konunun halledilemeden görüşmelerin kesildiğini söyleyecektir. Benzer biçimde Musul meselesiyle de İngiltere’nin alakadar olduğunu ve sorunun halledilemediğini ifade edecektir. Bu grup meseleyle ilgili son olarak Savaş borçlarını dile getiren İsmet Paşa, savaşın kaybedilmiş olmasına rağmen o dönem Osmanlı topraklarında Irak ve Suriye’nin bulunduğundan hareketle borçların paylara dağıtılarak ödenmesi konusunda ısrarcı olduklarını ama görüşmelerin tamamlanamadığını bildirecektir.
Mali mesele olarak savaş tazminatı ve tamirat ücreti ödenmesi konusunun dile getirildiği ve bu konuda neredeyse anlaşıldığı belirtilecektir. İsmet Paşa iktisadi mesele olarak da Osmanlı zamanında yatırım yapmış yabancı şirketlerin mal ve hizmetlerine el koyulduğundan bahisle bunların tazmininin talep edildiğini, bu konudaki tartışmaların da devam etmekte olduğunu bildirecektir. Yabancı temsilcilerin talebine göre; yabancı şirketlere bir şekilde sermayenin iade edilmesi ya da dört beş sene mühlet verilerek bu yabancı şirketlerin Türk hukukuna uygun olarak Türkiye’de faaliyet göstermesi gerekecektir. İsmet Paşa bu öneriye sıcak bakılabileceğini, ama yine kapitülasyon ayrıcalıklarına bir süre daha devam etmeyi istediklerini ve asıl olarak yargı meselesinde sorun çıktığını, yabancı şirketlerin davalarına bakacak bir çeşit hakimlik getirmek istediklerini ve görüşmelerin o noktada kesildiğini ifade edecektir. Özetle durumu açıklayan İsmet Paşa görüşmelerin kesilme sürecini de gün gün açıklayarak konuşmasını tamamlayacaktır.
Böylece fiili bir sonuca varılamadan kesilen barış görüşmeleri, Nisan ayında yeniden başlayacaktır. Mart ve Nisan aylarında karşılıklı olarak verilen notalar sonrasında tarafların görüşebileceği anlaşılmış ve 14 Nisan 1923 günlü içtimada belirlenen delegeler,49 21 Nisan’da Lozan’a varmış ve iki gün sonra da görüşmeler başlamıştır.50 16 Nisan günlü içtimadan sonra alınmış olan seçim kararı nedeniyle Meclis tekrar toplanamadığından, ikinci kısım görüşmeleri Meclise yansıdığı boyutuyla takip etmek mümkün değildir.51 Buna rağmen Konferansın en sıkıntılı konuları genel olarak birinci görüşme döneminde konuşulmuş ve ikinci dönemde bunlar kesinleştirilip ikincil konulara geçilmiştir denebilir.52 Antlaşmada özellikle İngiltere ve Fransa’nın baskısı ile Sovyetler ve ABD’nin Türkiye’nin (görece) yanında bulunması dikkat çekicidir. Görüşmeler daha bitmeden ABD ve Sovyetler Birliği ile ticaret antlaşması yapılması gündeme gelmiştir. Gerek Boğazlar gerekse Musul konusunda iki devletin de Türkiye devletinin tezlerine yakın oldukları söylenebilir.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Antlaşma, Türkiye’nin hem diğer devletlerle eşit bir statüye kavuşmasını hem de iktisadi ve siyasi olarak bağımsızlığını sağlamıştır.53 Bu özellik, antlaşmanın Mecliste onaylanması sürecinde heyecanlı konuşmalara neden olacaktır.
