Seçimler ve Sonrası Üzerine Beyin Fırtınası
Bir Çin atasözü, “bir nehrin kenarında yeterince uzun zaman durursanız bütün rakiplerinizin ölülerinin önünüzden birer birer geçtiğini görürsünüz” der.
Bu seçimler sonrasında politik sahnede solun elde etmesi muhtemel pozisyonu en iyi yukarıdaki Çin Atasözü’nün metaforu sağlar.
Sol kendi yetenekleri ve vizyonları ile değil, sadece hiçbir şey yapma yeteneği göstermeden orada durduğu ve sadece yeterince uzun zaman durduğu; rakipleri zamanın değişimine dayanamayıp yok olduğu için, seçimlerden sonra, Türkiye’de formel olarak başka partiler olsa da , fiilen iki parti kalacaktır, bir yanda AKP, diğer yanda Demokratik Güçbirliği adı altında bir araya gelmiş blok.
Yani bir yanda burjuvazi, diğer yanda, Kürt Ulusal Hareketi ve artık güçleri olmadığı için onun yanına gelmek zorunda kalmış Halkın Kurtuluşu (EMEP), Dev-Yol (ÖDP), ve eskiden beri Kürt Hareketinin bunlarla, bunların da Kürt hareketiyle birlikte hareket etmesini kendine görev edinmiş Kurtuluş (SDP).
(Solun biricik alternatif olarak kalışı gibi Kurtuluş da ilk kez amacına ulaşmış gibi görünüyor ama, bu da Kurtuluş’un yeteneklerinden değil, EMEP ve ÖDP’nin görüşleri değiştiğinden değil, iyice zayıflayıp, bütün canlılıklarını yitirip artık koşul öne sürecek, mızıkçılık yapacak yerleri, kaçacak delikleri kalmadığından.)
Ve bir de, Alevilerin radikal sol kanadı. Bu sol kanat, SHP içindeki Fikri Sağlar, Arif Sağ gibi isimlerde ifadesini buluyor. Bir de Küçük radikal sol gruplar bu kategoriye dahil edilebilirler. Aynı şekilde SHP de bir parça gücü olsaydı, Kürt hareketiyle bir araya gelmez, Kürt hareketiyle ittifaka teşne bu sol kanadı, onun dışında tutmaya çalışırdı. Yani bir bakıma, sol bloğun içinde gerçekleşen de aynı nehir metaforuna uyar. Kürt hareketi haricinde hepsi artık öldükleri için bu blok oluştu. Kürt hareketiyle bir blok içinde ittifaka girenler canlı güçler değildir aslında, tükenmiş, bitmiş cesetlerdir: Kürt hareketi bu cesetler aracılığıyla itildiği tecritten kurtulmanın yollarını aramaktadır.
Seçimlerden sonra, ortada sadece iki politik merkez kalacaktır: birisi soldaki bütün rakipleri artık fiilen bittiğinden onun şemsiyesi altına sığındıkları Kürt Hareketi. Diğer yanda, sağdaki bütün rakipleri bitmiş AKP.
Eşyayı adıyla anarsak, ortada iki politikacı kalacaktır: Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan.
Recep Tayyip AKP’nin, Abdullah Öcalan Kürt Ulusal Hareketi’nin önderi. Dolayısıyla PKK’nın, onun dolayısıyla, DEHAP’ın, onun dolayısıyla Demokratik Güç Birliği’nin. Abdullah Öcalan’ın bu siyasi odağın gerçek lideri olduğu hiç kimse için bir sır değildir. Ama nedense hiç kimse de Kıral Çıplak demeyi akıl edememektedir.
İktidar partisi açısından geçen seçimlerde benzer bir durum vardı. Partinin gerçek lideri, seçimlerde aday olamıyordu.
Ama onun ardında sadece Türkiye Burjuvazisi değil, ABD ve Avrupa burjuvazisi de vardı. Tayyip Erdoğan Meclis’e girmeden önce, Beyaz saray’a bir başbakan gibi davet edilmişti.
Yani Türkiye’nin biricik muhalefet partisinin gerçek lideri hapiste ve politikadan yasaklı olacaktır. Bu günkü şizofrenik politik yaşam devam edecektir. Yani herkes, Öcalan’ın böyle olduğunu bilecek, okuyacak, izleyecek ama sağdaysa ağzn açtığında Terörist başı çocuk katili diye açacak; soldaysa böyle birisi yokmuş gibi, ittifak yaptıkları sanki Öcalan’ın partisi değilmiş gibi davranmaya devam edecek.
Bu sosyalistlerin bir parça namusu ve cesareti olsa, “biz Abdullah Öcalan’ın partisiyle ittifak yapıyoruz, bunun hukuken böyle olmaması fiilen öyle olmadığı anlamına gelmez. İttifak yaptığımız partinin gerçek lideri içerde, bu saçmalığa son” diye en azından bir basın toplantısı yapmaları falan gerekir.
Düşünün bir, o ÖDP ki, Öcalan’ın çocuk katilliğini bile bırakmamış, şimdi ittifak yaptığı bloğun en büyük partisinin gerçek liderinin Abdullah Öcalan olduğunu söylese, gücü kalmayınca çocuk katilleriyle ittifaka girmiş gibi olacak. Eğer Çocuk katili değilmiş biz yanılmışız dese bu sefer bu güne kadar uyguladığı bütün politikaların yanlışlığının kendi ağzıyla tasdiği olur.
Böylece hukuken Öcalan’ın o partinin başında olmaması, yani bu toplumsal şizofreni durumu bile ÖDP’nin bu çelişkilerini gizlemesi için bricik yoldur ve aslında bu şizofrenik ssistemi sürdüren genel politik sistemle bir çelişkisi yoktur.
Düşünün, temelinde böyle tutarsızlıklar ve çelişkiler bulunan partilerin bir canlılık, bir dinamizm, bir ufuk açıcılık göstermesi beklenebilir mi?