Konu, Meclise 21 Ağustos’ta gelecek ve antlaşmanın onaylanması hakkında kanun görüşülmeye başlanacaktır.54 Önce, Meclise gelen dört antlaşmanın onaylanması hakkında düzenlemenin müstacelen görüşülmesi İcra Vekilleri Heyeti’nce önerilecek ve bu öneri Meclis tarafından kabul edilecektir. İlk sözü Hariciye Encümeni Reisi Yusuf Kemal Bey alacaktır. Osmanlı’nın gerilemesinden Şark meselesine, Kurtuluş Savaşından Lozan Antlaşması’na kadar çeşitli konuları kısaca anlatan mebus, sözünü Birinci Meclis’te mücadele veren mebuslara teşekkürle bitirecektir. Ondan sonra ise Hariciye Encümeni Mazbata Muharriri Tevfik Rüşdü Bey söz alacaktır. Mebus “…Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Sırp - Hırvat Devletleri” ile yapılan antlaşmanın beş kısmı içerdiğini ve ek olarak da “beş mukavelename, beş protokolden ibarettir.” diyerek antlaşmanın kısımları hakkında bilgi verecektir.
Kısa bilgiden sonra Meclisten birkaç konuda eleştiriler gelmiştir. Bunlardan birisi sınırlar ve yeni sınırlarla dışarıda kalan nüfustur. Özellikle güney sınırı, Musul ve etrafı ile Batı Trakya ile ilgili maddeler sınır ve nüfus konusunda yetersiz bulunacaktır. Bunun yanında savaş tazminatı, borçlar ve Boğazlar meseleleri de tartışmalı konulardandır.
Sınır konusunda söz alan Mersin mebusu Niyazi Bey mebusların bir kısmının konuyu Sevr Antlaşması’na kıyasla değerlendirdiklerini ve bu nedenle çok alkışladıklarını oysa o kadar da başarılı olunamadığını ima ederek çok geniş bir alanda, daha önce sahip olunan topraklardan çekilmek durumunda kalındığını dile getirecektir. Birinci Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa’nın ifade ettiklerine atıfla “Eski Osmanlı İmparatorluğunun her hangi bir kısmı üzerinde hiçbir Devletin mandasını tanımıyoruz” biçiminde bir ifade bulunduğunu oysa mevcut antlaşmayla, çoğu yerden feragat edildiğini söyleyecektir. Lozan’da Türkiye’nin, eski topraklarda hak sahibi olmadığının kabul edildiğini oysa şimdiye kadar ilan edilen Misak-ı Milli ve Osmanlı ülkesindeki hiçbir mandanın kabul edilmemesine ilişkin prensiplere sadık kalınması gerektiğini vurgulayacaktır. Benzer biçimde Türkiye topraklarından feragat etmenin yanında bazı Türk nüfusun da dışarıda bırakıldığını ve özellikle Suriye sınırının yanlış belirlendiğini ifade edecek ve bunun kabul edilemeyeceğini bildirecektir. Sözlerine devam eden mebus antlaşmayla“…yalnız şu aksamı mülkiyeyi, bu millî kütleleri kaybetmiyoruz. Aynı zamanda pek mühim zayiatı iktisadiye karşısındayız.” diyecek, neredeyse 600 bin Türk’ün dışarıda kalmasına izin verilmemesi gerektiğini ifade edecektir. Sözlerini sınır meselesini eleştirerek tamamlayan mebus özellikle Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşmasıyla belirlenen Suriye sınırının kabul edilemez olduğunu ve birçok eksiklik barındırdığını savunacaktır.
Niyazi Bey’den sonra söz alan Urfa mebusu Yahya Kemal ve İstanbul mebusu Hamdullah Suphi Beyler de benzer vurguları yapacaklar ve antlaşma metninin sınır konusunda yetersiz ve kabul edilemez olduklarını ifade edeceklerdir.
Uzunca süren tartışmalar ve söz alan mebuslardan Şükrü Kaya’nın (Menteşe mebusu), emperyalizm vurgusu dikkat çekmektedir. Mebus antlaşmada, görüşmelere katılan Türkiye delegelerinin herhangi bir kabahati olmadığını asıl sorumluluğun emperyalist niyetler güden Batı diplomatları olduğunu söyleyecektir. Söz konusu antlaşma metniyle her sorunun halledilemediğini, Misakı Milli’de öngörülen kendi sınırları içinde yaşayacak müstakil bir devlet fikrine izin vermemek için sonradan sorunlar çıkaracak bir antlaşma hazırlandığını bu nedenle “…bu tehlikeli hatanın mesulleri ne biz, ne Heyeti Murahhasamız, ne de kumandanımızdır. Bunun mesulü Yakın - Şark'ta emperyalizm heveslerini hâlâ terk edemiyen Garp hükümetleridir.” diyecektir. Bu antlaşmayı bu nedenle kabul edemeyeceğini de belirtecektir.
Tartışmalar böylece sınır meselesiyle devam edecek ve antlaşma metnine gerek güney gerek Trakya sınırı nedeniyle eleştiriler gelecektir. Sınır meselesine hem nüfus hem de iktisadi ve siyasi açıdan yapılan eleştirilerle celse tamamlanacak ve görüşmeler sonraki gün devam edecektir.
İkinci gün de benzer tartışmalar Musul nedeniyle yapılacaktır. Ne Musul sınırlarının, ne borçların ne de siyasi durumun net olarak belirlenememesi eleştiri konusu olacak ve bu nedenle tartışmalar devam edecektir. Musul meselesi nedeniyle Muahede’nin tamamlanmamış olduğu, ayrıca Osmanlı borçlarının bir kısmının devralınmasının yanlış olduğu da belirtilecek ve Osmanlı’nın harbe sürüklenirken tek başına olmadığı ve bu borçların nasıl devralınacağı üzerinde durulacaktır. İzmir mebusu Mustafa Necati Bey, borçların durumundan kapitülasyonlara, Musul meselesinden Batı Trakya’daki Türklerin durumuna kadar çok sayıda konuya eleştiri getirecektir. Gelen metnin bu haline onay verilmesinin, mümkün olmadığını çünkü birçok konuda görüşmelerin tamamlanmadığını, Komisyonların birçok konuyu eksik bıraktığını söyleyecektir. Söz alan başka mebuslar da benzer bir vurguyla kimi konuların kabul edilmemesi gerektiğini ifade edeceklerdir. Sonrasında Mazbata Muharriri Tevfik Rüşdü Bey söz alacaktır. Söz konusu eleştirileri de göz önünde bulundurarak özellikle güney sınırı meselesi ve borçların taksimatı meselesini açıklayacak olan Tevfik Rüşdü Bey, nihayetinde metnin onaylanmasının onaylanmamasından daha tercih edilir olacağını ve bu yönde hareket etmelerini mebuslardan rica edecektir. İçtima onun sözleriyle tamamlanacak ve oylama bir sonraki güne kalacaktır.
Antlaşma metninin onay görüşmelerinin üçüncü gününde doğrudan Lozan görüşmelerinde Heyeti Murahhasa Reisi olan Hariciye Vekili İsmet Paşa neredeyse tüm içtima boyunca izahat verecektir.55 Sözlerine kısa bir özetle başlayan İsmet Paşa, Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan görüşmelerine kadar olan kısmı kısaca anlatacaktır. Sonrasında özellikle delege heyetinde bulunan Rıza Nur ve Hasan Beylere teşekkür edecek ve ilmi ve siyasi konularda kendilerinden çok destek gördüğünü açıklayacak, sonrasında da fikirlerini onaylayarak destek veren veya görüş bildiren Mustafa Kemal’e ayrıca teşekkür edecektir.
Teşekkürattan sonra konuları ve eleştirileri yanıtlayacak olan İsmet Paşa ilk olarak sınırlar konusuna değinecektir. Özellikle Garbi Trakya ve diğer topraklar hakkında sıkıntılar olduğunu, sınırlar dışında, Osmanlı’dan kalan çok sayıda dindaşın bulunduğunu, “en dar zamanlarda… 'onların' selâmetlerini saffeti derun ile temenni etmekten başka bir gaye takibetmediklerini, bugün de temennilerinin kendi muhitleri ve milliyetleri dâhilinde selâmet ve saadet içerisinde yaşamaları…” olduğunu belirtecektir. Bu duruma mecbur kalındığını, bütün dünyaya karşı yalnız kendi kuvvetiyle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye’nin başka bir vaziyet alamayacağını, zorunlu olarak bunu yaptığını ifade ederek “Herkese ve herkese karşı vazifesini bihakkin ifa etmişlerin istirahatı vicdaniyesi ile çıkabiliriz” diyecektir.