Aslında, Kürt harektiyle ittifaka giren sol partiler birer cesettir. Zaten artık birer ceset oldukları için Kürt hareketiyle ittifaka gelmek zorunda kalmışlardır. Kürt harketinin, yani diğer bir deyişle Abdullah Öcalan’ın politik ve taktik üstünlüğü buradadır. Bu cesetleri bile kendi politikasını gerçekleştirecek araçlar olarak kullanabilip, işlevli kılmasındadır.
Kürt Hareketi örneğin, toplumsal ve kültürel engeller nedeniyle hiçbir zaman Türkiye’nin diğer ezilen ve muhalif kesimlerini örgütleyememektedir. Bu eksiğini, bir bakıma bu cesetler aracılığıyla kapatmktadır. SHP, ÖDP gibi partiler Türkiye’nin batısındaki şehir orta sınıfları ile bir kontak; bir siyasi birlik yaratmanın birer aracı olmaktadır.
Tabii bunu mümkün kılan doğru ve uzun vadeli bir stratejidir. Eğer Öcalan, o zamanlar ihanet, teslimiyet denen stratejik dönüşü yapmamış olsa, bütün bunlar olanaksız olurdu. Son yirmi yılda kendini değiştirme ve geliştirme yeteneği gösteren iki hareket oldu. Biri, Politik İslam. Böylece AKP olarak iktidar oldu. Diğeri Kürt hareketinin radikal kanadı, yani Öcalan tek muhalefet odağı.
(Yarım kalmış bir yazı - 27.09.2002)
Bloğun Oluşumu, Anlamı ve Sonuçları Üzerine Değerlendirmeler
Yüzde On’un Aşıldığına Dair Veriler
Nitelik: Heyecan ve Coşku
DEHAP çatısı altında oluşan “Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu”nun, ÖDP ve SHP dışında kalmasına rağmen, moralleri yükselttiği; bloğun yüzde onu aşacağına dair inancı güçlendirdiği; insanların enerji, girişimlerini harekete geçirdiği görülüyor.
Her an çevremizde bu mucizevi denecek dönüşümün delilleriyle karşılaşıyoruz. Örneğin hayatı boyunca hiç oy atmamış ve kimseye de şu veya bu partiye oy verilmesini önermemiş bir tanıdığım, son bir haftada yirmiye yakın akraba veya tanıdığına telefon ettiğini, onları DEHAP’a oy vermeye ikna ettiğini söylüyor. Bir başka tanıdığım, Ekim ayında başlayan yıllık izninde Adana’ya gidip, Kürt ve Alevi kökenli, “oylarımız boşa gider” düşüncesiyle CHP’ye oy verme eğiliminde olan hısım ve akrabaları arasında Blok için seçim çalışması yapacağını söylüyor. Ona bu görevi veren kimse yok. Bir örgütün de üyesi değil; kendiliğinden zaman, enerji ve parasını gönüllü Blok destekçiliğine seferber ediyor. Bir başka tanıdığım, babasıyla telefonla konuştuğunu, babasının moralinin çok yüksek olduğunu, tıpkı 1970’lerde Ecevit için dağa taşa Karaoğlan yazılan seçimlerde olduğu gibi, bu sefer Blok için büyük bir heyecan ve hareketlenme olduğunu söylediğini söylüyor.
Burada kendi iki gözlemimi de aktarayım.
Birinci Gözlem: Geçenlerde Hamburg’a Levent Tüzel gelmişti. Bir toplantı yapılmıştı bloğu tanıtma amacıyla. Ama daha ziyade EMEP’in örgütlediği bir toplantıydı ve kendilerinin toplantıya iyi hazırlanamadıklarını söylüyorlardı. İki yüz kişi kadar vardı. Böyle toplantılarda genellikle katılanlar heyecanlıdır, konuşmacılar, daha soğuk kanlı ve diplomat havalı olurlar. Bu toplantıda durum tersiydi. Dinleyicilerin büyük çoğunluğu heyecansızdı ve Bloğun anlamını kavramamıştı. Türkiye’deki havadan uzaktılar. Buna karşı olarak, heyecanlı olan ve bunu yayan, Levent Tüzel’di. Çok kısa zamanda politik tecrübesinin hızla ilerlediği de seziliyordu. Konuşan iki dinleyici de yeni Türkiye’den gelmişlerdi ve oradaki havadan etkilenmişlerdi. İkisi de çok umutlu ve heyecanlıydılar. Bloğun barajı aşacağına kesin olarak bakıyorlardı.
İkinci Gözlem: Radikal gazetesinin İnternet sitesinde DEHAP’ın savaş yandaşı olduğuna dair haber yoruma gösterilen tepkilerin, o yazarı geri adım atmak ve düzeltmeye gitmek zorunda bırakmasıydı. Normal zamanlarda artım alışılmış bu dezinformasyonlara kimse tepki bile göstermez iken, bu sefer kendiliğinden insanların tepkisi oluşmuştu.
Yani ÖDP ve SHP’nin gelmemesi, coşku ve enerji ve girişim yeteneğini azaltmış değil. Bunda bir düşme görülmüyor. Elbet olsaydı daha geniş bir çevrede daha büyük bir enerji olurdu ve şu an belki Blok, CHP’nin korktuğu, ikinci parti olmaya aday bir parti durumunda olurdu. Ama buna rağmen, yine de Bloğu destekleyen güçlerde bir enerji ve heyecan düşüşü değil yükselişi görülüyor. Bu işin, yani blok destekçilerinin nitel kısmı.
Nicelik: Anket sonuçları
Karşı tarafın bütün gizleme çabalarına rağmen ve gizleme çabalarının kendisi de bu tek tek gözlemleri doğruluyor. Örneğin suskunlukla geçiştirilen DEHAP’ın daha bloğun kuruluşuyla yüzde dokuza vurduğu sonucunu veren anket ve bu anketi değerlendirenlerin, DEHAP’tan adeta hiç söz etmemeleri ve MHP’ye övgüler düzmeleri de bu tek tek gözlemlerin sonucunu doğruluyor.