Azınlıklar konusuna da değinen İsmet Paşa, bir çeşit mütekabiliyet güdüldüğünü ima ederek “galiplerin kabul ettiği maddelerden bir kelime fazla kabul” etmediklerini söyleyecektir. Osmanlı zamanındaki imtiyazlarla adeta devlet içinde devlet olduklarını ama artık … vatanın mevcudiyeti aleyhine bir vaziyet olmadığını, bundan tamamıyla müsterih olabileceklerini” belirtecektir. Kapitülasyonlar konusunda ise mutlak bir zafer kazandıklarını ifade ederek Osmanlı’dan gelen kapitülasyonların artık tamamıyla kaldırıldığının müjdesini verecektir:
Sarih ve şüpheden azade olarak katî bir ifade ile kapitülâsyonları ilga ettiriyor. Bu Türkiye'nin kendi evi içinde, diğer her hangi bir millet gibi tamamen müstakil ve efendi olduğunu kabul ve tasdik etmek demektir.
Siyasi meselelerden sonra mali meseleleri anlatan İsmet Paşa Yunanistan’la olan savaş tazminatı ve taksim edilen “Düyunu Osmaniye”ye değinecektir. Osmanlı’nın 70 sene boyunca bir şekilde borçlandığını ve Dünya Savaşı sonunda 140 milyon lira borcu olduğunu ama elinde sadece “durumu belli olan” Şark şimendiferlerinin bulunduğunu ifade edecektir. Ayrıca Osmanlı’nın, borçlanırken faizleri bile ödeyemediği günler olduğunu ve faiz ödemeleri için yeni borçlar almaları gerektiğini belirten İsmet Paşa nihayetinde “220 milyon lira istikraz için 350 milyon lira” borçlanan bir devletin borçlarının ödenmesinin söz konusu olduğunu belirtecektir. “Osmanlı Hükümeti öteden beri inkisam ederken daima ayrılan yerlerin borç hisselerinden kurtulmak va'dini almış, fakat bu hiçbir zaman tahakkuk etmemiştir” diyen Vekil tüm borçların taksim edildiğini ifade edecektir.56
İsmet Paşa, boğazlar meselesinde Osmanlı’nın memleketin diğer taraflarını bırakarak sadece orayı muhafaza etmeye çalıştığını ve bunda da başarılı olamadığını ifade edecektir. İstanbul’un veya boğazların yabancı bir devletçe işgali için göstermelik bir hükümet, elindeki bütün silahları alınmış bir ordu ve başka hükümetler bulunması gerektiğini, mevcut durumlarda bunların hiçbiri olmadığı için gerek boğazların gerekse diğer yerlerin herhangi bir tehlike altında bulunmadığını belirtecektir. Vekil son olarak Mübadele, Osmanlı’dan kalan imtiyazlar gibi birkaç konu hakkında da açıklamada bulunarak sözlerini tamamlayacaktır.
Açıklamaların sonunda görüşmelerin yeterli olduğu ve oylanmaya geçilmesi yönünde takrirler kabul edilecek ve antlaşma metinleri sırayla oylanarak kabul edilecektir. Böyle Lozan Antlaşması onaylanmış olacaktır.
Antlaşmanın onayını düzenleyen dört kanundan ilki iki madde olup barışın yapıldığını ve protokollerin onaylandığını belirtmektedir. Bu çerçevede 8 protokol onaylanmaktadır:
Boğazların usulü idaresine dair 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan Mukavelename
Trakya hududuna dair 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan Mukavelename.
Türk ve Rum ahalinin mübadelesine dair 30 Kânunusani 1923 tarihinde Lozan'da imza olunan mukavelename
Affı umumiye dair 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan Beyanname ve protokol
Lozan'da imza edilen sen edatın bâzı ahkâmına Belçika ve Portekiz devletlerinin iltihakıne dair 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imza olunan Protokol
Britanya, Fransa, İtalya kıtaatı tarafından işgal edilen Türk arazisinin tahliyesine dair 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imza olunan Protokol
Karaağaç arazisi ile Bozcaada ve İmroz adalarına dair olup Türkiye ve Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan tarafından 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imza olunan Protokol
Sırp - Hırvat ve Sloven Devleti tarafından Muahedei Suliyenin imzasına mütedair 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan'da imza olunan Protokol
Diğer üç kanun ise "ikamet ve salahiyeti adliyeye" dair düzenlemelerin, antlaşmalarda öngörülen “ticaret sözleşmelerinin” ve Osmanlı Devleti'nin verdiği imtiyazlarla ilgili düzenlemelerin onayını öngörmektedir.57
Lozan ve Askeri Esirler Meselesi
Lozan görüşmelerinde kaynaklara yansıyan ve yıl içerisinde sıkça konuşulan konulardan biri esirler meselesidir. Lozan’ın imzalanmasından önce esirlerle ilgili protokolün uygulanmaya başlanması ve Yunanistan’la Türkiye arasında sıkıntı çıkması yılın önemli ve uzun süren dış siyaset haberlerindendir. İki taraf da karşılıklı olarak esirlerle ilgili sorun yaşamıştır. Konu, Yunanlıların elindeki esirlerin bir an evvel kurtarılması için verilen öneriyle Meclise taşınmıştır.58 Lozan görüşmelerinin birinci evresi olarak anılan dönemde “her şeyden önce, insancıl önemi nedeniyle, Türkiye ile Yunanistan arasında sivil rehinelerin ve savaş tutsaklarının değişimi” ni konu edinen bir mukavelename imzalanmıştır. 30 Ocak günü imzalan bu mukavelenameyle beraber sivil ve asker esirlerin değişimi meselesi gündeme gelmiş olup, uzunca bir süre söz konusu mübadeleye başlanamayacaktır.
23 Şubat tarihli Hakimiyeti Milliye’de (s. 3) esirlerin serbest bırakılmasına başlanacağı ve ilk iki kafilenin İzmir’e geleceği bildirilmekteyse de 4 Mart tarihli haberde gelmeye başlayan esirlerin serbest bırakılmasının durdurulduğu haber verilecektir. Yunan hükümeti neden olarak “Pontus Rumlarının tehcirlerine devam edilmesi”ni göstermekte ve bunun devam etmesi durumunda esirleri serbest bırakamayacağını bildirmektedir. Bu olay üzerine büyük devletler ile Hilali Ahmer ve Kızıl Haç dernekleri, iki hükümet arasındaki sorunun çözülmesi için girişimlerde bulunacak ve sorun 15 Mart’ta çözülecek ve 20 Mart’ta 4000 kişilik bir kafilenin hareket ettiği bildirilecektir.59 Sonrasında “Yunanistan'a iade edilecek sivil ve askeri üseradan hukuki umumiyeye mutaallik ceraimden mahkum bulunanlar hakkında affı umuminin ilanına dair kanun” kabul edilecektir.
1 Nisan itibariyle sivil esirlerin Yunanistan’dan tahliye edildiği haber verilecek,60 daha sonra asker esirlerin tahliyesi devam edecektir. Haberlerde sık sık esirlerle ilgili bilgi verilmeye uzunca bir süre devam edilmiştir. Mebuslardan birinin Yunanistan’da esir kalmış olması dikkat çekicidir. Ancak esir mübadelesinden sonra gelebilen Edirne mebusu Cafer Tayyar Bey Yunanistan’da daha 2000’den fazla kişinin esir bulunduğunu bildirecektir.61
Lozan Görüşmelerinde “Kürt Meselesi”
1923 yılı başlarında Lozan Konferansı görüşmeleri sırasında İngiliz baş temsilcisi Lord Curzon’un, Kürtler ve Kürtlerin durumuyla ilgili açıklamaları üzerine TBMM’de büyük tartışma kopmuş, tartışma basına yansımış ve düzeltme veya özür talep eden telgraf TBMM’de gündeme gelmiştir.