Yüzde on barajı seçim anketlerinin kendisini bile bir manüplasyon aracına dönüştürmüş durumda. Çünkü, her hangi bir partinin barajı aşacağı veya altında kalacağı yönündeki kanaatin oluşması ve yaygınlaşması bizzat aşma veya altında kalma olanağı yaratmaktadır. Örneğin, oyları yüzde dokuzlarda bir partinin, barajı aştığı propagandası yapılır veya bu kanaati yayan anket sonuçları yayınlanırsa, bizzat bu hayali kanaat hayalin gerçekleşmesinin yolunu açabilir. Bir çok kişi, oyum boşa gitmesin diye bu partiye oy verir ve sonunda gerçekten, aslında gerçek olamayan durum bir gerçek haline dönüşebilir. Bu nedenle biz, yüzde dokuzun aslında yüzde onun aşıldığının bir kanıtı olarak ele alınabileceğini düşünüyoruz.
Kanımızca, anketler yapılırken, sonuçları açıklanırken ve yorumlanırken AKP ve CHP’nin tam da bu nedenle abartılması söz konusu. AKP abartılmaktadır ki, korku yayılıp, özellikle şehirli orta sınıflar ve Alevilerin oyları CHP’de toplansın. CHP oyları olağandan yüksek gösterilmektedir ki, yüzde onu aştığı ve biricik alternatif olduğu düşüncesi yayılarak, oylar onda toplansın. Ve yine tam da bu nedenle, DEHAP altındaki bloğun oyları olduğundan az gösterilmektedir ki, Bloğun barajı aşamayacağı kanısının yaygınlaşmasıyla, Bloğa verilecek bir çok oyun, CHP’ye akması sağlansın. Ama daha önemlisi, CHP’den aslında memnuniyetsiz olan, gerek Baykal ve gerekse Derviş’in politikalarına karşı olmasına rağmen hasbelkader, kerhen, AKP korkusundan CHP’ye oy vermeye niyetli ama programatik ve siyasi olarak aslında DEHAP altındaki bloğa yakın olan geniş bir seçmen kitlesinin, CHP’den kopması ve bloğa yönelmesinin önüne geçilmek istenmektedir.
Bütün bu psikolojik unsurlar Anketleri yapanlar ve yayınlayanlar için hiç de bilinmez değildir. Ne anketi yapanlar; ne örnekleme yöntem ve kriterlerini seçenler, ne onu uygulayanlar ne de yorumlayanlar tarafsız, tavşan boku gibi ne kokar ne bulaşır yaratıklar değildir. Onların eğilimleri bir şekilde bütün bu işlemlere yansır. Ve bu yansıyan eğilimler hiç de Bloğun oylarını yüksek gösterici eğilimler değildir. Bütün bu etkiler hesaplandığında, bloğun şimdiden yüzde on barajını aştığı sonucu çıkarılabilir. Sorun barajı aşma değil, aşıldığı kanaatinin, bilgisinin ve inancının yaygınlaşması noktasında düğümlenmektedir.
Karşı Taraftan Delil
Hele Anketin hemen ardından basının DEHAP’ın seçime katılmasının yasallığını tartışma konusu yapması ve Devlet Organlarının hemen bunun üzerine atlaması, anket sonuçları yüzde dokuzu göstermesine rağmen aslında yüzde onu şimdiden garantilediğinin kanıtlarıdır. Eğer DEHAP bir tehdit oluşturmasaydı, birdenbire böyle dezinformasyona, eski defterleri karıştırmaya girmezlerdi.
Keza seçimi erteleme çabaları ile bu anket sonuçları arasındaki ilişki de çok açıktır. Meclisteki hiçbir partinin barajı aşamaması söz konusudur.
Daha da ilginci, CHP’lilerin yürüttükleri propagandanın ağırlık merkezinin Bloğun barajı aşamayacağı, dolayısıyla ona verilecek oyların boşa gideceği noktasında yoğunlaşmasıdır. Bu da Bloğun CHP saflarında ciddi biçimde bir panik yarattığının göstergesidir.
Barajın kendisi psikolojik etkenlere muazzam bir önem kazandırmaktadır kritik noktalarda. CHP saflarında bir panik duygusunun oluştuğunun CHP’ye oy verecek kitle arasında fark edilmesi, birden CHP’den kuşku duyulmasına ve Bloğa oy verme olasılığı özerine düşünmeye ve yönelişe yol açabilir. Bu nedenle CHP’li propagandistler, Bloktan duydukları korkuyu olabildiğince gizleyerek ve yansıtmayarak Bloğa karşı propagandayı yapmaktadırlar. Ama bizzat bu gizlemenin kendisi panik ve korkunun işareti ve kanıtıdır. Bizzat bunun, kendini CHP’ye oy vermek zorunda hisseden geniş bir kitleye gösterilmesi gerekiyor.
Bu çok açıktır. Eğer Blok bir tehdit olmasaydı, Blok yokmuş gibi davranırlardı. Tıpkı Türk basınında olduğu gibi. Basında sanki DEHAP ve Blok yoktur. Ondan söz edildiğinde de yalan yanlış dezinformasyona yönelik haberler yayılmaktadır. Örneğin Bloğun savaştan yana olduğu gibi. Veya susulmaktadır, bloğun Kadın adayları karşısında yapıldığı gibi. Ama CHP propagandistleri, yani kitle arasında çalışanlar artık susuşla bir yere varılamayacağını gördüklerinden, artık korku ve paniklerini gizleyerek bloğa karşı argümanlar getirmektedirler ki, bu da Bloğun anketlerdekinden daha geniş kesimleri etkilediği ve onlar için bir çekim merkezi olma eğilimine girdiği anlamına gelir.
Özetlersek, şu an DEHAP çatısı altındaki Blok, büyük bir ihtimalle yüzde onu rahatça aşmış bulunuyor; en kötü ihtimalle çok küçük bir farkla yüzde on sınırının altında veya üstünde bulunmaktadır. Yani biraz çaba ile yüzde on sınırı aşılabilir. Psikolojik unsur bunun aşılacağını garantilemektedir. Yani blok destekçilerinde enerji, inanç ve girişim yeteneğinin patlaması görülüyor. Yani ya barajın aşılması garanti, ya da kısa zamanda aşılacak. Çünkü, blok destekleyicilerinde, koyvermişlik, umutsuzluk değil; enerji, inanç ve girişim patlaması yaşanıyor.
Bu durum herkese şöyle bir görev yüklüyor: tüm olanaklarını seferber ederek cepheye sürmek. Tıpkı modern toplumdaki savaşlarda bir toplumun tüm kaynaklarını cepheye aktarması gibi, blok destekleyicilerinin bütün olanaklarını cepheye sürmesi gerekiyor. Güçlerin en irisini, düşmanın en yaralanabilir yerine yığmak, savaş sanatının temel ilkesidir. Düşmanın en zayıf yeri, yüzde on barajıdır. Kürt hareketi ve Bloğa karşı oluşturulmuş olan baraj silahı, şimdi birden bire Türkiye’deki demokratik dönüşümler cephesinin en güçlü silahı haline gelebilir. Sadece bu barajın aşıldığı gerçeği, fikri ve inancının geniş kitlelere yayılması gerekiyor. Bu başarıldığı an, artık başka yasalar, adeta fizik yasalar devreye girmekte ve hayal bile edilemeyecek olanaklar ortaya çıkmaktadır. Tıpkı bir yıldızın oluşumunda kritik bir kütlenin aşılmasının nükleer raeksiyonlara yol açması gibi.
29 Eylül 2002 Pazar
Barajın Kerameti
Kürt ve demokratik hareketin meclise girmesini engellemek için; demokratik ve ilerici adaylara yönelen oyları, tamamen zıt politikaların araçları haline dönüştürmek için koyulmuş olan yüzde on barajı, Hukuğun politika ve toplumsal güçler üzerindeki etkisinin incelenebilmesi için edata klasik olabilecek bir örnek sunmaktadır. Öylesine klasik bir örnek olmaya adaydır ki, Kürt hareketini engellemek için koyulmuş baraj, engellenenlerin başarısına hizmet eden en güçlü silahlardan birine dönüşebilir veya dönüşmektedir.
Burjuvazi nasıl işçi sınıfında kendi mezar kazıcısını yaratırsa, Türkiye’deki düzen de, kendini korumak için koyduğu yüzde on barajında kendi mezar kazıcısını yaratmış anlaşılan. Tarih yüzde on barajını hükmünü icra etmek için güçlü bir silah olarak kullanmaya karar vermiş anlaşılan. Bu barajla demokratik güçleri ittifaka zorluyor. Bu barajla devrimci demokratik politikalara güç veriyor. Bu barajla muhtemelen bütün bu dönemin partilerinin işini bitirecek ve zayıf ama yine de bir olasilik yine bu barajla devrimic demokratik güçlere bir iktidar sunabilir. Bu baraj, onların hatalar yapmasını önleyen, hatalarını azaltan ve yaptıkları hataların sonuçlarını nötralize edip onları başarılar haline dönüştüren bir araç, bir sihirli değnek işlevi görüyor. Tarih egemen sınıflarla resmen alay ediyor. Onların toplumsal gelişmeleri önlemek için kullanmak için koydukları hukuki bir yasayı, toplumsal yasanın gerçekleşmesinin bir aracı, o hukuki sistemin ve onun dayandığı siyasi sistemin ortadan kaldırılmasının aracı olarak kullanıyor.
Bunun anlamını kavramak için, olanları ve olabilecekleri yüzde on barajı olmadan, bu hukuki koşul olmadan göz önüne getirmeye çalışalım.
Yüzde on barajı olmasaydı, muhtemelen blok oluşmazdı
Bir an için, bu seçimler öncesinde yüzde on barajının kaldırıldığını, barajın yüzde bir ikilere düşürüldüğünü veya 27 Mayıs sonrasında olduğu türden tam bir “milli bakiye” sistemine geçildiğini var sayalım. Ve bu var sayımla verili sosyolojik güç ve politik partilerin nasıl davranışlar içine girebileceklerini göz önüne getirmeye çalışalım
Yüzde on barajı olmasaydı Kürt ulusal hareketinin ve Türk sosyalistlerinin seçimler karşısındaki tavırları çok farklı olurdu. Bunu Kürt ulusal ve Türk sosyalist hareketleri açısından göz önüne getirelim.
Birincisi, Kürt ulusal hareketi plebiyen ve devrimci demokratik bir önderliğe sahip olmasına rağmen, devletin işbirlikçisi ağa ve aşiretler haricinde, Kürtlerin bütün sınıflarını kapsamaktadır ve bu sınıflar arasında aynı zamanda çok ciddi bir sınıf mücadelesi de sürmektedir.
Ancak bu mücadelede, Kürt burjuvazisi şimdilik, açıktan ayrı bir bayrakla çıkmamakta, böyle çıkarsa tecrit olacağını bildiğinden, devrimci demokrasinin bayrağı altında devrimci demokrasinin programını çarpıtarak, oradan buradan kırparak, engelliyerek kendi direnişini sürdürmektedir. Kürt burjuvazisinin bu etkisini örgütsel biçimlerde ve politik olarak ifade etmeyi bulduğu alan esas olarak HADEP’tir. Daha genel ifadeyle, Kürt hareketinin legal politik partileridir.
Bu partiler içinde, üst organlara çıkıldıkça, Kürt burjuvazisinin eğilimleri, giderek artan oranlarda kendini belli etmektedir. HADEP’in kabızlığının temel nedeni de özünde budur. Ancak bu eğilimler, Kürt halkı içinde pek fazla prestijleri ve bağımsız bir örgütlülükleri olmadığı için bu eğilimlerini açıktan dayatma şansı bulamamaktadırlar.
Bu Kürt burjuvazisinin hiç küçümsenmeyecek bir kısmı, PKK ve KADEK’in yıllardır Türk ezilenlerini kazanmaya yönelik politikalarından, hele tamamen buna dayanan Demokratik Cumhuriyet stratejisinden fazlasıyla rahatsızdırlar. Onlar, Avrupa veya Amerika’ya yaranılsa, onların Kürtleri kurtaracağı gibi hayallerin peşindedirler. Keza Türk burjuvazisinin belli kanatlarıyla yapılacak uzlaşmaların daha doğru olacağını savunmaktadırlar. Türk ezilenlerini ve sosyalistlerini kazanmak için PKK’nın ve KADEK’in yıllardır gösterdiği çabalardan rahatsızlıklarını açıkça bu politikaya karşı çıkarak değil, olgusal düzeyde haklı olan ama yöntemsel olarak tamamen gerici bir nitelik taşıyan Türk emekçilerine, sosyalistlerine veya genel olarak sosyalistlere yönelik düşmanlığı güç gizleyen eleştirilerle dışa vururlar.
Yüzde on barajının olmaması halinde, bu güçler Türk sosyalistleriyle bir ittifak kurma eğilimi içinde olmayacaklar ve muhtemelen, onlarla bir arada bulunmamak için, etkili de olabilecek politikaları HADEP’e dikte ettirebileceklerdi. Böyle olacağından şüphelenmek için hiçbir neden bulunmuyor. Bu gün bile, sosyalistlerle yapılan bu ittifaktan memnuniyetsizliklerini gizlemeyen küçümsenmeyecek bir grup var.
Bu koşullarda, Türk sosyalistleriyle bir ittifak aramak, bu ittifakı sağlamak için yerleri cömertçe müttefiklere vermek gibi gelişmeleri o zaman bulmak olanaksız olacaktı. Hatta mahalli düzeylerde, Kürt hareketi muhtemelen mahalli eşrafla uzlaşmalar yoluna gidip, Türk sosyalist ve demokratik güçleri yerine, gerici güçlerle ittifaka gitmenin yollarını arayacaktı.
Elbette Kürt hareketinde buna karşı bir direniş de olacaktı ama bu direniş bu günkü kadar etkili olamazdı. Çünkü barajın olmadığı koşullarda, Türk ve Kürtler içinden hiç de devrimci ve demokratik karakterde olmayan güçler de, bu tür ittifaklara daha teşne olacaklardı. Böylece yüzde on barajının olmaması, gerek Kürt hareketinin içindeki burjuvazi, gerek onun ittifak yapmak istediği Türk burjuva güçler açısından daha elverişli koşullar yaratacaktı.
Türk sosyalistleri açısından duruma bakıldığında da durum daha iç açıcı değildir. Yüzde on barajı olmasaydı, Türk sosyalistleri de muhtemelen kendilerini Kürt hareketiyle ittifak yapmak zorunda hissetmeyeceklerdi. Belki kendi aralarında, muhtemelen sonucu başarısızlık olan ve birbirilerini bölücülükle suçlamayla biten birlik görüşmeleri yapacaklardı. Bunların başarılı veya başarısız olması koşullarında seçimlere bağımsız olarak gireceklerdi.
Bu davranış Kürt hareketi içindeki, Türk emekçileri, sosyalist ve demokratlarıyla ittifakı savunan güçleri zayıflatacaktı. Aynı şekilde onların zayıflamış etkisi ve Kürt burjuvazisinin diğer sağ güçlerle çürük uzlaşmaları da, Türk sosyalist ve demokratları içindeki, Kürt demokratik hareketiyle ittifakı savunan güçlerin pozisyonlarını zayıflatacak ve etkilerini sınırlayacaktı. Böylece her iki taraf da, şimdiye kadar olduğu gibi, diğerinin politikasında kendi sağ politikasını haklı kılan verileri bulacaktı. Taraflar birbirinin varlığına ve politikalarına haklılık kazandıracaklardı.
Böyle bir durumda, muhtemelen Kürt ulusal hareketi, bazı milletvekilleri çıkarmış olacak, Demokratik cumhuriyet stratejisi, fiilen uygulanma olanağı bulmayan, burjuva parlamentarizminin dehlizlerinde ufak pazarlıklar anlamına gelen bir çarpılmaya uğrayacaktı. Buradan da, yoksulların ve ezilen halkın gücünün bir noktada yoğunlaşmasına yol açan, onlara enerji ve güç veren şimdiki gibi bir blok hiçbir zaman ortaya çıkamazdı.
Yüzde on barajı, adeta olanaksızı mümkün kıldı. Yüzde on barajı, Türk egemen sınıflarını ve partilerini Kürt ulusal hareketiyle ittifaktan kaçınmaya veya ona kabul edemeyeceği ağır koşullar öne sürmeye zorladı. Bu durumda, Kürt ulusal hareketi içindeki burjuva eğilimlerinin, örneğin ANAP’la, Saadet’le, YTP veya CHP ile ittifakları savunan veya bağımsız adaylar göstermek isteyen burjuva güçlerin eli zayıfladı. Ancak bu zayıflama koşullarında, radikal demokratik Kürt hareketinin baskılarına direnme güçlerini yitirdiler.
Aynı şekilde yüzde on barajı, Türk sosyalist veya Sosyal demokrat hareketlerini de Kürt hareketiyle ittifak müzakerelerine başlamak veya ittifak yapmak zorunda bıraktı. Yüzde on barajı olmasaydı, ne SHP’nin ne de ÖDP’nin Kürt hareketiyle ittifak görüşmelerine girmek zorunda kalması düşünülemezdi bile. Aynı şey esas olarak EMEP için de geçerlidir. Sadece EMEP için değil, yüzde on barajı olmasaydı, en Kürt dostu bilinen Sosyalist Demokrasi Partisi’nin içindeki Kürt hareketine mesafeli olmaya çalışan, ÖDP’den ayrılıklarını da sanki Kürt sorunundan değilmiş de Avrupa Birliği yüzündenmiş gibi yansıtan eğilimler daha ağırlıklı olurdu. Özetle, yüzde on barajı olmasaydı, bu günkü DEHAP adı altında toplanmış, Emek, barış ve Demokrasi Bloğu olmazdı. Bu günkü şevk ve heyecan olmazdı.
Bu nedenle yatıp kalkıp bu barajı koyanlara dua etmemiz gerekiyor. Tarih bu baraj aracılığıyla bizleri hatalarımızdan koruyor, hata yaptığımızda da onları telafi ediyor. Tarihin diyalektiği böyledir, Kürt hareketini ve demokratik hareketi meclis dışında tutmak, tecrit etmek için koyulmuş bu hukuki engel, bizzat bu engeli aşmanın koşullarını yaratıyor. Yüzde on barajı Kürt hareketini ve Türk demokrat ve sosyalistlerini, Tarihin, onları kendilerine rağmen başarıya götüren ve zorlayan bir aracı olarak ortaya çıkıyor. Eğer bu blok bir başarı elde ederse, bu, tıpkı bloğun kendisinin kurulması gibi, kendilerine rağmen ve yüzde on barajının adeta onlara zorla hediye ettiği bir başarı olacaktır.
Yüzde On Barajı yanlış ve hatalı politikalar ve onların sonuçlarını temizliyor
Açık ki, bu günkü Blok, yüzde on barajı sayesinde mümkün olmuştur, yoksa doğru bir ittifak anlayışı ve politikalar sonucu değil. Gerek HADEP gerek Türk sosyalistleri, birbirinden daha kötü yanlışlar yaptılar bütün bu ittifak görüşmeleri boyunca.
Biz hariç, Türk sosyalistlerinin hiç birisi, açıktan, hiçbir koşul öne sürmeden, Kürt hareketine oy verin çağrısı yapmadı. Şu en Kürt dostu geçinen Sosyalist Demokrasi Partisi bile, hiçbir karşılık beklemeden, Kürt hareketine oy verilmesi, ayrı aday gösteren sosyalist partilere oy verilmemesi çağrısı yapmadı. Hatta bu partinin bunu daha baştan açıkça yapmasının çok önemi vardı. Bunu yapmak bir yana, bizim Sosyalist Partilere Oy Vermeyin yazımıza mesafe koydular.
Ama bu partinin sadece bu nedenle değil, müzakerelerde HADEP’in elini sağlamlaştırmak ve serbest bırakmak için de ayrıca böyle bir davranışı taktik olarak da geliştirmesi gerekirdi. ÖDP’lilerin ta eski Kurtuluş Dev-Yol ayrılıklarına giden alerjileri, dolayısıyla ÖDP’nin ittifaktan kaçmak için Sosyalist Demokrasi Partisini bir bahane olarak kullanacağı hiç kimse için bir sır değilken, bu usta politikacılar, karşılıksız olarak HADEP’e oy verilmesi çağrısı yapmadılar. Hala eski kafayla, ÖDP’nin ne kadar tutarsız olduğunu göstermeyi, onları kendileriyle bir şekilde aynı masaya oturtmuş bulunmayı temel taktik yöneliş olarak aldılar.
Bütün bu tavır baştan yanlıştır. HADEP’e de damgasını vuran bu tavır ÖDP ve SHP karşısında baştan yanlıştı. Bu iki partiye karşı şöyle bir anlayışla yaklaşılmalıydı: onların ne kadar tutarsız olduklarını göstermek değil, onların tutarsızlığı, Kürt hareketinden uzak durma çabası içinde oldukları veri kabul edilerek, onları bütün gönülsüzlükleri ve inatlarına rağmen bir seçim bloğuna kazanma çabası içinde olmak gerekirdi.
Böyle bir yaklaşımın iki silahı vardır. Birincisi, millet vekili yerleri, ikincisi tabanın baskısı, bunun için de koşulların ve önerilerin kamu oyu önünde açıkça yapılması. Millet vekili yerleri, bol keseden ÖDP veya SHP’ye verilebilirdi. Kürt illeri, Mersin ve İstanbul ikinci bölge gibi alanlar dışında bütün yerler bu iki partiye bol keseden verilebilirdi. Çünkü barajın kendisi böyle bir cömertliğe olanak sağlamaktaydı. Barajın altında kalma durumunda hiç ya da aşılma durumunda yüzden fazla milletvekili. Cömertçe verilecek vekillikler, tıpkı bir tulumbaya su çekmek için su koyulması gibi bir fonksiyon görerek, Kürt hareketinin de daha fazla temsilcilik kazanmasını sağlardı.
Dikkat edilsin, SHP ve ÖDP’nin haklı olduğunu söylemiyoruz. Onlar zaten tutarsız, onlar zaten Kürt hareketinden uzak durmak veya onu kontrol altına almak hedefindeler. Politika buna rağmen onları ittifaka zorlamak ve almak olabilirdi. Bunun için gerekenler yapılmamıştır. Aslında son derece yanlış ve başarısız bir ittifak politikası izlenmiş bulunuyor. Sadece HADEP değil, SDP veya EMEP de yanlış ve başarısız bir politikaya sahiptirler.
Örneğin kamu oyu önünde, ÖDP ve SHP’ye açıktan şöyle denebilirdi. Sizlerle bu anti demokratik baraja karşı seçim ittifakı öneriyoruz. HADEP’in birinci parti olduğu bölgeler haricinde Karadeniz, Akdeniz, Ege, İç Anadolu’da tek rakamlı sıralar sizin olsun; Kürdistan’da da bizim. Şu kadar yer için de, kamu oyunun tanıdığı bağımsız insanlar için ortaklaşa adaylar tespit edebiliriz. HADEP veya DEHAP bayrağı altında yapacağınız bu ittifakta, bize karşı politik ve ideolojik olarak kendinizi tamamen serbest hissedebilirsiniz. Bu tür önerilerin başka versiyonları da olabilirdi. Böyle bir politika, hem bu milletvekilliği yeri peşindeki politika bezirganlarının ağzının suyunu akıtır, hem de onların üzerinde onların kendi tabanları üzerinden bir baskı kurma olanağı yaratırdı. Böyle bir politika karşısında onlar kaçacak delik bulamazlardı, buna rağmen kaçtıklarında ise, politik cesetler haline dönüşürler ve öneriyi yapanlar bütün sempatiyi toplamış olurdu.
Bütün bunlar yapılmadı. Yani doğru bir ittifak politikası, ne HADEP ne de ortaklarında izlenmedi. Yüzde on barajının sunduğu olanaklar değerlendirilmedi. Ama yüzde on barajı, kendisinin kadrini bilmeyenlerin peşinden koşmaya ve onlara yeni başarılar hazırlamaya devam ediyor. Bütün bu yanlış politikalara rağmen, yine de yüzde on barajı yüzünden oluşan küçük blok bile, yine heyecan ve coşkuları harekete geçiriyor ve yüzde on barajına, bu beceriksiz politikacılara yeni başarılar bahşetme olanağı sağlıyor.
Aslında veto edilen yirmi milletvekili, bloğa bu hatalarını kısmen telafi için yani bir olanak daha sundu. Bu yirmi veya itirazlarla on altıya inen yer, tekrar kamu oyu önünde SHP ve ÖDP’ye teklif edilebilirdi. Onlar olmazsa, en azından, bloğun dışındaki isimler bağımsız olarak gösterilebilirdi. Bütün bunlar da yapılmadı ve bir olanak daha hovardaca harcandı.
Ama tarih aklına koymuş bir kere bu bloğu kendisine rağmen başarıya ulaştırmayı. Yüzde on barajı sayesinde sosyalistlerle kurulan küçük blok bile, heyecan ve coşkunun yükselmesine ve yüzde onun aşılmasına olanak sağlıyor.
Özetle, yüzde on barajı olmasaydı, ittifak olmazdı, ittifak sorunu böyle can alacı olmazdı. Yüzde on barajı olmasaydı, yüzde on aşıldığı takdirde yüzden fazla milletvekili çıkarma olanağı olmazdı. Böyle bir olanak olmayınca, insanların enerjisi böyle harekete geçmezdi. İnsanların coşku ve enerjileri harekete geçmeseydi.yüzde on barajı aşılamazdı. Yani barajın kendisi demokratik güçlere barajın aşılmasının araçlarını sunuyor, onları buna zorluyor. Şimdiye kadar işleyen bu mekanizme bundan sonra da işlemeye devam ederse, bu sefer akla hayale gelmeyecek olanakları yine bu yüzde on barajı ortaya çıkarıyor: İktidar!
Yüzde On Barajı Bloğa İktidar Sunabilir
Şimdi ilk defa bu olanak var. Seçimlere daha bir ay var. AKP varacağı en yüksek yere vardı. Bundan sonra onun duruşu başlayacaktır. CHP’nin ise bütün şişirmelere rağmen durduğu görülüyor. Her ikisinde de, onları destekleyenlerde de bloğu destekleyenlerde görülen coşku ve azim yok. Bunun olması için bir neden de yok.
Şimdi şu son bir aya girilir ve gerçek yarış başlarken, diğerleri inişe geçmiş, en üst noktalarını aşmış bulunuyorlar; Blok ise henüz taptaze, henüz gücünü kullanmamış hızını almamış; sadece biraz ısınmış saf kan bir Arap atı gibi yerinde duramıyor.
Bu, henüz kısa bir zaman önce akla bile gelemeyecek bir olasılığı gündeme getiriyor. Bu bir ay içinde blok seçimlerden birinci parti olarak bile çıkabilir. Bu henüz küçük bir olanak ama gerçek bir olanak olarak var.
Tarih kafasına koydu mu size başarıyı ihsan etmeyi, karşı tarafın baskı ve oyunları; sizin hatalarınız ve onların sonuçları bile sizin lehinize çalışmaya başlar; bloğun başından beri olanlar Tarihin bunu kafasına koyduğunu ima ediyor.
SHP ve ÖDP’nin ittifaka kazanılamaması, yani bu politik eksiklik bile, yüzde onun aşılması durumunda bir güçlülük unsuru haline dönüşmektedir. Elbette bir SHP ve ÖDP’nin tutarlı bir demokratlıktan yoksun politika ve kampanyaları büyük ölçüde bloğun politikası ve kampanyaları olarak görülecekti. Bu da radikal halk tepkisinin sınırlı ölçüde bloğa akmasına yol açacaktı. Ayrıca bu mızıkçılar, muhtemelen blok içinde sürekli problemler yaratarak, bloğun enerji ve coşkusunu yitirmesine yol açacaktı. Bunun gibi daha nice olumsuzluklar olacaktı. Bu da bloğun toplumdaki tüm memnuniyetsizleri çekme olasılığını azaltacaktı.
Ama şimdi, yüzde on barajının aşılması ve bunun geniş kesimlerde görülmesi ve kabul edilmesi durumunda, yanlış ittifaklar politikasının ÖDP ve SHP’nin bloğun dışında kalmasına yol açan sonucu bile, bloğa güç veren bir özellik haline dönüşmüş bulunmaktadır. Daha birbirine yakın, daha radikal parti ve eğilimlerin birliğidir bu blok artık. Ve bu nitelik sayesinde, sadece CHP’den değil, AKP’den de oy alma olanağı doğmaktadır. Eğer gerçekten demokratik cumhuriyet programı üzerinde yoğunlaşırsa, blok AKP’nin altını da oyabilir.
İşçi sınıfının AKP’ye kaymasının ardında çok sağlıklı bir sınıf iç güdüsü vardır. AKP’yi destekleyen işçiler, Emek Platformu’nun Ekonomizminin çekemediği, sorunu politik demokratikleşmede gören yani Ordunun egemenliğini esas sorun gören işçi kesimleridir. Bunlar gerçekten bir demokratik cumhuriyet programına, gerçek bir laikliğe Emek Platformu’nun ekonomist Sendikalist anlayışından çok daha yakındırlar. Ekonomizm ve sendikalizmin özelliği, işçiyi kendi sorunları ve kendi çıkarı için mücadeleye sokmaktır. Politik bir işçi hareketi ise, tüm topluma yönelik bir projeyle çıkar. Lenin’in Ne yapmalı kitabında bütün anlatmak istediği budur. Bu bakımdan AKP’ye kaymış işçi sınıfı, ki bu kayış ekonomizme ve reformizme duyulan sağlıklı bir tepkinin ürünüdür, hızla bloğa da kayabilir. Bunun için, soyut IMF, savaş, Avrupa gibi konular değil ama, somutlanmış bir Demokratik Cumhuriyet talebini öne çıkarmak gerekir. (Bunun nasıl bir şey olduğu en güzel Vatan Partisi Programında görülür. Örneğin, Emek platformu, devletin küçülmesine karşı olmaktan söz ediyor. Vatan Partisi programı ise devleti küçültmekten ve Ucuz devletten. Bu sadece küçük bir örnektir bu iki farklı anlayışın somut politikalarda nasıl yansıyacağına). Kürt hareketinin varlığı bunu zorluyor. Yani Kürt hareketi, EMEP ve DSP’deki ekonomist, emek platformuna benzeyen eğilimleri nötralize eden; ve devrimci demokratik karakterli bir programı öne çıkaran bir işlev görüyor. Bu da ekonomizmin etkisi dışına çıkmış ama politik yönelişi AKP’ye kaymış işçileri kazanma olanağı yaratıyor.
Özetlersek, yüzde on barajı bloğu olanaklı kıldı, bu baraj olmasaydı bu blok olmazdı. Yüzde on barajı, Kürt hareketi içinde, Türk emekçileri, sosyalistleriyle ve demokratlarıyla ittifak yapanları; Türk sosyalistleri içinde de, Kürt ulusal hareketiyle ittifakı savunanları güçlendirdi ve bu hareketlerin yönelişlerini etkilemesinin yolunu açtı. Devrimci Marksizmin yıllardır savunduğu, işçi sınıfının ve sosyalistlerin muhalif burjuva zümrelerle değil, devrimci demokrasiyle, yani Kürt hareketiyle ittifakı stratejisini fiilen gerçekleştirdi. Yani Türk sosyalistlerini ekonomizmin etkisinden; Kürt ulusal hareketini de burjuvazinin etkisinden kurtulmaya zorladı.
Ama aynı baraj şimdi de bloğu iktidara zorlayacak gibi görünüyor. Tarihte az rastlanan çok garip bir mekanizma harekete geçmiş gibi görünüyor. Öyle bir mekanizma ki, bloğa karşı her davranış bloğa hizmet edebilir. Bloğun yanlışları bile onun başarılarının hizmetçisi haline gelebilir.
Ama giderek daha da ilginç bir olasılık ortaya çıkabilir. Eğer seçimlere kadar olan dönem, kitlelerdeki bir radikalleşme dalgasıyla çakışırsa, yani tarihin hızlandığı, yirmi yılların yirmi günlerde yaşandığı; kitlelerin hızla politik olarak olgunlaşıp radikalleştiği bir döneme girilirse, birdenbire devrimci demokrasinin çoğunlukta olduğu bir meclis ve gerçek gücün orduda olduğu bir ikili iktidar durumu gibi bir durum ortaya çıkabilir. Yani aniden bir devrimci durum oluşabilir. Yüzde on barajı bunun koşullarını yaratmaktadır. Böyle bir durumda bütün burjuva partileri meclis dışında veya güçsüz fraksiyonlar halinde mecliste olabilir. Böyle devrimci bir durumda, blok bu fırsatı değerlendirip, kararlılıkla düzenin bütün mevzilerini yok etme cesareti gösterebilir mi?
Kanımızca esas tehlike burada. Tarihin sunabileceği böyle bir fırsatı kullanacak politik program, cesaret ve politik esneklik Blok partilerinde görülmüyor. Bu devrimci fırsatların kullanılmaması ise, uzun vadede büyük yıkımlara yol açarlar. Muhtemelen gelecekteki yazılarda bu konulara çok girmek gerekebilecek.
Toparlarsak, yüzde on barajı, Kürt ve Türkleri ittifaka zorlayarak; onları kendi ekonomist ve burjuvalarıyla bölünmeye zorlayarak; blok güçlerine enerji vererek; bu günkü bütün partileri eleyerek; yüzde onun aşılmasında ek bir çekim gücü vererek devrimcilerin yapamadıklarını onlara zorla yaptıran bir araç haline dönüşmüş bulunuyor. Eğer bir demokratik devrim gibi bir şey gerçekleşirse Türkler ve Kürtler bunu yüzde on barajına borçlu olacaklar.
Allah bu barajı koyanlardan razı olsun.
29 Eylül 2002 Pazar
demir@comlink.de
http://www.comlink.de/demir/
Dostları ilə paylaş: |