Ondan önce Sıhhiye ve Muavenetı İçtimaiye Vekili Rıza Nur Bey’in 8 Ocak tarihli Hakimiyeti Milliye Gazetesinde62 çıkan açıklaması dikkat çekmektedir. Lozan görüşmelerinde Kürtlerin azınlık sayılmasına ilişkin talepler üzerine Vekil açıklama yapmıştır. Açıklamada Kürtlerle Türkler arasında bir husumet bulunmadığı bildirilmekte ve "Müslümanlar arasında kavmi düşünceler yoktur... Anadolu’daki Türklerle Kürtler öz kardeştir" ifadesi kullanılmaktadır.
Curzon’un söz konusu açıklamasına ulaşmak mümkün olmamışsa da, tartışmalardan İngiltere’nin, Kürtlerin hamiliğine soyunma girişiminde olduğu ve Kürtlerin azınlık sayılmalarına ilişkin girişimlerde bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Mecliste, ilgili konudaki görüşmeler 25 Ocak günlü içtimada yapılmıştır.63 Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey hararetli bir konuşma yapmış ve Meclisten de destek almıştır. Yusuf Ziya Bey’in anlattıklarına göre Lozan’da Kürtlerin kendi temsilcilerini seçecek olgunluğa ulaşamadıkları, Mustafa Kemal’in Kürt mebusları doğrudan atadığına ve bu temsilcilerin Kürtleri temsil etmediklerine ilişkin açıklamalar yapılmıştır. Buna cevaben Kürt milletinin Türklerle kardeş oldukları ve ayrılma talebinde bulunmadıkları ifade edilmekte, Kürtlerin ayrılık gütmüş olmaları durumunda İstanbul’un işgali sırasında yapılan seçime katılmayacaklarını söylemektedir. Sözlerine devam eden mebus, Kürt halkını temsil ettiklerini ifade ederek “… işte o günlerde, o karagünlerde bu camialarda intihaba iştirak eden ve bizi bu mahiyette intihap ve izam eden milletin biz vekilleri Lord Curzon'a bağırıyoruz ki; biz Kürdistanın hakiki vekilleriyiz.” diyerek, sonrasında İngilizlerin Musul’a zorla sahip olduklarını ifade etmekte ve “Senden ve senin siyasetinden Musul'u istiyoruz ve alacağız... petrol kuyularındaki İngiliz siyasetinin yanıbaşında kanlı kuyular hazırlayacak yine o Kürdlerdir” demektedir.
Sonrasında söz alan Hacı İlyas Sami Efendi (Muş), Mazhar Müfid Bey (Hakkari), ve Hüseyin Avni Bey (Erzurum) de Türkler’le Kürtlerin kader birliği (tevhidi mukadderat) ettiklerini ifade etmişlerdir. Görüşmeler sonunda tartışmaların dikkate alınarak Hariciye Vekaleti’nce konunun ve tartışmaların Lozan’daki heyete bildirilmesine karar verilmiştir.
Tartışmalardan sonra 5 Şubat günlü TBMM içtimaında64 kimi aşiretlerden gelen ve Kürt ve Türklerin beraber olduklarına vurgu yapan telgrafların Hariciye Vekaleti’ne sevkine karar verilecektir. Rişvan, Zorkan, Merdis, Kavu, İzoli aşiret reisleri ve Ciranlı aşiret reisi ile ulemadan ve eşraftan kişilerin imzasıyla gelen telgraflar benzer biçimde Lozan heyetine bildirilmek üzere Hariciye Vekaleti’ne sevk edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |